22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
rCUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 22 OCAK 1990 îktidar ve muhalefet, 1982'de çıkarılan anayasanın cumhurbaşkanına çokfazlayetki tanıdığı kanısında 82 Anayasasıdeğil,82 Cuınhııryasası Parlamento İçi Diyalog Gencay Şaylan — 2 — GENCAY ŞAYLAN — Sayın Bozkurt, muhalefet partilerinden somut anayasa deği- şiklikleri onerileri geldi. Sayın Toptan belli ve somut sorunlarda değişme gereğinden söz etti, Sayın Kumbaracıbaşı bütiinü ile bir degişme gereğini ileri siirdu. Siz iktidar partisi sözcii- sü olarak bu göriişleri değerlendirir misiniz? Aynca TB.MM !ç Tiiziığü üzerinde bir degi- şiklik gerekli mi, bu konuda da düşündükle- rinizi öğrenebilir miyiz? BOZKURT (ANAP) — 80 öncesinde siya- si parti temsilcileri bu şekilde bir araya gel- seydiler belki demokrasinin başına kaza gel- mezdi. Arkadaslarımın, bir sapma ya da sap- lantı olmaksızın içtenlikle demokratik bir yak- Iaşım ile meselelere baktığına inanıyorum. Dikkat buyurulursa, 82 Anayasası'run bir tep- ki meini olduğu konusunda iiçümüz de hem- fikiriz. Peki niye bu anayasa böyle bir tepki sonucu ortaya çıktı? Niye böyle bir özellik söz konusu oldu? Neden milletin seçtiği partili- ler eliyle değil de tayin ile gelen bir kurucu meclise anayasa yaptırıldı? Gerçekten bir şey- leri koruma kaygısı var ve tam anlamı ile bir haklar serbestısinden bahsetmek mümkün de- ğil. Münakaşayı daha ileri götürmek istemi- yorum, ama hatırlayalım, geçmişte, sendika merkezlerinde, dernek binalarında bombalar, ateşii, kesici silahlar bulundu; milli olmayan, devleti bölen, parçalayan yayınlara rastlanıl- dı; kökü dışarıda katliam planlan ortaya çı- karıldı. Sendikal haklar, dernek hakları -ki bunlar demokratik haklardır- kötüye kulla- nıldı. Sendikal haklarda, dernek haklannda, siyasi partilerle ilgili düzenlemelerde Avrupa standartlarına pek uymuyoıuz, doğru bu. Ama geçmiş bize yıllar kaybettirdi, şimdi bir araya gelip çare arıyoruz. Bu bile çok önemli bir gelişmedir. Biz iktidar partisiyiz ve yönetimi askerler- den devraldık. Çok sıkıntıJar çektik ve yumu- şak bir inişle demokratikleşme siirecini baş- lattığımızı, epeyce mesafe alındığını lütfen ka- bul buyurunuz. Askerlerden yönetimi devral- dık, yani onlarla sıcak teması yaptık ve hoş- görü ile, yumuşaklık ile birçok sorunun üs- tesinden geldik. ANAP grubu kendi bünye- sinden bir sivili meclis baskaru secti, hükümet sivillerden kuruldu, nihayet cumhurbaşkanı birsivilden seçildi. Ama siyasi parti temsilci- lerimiz bu konuda niye uzlaşma olmadı diye itirazlarda bulunuyorlar. ''Cnmhurbaşkanı ile bir araya gelmeyiz" diye, izin versinler, hoş- görsünler, çağdaş sayılmayacak bir tavrı sür- dürüyorlar. Bu noktanın altını çizmek istiyo- rum, çünkü bu durum demokrasi, parlamen- ter rejim aeısından bizi üzüyor. Neden mu- halefet partileri gelip menfi oy vermedileı ya da kendi adaylarını çıkarıp onu desstekleme- diler diye soruyorum ve ben "boykot" söz- cüğünü kullarunak istemiyorum, ama işlev- lerini yapmadılar diyorum. Sayın Toptan, "Cumhurbaşkanını halk seçsid" diyor, ama biz zamanında aynı şeyi söylediğimiz zaman bu işe yanaşmamışlardı. Ama bu bir görüş- tür, saygı duyarım, tartışınm. Atatürk'ten beri tek bir adamm hem dev- leti hem icrayı remsil etmesi, yani her seyin tek bir adam otoritesi altında toplanması Türkiye'yi rahatsız etmiştir. Bu yönü ile baş- kanlık sisteminin sakıncalan hep gündemde kalacaktır. Münakaşayı fazia uzatmak iste- miyorum. Şunu belirteyim, benim kanaatime göre cumhurbaşkanı 82 Anayasası'nda çok fazla yetki ile donatılmıştır. GENCAY ŞAYLAN — Yani burada par- lamenter sistemi aşan bir yetki yoğunlaşması oldugunu mu düsünüyorsumız? BOZKURT (ANAP) — Evet parlamenter durum farklı. Bu parlamentonun ömrü 1992'ye kadardır, cumhurbaşkanı 7 yıl için se- çilmiştir, daha öteye gidernez. Sistemde gelip- gitme milletin hür iradesi ile olmaktadır. Ro- manya ile bağ kurmak demokratik bir yak- laşım değildir. Biz diyalog arıyoruz ve muha- lefet partiJeri ile fevkalade medeni iltşkileri- miz var, bu ilişkilerimiz çerçevesinde demok- ratik sürecin sağlıklı bir biçimde yerleşeceği- ni sanıyorum. GENCAY ŞAYLAN — Efendim, iç tüzük konusunda neler söyleyeeeksiniz? BOZKURT (ANAP) — İç tüzük konusun- da muhalefet ile aynlığa düşmeyeceğiınizi tah- min ediyorum. Bütçe görüşmelerini yeniden düzenlemek gerek, çok uzun sürüyor, bürok- ratların, milletvekillerinin zamanlarını heder ediyor. Müzakerelerin gereksiz uzaması ka- muoyunda parlamentonun itibarını düşürü- cü tartışmalara yol açıyor, olumsuz bir par- lamento psikolojisi ortaya çıkıyor. Bunlann düzeltilmesi lazım. Grup başkanvekilleri ara- Köksal Toptan (DYP Grup Başkanvekili) Şimdi bir taraftan 82 Anayasası'nın cumhurbaşkanına çok fazla yetki verdiğini söylüyoruz, diğer taraftan cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karşı çıkıyoruz. Bana göre bu bir çelişkidir. Eğer cumhurbaşkanı fazla oldugunu düşündüğümüz yetkiler kullanıyorsa, halk tarafından seçilmesi daha doğru olur. Bu çifte standarttan kendimizi kurtarmalıyız. sistemin mantığını aşan ölçüde yetkiler var. YÖK, yüksek yargı organianna doğrudan ata- ma yetkileri var. Ben cumhurbaşkanının yet- kilerini arttıralım görüşüne katılmakta zorluk çekiyorum. Başkanlık sistemi tartışılmaya başlandı, ama ben henüz bu gö'rüşün ağırhk kazanmadığım düşünüyorum. Sayın Kumba- raabaşı'nın Gelin, görüşelim, tarttşalıra" çağ- rısını olumlu karşıhyorum. Anayasayı bütü- nü ile gözden geçirmek, taramak lazım, ama geçmişi, geçmişte dernek ve sendikalann aşı- rı hak suüstimallerim gözden uzak tutamayiz. Elbet Ortak Pazar'ın kapısını çalan bir Tür- kiye hem oniarın ekonomik sistemi olan pi- yasa ekonomisini hem de hukuk alanında ge- çerli normları uygulayacaktır. Demekler ve sendikalar alanında yeni düzenlemeler getiril- mesine karşı değilim, ama bu arada yaJnış şey- ler yapmayalım. Örneğin Türkiye için Ro- rnanya yakıştırması yapmak doğru olmuyor. Romanya'da halk, başındaki despotu uzak- laştırmak için sokağa dökülmüştür. Burada sındaki sıcak ve medeni ilişkiler bize iyi im- kânlar hazırlıyor, bu fırsatları kaçırmayalım diyorum. GENCAY ŞAYLAN — Sayın Toptan. şim- diye kadar ortaya atılan göriişleri nasıl değer- iendiriyorsunuz? S«çim ve siyasi parliler ya- salannda degişikliklen yana mısınız? Biliyor- sunuz 1983 yılından beri ber seçime ayn bir yasa ile girildi. Bu, demokrasi için çok önemli olan güven sorunu yarattı mı? TOPTAN (DYP) — Önce Sayın Bozkurt- un, niye lafı oraya getirdiğini anlayamadığım bazı görüşlerine değinmek istiyorum. Ben baş- kanlık sistemi önermedim, DYP kesınlikle bu- na karşıdır. Biz Türkiye şartlarında bu siste- min doğru olacağına inanmıyoruz, bugünkü anayasada cumhurbaşkanına verilen yetkile- rin fazla oldugunu biz de kabul ediyoruz. Sa- dece bugünkünden farklı olarak parlamento- yu daha kolaylıkla seçime götürebilme yetki- si verilmesinden yanayız. Bu, başkanlık ya da yarı başkanlık sistemi önermek anlamına gel- mez. Şimdi bir taraftan 82 Anayasası'nın cumhurbaşkanına çok fazla yetki verdiğini söylüyoruz, diğer taraftan cumhurbaşkanının halk tarafından stjiimesine karşı çıkıyoruz. Bana göre bu bir çelişkidir. Eğer cumhurbaş- kanı fazla oldugunu düşündüğümüz yetkiler kullanıyorsa halk tarafından seçilmesi daha doğru olur. Doğu Avrupa'da ne oluyor? Sindirilmiş, baskı altına alınmış, özgürlük hakları kısıt- lanmış halklar ayaklanıyor, baskıcı yöntem- lere tepki gösteriyor. Aslında Sayın Bozkurt, bizim söyledikle- rimizi teyit etti. Hem baskıcı, özgürlükleri eıı- gelleyen bu anayasa olsun, ama Romanya ör- neği düşünülmesin demek mümkün değil, Ro- manya çağrışımı yapılıyor. Yasal çizgiler için- de halkın toplantı ve yüriiyüş hakkım kuüan- masınm ne zararı vardır? Eğer bu hakkı kul- landırmaz, kullanımı engellerseniz halkı ille- galiteye itersiniz, başka arayışlara sürükler- siniz. Biz Türkiye'de Romanya benzeri olaylar olsun diye değil, tam tersi olmasın diye bu ko- nuyu ortaya attık. Hak ve özgürlükleri kâğıt üzerinde bırakmamak, tam anlamı ile kulla- nılmalarını sağlamak gerek. Bu, devletin gö- revi. Bize göre 82 Anayasası bu hakların ye- terince kullanılmasına olanak vermiyor. Top- lantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da bazı uy- gar ülkelerde kötüye kullanılıyor, ama bu hak kötüye kullanıldı diye hiç kims< o ülkelerde hakları kısıtlamayı düşünmüyor. 12 Eylül öncesinde (oplann ve gösteri yü- rüyüşü, dernek kurrna hakkı zaman zaman yanlış kullanılmıştır, ama çare yanlış kulla- nanların yakasına yapışmak olmalıdır, bizde olduğu gibi hakların kullanılmasını önleme- ye kalkmak olmamalıdır. 1980 öncesi, tabii çok geniş boyutlu bir tartışmayı gerektiriyor ve bu tanışmayı da yaparız. Ama artık 1980 öncesirü bırakmak gerek. Türkiye'yi yöneten- ler işlerine geldiği zaman 2000 yılından dem vuruyorlar, işlerine geldiği zaman da geriye bakıp 1980 öncesinden söz ediyorlar. Bu çif- te standarttan kendimizi kurtarmalıyız, ileri- ye bakacaksak her işimizde ileriye bakraalı- yız. 82 Anayasası, hiç olmazsa bizi çağa yak- laştıran hükümler içeriyorsa mesele yok. Ama Sayın Kumbaracıbaşı ve Sayın Bozkurt da bu anayasanın bizi içinde yaşadığımız çağa yak- laştıran bir anayasa olmadığjnı söylüyorlar. O halde bunu değiştirip çağa uygun hale ge- tirmek gerek. Başta da söyledım, eğer bizim milletimize anayasasını yapmak hakkı verilır- se emin olun en güzelini yapacaktır. Tabii bu anayasayı en baştan, yeniden yapmak doğru- dur, ama yeni bir anayasanın yapılacağı gü- ne kadar beklemek olmaz, Türkiye'nin bana göre acelesi var. Onun için bir an önce altını cizdiğim değişikliklerin yapılması gerek. Tabii Seçim Kanunu'nda, Siyasi Partiler Kanunu'nda, Seçmen Kütükleri Kanunu'nda değişiklikler yapmak lazım. Özellikle Siyasi Partiler Kanunu ele almmalı, dünyanın hiç- bir yerinde bu kadar aynntılı bir kanun yok. DYP'nin tüzüğü bu kadar aynntılı değil, SHP ve ANAP tüzükleri için de aynı şeyler söyle- nir sanıyorum. Bu kanuna göre siyasi parti- lerin doğru dürüst çalışmaları mümkün de- ğil. Peki, ne yapıyorlar? Hemen ifade edeyinı, herhalde diğer arkadaşlarım da kabul edecek- tir, bir sürü hükmü uygulamıyoruz. Denetle- yiciler dr bu fîili durumu kabul ediyorlar ki bir sorun çıkmadan iş yürüyor. Bu sıkıntı ta- bii anayasadan kaynaklanıyor. Niye kadın kollan, gençlik kollan kurulmasın, niye par- tiler mahallelerde, köylerde örgütlenmesin? Tabii partiler bunları yapmaya yöneliyorlar ve bunun için dolambaçlı yollar buluyorlar. DYP, kadın gönüllüleri teşkilatı kurdu, genç- lik komiteleri oluşturdu. Genel olarak toplu- mun tüm kesimlerini siyasete katmak yolu ye- rine siyaset yapmamayı tesvik etmek, loplu- mu partilerden uzaklaştırmak yolu seçilmiş. Bu, büyük bir yanlıştır. Rejimin işlemesi açı- sından yanlıştır, aksine tam tersi yola gitmek toplumu politize etmek gerekir. Yasal parti- ler halkın her kesiminden ne kadar çok ilgi görürse o kadar iyidir, ülkenin geleceğinden kuşku duymaımza gerek kalmaz. Herkes gel- sin, siyasi partilerin çatısı altında siyaset yap- partiler arasmda eşitlık sağlanmalıdır. İktidar partisi öyle düzenlemeler yaptı ki radyo ve TV'den yararlanma açısından partiler arasm- da büyük uçurumlar oldu. Seçime 10 gün ka- laya kadar iktidar partisi radyo-TV'den iste- diği gibi yararlanıyor, sonra 10 gûnlük bir propagar.da süresi araya giriyor, bu dönem- de de büyük eşitsizlikler var. Bu eşitsizlik mut- lak ortadan kaldınlmalı, adil bir sistem geti- rilmeli. İç tüzük için ise şunlan söylemek istiyorum. Bu metin 1973 yılında o zamanki partilerin ortak çabası ile hazırlanmış. Tabii 1990'age- linceye kadar bir sürü yenilik ortaya çıkmış, birtakım sorunlar baş göstermiş, bu arada bir de 82 Anayasası çıkmış. Yani tüzüğün bazı hükümleri kendiliğinden değişmek zorunda kalmış. 1973 yılında çıkan tüzük baz alınma- lı ve aksayan yönleri giderilmiş ortak bir me- tin hazırlanmah. Üç siyasi parti temsilcileri eğer hemen oturup çalışmaya başlarlarsa, öyle sanıyorum 15-20 gün sonra bir uzlaşma met- Yasin Bozkıırt (A\ AP Grup Başkanvekili) Biz iktidar partisiyiz ve yönetimi askerlerden devraldık. Çok sıkıntılar çektik ve yumuşak bir inişle demokratikleşme sürecini başlattığımızı, epeyce mesafe alındığını lütfen kabul buyurunuz. ANAP grubu kendi bünyesinden bir sivili meclis başkanı seçti. Hükümet sivillerden kuruldu, nihayet cumhurbaşkanı bir sivilden seçildi. Ama siyasi parti temsilcileri itirazlarda bulunuyorlar. sın. Eğer bu engellenirse insanJar karanlık, birtakım gizli işler çeviren örgütlerin ağına dü- şerler, istemeyerek de olsa onların emelleri- ne hizmet etmeye baslarlar. Anayasalar, ya- salar, insanların siyasi partiler altında toplan- masını teşvik etmelidirler. Halbuki 82 Ana- yasası ve Siyasi Partiler Kanunu, sanki özel olarak bu işlevi yüklenmiş gibi insanları si- yasi partilerden uzak tutmaya yönelmiş. Ka- patılan partilerin amblemi kullanılamazmış. Kullanılsa ne olur, zaten kullanılmıyor mü? DYP, eski AP'nin kır at sembolünü kullanı- yor, SHP eski CHP'nin altı okunu kullanı- yor. Neden bu tür savunulması mümkün ol- mayan, akla ters yasaklar var? Seçim Kanunu da çok aynntılı ve mutlak olarak değiştirilmesi gereken bir yasa. Ayrın- tıya girmeden belirteyim, bize göre yüzde 10 baraj çok yüksektir, il barajı çok yüksektir. Bunların aşağıya, makul bir düzeye çekilme- si gerek. Seçim propagandasını düzenleyen ya- sa maddeleri mutlaka değiştirilmeli, siyasi ni hazırlanrr ve bu tnetin genel kuruldan ge- çirilerek TBMM'nin iç tüzük sorunu çözül- müş olur. Katılıyoruz, bütçe göröşmeleri ile ilgili olarak mutlak bir tüzük değişikliğine ih- tiyaç vardır. Bütçe müzakereleri artık kanık- sandığı ve kamuoyunda olumsuz görüntülcr verdiği için yeniden düzenlenmeli. Ayrıca TBMM Genel Kurulu halen salı, çarşamba ve perşembegünleri saat 15.00'te olağan olarak toplanmakta ve çalışmalar saat 19.00'a kadar devam etmekte. Ama bu çalışmalar TV ve ya- zılı basından olması gerektiği ölçüde aksetti- rilememektedir. Bu, sanıyorum, partilerin or- tak şikâyetidir. Bu nedenle genel kurul top- lantılarının 15.00 yerine 9.00'da başlamasını öneriyoruz. Böylece özellikle basın bu çalış- malan daha geniş ve rahat bir biçimde akset- tirme olanağı bulabilecektir. Özetle, yapıla- cak bir ortak iç tüzük çalışmasına DYP ola- rak hazır olduğumuzu söylemek isterim. S t R E C E K T Ü R K İ N K I L A P T A R İ H İ E N S T İ T Ü S Ü TÎTE'nin yenî yönetîmi yasal ve yansızdırBizler, gazetenizde 9 Ocak 1990 Salı günü, Sayın Prof. Dr. Nejat Kaymaz tarafından "Tark tnkılap Tarihi Enstitüsü" başlığı adı altında yayımlanan yazı dizisi nedeniyle enstitü yönetim kurulu olarak kamuoyunu aydınlatmak ve dogru bilgileri vermek amacıyla bu yazıyı yazmak gereğini duyduk. Sayın Nejat Kaymaz, enstitü hakkındaki haberleri ya yanlış ya da eksik olarak almış ve doğal olarak gazetelere yazı yazarken yanlış ve eksik bilgiler vermiştir. Örneğin 12 Ocak 1990 tarihli yazısında eski yönetimlerin soruş- turmasını anlatırken esas soruşturmadan önce Doç. Dr. Eralp Özgen baş- kanlığındaki soruşturmadan hiç bahsetmemiştir. Sayın Kaymaz, aynı günkü yazısında yeni yönetimin 135 'yüksek lisans' öğrencisinin kaydının siiindiği- ni ifade etmektedir. Oysa bunların içinde kaydı silinen 'doktora' öğrencileri de bulunmaktaâır. Sayın Kaymaz, aynı günkü yazısında rektörün "YÖK'- ün. hukumet ağırlığının biraz daha arttıgı bir kompozisyon ile yeniden bi- cimltndiği 1988 yıiı ilerledikçe yavaşlamış ve sonra da kesilmiştir. Müdür Prof. Dr. Hasan Köni'nin ve yönetim kurulu uyelerinin tutumlan ise rektö- riin göıünun içine bakarak belirlennıiştir. Eski rektörün ve eski enstitü yö- netim ekibinin harekelçi siyasal odaklardan yaptırdığı baskı oranında sonışturma tavsarken, yeni müdür ve yönetim ekibi de rektörün yönergele- rine uygun olarak gevşemiş ve giderek eskilerle uzlaşma, uyuşma ve bütün- leşme yoluna girmiştir" demektedir. Burada enstitü ve yeni yönetim kurulu üyelerine saldırı niteliğinde olan yanlış kaynaklara dayalı bilgiler vardır. Mesela yeni yönetim kurulu göreve geldiği ekim 19S7"den itibaren kendi vicdani düşünceleri dışında herhangi bir makam ve kişinin etkisi altında kalmadan karar verrniş ve görev yapmış- tır. Bunu her zaman kanıtlamaya hazırdır. Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Kay- maz kendi uzlaşma/ ve anlaşmaz tutumundan dolayı üniversite içerisinde genellikle dışlanırken, enstitünün yeni yönetim kurulunu, eski yöneticileri ile "uzlasan, uyuşan ve bütünleşen" bir tutum içerisinde bulunduklarını söyle- yerek kendini kabul ettirme çabası içine girmiştir. Sayın Kaymaz devamla "O zaman, eskiler usulsüz durumlann ortaya çı- karılmasından. kayıt silmelcrden. yansız sınav komisyonlan ve jüriler ku- rulmasından sorumlu luttukları sekreter Necip Hablemitoğlu'nun ve memur Şafak Erdogan'ın görevlerinden alınması için bastırmaya başlamıslardır" de- mektedir. Sayın Kaymaz'ın yukarıdaki ifadesinde enstitü görevlilerinden ba- zılarının baskı sonucu görevlerinden alınmalarına gerekçe olarak, Necip Hablemiıoğlu'nun diğer kişilerle doğru jüri kurdukları, yansız sınav komis- yonlan oluşturdukları gerekçe gösterilmektedir. Oysa sözü edilen kişilerden Necip Hablemitoğlu ve Şafak Erdogan'ın bu konularla ilgili ve yetkisi ol- mayan enstitü memurları oldukları herkesçe bilinmektedir. Bu gerçeklerin ışığı altında herkesin bildiği durumu Sayın Kaymaz'ın kasıtlı olarak saptır- dığı izlenimi ortaya çıkmaktadır. Nitekim doğru jüri,yansız sınav komisyo- nu oluşturduğunu ileri sürdüğü Hablemitoğlu'nun bazırladığı dosyalardan bazıları incelendiğinde yanlış bilgi verdiği görülmüş ve bu dosya' sahiplerin- den bazılarının kaydı silinmiş, dosyalardaki gerçek bilgiye göre bazılarımn kaydı da yenilenmiştir. Hatta Hablemitoğlu görevini bu şekilde kötüye kul- landığı için hakkında soruşturma açıltnıştır. Işte Hablemitoğlu'nun görev- den alınmasımn sebebi Sayın Kaymaz'ın yazdıklan değil,bu ve benzeri olaylar olsa gerektir. Yasal ve yansız hareket etmek anlayışında olan yeni yönetim kurulu bu tutumunu değiştirmemiş, kaydı silinen öğrenci sayısı 135'ten 175'e çıkmıştır. Sayın Kaymaz'ın yeni enstitü yönetim kuruluna karşı tutum ve davranışı öylesine kişisel ve duygusaldır ki kendisi doktorasını ve doçentliğini Genel Türk Tarihi Kürsüsü'nde Selçuklu tarihi üzerinde yapmış, yirmi yıla yakın doçentlikten sonra profesör unvanını mahkeme kanalıyla kuUanmış iken yö- netim kurulu üyelerinden Yrd. Doç. tzzet Öztoprak'ın "doçentlik özlemi" içinde bulunduğunu söylemekten kendisini alamamıştır. Esasen, akademik hayata başlayan her üniversite mensubunun bir üst unvana geçme özlemi için- de olması olağandır. Oysa Sayın Kaymaz bu ifadeyi bir kusur gibi kullan- • maktadır. Yine Öztoprak'ın örneğine benzer olarak Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Yiicel Özkaya'nın "kadro" beklentisi içinde oldugunu söylemek- tedir. Acaba kendisinin ya da herhangi bir kadrosuz öğretim üyesinin kadro beklentisi yok mudur? Kendisi için doğal saydığı bir beklentiyi Özkaya için neden bir kusur gibi göstermektedir? Kaldı ki Yücel Özkaya kadro meselesi yok iken yönetim kurulu üyeliğine seçilmiştir. Bu örnek de gene Kaymaz'ın enstitü meselelerine gerçekçi değil, kişisel veduygusal bir anlayış içinde yak- laştığını göstermektedir. Yeni yönetim kurulunun bütün görev süresi içinde yaptığı çalışmalar ve aldığı kararlar Sayın Kaymaz'ın ileri sürdüğü gibi "eskilerin istediği kıvama" girmemiş, Kaymaz bunu bu şekilde ifade etmeyi kendi politikası açısından uygun görmüştür. 1987 ekim.'nden bugüne kadar yeni yönetim, bütün çalış- malarını yasa ve yönetmelikler çerçevesi içinde yürütmüş ve diğer kuruluşla- ra örnek olacak şekilde -özellikle öğrenci işleri için- bir arşivieme işlemini gerçekleştirmiştir. Enstitünün ilgili burosunda saklı bulunan bu dosyalar il- gili ve yetkili herkes ve her kurumun incelemesine açıktır. Böyle bir inceleme sonucu, kasıtlı olarak tek bir yanlış bulunduğu takdirde yönetim kurulu toptan istifaya hazırdır. Yasa ve yönetmeliklerde boşluklar çıktığı zamanlarda yö- netim kurulu kendiliğinden karar vermemiş, Rektörlük Hukuk Müşavirli- ği'nden görüş almıştır. Sayın Kaymaz yazısının bir yerinde Necip Hablemitoğlu ve Şafak Erdo- gan'ın yansız sınav komisyonlan ve jürileri oluşturulmasından sorumlu tu- tulduklannı söylerken, birkaç cümle sonra bu işlemin basında çıkan birtakım yazılar nedeniyle rektörlükçe yapıldığım söylemekle de çelişkiye düşmüştür. Sayın Kaymaz'ın bir diğer yanlışlığı SBF'li yönetim kurulu üyesi ile ilgili- dir. Sayın üyenin bu olaylardan ve haberlerden çok önce burslu olarak yurt- dışına gitmesi nedeniyle yönetim kurulundan aynlmak zorunda kaldığı bilinmektedir. Sayın Kaymaz'ın "Böylece Tİlfc'de Taneri ve Kafalı ekibinin savunucu- luğunu yapan ve istediklerini yerine getiren üyeler kalmıştır" şeklindeki ifa- desi kanıtlanması gereken, kişisel ve subjektif bir ifadedir. Kaymaz devamla "Bunun sonucu olarak Kafalı ve avenesinin sayılan 30'ları, 40'lan aşan tez danışraanlıklannın iizerlerinde kalması, ögrencUerin ve araşlırma görevlile- rinin fire vermeden kayıt ve sözleşmelerinin yenilenmelerinin sağlandığı gi- bi, istege uygun jüriler kurulup alanla ya da bilimsellikle ilgisi bulunmayan, laiklik ilkesi ile bağdaşmayan tezlerin yagdan kıl çeker gibi geçmesine ola- nak tanınmıştır" demektedir. Bazı öğretim üyeleri üzerinde çok sayıda bu- lunan danışmanlıklar ve bunlann değiştirilmesi Enstitü Yönetim Kurulu'nun yetkisi içinde olmakla birlikte, yönetim kurulu, Atatürk ve Inkılapları çer- çevesi içerisinde ve yasal bir zorunluluk olmadıkça değiştirme gereği görme- miştir. Ancak bu arada bazı tez konulan Atatürk ilke ve inkılaplanna uygun görülmediği için değiştirilmiş, bazı tezler de başarısız olduğu için öğrencile- rin kayıtlan silinmiştir. Yani bu konu Sayın Kaymaz'ın zannettiği gibi "öğ- rencilerin ve araştırma görevlilerinin fire vermeden kayıt ve sözleşmelerinin yenilenmesinin sağlandığı" şeklinde olmamıştır. Tez danışmanJığı dağıtımında ve tez jürisi tespitinde Sayın Kaymaz dahil; bütün Türkiye üniversitelerinde- ki alanlarında yetkili üyeler görevlendirilmiştir. Sayın Kaymaz meseleleri gerektiği gibi değil, kendisinin istediği gibi de- ğerlendirmiştir. Mesela Prof Dr. Hasan Köni hakkında adeta kendisini so- ruşturmacı yerine koyarak, Prof. Köni'nin uyarı cezası aldığını ileri sürmüştür. Oysa Prof. Köni böyle bir ceza almamıştır. Bütün bu davranışları ve itham- lan, Sayın Kaymaz'ın içinde bulunduğu ruh halini yansıtan tipik örnekler- dir. Sayın Kaymaz, 13 Ocak 1990 tarihli yazısında sözde rektörü, aslında yö- netim kurulunu suçlamak amacıyla yanlı bilgiler vermektedir: "Sayın rek- tör ne yapsa TİTE bakımından kendisini aklayamaz. Kimseyi de konımayı ve kurtarmayı başaramaz. Eninde sonunda gerçek ortaya dökülür. Örneğin birisi çıkıp kendilerine ülkücü öğrenci Selahattin Özçelik'in doktora sınavında 'Donanma Cemiyeti' adlı tez ve alanla ilgili hiçbir çalışması olmadığı halde tez danışmanlığı yapan Prof. Dr. Mustafa Kafalı'nın ve jüri üyesi seçilen Necmi Ulker'in bilimsel açıdan tam anlamıyla 'bomboş' olan raporlanmn geçerliliğini sağlamak için formaliteye sığınarak alanın uzmanı olan üyeyi jüriden dışlamakta, enstitü yönetimine nasıl yardımcı" oldugunu gösterir tarz- da bir ifade kullanıyor. Sayın Kaymaz gene meseleyi çarpıtmak ve yanlış bilgi vermek yolunu seçmiştir. Prof. Kafalı adı geçen öğrencinin çok önceden be- ri danışmanıdır. Ikinci üye Necmi Ülker'dir. Kendisi üçüncü üyenin ismini zikretmiyor, ama biz üçüncü üye olarak konuyla ilgisi olduğu için Nejat Kay- maz'] koymuştuk. Yönetmelikler açjktır. Üç üye toplanır, karar verir. Iki oy müspet, biri menfidir. Aday iki müspet oya karşüık, Sayın Kaymaz'ın muhalefetinden dolayı yönetmeliğe karşı ne savunmaya çağnlmış, ne sınava alınmış ne de adaya not verilmiştir. Sayın Kaymaz "raporlann geçerliliğini sağlamak için formaliteye sığınarak alanın uzmanı olan üyeyi - kendisini - jüriden dışiamakla" ibaresini kullanırken, aslında yapılan işlemin yönetme- liğe uygun olduğu gerçeğini saptırma yoluna gitmiştir. Sayın Kaymaz ikinci kez toplantıya çağnlmıştır. ikinci üye tzmir'den geldiği halde, önünde epey bir süre olmasına karşın, Kaymaz sınavdan önce değil de tam toplantı anın- (Arkası 19. Sayfada) 'Tarihsel bir belgeyi açıkhyoruzh bir açıklamaGazetenizin 14 Ocak 1990 Pazar günkü nüshasında, "Tarihsel Bir Belge Açıklıyoruz" başlığıyla çıkan haberde 27 Mayıs Hükümeti'ne mensup 14 bakanın, Devlet Başkanı Cemal Gürscl'e bir dilekçe vererek Yassıada Yüksek Adalet Divanı'n- dan çıkacak idam hükümlerinin infazının önlenmesi için gerekenin yapılmasını iste- dikleri, söz konusu dilekçe metni de yayım- lanarak kamuoyuna duyurulmuştu. Bu ara- da gerek birinci sayfadaki alt başlıkta, ge- rek altıncı sayfadaki haber metninde mer- hum eşim, Devlet Bakanı Hayri Mumcu- oğlu'nun bu dilekçeyi imzalamadıği vurgu- lanmıştı. Merhum eşim, Hayri Mumcuoğlu'nun imzasının bu dilekçede yer almayışı şu va- kıa ve düşüncelere dayanmaktaydı: Merhum, dilekçenin verilmesinden bir süre önce 15 Ekim 1961'de yapılacak mil- letvekili seçimlerine katılmaya ve bunun için bakanlıktan ayrılmaya karar vermişti. Nitekim, gazetenizin 23 Ağustos Çarşam- ba 1961 tarihli nüshasında birinci sayfada yazıldığı gibi söz konusu dilekçenin mer- hum Gürsel'e verildiği gün yeni Türkiye Partisi'ne girmişti. Bu durumu, yani istifa edip politikaya aulacağını bilen arkadaşlan, ismine dilekçede yer vermemişlerdir. Bilindiği gibi Yeni Türkiye Partisi, De- mokrat Partili seçmen kitlesinin oylannı al- mayı amaçlayan bir parti olarak kurulmus- tu. Sırf bu açıdan bile merhumun dilekçe- de talep edilen idamların infazının önlen- mesi isteğine karşı olması düşünülemezdi. Bu mektubu bir tekzip olarak değil, sa- dece merhum eşimin gerçek niyet ve irade- sine aykırı bir yanlış anlamayı önlemek ba- kımından bir açıklama olarak gönderiyo- rum. Merhum Hayri Mumcuoğlu Eşi Dürnev MUMCUOĞLU Al Baraka Türk Özel Finans Kıınımu A.Ş. bir milli kıırumdıırCumhuriyel Gazetesi'nin 04.01.1990 Peışembe günlü nüsha- sında "Tarikatlar Devlete Sızdı" başlığı altında yayınlanan yazı ve bu yazıda yer alan güya bir dizi ir- tibatı gösteren şema, mesnetsiz, haksız ve "Dürüst ve Çağdaş Ga- zetecilik". "Vatanseverlik ve Insan Haklarına Saygı" ilkelerine tama- men aykırı Kurumumuzun itiba- rını zedeleyici, güven azaltıcı ma- hiyettedir. Şöyle ki: Missuri Universitesince hazır- lanmış ciddi bir Amerikan görü- şü gibi takdim edilerek önem ka- zandırılmak istenen yazıda, aslın- da kaynak eösterilen raporun sı- radan bir Türk öğrencisinin Sayın Ugur Mumcu ve Sayın Genca> Şeylan'ın kitaplarını okııyarak derlediJi bir tebliğ olduğu anla^ıl- maktadır. Ancak takdim sekli ile haber kaynağı ciddi gösterilmeye çalışıldıgı gibi, ekli şemalarla bir dizi gerçek dışı bağlautı tahayyül edilmeye ve bu suretle okuyucu- nun zihninde Kurumumuz adeta gizli araacı olan bir Kurum gibi gösterilmeye calışılmıştır. Öncelik- le belirtelim ki, ciddi bir gazete olarak bilinen değerli Cumhuriyet Gazetesi böyle bir uygulamaya ve yayına nasıl konu edilebilmiştir? Bunu anlamak mümkün değildir. Basın Kanunu yanında tüm yasa- lar, hukukun genel prensipleri ve kişilik haklarına aykırı yayın ne- deni ile doğmuş ve doğacak tüm yasal haklarımız sakJı kalmak kaydıyla aşağıdaki hususların ga- zetenizde aynı sahile ve puntularla n'esri için işbu düzeltme ve cevap hakkmıızı kullanmakıayı/. Şimdi kısaca yayın ile ilgili cc\aplarımı- ıı belirtiyoru/. I. AL BARAKA TÜRK ÖZEL FİNANS KURUMU A.S. yasalar muvacehesinde kurulnıu) ve yasa- lara göre çalışan Milli bir Kurum- dur. 2. Beş yıldır süren faaliyetleri- nin tümü hiçbir hususta kuşku vermeyecek ölçüde açıkca cereyan eden, AL BARAKA TÜRK ÖZEL FİNANS KURUMU A.Ş. yasaların öngördüğü tüm dene- timlerden geçmiş bulunmaktadır. Buna ilişkin rapoılar da Kurumun müsbet yönde oldugunu açıkca tevsik etmektedir. 3. Yine Kurumumuz, kurulu- şundan bu yana Türk Ekonomi- sine 1.5 Trilyon TL. finans sağla- mış, hesap sahiplerine 92,560 Mil- yar TL. kâr dağıtmış tüm işlem- leri sırasmda da sadece % 0,1 ora- nıııda rikkli alacağa sebebiyet ver- mi>t:ı. Bu şuretle Kurumumuz gü- veniî ıık ve dikkatii çalışma konu- sunda örnek bir müessese olarak da varlığını kanıtlamıştır. Bugüne kadar ödediği vergiler toplamı 31,8 Milyar liradır. 4. Tüm faaliyetleri yasalar çer- çevesinde ve alenen cereyan eden Kurumumuz, payı küçük de olsa finans sektöründe artık ciddi, gü- venilir, prestij sahibi bir müesse- se olarak yer almaktadır. Bu ne- denlerledir ki halkımızın Kurumu- muza ilgi vç güveni de giderek art- maktadır. 5. Kurumumuzun Amerikan Aramco Şirketi ile hiçbir surette ilgi ve alakası bulunmamaktadır. Al Baraka Grubu'nun aynı ekono- mik yöntemlerle İngiltere, Bang- ladesh, Mauritanya, Tunus, Ür- dün, Bahreyn, Birleşik Amerika ve Çin Halk Cumhuriyetinde de fa- aliyette bulunduğunu belirtmek is- teriz. 6. Kurumumuzun Özal aiiesi ile Al Baraka Türk'deki Sayın Kor- kut Özal'a ait binde bir hisse dı- şında hiçbir ilgisi mevcut değildir. Bu durumun Özal aiiesi olarak gösterilmesi keza, gereksiz bir de- magoji ve mübalağadır. 7. İslam Kalkınma Bankası his- sedanmızdır. Bu durum açık ve yasaldır. Bu da zararlı veya yasa- ya aykın bir durum değildir. Al Baraka Türk'ün Özba Nakliyat, Özba Petrol, Akabe İnşaat, Just Ticaret A.Ş., Bahariye Mensucat, Bem Dış Ticaret A.Ş., İlim Yayma Cemiyeti, Özba Vakfı, Faisal Fi- nans Kurumu, Feniş Holding ile hiçbir ilgi, bağ ve alakası bulun- mamaktadır 8. Topbaş ailesinden birkaç sah- sın ylizlerce ortak gibi Kurumu- muzda hisseleri vardır. Bu da açık ve ortadadır. Son derece yasaldır. Yukarıda 6, 7 ve 8"nci maddeler- de belırtilcn hususlarla ilgili ola- rak Al Baraka Türk'ün halka açık ve hisse senetlerinin İstanbul Men- kul Kıymetler Borsasına kote edil- diğini, diğer bir ifadeyle arzu eden her vatandaşın Kurum hisse senet- lerine sahip olabileceğini ayrıca hatırlatmak isteriz. 9. Bereket Vakfı, Kurumumu- zun da iştiraki ile kurulmus, tama- mı amme hizmeti mahiyetinde olan öğrenci bursu veren bir va- kıftır. Başarılı, ancak mali duru- mu iyi olmayan öğrencilere burs veren yasal bir vakıftır. Hiçbir si- yasi düşünce ve eylemi bulunma- maktadır. 10. Günümüzde tüm dünyada yabancı sermayenin önemi ve ya- rarı anlaşılmış olup, Hükümetimi- zin de bu hususta ülke çıkarları doğrultusunda teşvik edici bir tu- tum içerisinde bulunduğu bilin- mektedir. Nitekim Ülkemize her yıl yüz milyonlarca dolar yaban- cı sermaye gelmekte ve gelmesi de teşvik edilmektedir. Bu sermaye sahiplerinin bir kısmının dinleri- nin Islam olmasının rahatsız edi- ci bulunmasını ise anlamak müm- kün değildir. Diğer bir deyişle, dinsiz, inançsiz veya hıristiyan, musevi her türlü inanış sahibi ya- bancı sermayedara tepki gösteril- mezken, İslam yatırımcının ser- mayesinin rahatsızhk verişi ger- çekten anlaşılır değildir. Nitekim İslam ülkelerinin Bir- leşik Amerika, tngiltere, Alman- ya ve Japonya gibi gelişmiş ve sa- yılmayacak kadar çok sayıda ge- lişmekte olan ülkede yatırım yap- maları devamlı teşvik görmekte- dir.Çünkü busermayenin gelişi ile diğerleri arasmda hiçbir fark bu- lunmadığı gibi, yasalara tabi olma ve yasal çerçevede faaliyette bulun- mak bakımından da bunlar ara- smda hiçbir fark yoktur. Yabancı sernıayeye tanınan teşvikîer yö- nünden de arada hiçbir fark bu- lunmamaktadır. Kanımızca ülkesini seven her bi- rey veya kuruluş için artık yapıl- ması gereken hayali senaryolar ve mesnetsiz iddialar ile insanlan, kuruluşlan ve bu arada Kurumu- muzu kuşkulu gibi göstermeye ça- lışmak değil, Kurumumuz açısın- dan, geçen yıllar içerisinde Türk ekonomisine neler sağladığımız, çahşmalarımızın yararlarını, var- sa aksıyan yanları ve bu kurum- ların daha yararh duruma getiril- mesi için neler yapılması gerekti- ği hususlannın tanışılmasıdır. Değerli gazetenizin "ciddi" ola- rak bilinen yayın anlayışına asla uymayan, ancak bu arada Kuru- mumuzun ticari itibanna ciddi öl- çüde zarar veren yazınız nedeniy- le, diğer yasal haklarımız saklı kal- mak üzerc, önelikle işbu cevabımı- zın yayınlanmasını rica ederiz. AL BARAKA TÜRK ÖZEL FİNANS KURUMU A.Ş.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle