Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ST R A T E J İ c DİNCİ KUŞATMA Hikmet ÇETİNKAYA Atatürk Devrimleri ve İsrail’in ‘doğal’ savaşı Halk medya aracılığıyla yoğun olarak yönlendiriliyor… İ H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası mvurmay@tusam.net srail’in “Hamas’ı yok etmek” için Gazze Şeridi’nde giriştiği orantısız savaşın yarattığı tartışmalar farklı bağlamlarda sürüyor. Savaşın en çok tartışılan boyutu şüphesiz ki meşruiyeti. İsrail, savaşı “meşru müdafaa hakkı” olarak görüyor. Yaşananların saldırı değil bilakis savunma olduğunu ileri süren İsrail, operasyonu “terörle mücadele” kapsamında ele alıyor. Gazze’deki sivil ölümleri ve insani kriz konusunda ise “inkar politikası” izlemeyi tercih ediyor. Zira İsrail mantalitesine göre Gazze’de yaşayan her canlı ya terörist ya da potansiyel terörist. Bu düşünce tarzı, acımasız gelebilir ancak kendisini “ne olursa olsun yaşamak, gerekirse yaşamak için öldürmek” sloganı üzerine kurmuş bir güvenlik devleti olan İsrail için, 11 Eylül sonrasının meşhur “önleyici vuruş/savaş” teriminin ne denli varoluşsal bir öneme sahip olduğu İsrailli siyasiler ve askeri yetkililerce her fırsatta dile getiriliyor. Dünya İsrail’in Gazze’de giriştiği savaşın teröre karşı meşru bir müdafaa mı yoksa sivilleri de hedef alan, orantısız ve sınırsız şiddet içeren bir katliam mı olduğu konusunda tartışadursun, İsrail halkının çok büyük bir kısmı savaşı, çoktan sindirmiş ve toplumsal vicdanında meşrulaştırmış durumda. Buradan bakıldığında acımasız bir savaş olarak görünen, İsrail’den bakınca “olması gereken” bir durummuş gibi görünüyor. Hatta İsrail halkı ailecek, Gazze sınırına gidip, ellerinde dürbünlerle hipodromda at yarışı seyreder gibiGazze’ye atılan füzeleri gönül rahatlığıyla seyredebiliyor. Mikrofon uzatıldığındaysa savaşı “İsrail’in yaşaması için, onların ölmesi gerekiyor” diyebilecek kadar da basite indirgemişler. Normal insan aklının alması zor bir durum gibi görünse de, aslında İsrail halkının başka türlü davranması şaşırtıcı olurdu. Çoğunluğu Yahudi olan İsrail’de, kurulduğundan bu yana aynı tema işleniyor “Yahudi ve güvenli bir İsrail için her yol mubahtır”. ÖĞRETİLMİŞ ‘GERÇEKLER’ Pekiyi hiç düşündünüz mü, katliama dönüşen bu savaşa nasıl oluyor da İsrail halkının çoğunluğu bu denli fütursuzca destek verebiliyor? Cevabı bulabilmek için İsrail’in ulus ve kimlik inşası sürecine bakmak yeterli olacaktır. Her şeyden önce şunu tespit etmek gerekiyor, 2500 yıl sürgünde yaşadıktan sonra “vaat edilen topraklara” geri dönme fırsatı bulan ve dönemin konjonktürünü kullanarak, koca bir Arap denizinin ortasında her daim tehlikede olmayı göze alarak küçük bir “Yahudi adası” kuran İsrail’in hayatta kalma içgüdüsünün ne denli güçlü bir reflekse dönüştüğünü tarihsel sürece bakarak anlamak hiç de zor olmasa gerek. İçgüdüsel bu refleksin yanı sıra İsrail’de devlet, ulus, sistem ve kimliğin dogmatik unsurlar, teokratik ön kabuller, efsaneler, dinsel ve ulusal mitler üzerine kurulmuş olduğunu unutmamak gerekiyor. Ayrıca hayatın her alanının kutsallarla donatıldığı İsrail’de ulusal/dini motifler gündelik yaşamda bile oldukça yoğun bir şekilde yer alıyor. Dogmatik öğelerin bu denli baskın olduğu İsrail toplumunda, genel yörünge yaşanmış gerçeklere değil de öğretilmiş gerçeklere doğru kaydığından İsrail toplumu, dünyayı bu öğretilmiş gerçeklik yörüngesinden algılıyor. Söz konusu yörünge içerisinde İsrail için her daim bir tehdit olarak görülen Filistinliler/Araplar testi kırılmadan cezalandırılmaya çalışılıyor. İsrail’deki “Yeni Tarihçiler Akımı”nın öncülerinden ve Haaretz Gazetesi yazarlarından Tom Segev, 29 Aralık 2008 tarihli makalesinde bu durumu şöyle özetliyor: “İsrail ‘ders vermek’ için Filistinlilere saldırıyor. Bu, İsrail’in temel varsayımı: “Biz ilerlemenin ve aydınlanmanın ve ahlakın temsilcileriyken, Araplar ilkel, barbar bir ayaktakımı; tıpkı çobanın eşeğine yaptığı gibi, havuçsopa yöntemiyle eğitilmesi ve bilgeliğin öğretilmesi gereken cahil çocuklar.” Segev’in belirttiği gibi, İsrail’in temel varsayımı olan “ehilleştirmecezalandırma”, sıradan bir İsrailliye göre yöntemi ne olursa olsun söz konusu Filistinliler, hele ki “terörist Hamas” ise normal/elzem sayılıyor. Ancak İsrail’de gerçekliğin sıfatı yaşanılmış değil öğretilmiş olduğu için cezalandırmanın, şiddeti körükleyeceği hatta bir kısır döngü haline getireceği bilinse de görmezden geliniyor. Nitekim yapılan kamuoyu yoklamaları gösteriyor ki İsrail halkının yüzde 70’i savaşı destekliyor. Geriye kalan barış yanlısı azınlığın sesiyse haliyle oldukça cılız kalıyor. Shalom Akhshav (Barış Şimdi) ve Gush Shalom (Barış Bloku) başta olmak üzere İsrail’de neredeyse 30 yıldır aktif olarak çalışan barış hareketleri bulunuyor. Barış hareketleri, tüm öğretilmiş gerçeklere rağmen, güvenlik içinde yaşamanın tek yolunun Filistinlilerle diyalog kurmaktan geçtiğini savunuyorlar. Savaşla yaşanamayacağını, şiddetin şiddeti doğuracağını bu nedenle İsrail’in sürekli tehdit altında, psikozlu bir ulus olarak yaşamak zorunda kalacağını ileri süren barış yanlıları Gazze savaşına karşı çıkıyorlar. Gazetelere ilanlar veriyor, İsrail sokaklarında savaş karşıtı gösteriler yapıyorlar ancak savaş çanlarının sesi o kadar yüksek frekanslara ulaşmış durumda ki, barış şarkılarını duymak neredeyse imkansızlaşıyor. Gazze’ye yönelik saldırılarını sürdüren İsrail’de halk, büyük oranda yöneticilerini destekliyor. Savaşın barış getirmeyeceğine inanların sayısı ise çok yetersiz kalıyor. DÖRDÜNCÜ KUVVET ‘MEDYA’ Görüldüğü üzere halk nezdinde İsrail’in güvenliği için gerekli görünen Gazze savaşı, İsrail’de oldukça doğal karşılanıyor. Ülkenin kuruluş felsefesinin, Siyonist unsurların, kimlik inşası sürecinde zihinlere bir nakış gibi işlenen epik ögelerin sentezi olan mevcut sosyopsikolojik yaklaşımların sonucu olan bu haleti ruhiyenin bir diğer sac ayağı olan medyanın bu bağlamdaki rolünü de unutmamak gerekiyor. İstisnalar dışında geleneksel olarak savaş yanlısı bir profil çizen İsrail medyası Gazze’deki insani krizi tıpkı siyasiler gibi yok sayma, orada yaşayan herkesi “terörist” olarak yaftalayıp, İsrail halkının gözünde, vicdanında savaşı daha da meşrulaştırma politikası izliyor. İsrail’de özellikle güvenlik meselelerinde medyanın siyaset ve ordu ile eşgüdümlü hareket ettiği bilinen bir gerçek. Nitekim İsrail Ordu Sözcüsü Benjamin Rutland Deutsche Welle’ye verdiği demeçte şöyle diyor : “Biz hava, kara ya da denize ek olarak, medyayı da ayrıca bir cephe ve savaşın pek çok biçimde kazanıldığı ya da kaybedildiği bir yer olarak görüyoruz.” Zaten izlenen politikalarla Hamas’a karşı nefretleri bilenmiş olan İsraillilere medya yoluyla daha fazla nefret şırınga ediliyor. Operasyon başlamadan önce neredeyse tüm televizyon kanallarında Hamas’ın Aksa İntifadası sırasında yaptığı intihar eylemlerinin görüntülerinin, Kassam roketlerinin isabet ettiği noktaların, tedirgin gözlerle kameralara bakan İsrailli çocukların, çocuklarının geleceğinden endişeli ebeveynlerin ve tüm bunlara son verecek ‘kahraman’ İsrail askerlerinin göründüğü klipler yayımlandı. Savaş öncesinde propaganda bombardımana maruz kalan İsrail’de savaşa verilen destek oranları da yükseldikçe yükseldi. Bu arada savaşın 10 Şubat seçimlerine nasıl yansıyacağına ilişkin ilk veriler de gelmeye başladı. Kamuoyu yoklamalarına göre savaşın ilk galibi şimdilik Savunma Bakanı ve İşçi Partisi lideri Ehud Barak. Mayıs 2000’de Hizbullah direnişi nedeniyle Güney Lübnan’dan çekilen dönemin Başbakanı Barak, bu kararıyla iktidardan olmuştu. Şimdi gelin görün ki Gazze savaşının mimarlarından olan Barak, Hizbullah karşısında sarsılan imajını, Hamas karşısında toparlamış görünüyor. Ayrıca Gazze savaşının simgesel anlamda yücelttiği Ehud Barak, Tel Aviv Üniversitesi'ndeki "The Tami Steinmetz Center for Peace Research"un yaptığı araştırmaya göre İsrail’in en güvendiği isimler sıralamasında Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi’den sonra ikinci sırada yer alıyor. Bir kez daha görüldüğü üzere İsrail’de barış değil, savaş prim yapıyor. Ehud Barak’ın söylediği gibi İsrail için “Şimdi savaş zamanı”…