Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Strateji 25 Ağustos 2008 / 217 C S TRATEJİ 15 cek yıllar birbirine farklılaşmış iki toplum, kederde ve kıvançta ayrılmış iki toplum, şehit kanlarıyla sulanmış vatan toprağına yabancılaşmış insanlar, iki farklı dil, iki farklı insan yapısını BOP projesine uygun olarak şekillendirecektir. çatışmada 74 şehit vererek çok ağır bir biçimde ödemiştir. Bu bedelin bilançosu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın ifadeleriyle şöyledir; "1992 yılında zayiatımız 496 şehit, 93 yılına baktığımız zaman 538 şehit, 1994 yılına baktığımız zaman 867 şehit. 1995 yılında 615 şehit, bin 342 yaralı, bin 957 zayiat var. Bu rakamlar gerçekten çok ürperticiydi." Yapılan soruşturmalar sonucunda ayrıca; Ağrı Doğubeyazıtİran Mako, Urumiye ve Hakurk arasında bir karayolu ulaşım ağının kurulmuş olduğu, dönemin DEP, HEP kısaltmalarıyla bilinen ve örgütün siyasi kanadı durumundaki partiler aracılığıyla çaresiz insanlarımızın kandırılarak bu güzergahtan dağa çıkarıldığı ve örgütün ana eleman kaynağını oluşturdukları öğrenilmiştir. Geç kalmış istihbaratın ortaya koyduğu bu gerçeklerin su yüzüne çıkardığı tehdidin ağırlığı koalisyonlar döneminde sivil ve askeri otoriteleri telaşa düşürmüş, çok kısa sürede olağanüstü çaba gösterilerek polis ve jandarma teşkilatlarında özel birlikler, özel eğitim, özel araç ve silahlarla asimetrik mücadeleye uygun özel harekat yapıları oluşturulmuş ve teröristlerle amansız bir mücadeleye girişilmiştir. Sonuç alıcı sınır ötesi kara ve hava harekatı bu dönemde yapılmış, teröristler otuz yıllık sürecin belki de en ağır darbesini almış ve örgüt dağılma noktasına getirilmiştir. Bununla birlikte terörün ve mücadele dozunun zirveye ulaştığı bu dönemde dış destekleri kesmek ve dağa çıkış sürecini önleyici tedbirler almak şeklinde varlığını göstermesi gereken siyasi mücadele stratejisi bir türlü ortaya konulamamıştır. Siyasi destekten yoksun askeri operasyonlar, "tehdidi ne pahasına olursa olsun yok etmek" için başvurulan sert önlemlerle kendini gösteren bir stratejinin doğmasına yol açmış ve bu durum PKK terör örgütünün ideolojisinin güçlenmesi ve ayrılıkçı bir Kürt hareketinin taban bulmasına neden olmuştur. Koalisyonlar döneminde uygulanan bu stratejiyle terörist sayısı minimize edilmiş ve örgüte ağır darbeler vurularak dağılma sürecine çekilmiştir. Ancak bu siyaset; ekonomik, sosyal ve kültürel tedbirlerden yola çıkılarak teröre karşı ulusal bir tavır koymaya ve terörün dış desteklerini kesmeye yönelmekten ziyade askeri sorumluluk altında yürütülen bir harekata tam destek vermekle şekillenen tek yönlü bir stratejiye dönüştüğü için sorunu çözememiştir. kullanılırken öte yandan gelen şehit haberleri toplumun sahip olduğu dinamik güçler konusunda kuşkuya düşmesine yol açmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin teröre karşı yürütülen bu asimetrik mücadelede emsallerine göre üstün bir başarı sağlamış olduğu bir gerçektir ancak askeri harekatın siyasi desteği olmadığı için sonuçsuz kalışı yüzünden elde edilen başarı hak edilen ölçüde kamuoyuna yansıtılamamıştır. Siyasetin bu sorumsuz tavrı örgütün AB ülkelerindeki siyasi zeminini güçlendirmiş, Bağımsız bir Kürt devleti yolunda yürüyen Barzani’nin ayrılıkçı Kürt hareketindeki liderliğini pekiştirmiş, Kerkük Türkmenlerinin varlığını tehlikeye düşürmüş ve dağda yürütülen askeri operasyonları sonuçsuz bırakmıştır. Erdoğan’ın damgasını vurduğu bu dönem siyaseti Türkiye’yi; güçlü ve bağımsız bir devlet olmasına bir adım kalan bir Barzani, Barzani işgali altında bir Kerkük, parçalanmış bir Irak, siyasallaşmayı tamamlayıp legal hale gelmeye çalışan bir PKK, ayrılıkçı emellerini açık açık söyleyen bir DTP, ulusal çıkarlarımıza aykırı tüm bu gelişmelere yol açan ve bu siyaseti destekleyen bir ABD ve AB gerçeği ile karşı karşıya getirmiştir. TSK ÖNCÜLÜĞÜNDE TÜRK MİLLETİ Türkiye’nin sahip olduğu iç ve dış dinamikler konusunda kimsenin kuşkusu yoktur, aksine sahip olduğu güçlerle çok kısa sürede terör tehditlerini yok edilebileceğine inanan bir toplum ve bu toplumda yerleşmiş yaygın bir inancın varlığı söz konusudur. Bugün teröre karşı yürütülen mücadeleden bir sonuç alınamıyorsa eğer, bu; Türkiye’nin güçsüzlüğünden değil mücadeleye ilişkin ortaya konulan askeri strateji ile mevcut siyasi zihniyetin çizdiği rotanın taban tabana birbirine karşıt oluşundandır. Ardında Türk milleti olan Türk Ordusu’nun, ardında ABD ve AB olan bu siyasi zihniyet ile işbirlikçi medya karşısında terörle mücadeleyi sonuçlandırabilmesi, iç ve dış tehditlere karşı proaktif bir strateji izleyerek Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ön plana çıkarabilmesi oldukça zor görünmektedir. Terörle mücadele için ortaya konulan askeri stratejiye siyasi zihniyetin destek vermeyen bu tutumu sürdüğü takdirde, terörist eylemlerin asla son bulmayacağı gibi bu siyaset yüzünden evlatlarımızın şehit olması, Türk halkının PKK terörünün açık hedefi olarak can vermesi, olası anayasal düzenlemelerle Türk kimliği ve varlığının ağır bir tehdit altına girmesi de kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarih bugün tekerrür etmektedir; geçmişte yaşadığı en zor anlardan dahi ordusunun önderliğinde kurtulmuş olan Türk milleti, ya Türk ordusunun öncülüğünde küresel ihanet projelerini yıkarak özlediği hürriyet ve bağımsızlığına yeniden kavuşacak ya da Gazi Paşa’nın deyişiyle tarih sahnesinden yok olup gidecektir ama Türk milletinin, Allah göstermesin, bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali zabitana ait olacaktır... YOK OLUŞA DOĞRU BİR SÜREÇ Bu trajik tabloya her üç döneme damgasını vurmuş siyaset penceresinden bakıldığında; Özal dönemi için örgütün önlenemeyen silahlı propagandası sonucu ayrılıkçı Kürt hareketinin tohumlarının ekilmiş ve sözde Kürt sorununun uluslararası siyasetin gündemine taşınmış olduğu söylenebilir. Koalisyonlar dönemi için bir önceki dönemin yanlışları sonucu beklenmedik bir güçle ortaya çıkan terör örgütüne karşı yürütülen sert bir mücadele sonrası etnik köken farklılıklarının toplumda temel bulmasına yol açmış olduğu itiraf edilebilir. Bizi bugünlere taşıyan Türk siyaseti ABD’nin BOP projesi yörüngesinde bilinçli olarak şekillendirildiyse eğer, Erdoğan dönemi için bu projenin tamamlanma aşamasına geldiğini açık yüreklikle söyleyebiliriz. Bundan sonra bu siyasetin atacağı adımlar artık bellidir; Anadolu’daki Türk kimliği ve varlığını yok etmek için Anayasa’nın 66. maddesinde kendisine ruh bulan Türk kimliği tanımının kaldırılması, etnik farklılıkları daha da derinleştirmek ve devletin yapıcı ve ana unsuru olan Türk milletini ayrıştırmak için Kürtçenin eğitim ve öğretim dili yapılması, yerel yönetimlere özerklik düzeyinde yetkiler verilerek merkezi yönetimin parçalanması, devletle halk arasındaki son bağı koparmak için korucu teşkilatının kaldırılması, vatan ile şehit arasındaki kutsal bağı yok etmek ve terör örgütünün sözde lider kadrosuna af çıkarılarak Gazi Paşa’nın meclisine alınması şeklinde sıralanacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın kuruluş felsefesi elbette ki kağıt üzerinde değişmeyecektir; cumhuriyet laik demokratik bir hukuk devleti olarak, devlet ise ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak şimdilik kalmaya devam edecektir. Bununla birlikte aradan geçe ERDOĞAN DÖNEMİ (2003) Kasım 2003 genel seçimleriyle Türkiye yeni bir siyasi zihniyetin etkisi altına girmiştir. Bu zihniyet içeriğinde ulusal bir terörle mücadele stratejisi yoktur ve bu zihniyet; terör eylemlerini görmezden gelen bir kayıtsızlık ve teröre destek anlamına gelebilecek bir siyasi çözüm arayışıyla kendini açığa vurmuştur. 21 Ekim 2007’de Dağlıca baskınında yaşanan trajedi mevcut siyasi zihniyetin bu anlayışını vurgulayan en önemli işaret olmuştur; Türkiye Cumhuriyeti’nin bir taburu Irak’tan gelen kalabalık bir terörist gurubunun saldırısına uğramış, 12 şehit ve onlarca yaralının yanı sıra 8 Türk askeri kaçırılmış ancak siyaset hiçbir tepki göstermediği gibi milletten aldığı harekat yetkisini de kullanma yoluna gitmemiştir. Bu politik tavrın etkisinde kalan askeri operasyonların kapsamı kırsaldaki terörist varlığı ve tehdidine karşı taktik planlama, taktik hedef seçimi ve taktik hedeflerin elde edilmesiyle sınırlı mücadele stratejisinden öteye geçememiştir. Siyasi destekten yoksun bu uygulamayla bir yanda taktik hedeflerin elde edilmesi için stratejik güç