06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22ŞUBAT1994SALI CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR TannHollyvvood'ucezalandırdı! F ransız yapımcı Daniel Toscan Du Plantier, Los Angeles'ı sarsan depremden sonra, basına sızabileceğini hiç düşünmeden talihsiz bir şaka yapmıştı: "Höllywood'da meydana gelen deprem, Tann'nın kimin yanında yer aldığını göstermiştir: Tann kültürel istisnanın yanındadır!" Olayın büyümesi sonucu, Toscan Du Plantier Amerikalı film yapımcılanndan özür dilemek zorunda kaldı. MEHMET BASUTÇU PARİS - Amerikahlar Tann'ya galiba Av- rupalılardan daha çok inanmaktadırlar. Devlet başkanlannın ağpnda bile, "Tann Amerika'yı kutsasm" lafı eksik olmaz... Bırakın Katolikle- rin, Ortodokslann ya da Yahudilerin Atlantik ötesinde güçlü birer din grubu oluşturmalanru, Kuzey Amerika toplumu irili ufaklı bir dizi za- mane peygamberi türetmekte de çok becerikli- dir... Hele hele geleneksel değerler çatiamaya, yerleşik inançlar yıkılmaya pembe düşler kara- basana dönüşmeye, ülküler çözülmeye ve en önemlisi, ekonomik bunalım giderek derinleş- meye başladığında; güç ve iktidar tutkulanyla yanıp tutuşarak ahkam kesen yeni peygamber- ler giderek çoğalır... Ve her yeni bunalım tann- nın bu sevgili kullanrun ekmeklerine bol bol yağ sürer, banka hesaplannı kutsal dolarla şişirdikçe şişirir... Böyiesine oynak bir toplumsal zeminde, Holl- ywood sineması da biraz yakından bakacak olursak, tıpkı bir mezhep gibi derinlere kök salmış olmasın sakın? Bazılanna göre, hiç kuşku yok, öyledir durum... Aslında Hollywood tepesi sakinleri, tannlan, tannçalan, putlan, şeytanlan ve melekleriyle, çok dinli bir topluluk oluşturur- lar... Kaldı kj "Hollywood w adı da (çobanpüskü- lü denilen bitkinin bol yetiştiği bir korulukmuş bu tepe zamanında herhalde) ufak bir yaalım yanlışıyla, bu tezi kat kat da doğrular: Bir L har- fı eksik yazıldığında, "Holywood"da yani 'Kut- salkonı' sinemasında buluveririz kendimizi!.. Bu durumda ne yapmalı? Nasıl baş etmeli "Made in HoUywood" damgalı sinemanın bu saygısız ve arsız papazlanyla? Filmleri sıradan bir tüketim maddesi gıbi pazarlayan, sanatı ve yaratıcıhğı ikind plana iten, her şeyi cebindeki kredi kartının ahş gücüyle ölçerek, en kutsal de- ğerlerinin bile anasını satan bu anlayışa karşı nasıl direnmeli? Kültürel istisnayı nasıl savun- mah? almış ve geçtiği haber birkaç saat içinde dünya- daki belli başb basın organlannın eline ulaşıver- miştir! Tann tanımaz bir insan olduğunu açıkça söyleyen Fransız yapımcı, Tann'nın mı şeytanın mı riddi olan ile şaka olaru birbirine kanştıran basının mı yoksa kendi gevezeliğinin mi kurbanı olmuştur? Orası belli değil... Kaldı ki Daniel Toscan Plantier gibi konuş- kan ve kışkirtıcı bir kişinin yaptığı bu tatsız şaka kendisine bir Amerikan filmi tarafından fısıl- danmıştı bile. Hem de Amerikan sinemasının yaratıcı adlanndan Robert Altman'ın son Vene- dik Festivali'nde Altın Aslan Ödülü'nü kazanan "Short Cırts" adlı filmi tarafindan... Öyle ya ya- zar Raymond Carver'ın kaleminden çıkan bir dizi öyküyü yeniden yoğurarak, birbirlerini ta- nıyan ya da tanımayan ama zaman zaman yolla- n kesişen bir grup insanın iç içe geçmiş yaşam öyküleri biçiminde görüntülerken. Amerikan toplumunun değişik kesitlerinden olağanüstü insan manzaralan sunan "Short Cırts" da bir doğal afetle başlayıp bir başka doğal afetle hem de büyük bir depremle son bulmaktaydı... Robert Altman'ın yönettiği "Short Cuts'"filmi.kısa bir süre sonra Türkiye sinemalannda da gös- terüne girecek. Raymond Carver'ın \ apıtından uj arlanan filmde, Andie MacEKmell. Madeleine Stowe, Anne Arcner ve Tim Robbins başlıca rolleri paylaşıyorlar. Bana kalırsa tek yol, Amerikan sineması için- de kültürel istisnanın güzel bir tanımlamasını ve- ren fılrnlere hak ettikleri ilgiyi göstermekten ge- çiyor. Örneğin, Robert Alönanın "Short Cuts" (Kısa Parçalar) ya da Clint Eastwoodun "A Per- fect WorM" (Kusursuz Dünya) adlı son fılmleri- ne, Amerika'dan gelerek sinemalanmızı istila eden sıradan polisiye öykülerden ve hep aynı ya- vanlığı değişik soslar içinde pazarlamaya çalışan vurdulu kırdılı macera fılmlerinden çok daha fazla ilgi göstermenin; biz seyircileri kültür deni- len olgunun K'sından yoksun, zavallı. film obu- ru aptal tüketiciler olarak gören o Tann tanımaz Hollyvvood peygamberlerinin tapınaklannı toz- lanmaya bırakmanın en güzel yolu olduğuna inanıyorum... Yoksa, Daniel Toscan Du Plantier'nin birkaç hafta önce yaptığı kaba saba şakada olduğu gi- bi, sinema sanatını ve kültürel istisna kavramıru kurtarma işini Tann'ya bırakırsak eğer, yandık demektir! Daniel Toscan Du Plantier, Fransız sinema dünyasının çok renkli kişiliklerinden biridir. Opera fılmlerine olan tutkusuyla tanman bir ya- pımcıdır. Fransız sinemasını her yerde, özellikle de Kuzey Amerika kıtasının dört bir köşesinde tanıtmayı amaçlayan girişimlerin adamı. Unif- rance kuruluşunun yorulmak bilmeyen başka- nıdır... Ocak ayı içinde. Fransız Alpleri'ndeki Avori- az tatil köyünde yapılan ve Fransız sinemasını tanıtmayı amaçlayan bir festival sırasında Los Angeles kentini sarsan ve büyük hasara yol açan deprem konusunda yaptığı kabaca bir şaka ne- deniyle, Plantier'nın başı belaya girmıştir... Bir TV programı öncesinde çevresindekılerle sohbet eden Plantier"nin. o anda gevezeliğı ve hınzırlığı tutmuş olacak ki dört duvann dışına çıkmaya- cağını sandığı deli dolu bir şaka yapmaktan ken- dini alamamıştır: "HoUywood'da meydana gelen deprem, Tanrı'nın kimin yanında yer aldığını gös- termiştir: Tanrı kültürel istisnanın \anındadır!" Bu sözler adamın ağzından bir kez çıkmıştır ya gerisi çorap söküğü gibi gider. Orada bulunan ve büyük bir haber ajansında çalışan gazeteci, herkesi kahkahalara boğan bu şakayı ciddiye lantier'nin şakası, bir Amerikan filmi tarafından fisıldanmıştı bile... Hem de Amerikan sinemasının yaratıcı adlanndan Robert Altman'ın Altın Aslan ödüllü "Short Cuts" filmi tarafından... "Short Cuts"ın başında ekolojik bir afet söz- konusudur. Los Angeles kentinin böcek istilası altında kalmasıyla başlayan film kehtte ağır y ı- kıma yol açan büyük bir depremle noktalanır!.. Demek ki tann, Hollywood sinemasını nasıl cezalandıracağını. Raymond Carver ile Robert Altman'ın kulaklanna çok daha önceden fısıl- damıştı bile. Daniel Toscan Du Plantier'nin yaptığı bu aşa yeniden tuz biberekmek olmuştu. Geçen hafta. Amerikan Yapımcılar Demeği Başkanı Jack Valenti'ye özür mektubu yazmak zorunda kalan Toscan Du Plantier. bana kalırsa bu^ersiz şakayı yapmakla aslında çok iyi etmiş- ti. Oyle ya son aylarda oturup dünyanın gerçek- lerine dikkatle baktıysa eğer Tann'nın da canı sıkılmıştır gördükleri karşısında: o kızgmlıkla da dünyanın tüm günahını Amerikan sineması- nın ve televizyon dizilerinin üzerine yıkıvermiş olmasından daha doğal ne olabilır ki? Bosna- Hersek vahşetinden dolar spekülasyonuna ka- dardünyamızda oynanan bütün bu çirkin oyun- lan biz daha önce kötü Amerikan fılmlerinde ve sevimsiz televizyon dizilerinde görmemişmiydik zaten? "Ağzına sağlık Daniel Toscan Du Planti- er!" demek geliyor içimden... Geriye kalıyor bir gözlem: Hollywood sine- masına karşı kendini savunmak zorunda kalan Avrupa fılmlerinin yardımına tann koşmasaydı eğer, kimbilir ne kötü olacaktı durum! Ince'nin yapıtlan Şiir Seçkisınde Kültür Servisj - Fransa'da üç ayda bir yayımlanan Şiir Seçkisi'ne, şair-yazar Ozdemir tnce'nin Fransızca'ya çevrilen şiirleri de alındı. Seçki, Paris'te kamu yaranna hizmet veren "La Maison de Poesie-Şiir Evi" adb kuruluş tarafından hazırlanıyor. Nitebkb, çağdaş bir şiirin yayılmasına yardımcı olabilmek amacıyla bazı çalışmalaryapan kuruluş düzenli olarak yaptığı listelerde yeni yayımlanmışdeğerü ve büyük bir çoğunluğu ilgilendirecek yapıtlan öneriyor. Üç ayda bir yayımladığı seçkilerde; kapsamlı yapıtlardan az bası- lan kitaplara kadar çeşitii eserleri tanıtıyor. Bu liste şiir tutku- nlanna. bu kitaplan okurlara tanıtma Ozdemir Incc sorumlul- uğu yüklenmiş tüm ilgili kişilere; yayınla- nn çokluğu, dağıtımın sınırlıhğı, eleştirinin yetersizliği nedeniyle güçleşen seçimlerini kolaylaştırmak amaayla yapıhyor. La Maisonde Poesie, yayunlanmış tüm şiir kitaplanna yer vermek iddiasıyla yola çıkmıyor ve yayımlanan tüm kitaplara da yer veremiyor doğal olarak. Fakat seçkisinde yayımladığı listede yer alan tüm kitaplar, şiirsel yetkinlik ve okunabibrlik bakımından tüm okuyuculanna güvence veriyor. Yeni yayımlanan şiir kitaplannın yanı sıra listede eski kitaplann yeni baskılan da yer abyor (Pierre de Ronsard, Paul Veriaine, Rainer-Maria Rilke'nin eserleri gibi). Şiir kitaplann yanı sıra bu listede sözlükler, dergiler, incelemeler de yer ah- yor. Ekim ayında yayımlanan listenin çeviri bölümünde Ozdemir İnce'nin "On Meurt a Moins" adb kitabının çevirisi de altı şiir kitabın çevirisiyle birbkte seçkiye abndı. Fransızca'ya Ismet Birkan'ın çevirdiği bu kitap Le Cherche-Midi yayınevinde yayımlandı. Bu bölümde Ozdemir Ince'nin kitabının yanı sıra Jean Le Pîchon'un İncil'in "Neşideler Neşidesi" çevirisi. Claire Malrou\, Benoit Lavaud, Marc B. de Launay, Yves Bfchet nin çevirileri bulunuyor. Şehir Tiyatrolan'nın oyunu 'İstanbul'un Gözleri Mahmur' Üsküdar Musahipzade'de Biryaşamdanötekine Istanbul H.Altıner'in yönettiği oyunda başlıca rolleri Hümeyra, Ayla Algan, Serra Yılmaz. Berrin Koper,Toron Karacaoğlu ve Mehmet Gürhanpaylaşıvor. DÎKMEN GÜRÜN UÇARER Üsküdar Musahipzade Celaj Sah- nesi'nde oynanmakta olan "İstan- bul'un Gözleri Mahmur"da Melisa Gürpuıar'ın güzel Türkçesiyle çizdi- ği yaşamlar, bizim kuşağın en aa- ndan bir kısmını yakaladığımız ya- şamlar. Bir dönemi anlatıyor "İstan- bul'un Gözleri Mahmur". 19001er- den başlayarak günümüze uzanan sıcak bir yolculuk. Bu yolculukta köklü bir Istanbul ailesinin yaşamı konu ediürken aynı zamanda kentin uğradığı hızlı değişimler de gözlem- leniyor. Değişimlerin bir bölümünü. salona girdiğinizde duvarlan süsle- yen Markiz veya Degütasyon'dan başlayarak McDonalds'a lahma- cunlara uzanan ilanlarda görmek mümkün. Değişimler, bu değişimlerin sarstığı düzenler, yeni bir dünyada yeni değer yargılan sessizce yok olup gitmekte olan gelenekler-görenek- ler, bunlann yerini alan yeni yaşam biçimleri... Melisa Gürpınar'ın da değindiği gibi "tüy gibi hafir' bir konu çevresinde gelişiyor "İstanbul'- un Gözleri Mahmur". Tüy gibi hafıf M elisa Gürpınar'ın yapıtından tiyatroya uyarlanan "İstanbul'un Gözleri Mahmur" köklü bir Istanbul ailesinin öyküsünü anlatırken, değişen İstanbul'a da değiniyor... ve biraz buruk, ama keyifli. Yönet- men Hakan Altıner. yazann "Yeni Zaman Eski Hayat" adlı oyunu ile şiirsel öykülerini içeren "İstanbul'un Gözleri Mahmur" adlı kitabından küçük bölümleri kaynaştırarak o>una daha canlı bir bütünlük ka- zandırmış. Bu canblıkta Esin En- gin'in müziklerinin payı yadsına- maz. İncesaz ise yolda-sokakta, tak- si de-minibüste, radyoda-televiz- yonda arabeskle dolan kulaklara zarif birsesleniş. Hakan Altıner"in metin üstünde yaptığı çabşmalarla tekdüzelik sınırlannı zorlayabilecek bir yapıya sahip olan ilişkiler, seyirciyi sıkma- yan bir çizgide gelişiyor. Oyunun baş kişıleri, "zamanm dışmda kal- nuş, cağın kendi hayatlarına ve ya- şadıklan kente taşıdığı değişimlere ayak uyduramamış insanlar." Meli- sa Gürpınann sözünü ettiği bu "so- luk JTÎZIÛ" insanlann yüzünde "spot- ları gezdiren" kişi ise yaşam dolu bir anlatıcı (Hümeyra). Sanki onca sol- gunluğa dayanamazcasına renkli, canlı, hareketb'. sıcak. Anlatıanın zaman içinde gidip gelmeleri, oyu- nun kısır bir döngü içine sıkışabile- cek boyutunu genişletiyor. Anlatıanın satır başlannı açüğı olaylan, "hayatın onu getirip bıraktığı yeri sevmeyen" Büyük Hanım ve ailenin diğer bireylerin- den yine zaman içinde gidiş gelişlerle izliyor seyirci. Bu değişimlerde Ayla Algan Büyük Hanım'ın gençbk >illanru, orta yaş dönemini ve yaşbhğıru ince ince işliyor. Kedisi Tarzan'la arkadaşhk ettiği, Tarzan'- ın yerini Baytar Bey'in aldığı ya da köşedeki koltuğuna gömülüp eski- lere daldığı. kızlanyla rastık çek- mek, koca bulmak gibi önemli ko- nularda tartışmalara girdiği sahne- lerde öylesine rahat, öylesine akıcı oynuyor ve güldürü unsurunu öyle- sine dozunda tutturuyor ki... Serra Yılmaz ve Berrin Koper büyük ve küçük kız rollennde büyüğün tem- belliğini, diğerinin hırçınbğını küçük oyunlarla veriyorlar. Beybaba (Toron Karacaoğlu) ve Hanımefendi (Hümeyra) ise "batan saltanat kayığı"ndan yeni bir yaşam biçimine atlamanın şaşkınbğını onuria yaşayan iki yaşlı insanda artık nesilleri tükenmiş tipler olarak çıkıyorlar karşımıza. "Hala Arap harfleriyle düşünüriiz, ama kafamız aydmlıktır" diyen oğul (Mehmet Gürhan) ise döneme uyamayanlar arasında yitip gidiveriyor. "İstanbul'un Gözleri Mahmur" bir yaşam biçimini, bu yaşam bicimin- den bir diğerine geçişi anlatıyor. Bu değişimi anlatırken de, bırakıyor iz- leyiciyi bu insanlann dünyasında dilediğince dolansın. TRT'de Bir Belgesel Dizi Simurg ve Felsefe ARSLAN KAYNARDAĞ "Simurg", Iran mitolojisinde ulu bir kuştur. Eski Jran metinlerinde bu kuştan oldukça sık söz edilir. Bunlar arasında en bilineni Mantık-AI Tayr adındaki kitapta yer alan öyküdür. Bu eski öykünün, felsefecilerimizin hoşuna gittiği an- laşılıyor. Türkiye Felsefe Kurumu 1988'de "Simurg" başlığı altında bir dizi kitap yayımlamaya başladı. Kültür Bakanlığı ile Yapı ve Kredi Bankasf nın hazırladığı bel- gesel diziye de, bir felsefecimizin isteği üzerine yine bu ad verildi. Belgeselde Türk aydınlanmasına emeği geçen değer- li 15 insan tanıtılıyor. Düşünceleri, dünya görüşlen, akıl- cı ilkeleri anlatılıyor. Bunlar cumhuriyetin ilk yıllarında mesleklerine başlayarak toplum için çalışmış insanlar- dır. içlerinde bir de felsefeci var. Mactt Gökberk. Belgesel altı haftadır TRT'de gösteriliyor. Yeni ve eski kuşaklardan birçok kimse zevkle ve çok şey öğrenerek seyrediyor bu diziyi. Olayı böyle ortaya koyduktan sonra "S/mu/'g'öyküsü- ne ve ondaki felsefeye geçiyorum. Kuşlar bir gün bir araya gelerek "Hiçbir toplum başsız değil, başsız ülkede düzen olmaz, biz de kendimize bir baş seçelim" derler. Bunu duyan "Hüthüt" kuşu, "Sizin bir padişahınız var. O size sizden yakın, ama siz ondan uzaksınız. Gelin de onu arayıp bulalım" öer. "Hüthüf'ün kılavuzluğunda yola çıkarlar. Uçup ilerle- dikçe bitkin ve yorgun düşerler. Darıa fazla gitmek iste- mezler. "Hüthüt" her yorgun düşene moral verir, yolu sürdürmek gerektiğini söyler. önlerindeki yedi vadiyi de aştılar mı, amaçlarına ulaşacaklardır. Yola çıkan yüzlerce kuştan yalnız otuzu vadileri aşabi- lir. Yolun sonuna gelince "Simurg"u görmek isterler. önlerine bir kâğıt konur. Kuşlar başlarmdan geçen her şeyin o kâğıttayazılı olduğunu görerek şaşırırlar. Ve "Si- murg"\an ses gelir: "Buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Ne kadar gelirseniz o kadar görünür- sünüz." "Hüthüf'ün başta söylediği şeyin ne anlama geldiği şimdi anlaşılır: Yol sonunda ulaşıp buldukları "Simurg" kendileridir, kendi varlıklarıdır. Aradıkları uzakta değil yakınlarındadır. Onu ancak böyle bulabilmişlerdir. Oykü budur. Bildiğim kadarıyla başka anlatılışına rastlanmamıştır. Burada "Kendini bilen Tannsını bilir" hadisinin yoru- mu karşımıza çıkmaktadır. Öyküde tasavvufla (gizemci- likle) ilgili anlam açıktır. Kitabı yazan Attar, kuşların başından geçenleri anlatırken başka öyküler de anlatır, benzetmeler yapar. Bunlar hep tasavvufu (gizemciliği) övmek içindir. Attar kitabında felsefeye ısrarla karşı çıkmaktadır (). Şöyle der' "Tasavvufun yüceliğini Yunan felsefesinde bulamazsınız. O felsefenın adını ananlar kitabımı anla- yamazlar. Felsefe akla zarar verir. Dine inananlara pir- lerinin felsefesi yeter.'' Ayrıntılar bilinmezse, kuşların aradıkları gerçeğin, ulaşmak istedikleri şeyin felsefeyle ilgili olduğu sanıla- bilir. Oysa başkadır aranan; dinselliktir, gizemciliktir. Yanlış anlaşılmaması için hemen söyleyeyim: Tasav- vuftaki insancılığa, özellikle panteizme her zaman saygı duymuşumdur. Ancak felsefenin akılcı, aydınlanmacı in- san anlayışını yeğlerim. öykü ne denli güzel olursa olsun, aydınlanmadan, fel- sefeden yana olan kimselerin tanıtıldığı böyle bir diziye onun adı verilmeseydi daha iyi olurdu diye düşünüyo- rum. Nitekim, Macit Gökberk tanıtılırken daha doğru bir saptama yapılarak, 'aydınlanma yolunda' denılmiştir. Bütün diziye bu ad verilebilırdi ve daha iyi olurdu. Birkaç noktaya daha değineceğim: Dizideki onbeş ay- dının her biriyle en aşağı ikişer saat söyleşi yapıldığını biliyorum. Bunlar filme alınmıştır. TRT'de ise ne yazık ki, 15-20 dakikalık bir parça gösterilebiliyor. Konuşmalar- daki önemli şeylerden çoğunu, seyirci görüp dinleyemi- yor, habersiz kalıyor onlardan, bilgi edinemiyor. Örneğin Macit Gökberk gibi aydınlanma ve eğitim yo- lunda ömrünü geçirmiş bir felsefecinin söylediği daha pek çok şey vardı. Bunlar bir bölüme sığdırılamadığına göre iki bölümde verilemez miydi? Bir de şu yapılabilirdi* Bu önemli dizinin gösterimine başlanmadan önce bir panel düzenlenerek, belgeselin hangi düşüncelerle, nasıl ve hangi koşullarda hazırlan- dığı yine TRT'de anlatılmalıydı. Başarıda katkısı bulu- nanların söyleyeceği şeyler, konuyu daha çok değerlen- dirmiş olurdu. 15 kişiyi kapsayan belgeselin TRT'de gosterilmesi sü- rüyor. Aydınlanma yolundaki 15 yolcunun daha diziye eklenmesini bekliyoruz. Aydınlanmacılar bitmez bu ka- fileye her an yeni yolcular ekleniyor. llerde onlar için de belgeseller yapılacaktır. Beklediğimiz bir şey daha var: Söyleşilerin tamamı- nın kitap haline getirileceğinden söz edilmişti. Bu kita- bın gecikmeden yayımlanması çok iyi olacaktır. Bir dö- nemin kurucusu ve tanığı olan 15 aydının anlattığı şey- ler, yazıya geçirmeye değer. Böyle bir kitap yeni kuşak- ların bilinçlenmesine yardım edecektir. () Ferideddin-i Attar, Mantık Al-Tayr cilt 2, sayfa 212 Istanbul 1945, (Çev.: Abdülbaki Gölpınarlı) PEN'inprotestosu Kültür Servisi - PEN Yazarfar Derneği Başkanı Şükran Kurdakul, tıvatro saatçısı Ayşe EmerMeşci'ye bir yazı göndererek, Adalet Ağaoğlu'nun "Kendini Yazan Şarkı" ' adlı oyununun kurgusu ve özü değiştirilerek Avrupa'nın çeşitii kentlerinde "Nevvroz Çiçekleri" adıyla sahneye konulmasını kınadı. Kurdakul'un gönderdiği yazı şöyle: "Üyemiz Adalet Ağaoğlu, 'Kendini \ azan ŞarkV adlı o>unıınun Ayşe Emel Mesci >e Mahmut Baksı tarafından. kendisinden izin alınmadan değiştiriUp \eniden > azılarak yurtdışında sahne> e konulduğunu bildirmiş: bunun kanıtı olarak "Halk Oj-uncuları" dergisinin ilgili sayfalarının fotokopisini de eklemişrir. Adı geçen dergide 'Kendini Yazan Şarkı'da... yanlış kurguvu ve özü değiştirmeve karar \erdik' denilmekte. o> unda bu doğrultuda değişiklik > apılarak 'Newroz Çiçekleri' adıvla Avrupa'nın çeşitii kentlerinde sahneye konulan oyunun nastl oluştunılduğu anlatılmaktadır,. Bunun maddi-manevi haklann çiğnenmesinden de öte yazarlık onuruna \e kişiliğine çok ağır bir saldırı niteliği taşıdığı açıktır. Saldın\ ı şiddetie kınıyoruz." "Türkiye'dekiİtalyan Arkeolonk Kavlan " ANKARA (AA) - İtalyan bibm adamlan. başta Arslantepe, Hierapolis. Jasos ve Kyme olmak üzere Türki) e'de yaptıklan kaalann toplandığı "Türkiye'deki îtaiyan Arkeoloji Kazılan" adlı kitabı tanıtacak. Anadolu Uygarlıklan M üzesfnde 24 şubat tarihinde gerçekleştirilecek toplanüda, Jasos Kazı Heyetı Başkanı Dott Fede Berti. Hierapoiis Kazı Heyeti Başkanı Prof. Daria de Bernardi. Aslantepe-Malatya Kazı Heyeti Başkanı Prof. Marcella Frangipane, Kyme Kazı Heyeti Başkanı Prof. Sebastiana Lagona ile Başkan Ord. Prof. Sedat AIp, kazıiarla ilgili bilgi verecekler. İtalyancası Marsilio Editore. Türkçe baskısı ise Ankara ftalyan Kültür Heyeti tarafından yayımlanan kitabı, Tü'rkçe'ye Erdeniz Özbayoğlu çevirdi. Kitabın İtaiyanca baskısını. Fede Berti ,Daria de Bernardi Ferrero. Marcella Frangipane ve Sebastiana Lagona haarladı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle