26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cumhuriyet Strateji 26 Ocak 2009/239 ST R A T E J İ c destekleyerek “Arap Birliği”nin fantastik bir efsane olduğunu ortaya koyuyorlar. Hal böyle olunca da İsrail’e karşı cesur ifadeler kullanan Türkiye, Venezuela ve Bolivya gibi ülkeler Arap sokaklarının yeni kahramanları oluveriyorlar. Hatta Latin Amerika'nın sisteme meydan okuyan iki ülkesi Venezuela ve Bolivya’nın İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmesi Arapların söz konusu ülkelere ve liderlerine yönelik hayranlıklarını kat be kat artırıyor. Nitekim El Cezire televizyonuna demeç veren Kuveytli bir milletvekili Arap dünyasının özellikle de kurumsal anlamda Arap Birliği’nin pasifliğini, duyarsızlığını eleştirmek için şu sözcükleri kullandı “Arap Birliği genel merkezi Mısır'ın başkenti Kahire'den Venezuela'nın başkenti Karakas'a taşınmalıdır.” Olmert’ten gelen “Arap ülkeleri bize Hamas’ı bitirin diyor” şeklindeki açıklamalar/itiraflar ise Mısır’ın “arabuluculuk” sıfatıyla yaptığı girişimlerin altında başka siyasi hedeflerin yattığını gözler önüne sermeye yetti. Hal böyle olunca da Arap Birliği’ni baltalayanların başında geldiği izlenimi ortaya çıkan Mısır, Arap halklarının vicdanında derhal idam sehpasına çıkarıldı. Kaderin cilvesine bakın ki Arap Birliği fikrinin pratik zeminde yükselmesini sağlayan, Arap Milliyetçiliğinin bölgesel anlamda vücut bulmasına neden olan, hatta bir dönemin Arap Milliyetçiliğine “Nasırizm” ile adını veren Cemal Abdül Nasır da aynı Mısır’ın Devlet Başkanıydı. Dahası 1958 yılında Mısır ve Suriye’nin tek çatı altında birleşerek bir Arap rüyasının gerçeğe dönüştüren “Birleşik Arap Cumhuriyeti”ndeki Mısır imzası halen hafızalardayken, bugün Arap dünyasında artık ayyuka çıkmış olan ayrılığın başını da Mısır çekiyor. Çelişki gibi görünse de değişen/dönüşen konjonktür içinde Mısır’ın ve diğer Arap ülkelerinin konumunun değişmesi, saflarının kayması aslında hiç de “olağan üstü” bir gelişme değil. Zira Ortadoğu’da, özellikle de Arap Ortadoğusu’nda siyaset denilen olgu ideoloji, strateji ya da jeopolitik eksenli olarak değil kişisel egemenlik ihtirasları merkezinde inşa edilmiştir. Genelde her biri birbirinden katı diktatörlerle yönetilen bu ülkelerde devletlerin ulusal çıkar ya da hedeflerinden ziyade, otoriter yapının bir ürünü olarak “kişisel egemenlik” zemininde diktatörün ve çevresinin çıkarları uyarınca politikalar yürütülür. Ancak tabii ki bu noktada küresel ve buna bağlı olarak oluşan bölgesel konjonktürün etkisini de atlamamak gerek. Nitekim Arap dünyasındaki bu parçalanmada da kalemi kıran en önemli etkenlerden biri de şüphesiz ki 21. yüzyılın başından beri hızla değişmekte olan konjonktür oldu. Her 13 Araplar paramparça srail’in Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda Mısır başta olmak üzere Arap ülkelerinin aldıkları tavır, Arap Birliği’nin her zaman olduğu üzere, yine kaplumbağa adımları ile hareket etmesi Arap sokaklarında infial yarattı. Dünya medyası da olayı sanki ilk defa yaşanan bir olaymış gibi “Arap Birliği çatırdıyor”, “Arap Birliği’nin iflası” gibi başlıklarla manşetlerine taşıdı. Özellikle kendisini “Arap Milliyetçisi” olarak tanımlayan/konumlayan Arap medyasının açıkça “hain” olarak nitelendirdiği, adeta nefret kustuğu Arap ülkeleri ise realist anlamdasuskunluklarını bozmamakta ve pozisyonlarını değiştirmemekte kararlılar. Timsah gözyaşları ile arada “bir yarım ağızla İsrail’i kınayan sözler sarf etseler de Hamas’ın cezalandırılması hatta mümkünse bitirilmesi konusunda İsrail’le hemfikir oldukları açıkça ortada. Zira Hamas’ın zayıflatılması/bitirilmesi hedefinde her bir Arap ülkesinin, Batı’ya siyasi anlamda angaje olmuş olmalarının haricinde ayrı bir gerekçesi var. Kimi Hamas’ın İran ile ilişkisini öne sürerek “İran tehdidi”nin büyümesinden duyduğu endişeyi kimi Hamas’ın varlığının kendi iç bünyelerindeki rejim muhalifi İslami gruplara cesaret vermesinden algıladığı tehdidi öne sürüyor. Bu nedenle de Gazze’ye yapılan saldırıları sözde tasvip etmese de siyaset zemininde örtülü ya da açık bir şekilde İsrail’in saldırılarına karşı duyarsızlığın etkileri derinleşiyor… İ H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası mvurmay@tusam.net MISIR’A TEPKİ BÜYÜK Bu noktada Arapça’da “birlik” sözcüğü siyasi anlamda tedavülden kalkmak üzere demek hiç de abartı olmasa gerek. Nitekim resmi adında açık bir ifade ile “birlik” ifadesi bulunan ve Arap ülkelerinin “birlik ve beraberliği” için kurulmuş olup yine kurumsal hedefini bu doğrultuda çizmiş olan “Arap Birliği”nin Gazze’de yaşanılanlara verdiği tepkiler, izlediği politikalar Araplar için “birlik” sözcüğünün ne kadar yozlaşmış olduğunu, içinin ne kadar boşaltılmış olduğunu gözler önüne serdi. Özellikle Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in İsrail’in saldırıları öncesinde izlediği stratejinin içeriği aydınlandıkça, Mısır’ın tutumlarına ilişkin Arapların kafasında tek bir tanımlama beliriyor “ihanet”… Nitekim Mübarek’in yanı başındaki Hamas’tan ne denli rahatsız olduğu, özellikle de Hamas’ın İran’ın Hizbullah’tan sonraki yeni gölgesi olduğunu ima ederek “Sınırımızda küçük İran istemiyoruz” şeklindeki feveranı gerçeklerin hasır altı edilmesini önlenmedi. Bu feveranın üstüne bu sefer de İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve Başbakanı Ehud İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, Arap milliyetçiliğini dümdüz etmiş durumda. Artık Araplar bir birlikten bahsedemiyor. Bölünme İsrailABD yanlısı Araplar, radikal Araplar noktasında keskinleşiyor. şeyden önce Soğuk Savaş’ın son dönemlerinden itibaren irtifa kaybetmeye başlayan, hatta kimilerine göre 1970’lerin başından itibaren bitkisel hayata giren Arap Milliyetçiliği ve bu ideolojinin merkezindeki Arap Birliği fikri ABD’nin, Irak’ı işgal ederek Ortadoğu’ya yerleşmesi ile birlikte son nefesini verdi ve otopsi bile yapılmadan, uluslararası siyasetin kimsesizler mezarlığına gömülüverdi. Sonuç olarak bugün karşımızda kelimenin tam anlamı ile acınası halde, paramparça bir Arap dünyası var. Açık ve net bir şekilde Araplar artık ABD/Batı yanlısı ve ABD/Batı karşıtı olmak üzere keskin bir şekilde iki ayrı parçaya ayrılmış durumdalar. Bir yanda Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Irak, Körfez ülkeleri, Lübnan’ın hükümet kanadı ve Filistin’in El Fetih tarafının oluşturduğu “Ilımlı Araplar”; diğer yanda ise Suriye, Hizbullah’ın başını çektiği Lübnan muhalefeti ve Filistin’in “öteki tarafı” Hamas’ın oluşturduğu “Radikal Araplar”. Tarih’te birçok kez görüldüğü ve Gazze saldırılarında son bir kez daha gözler önüne serildiği üzere Arap birliği fikri de kurumsal olarak “Arap Birliği” de artık pek bir anlam ifade etmiyor. Tarihin aynası bize gösteriyor ki ironik bir şekilde birlikten kuvvet değil maraz doğuyor. ABD ve İsrail aradıkları özelliklere uygun “Arap Karzai”ler yaratmakta hiç de zorlanmadıklarına göre, Arap dünyası için durum gerçekten vahim. En başından beri romantik bir ütopyadan ileri gidemeyen Arap Milliyetçiliği, Arap Birliği gibi fikirler de Arap yönetimlerinin değil ama Arap sokaklarının rüyalarını süslemeye devam etse de, Araplar kendi deyimleriyle yıkılan Arap onurunu, zedelenen Arap vicdanını onaracak bir kahramanı daha uzun süre bekleyecekler.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear