28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 ST R A T E J İ c Cumhuriyet Strateji 19 Ocak 2009/238 Ş Prof. Dr. Nadim MACİT TUSAM Danışmanı er ekseni; Soğuk Savaş döneminin ardından ötekini ifade etmek için üretilen politikstratejik inşanın ve teolojik vizyonun adıdır. Bu teolojik vizyon ‘seçilmişlik ve imtiyazlılık’ gibi iki temel çizgi üzerine oturur. Seçilmişlik inancı; dünyanın efendisi rolünü üstlenmenin, imtiyazlılık ise ‘bu niteliği üstlenen güç ne yaparsa yapsın, ona dokunulamaz, çünkü o Tanrı adına hareket etmektedir esasına yaslanır. Nitekim İsrail’in bölgede yaptığı saldırılar ABD tarafından şöyle açıklanır: Yapılacak bir şey yoktur, çünkü o Tanrı adına hareket etmektedir. Seçilmişlik ve imtiyazlılık rolüne bürünen bir güç; kendi amaç ve hedeflerine karşı çıkan herkesi dünyaya dehşet salan şeytan olarak görür. Politik anlamda ‘şeytan üretimi’ Batı merkezli teopolitik çıkışların ürünüdür. Nitekim XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin kod adı: Günah İmparatorluğudur. İki kutuplu dünya sisteminde SSCB’nin kod adı Şer İmparatorluğu’dur. Soğuk Savaş’ın ardından yeni ötekinin adı: Şer Eksenidir. Şer ekseni egemen gücün ekonomik çıkarlarını ve politik hedeflerini gerçekleştirmek için geliştirdiği stratejik bir modeldir. Bu model; JudeoHıristiyanlığın dünyanın geleceğine ilişkin teolojik vizyonundan beslenir. Egemen, emperyal güce göre Şer Ekseni yirmi iki ülkenin yer aldığı coğrafyayı kapsar. Giriş kapıları: Babil ve Kudüs’tür. “Babil’in yükü, onu Amotsun oğlu İşaya gördü. Çıplak dağın üzerine bayrak dikin, onları yüksek sesle çağırın, el sallayın da emirler kapılarından girsinler. Tahsis ettiğim kimselere ben emrettim, evet öfkemden ötürü yiğitlerimi, benim büyüklüğümle şenlik edenleri çağırdım. Dağlarda kalabalığın gürültüsü gibi! Bir araya birikmiş milletler, ülkelerinin kargaşalık gürültüsü! Orduların Rabbi cenk için orduları yokluyor. Bütün memleketi viran etmek için, Rab ve gazabının silahları uzak bir diyardan göklerin ucundan geliyorlar.” (İşaya 13: 15) Bu metinde geçen temalar JudeoHıristiyanlar tarafından Irak’ın işgali için kullanılmaktadır. Babil’in işgali; dünya hâkimiyetini gerçekleştirmenin giriş kapısı olarak adlandırılmaktadır. Irak işgalinin Bush, tarafından Haçlı Seferi olarak adlandırılması boşuna değildir. Dünya hâkimiyetini gerçekleştirmenin diğer kapısı Kudüs’tür. JudeoHıristiyanlık Kudüs’ü küresel sistemi inşa etmenin merkezi olarak görüyor. Hamas üzerinden İsrail’in başlattığı kıyımın hedefi Suriye’dir. Saldırının başladığı ilk günde hedefin Suriye olduğunu Bush ‘Seçkin halkın’ meşru şiddeti Gazze’de uygulanan şiddet bölge üzerinde uygulanan İsrail ve Hıristiyan egemenlerin bakış açısını sergiliyor. Bu anlayışa göre tanrının seçtiği ‘seçkin toplumlar’ yetersiz toplumlara şiddet uygulayabilirler. Bu, kutsal metinler, efsaneler ve Bush’un inanışında kendini ortaya koyuyor. belirtmiştik. Şu an İsrail’in geldiği sınır budur. Soğuk Savaş’ın ardından ötekini tanımlamak için üretilen Şer Ekseni Projesi; öncelikle ekonomik alanda enerji havzalarını ele geçirme ve enerji akışını kontrol etmeyi amaçlar. Politik ve stratejik inşa, bunu elde etmenin yollarını, araçlarını ve hedeflerini kapsar. Teolojik vizyon ise 1933’te başlayan 1962’de II. Vatikan Konsili ile resmiyet kazanan İncilTevrat eksenli diyalogla, JudeoHıristiyanlığın Tevrat kökenli efsanelerinden ve mitlerinden beslenen ‘teolojik kurguya’ eşlik eder. Ayrıca bu tabloya ABDİsrail, İsrailABD özdeşleşmesinin sonucu olan politikstratejik ve teolojik ittifakı da eklemek gerekir. Çünkü anılan ittifak, teolojik mitler ve efsaneler şer ekseni olarak adlandırılan coğrafyanın giriş kapıları olarak Babil’i ve Kudüs’ü gösterir. Babil ve Kudüs etrafında sahnelenen şiddeti ve kıyımı anlamak için ‘yukarıda kabaca sınırlarını gösterdiğim’ haritanın anlam alanını belirleyen teolojik köklere atıf yapmamız açıklayıcı olacaktır. İktidar arzusunu teolojik misyona dönüştüren iradenin uyguladığı şiddeti ve kendisini bu iradenin parçası olarak tanımlayan iktidarların ötekine karşı geliştirdikleri politikaları anlamak için bu zihniyetin açığa çıkarılması önem arz etmektedir. Şiddet ve kıyım, iktidar arzusunun doyurulmamış biçimidir. Doyurulmamış arzu, tarihe ve insana karşı nefreti besler. Bu nefret, ötekine karşı ‘misyona’ dönüşünce bütün insani sınırları aşarak vahşete dönüşür. Şiddetin misyona dönüşmesi ya ‘arzunun’ iktidar üzerinde yoğunlaşarak kendini rasyonelleştirmesi ya da ‘teolojik kalıba’ yerleştirilerek Tanrı adına yapılması şeklinde olur. Eğer şiddet Tanrı tarafından bahşedilen ‘misyona’ dönüşürse her türlü vahşetin aracı olur. İşte yaşadığımız şiddet böyle bir teolojik misyonun uzantısıdır. Kendini Tanrı tarafından seçilmiş, özel ve efendi gören bir toplum ‘şiddeti kendi özelliğinin’ zorunlu parçası görür. O toplum için ‘şiddet bir haktır.’ Diğer bir deyişle efendinin nefreti, mutlak ve sınırsızdır. Çünkü onun zihninde bir kendisi bir de ötekiler vardır. Öteki nefretin mutlak ve sınırsızlığı kadar şiddete layıktır. Çünkü seçilmiş toplumun iktidar arzusu, onun egemen olma isteğini engelleyen tarihe ve insanlığa karşıdır. Egemen grubun, tahakküm etkinliği anlamını ve araçlarını söz konusu arzudan ve teolojik köklerden alıyorsa bu devrevi olarak savaşa ve kıyıma dönüşür. Şiddet ve savaşı besleyen entegrizmdir. Entegrizm çağımızın önemli bir hastalığıdır. Şimdi bu hastalığın bazı görüntüleri üzerinde duralım; • İlahi kurtuluş her şeyin yaratıcısı olan Allah’a bağlanıp, O’nun iradesine boyun eğmiş bütün halklara seslenir. Ortadoğu’da yaşananların teolojik açılımı: BABİL’İN İŞGALİ Oysa ilahi kurtuluş, bir eşi dahi olmayan bir mucizeye dönüştürülmekte ve seçkin bir halkın kısmi ve tarafgir bir Allah’ının bahşettiği bir imtiyaz olarak sunulmaktadır. Bunun en açık misali Yahudilerin seçilmiş bir toplum olduğu inancıdır. Ne var ki giderek yükselen JudeoHıristiyanlığın bürokratik ve politik alana yansımasıyla birlikte ABD’de kendisini böyle kalıpla açıklamaya başlamıştır. Söz konusu inanç açık ve pervasız şekilde ABD politikacıları tarafından sıkça dile getirilmektedir. Bu anlayışa göre Tanrı’nın halkı İsrail, saftır. Hiçbir ırka bulaşmamıştır. “Kızını onların oğluna vermeyeceksin ve onların kızını oğluna almayacaksın.” (Tesniye 7:3) ABD ise saf ve diğer halklara bulaşmamış Tanrı’nın halkının koruyucusudur. Seçkin bir halk efsanesinin ifade biçimleri şöyledir: “Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer milletler olarak ikiye ayrılabilir. İsrail seçkin bir millettir. Bu, temel dogmadır.” (Haham Cohen, Talmud, Paris: 1986, 104) Bu inancın kökeni tarihi bağlamı farklı, fakat anlamı aynı olan metinlere dayanır: “Ve senin kavmin gibi, İsrail gibi dünyada hangi bir millet vardır ki, Allah onu kendisi için kavim olarak kurtarmak ve kendisine bir isim yapmak, sizin için büyük şeyler yapmak ve Mısır’dan, milletlerden ve onların ilahlarından kurtardığı kavminin önünde, memleketi için korkunç olan şeyler yapmak üzere yürümüş olsun.(II. Samuel 7:23) “Senin adını büyük edeceğim ve seni mübarek kılanları mübarek edeceğim ve seni lanet edenleri lanet edeceğim.” (Tekvin 12:2) JudeoHıristiyanlığın dilini konuşan Bush ise şöyle der: “Peki, ya Tanrı barış ve huzuru bahşetmek için geçmişi kötülüklerden arındıracak ve Onun adına harekete geçmek üzere en doğru anın, en doğru milletin ve en doğru kişinin ortaya çıkmasını bekliyorsa…” (J. Beatty, In the Name of God, The Atlantic Monthly, 5 Mart 2003) ŞİDDETİN MAYASI Kendini özel, seçkin ve kurtuluşun temsilcisi gören bu anlayışın ‘tabiatında’ şiddet vardır. Çünkü kendisi özel, öteki sıradandır. Kendisi seçkin, öteki düşük ve bayağıdır. Kendisi Tanrı tarafından kurtuluşun temsilcisi, öteki sapkındır. Konulan ayrımlar ve tanımlar ötekini aşağılamayı ve yok etmeyi Tanrı tarafından bahşedilen ‘özel hak’ kalıbına yerleştirir. İktidar araçlarını elinde tutan böyle bir zihniyet; araçlar üzerinden ‘kontrol mekanizması’ oluşturur, herkesin özel dünyasına, yapıp etmelerine aşina olmak ister. Şiddetin ve kıyımın mayalandığı yer işte bu teolojik vizyondur. İktidar arzusunu ve egemenliği ‘özel misyona çeviren’ her anlayış, her toplum ve her devlet yapısı ve etiketi ne olursa olsun şiddetle buluşur. Çünkü böylesi bir anlayışın en önemli özelliği ‘ötekini’ tanımamaktır. Kendisini seçkin ve efendi gören anlayış ve iktidar biçimine göre ‘öteki’ veya ‘alt sınıf’, insandan daha aşağıdır. Ahlaki ve insani kaygılar nedeniyle ‘böyle bir aşağılamaya karşı yükseltilen her başkaldırı’ iktidarın ürettiği ve değer içerikli kavramlarla etiketlediği araçlar ve kurumlar yoluyla engellenir. Ötekine ilişkin adlandırmalar ve tanımlamalar buradan itibaren başlar. Tanımlamaya
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear