28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

içinde de uygulama detayları hakkında bilgi vermeye davet eder. d) ileri prosedürü beklemeye alır ve gereğini yapmak üzere konuyu Mahkeme Başkanına delege eder. 7 Aşağıdakilere oy birliği ile karar verir; a) bu kararın Md. 44 altında kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, Türkiye’nin, davacıya masraflar karşılığında 65 bin Avro ödeme yapmasına, b) ödemenin zamanında gerçekleşmemesi halinde, Avrupa Merkez Bankası faizlerine üç puan ilave edilerek faiz uygulanmasına... AİHM’nin bu kararı aslında Türk tarafı için hayal kırıklığı oldu. Çünkü yüksek mahkeme, mülkiyet konusunu dikkate almamayı tercih etmişti. Yani, AİHM, Türk tarafının sunduğu ve söz konusu mülkün Abdullah Paşa Vakfı’na ait olduğunu gösteren tapuyu yok saydı. Aresti’nin kendisine ait olmayan bir mülkte oturduğunu görmezden geldi, bu nedenle bir de tazminat istemesini haklı buldu. Mahkeme, evin Türkiye’nin başlangıç aşamasındaki itirazlarını reddetti ve özel hayatın ve aile hayatının ve mülkiyetin korunması kapsamlarında Türkiye’nin suçlu olduğuna karar verdi. 19631974 arası adadaki Türklerin yaşam savaşı verdikleri savı dikkate alındığı zaman ise 1974 Barış Harekatı sonrası, adadaki vakıf malları üzerinde neden çalışma yapılmadığı, tapu kayıtlarının neden daha ilk günden araştırılmadığı, İngiliz yönetimi sırasında yapılan hukuksuzlukların neden sorgulanmadığı, bu hassas konuda yanıt bekleyen sadece birkaç soru olarak ortaya çıkıyor. Kıbrıs’taki vakıf malları konusunun gündeme taşınması sadece Aresti davasında ortaya çıkan tapu ile sınırlı değildi. KKTC Vakıflar İdaresi, vakıf mallarının satılamayacağından hareket ederek 2 Şubat 2002’de Magosa Kaza Mahkemesi’ne dava açmıştı. Mahkeme, 27 Aralık 2005’te Maraş bölgesinin büyük kısmının Abdullah Paşa Vakfı’na ait olduğu sonucuna vardı. Bu karar, Maraş’taki diğer malların Lala Mustafa Paşa Vakfı’na ait olduğu yönündeki davanın sonuçları ile birlikte ele alındığı zaman Maraş’ın tamamının vakıf malı olduğu açık ve net biçimde ortaya çıktı. C S TRATEJİ 9 AB’nin Kıbrıs sorununda Rum tarafında yer almasının ardından AİHM’den de şaşkınlık yaratan kararlar çıkmaya başladı. Mahkeme, kendisine ait olmadığı tapu kayıtlarıyla belgelenen ve bir dönem işgalci olduğu mülk nedeniyle Aresti’ye, tazminat ödenmesini kararlaştırdı. arazilerin büyük bir bölümü Türklere aitti. Ancak, Rumlar Londra, Zürih anlaşmalarıyla 1960 yılında kurulan ortaklık devletini 1963 yılında, Türkleri zorla meclisin dışına atarak yıktıkları zaman mülkiyet bombasının pimi de çekilmiş oldu. Aralık 1963’ten itibaren Kıbrıslı Türklere yönelik planlı bir etnik temizlik ve soykırım girişimi başlatıldı. Sonuçta, 30 bin Kıbrıslı Türk, yaşadıkları 103 köyü terk etmek zorunda kaldı. Kıbrıslı Türklerin tamamı, adanın küçük bölgelerine sığındılar. Rumlar tarafından sürekli kuşatma altında tutulan bu küçük bölgeler adanın yüzölçümünün sadece yüzde 3’ü kadardı. İşte, Kıbrıslı Türklerin zorla yerlerinden edilmesiyle birlikte, vakıf mallarının ve Türklere ait arazilerin yağmalanması süreci de başlamış oldu. Türk Vakıf malları yasalara aykırı şekilde kamulaştırıldı ve Rumlara devredilmeye başlandı. Aslında bu süreç, ada daha İngiliz yönetimi altındayken başlamıştı. Ancak 1963’ten sonra daha da hızlandı. Aslında bugün için de Güney Kıbrıs’ta durum çok farklı değil. Rumlar kendi yıktıkları devletin meşru temsilcisi oldukları savıyla çıkardıkları "Vasilik Yasası"na dayanarak, güneydeki Türk mallarını yağmalamaya devam ediyor. Bu yasa ile Türklerin 1974 sonrası güneyde bıraktıkları mallarını "devlet kontrolüne" alan Rum yönetimi, mülkiyet hakları konusunu, çözüm sonrasına erteleyip, sorunun çözümünü yıllar içine yayarak önemli bir manevra yapmış oldu. Söz konusu yasa uyarınca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi İçişleri Bakanlığı’na verilen Güney Kıbrıs’taki Türk malları, sahiplerinden izin alınmadan çok farklı amaçlarla kullanılabiliyor. Rumlara kiraya veriliyor, yasalara aykırı şekilde, kamu yararı olmadan kamulaştırılıyor, üzerlerine oteller, parklar yaptırılıyor. Özetle Rum İçişleri Bakanlığı’nın tasarrufu, bu malların yağmalanmasına zemin hazırlıyor. 93 YIL SAKLANAN GERÇEK AİHM’ye sunulan tapu, aslında Kıbrıs’ta bugüne kadar gündeme taşınması birçok nedenden dolayı gecikmiş çok önemli bir konuyu gündeme taşıdı. Tapu dikkatle incelendiğinde, 13 Eylül 1913 tarihinde Aresti’nin ailesi üzerine tescillenmiş olan tapunun üzerindeki "Abdullah Paşa" ve "Mülhak" ifadeleri hemen göze çarpıyor. Yani, ev Abdullah Paşa Vakfı’nın mülküyken, vakıflar hukukuna ve 1878 yılında İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasında adanın devrine ilişkin yapılan anlaşmalarda yer alan Padişah 2. Abdülhamid’in şerhine aykırı şekilde Aresti ailesinin üzerine tescillendiği görünüyor. Tapuda evin "babadan miras kaldığı" ibaresi de, Aresti ve Abdullah Paşa Vakıfı arasındaki akrabalık derecesinin de ironik biçimde sorgulanmasına neden oluyor. Böylesine kuvvetli bir belgenin ortaya çıkması doğal olarak bir çok soru işaretini de beraberinde getirdi. 1963 yılında Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gasp etmeleriyle başlayan sürecin ardından neden bu konunun hiç gündeme getirilmediği bilinmiyor. 1963 İLE HIZLANAN SÜREÇ Kıbrıs’ın yüzde 30’undan fazlasının vakıf arazisi olduğu biliniyor. Adanın 1571 yılında İkinci Selim tarafından alınmasının ardından 700’den fazla vakıf kurulmuş. Peki, Kıbrıs gibi bir adanın vakıflara ait olan yüzde 30’luk bölümü nasıl yağmalandı. Bu sorunun yanıtını bulmak için Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıktığı 1963 yılına kadar uzanmak gerekiyor. Bu döneme kadar Kıbrıs’taki kişisel tapular ve Vakıf arazileri ile birlikte adanın tamamındaki
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear