24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 C S TRATEJİ Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi, tap Lozan’dan intikam alınmak Gözde KILIÇ YAŞIN TUSAM Balkan Araştırmaları Masası gyasin@tusam.net ygulanamadığı için bir proje olarak kalan Sevr Antlaşması’nın 86 yıl sonra hala anılıyor olması bazı çevrelerde müstehzi bir ifade ile eleştirilse de Lozan Antlaşması’nın tartışılır hale getirilmesi ve kimi durumlar için şartların Sevr koşullarına çekilmek istenmesi iki antlaşmayı eş değer önemde kılıyor. Her iki antlaşma da eskimek yerine gün geçtikçe Türkiye’nin karşısına çıkan sorunlar nedeniyle güncelleniyor ve önemlerini arttırıyor. Sevr, savaşta yenilen Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye eden ve galiplerin düşünce yapısını taşıyan antlaşma olduğu için; Lozan ise yok edilmiş bir imparatorluktan yeni bir devlet kuran, Sevr’i geçersiz kılan ve bir ulusun haklılığını kabul ettiren antlaşma olduğu için önemli. Bir süredir yaşanan gelişmeler ve ülkenin itilmek istendiği girdap, Sevr’in tarihin derinliklerinde kalmış bir antlaşma olmaktan daha ileride olduğunu gösteriyor. Dönemin koşulları incelendiğinde tarihin olağan akışına uygun olan antlaşma Sevr’di. İngiltere Başbakanı Lloyd George’un diğer dostları gibi Sevr’i "en amansız Türk düşmanlarını tatmin edecek kadar korkunç" olarak tanımlaması(1), Kurtuluş Savaşı’nın değiştirdiği koşulların bir ürünü olan Lozan Antlaşması’nın kimileri için ciddi bir hayal kırıklığı yaratmış olmasını anlaşılır kılıyor. New York Times’ın 3 Mart 1920 tarihli sayısında da "Antlaşma hükümlerine göre Türkiye eski varlığının soluk bir gölgesi olarak kalacak, 30 milyonluk nüfusunun 24 milyonunu ve Asya Türkiye’sinde kendisine bırakılan küçük bir bölge dışında bütün topraklarını kaybedecektir" müjdesi (!) veriliyordu. Kurtuluş Savaşı bir mucize yarattı, tarihin akışını değiştirdi, mucize Lozan Antlaşması’yla tescillendi. LOZAN VE İSMET İNÖNÜ Lozan, Türkiye ile Batılı devletlerin ekonomik, siyasal, hukuksal ve sosyal ilişkilerini yeni baştan düzenlemişti. Bu düzenleme, tüm koşulların aleyhte olmasına rağmen masaya galip devlet olarak oturmanın verdiği onur sayesinde İnönü’nün sloganlaşan "Bütün medeni milletler gibi, hürriyet ve istiklal istiyoruz!" sözlerine uygun bir şekilde gerçekleşmiştir. Lozan süngüyle kazanılan bağımsızlığın sürekliliğinin güvencesini oluştururken Türkiye’ye uluslararası düzende "eşit konumda devlet" statüsünü kazandırdı. Bugün, AB sürecinde Türkiye’nin Avrupa devletleri ile olan ilişkileri bir kez daha düzenleniyor. AB’ye üye olabilme ihtimali için devletlerarasındaki ilişkilerin günün koşullarına uygun bir biçimde yeniden U kurgulanması gerekiyor ve Türkiye’nin de yapısal bir dönüşüme girmesi bekleniyor. Bu sürecin adil bir sistemle ve eşitlikçi bir şekilde işletildiği konusunda ciddi tereddütler bulunuyor. Rollerin değişmediği sadece icracıların değiştiği bir gerçekse de bugün bir yandan dayatılanları kabul ederken bir yandan da ‘Türklerin eline bavulunu vermek’ eşitsizlikten şikâyet etmek, dün Lozan’da direnenlere büyük haksızlık olacaktır. Lozan’da da görüşmeler boyunca eşitsizlik hâkimdi. Ancak o gün, müttefik devletlerin boğazlarda ağırlığını hissettiren askeri varlığı da söz konusuydu. O gün haber kaynakları kıt, yabancı dil bilgisi sınırlıydı, üstelik Ankara ile haberleşme gizli servislerin denetimi altındaydı, Ermeni ve Rum propagandası Avrupa basınını etki altına almak için aynen bugün olduğu gibi yoğun çaba gösteriyordu. Yine de Türkiye Lozan’da kendisini bağımsız ve eşit bir devlet olarak uluslararası camiaya kabul ettirerek masadan kalktı. ASIA dergisinin Nisan 1923 sayısında yer alan "Lozan’da Kör Kuvvetler" adlı makalesinde Clarence Streit(2) de, "Türk delegeleri Lozan’a, diplomasinin son yıllarda geliştirmiş olduğu yöntemlerden habersiz olarak gelmişlerdi... Baş delegeleri İsmet Paşa’nın siyaset ya da diplomasi alanında hiçbir tecrübesi bulunmuyordu... İsmet Paşa’nın Lord Curzon ve Çiçerin gibi kurt politikacıların elinde bir oyuncak haline geleceği sanılıyordu. Oysa sonuç beklendiği gibi olmadı. Beklenmeyen başarısının sırrı ise ne istediğini çok iyi bilmesiydi. Onun için, Türk barış şartlarının özünü meydana getiren Milli Misak, kanla yazılmış bir belgeydi... Avrupa’nın Doğululara karşı başarıyla uygulamaya alıştığı yaltaklanma ve blöf politikası bu adama hiçbir etki yapmışa benzemiyordu" değerlendirmesini yapıyordu. Gerçekten de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmak istenen düzen ve özellikle Türkiye’ye verilmek istenen biçim Lozan’ın gerçekleştirdiklerinden çok farklıydı. Türkiye, Kurtuluş Savaşı ile kurtardığı topraklarda giriştiği "kuruluş" savaşını, uzun vadedeki amaçlarını da dikkate alarak bütün dünyaya diplomasi yoluyla barış masasında kabul ettirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyet unsuru topyekun verilen kurtuluş mücadelesi ve bir arada kalma arzusuydu. Sonrasında MusulKerkük ve 12 Adalar’da mevzi kaybedilmişse de Batılı ülkelerle imzalanan Lozan Antlaşması da "Türk’ün ateşle imtihanı" sonucunda ulaşılan Misakı Milli’nin tescili ve yeni cumhuriyetin tapu senedi olmuştur. AZINLIKLAR, PATRİKHANE Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin öz değerleri zedeleniyor, Cumhuriyet’in temel nitelikleri farklı birkaç cepheden açılmış saldırılarla yozlaştırılmak isteniyor. Bu süreçte Lozan Antlaşması da, isminin anılmamasına özen gösterilerek maddeleri itibariyle tartışmaya açılmış durumda. Bir yandan ülkenin hukuk düzeni darmadağın edilirken, bir yandan da siyasi ve ekonomi içeren konularda Lozan ve diğer kurucu belgelerle çelişen değişiklikler yapılmak isteniyor. Öte yandan da alt kimlik üst kimlik, Türkiyelilik, ana dil, etnik kimlik gibi ayrıştırıcı tanımlamalar üretilerek Türkiye’nin temellerinin sağlamlığı deneniyor. Bir zamanlar Ege’de Lozan’dan sapma gösterilmiş olması, bugün gerçekleştirilmek istenen değişikliklere dayanak yapılmak isteniyor. Ege’de Lozan Antlaşması ile N ew York Times’in 3 Temmuz 1921 tarihli sayısında Clair Price’in kalemiyle nihayet gerçekleri itiraf eden bir makale yayınlanıyor. "İlk kez Gladstone tarafından ortaya atılan ‘Türklerin bavulunu ellerine vermek’ politikasını uygulayarak onları Avrupa’dan kovmak isteyenlerin 1918 yılından bu yana girişmiş oldukları çabalar olumlu sonuç vermemiştir. Bu politika hiçbir soruna çözüm getirmediği gibi Yunan birliklerinin Türk mevzileri karşısında eriyip gitmesine ve Java dağlarında yaşayan Müslümanlara dek tüm İslam dünyasının Batı’ya karşı ayaklanmasına yol açmıştır. Batı artık kendine gelmeli ve Türk Ulusu’nun, bugün olduğu gibi gelecek yüzyıllarda da Yakın Doğu’nun en güçlü ve güvenilir ulusu olarak kalacağı gerçeğini kabul etmelidir. Batı’nın hoşuna gitsin gitmesin Türk görüşüne ağırlık tanımadan Yakın Doğu sorununu çözümlemek mümkün değildir. Batı dünyası, hiçbir sonuç vermeyen, Türklerden nefret etme alışkanlığından kurtulduğu gün Yakın Doğu’da sürekli bir barış sağlanabilecektir..." Clair Price, The New York Times, 3 Temmuz 1921.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear