28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

22 Yrd. Doç. Dr. Mitat ÇELİKPALA TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniv. Havza yaklaşımı çerçevesinde enerji iletim güvenliği ve Rusya karşıtlığı öne çıkıyor... C S TRATEJİ belirtmek zorundayız. Yeni düzende, bir daha geri dönüşün söz konusu olmadığı bir sistem talebine ve bunun beraberinde getireceğine inanılan rahatlama ihtiyacına cevap Batı dünyası ve onun kurumları olan NATO ve AB olarak belirginleşmekteydi. Türkiye’nin NATO’ya giriş süreci ve bunun sebepleri tekrar düşünüldüğünde bunun çok da anlaşılamaz bir istek olmadığı görülebilir. Batı dünyasının beklentilerinin ve yeni vizyonunun da bu isteklerle çakıştığı söylenebilir. BD’nin yeni dış politika açılımlarının yanı sıra güvenlik stratejileri de geliştirmeye başladığı 2000’li yıllarda Ortadoğu’daki gelişmelere ek olarak son günlerde sıklıkla Karadeniz havzasında meydana gelmesi muhtemel gelişmeleri tartışıyoruz. Karadeniz bağlamında oluşturulmaya çalışılan yeniş strateji ya da diğer adıyla Genişletilmiş (Büyük) Karadeniz Stratejisi çerçevesinde ABD bölgeyi sadece Karadeniz’e kıyıdaş devletler çerçevesinde görmüyor. Karadeniz bir havza olarak tanımlanarak yeni bir alt sistem oluşturacak şekilde yeniden kurgulanmaya çalışılıyor. Bu kurguda Orta Asya ve Hazar enerji kaynaklarının taşınması ile Rusya’ya alternatif hatlar yaratılması gibi konular merkezi öneme sahip. Böylece Karadeniz’e kıyıdaş olmayan Azerbaycan ve Ermenistan ile Tuna, Dinyeper ve Dinyester bağlantılarıyla Avrupa’nın doğusu ve Balkanlar da yeni kurguya ekleniyorlar. Bu bağlamda bölgenin güvenliği konusu sadece bölgesel ülkelere bırakılamayacak önemde görülerek, AvrupaAtlantik bağlantıları olan yeni bir anlayış çerçevesinde değerlendiriliyor. İnsan ve silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti gibi yeni güvenlik tehditleri açısından Karadeniz bir boşluk alanı olarak algılanıyor ve bu bağlamda NATO 2004 İstanbul zirvesinde de tanımlandığı üzere bölge AvrupaAtlantik güvenliğinin önemli bir unsuru olarak tanımlanıyor. A Karadeniz’de yeni bölgesel kurgu Romanya ve Bulgaristan olmak üzere Gürcistan ve Ukrayna’nın ABD taraftarı olarak değerlendirilen yaklaşımları analiz edilmeye çalışılıyor. Hatta zaman zaman eleştiriliyor. Bu noktada akla "Karadeniz bölgesinde bu gruplaşama neden oluştu? Romanya ve Bulgaristan neden bu kadar farklı ve ısrarlı politikalar izliyorlar? Ya da daha amiyane biçimde Romanya, Ukrayna, Gürcistan, Bulgaristan ve hatta belki de Moldova neyin peşinde? Acaba haksızlar mı?" benzeri sorular gelmekte. Bu yazıda hedeflenen Karadeniz’in adı geçen "küçüklerinin" politika tercihlerinin altında yatan sebeplerin tartışılarak analiz edilmesidir. Bilindiği üzere Karadeniz kıyısında yer alan bu ülkelerin tamamı 1990’lı yıllar öncesinde ya Sovyetler Birliğinin birer parçası ya da Varşova Paktı üyesi ülkeler olarak günümüzden çok farklı bir siyasi yapı içerisinde yer almaktaydılar. Dünyayı ve dünya siyasetini algılayışları da bu siyasi duruşları çerçevesinde, Moskova merkezli olarak şekillendirilmekteydi. Her biri dünyaya kapalı, otoriter ve birbirinin aynısı rejimlerle idare edilmekteydiler. Günümüzün önde gelen kavramları olan siyasi çoğulculuk, liberal demokrasi ve ekonomi çok uzakta kavramlardı. Karadeniz ise Türk Boğazları aracılığıyla NATO üyesi Türkiye’nin kontrolü altında tutulan, Rusya ile birlikte hâkim olduğu kapalı bir deniz konumundaydı. Sovyetler Birliğinin dağılması Baltık cumhuriyetleri ve Doğu Avrupa ile birlikte Orta Asya ve Kafkasya’da sosyal ve siyasal hayat ile rejimler dâhil birçok şeyi hızla değiştirdi. Bunun yansımalarının Karadeniz havzasına da sirayet etmemesini beklemek bu bağlamda aslında saf dillik olarak kabul edilebilir. Bahsedilen bölgelerin tamamındaki gelişmelere paralel biçimde Karadeniz kıyısında yer alan ülkelerin her birinde de benzer korkular ve beklentiler oluşuverdi. Geri dönüşü olmayan bağımsızlık isteği ile tanımlanan güvenlik ihtiyacı, ekonomik refah beklentisiyle birlikte başlıca tehdidi Rusya olarak tanımlayınca işler karmaşık bir hal alıverdi. Bu korkuların, Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde yaşadığı korku ve algıladığı tehditlerden farklı düzeyde daha derinlemesine toplumun tüm tabakalarına nüfuz etmiş korku ve tehditler olduğunu Pu tin YENİ GÜVENLİK ŞEMSİYESİ AB VE ABD’NİN FAALİYETLERİ Öte yandan yeniden ve hızla ayağa kalkan Rusya’nın bölgede yeniden huzursuzluk ve çözümsüzlüklere yol açacak politikalar izleyebileceği de dillendiriliyor. Bu bağlamda eski Doğu Bloku ülkeleri üzerinde yeniden bir Rus etkisi tesis edilmesi ihtimali başta ABD olmak üzere Batı dünyasınca göz önünde bulunduruluyor. Çözüm ya da çare ise bu etkinin AB/ABD varlığı ya da etkinliği ile ikame edilmesi olarak belirginleşmekte. Bu bağlamda adı geçen ülkeler bir yandan NATO şemsiyesi altında sağlama alınırken AB üyeliği veya farklı AB politikalarıyla ekonomik ve sosyal yapıları Batı dünyası ile uyumlulaştırılıyor. Hatta bu çerçevede ABD bir yandan Karadeniz havzasında yeni stratejik lojistik üsler kurarken diğer yandan da bu bölgedeki varlığını meşrulaştıracak siyasal altyapı hazırlıklarını yürütüyor. Tüm bu süreçte Türkiye ‘stratejik müttefiki’ ABD tarafından Rusya ile benzer tarzda politikalar izleyerek bu süreci aksatmak hatta daha da ileri gidersek engellemek yönünde işbirliği yapmakla suçlanıyor. Bir takım gruplarca şiddetle eleştiriliyor. Türkiye’deki havaya ise, Irak’ta yaşanan sorunlar sebebiyle ABD’ye duyulan güvensizliğin yansımaları hâkim. Türk siyasa yapıcıları ise haklı olarak yüzlerce yıldır rekabet ve mücadelenin hâkim olduğu TürkRus ilişkilerinin yerini tarihte ilk defa bu kadar üst düzeyde yapıcı ve istikrarlı yeni bir yapı almışken ve bu çerçevede işbirliği söz konusuyken bölgede var olan istikrarın neden tartışıldığı ya da bozulmaya çalışıldığı sorularını sormakta. KARADENİZ”DE TERCİHLER Türkiye ve Rusya’nın aynı kefeye konulduğu bu yeni dengede kefenin diğer tarafında yer alan başta Bu ülkelerin her biri ABD ve AB sayesinde artık toprak bütünlüklerini ve bağımsızlıklarını yeni ve demokratik bir şemsiye altında güvenlik altına alacaklarına inanmaktaydılar. Rusya’ya yönelik tarihsel korkular, yeni Rusya’nın olumsuz olarak nitelenebilecek yaklaşımlarıyla da desteklenince süreç kendiliğinden yukarıda değinilen kutuplaşmaya yol açtı. Kutuplaşmanın bir tarafında demokrasi, çoğulculuk, hukukun üstünlüğü ve insan hakları söylemlerinin yer aldığı Batı dünyası ve onun ideal sistemini uyarlayan ülkeler yer almaktaydı. Romanya ve Bulgaristan NATO üyeliği ile bir yandan siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini garanti altına alırken, bir yandan da 2007–2008 sürecinde elde edecekleri AB üyeliği ile sosyal ve ekonomik refahı ve bunun getirdiği diğer sosyal ve siyasal hakları kazanacaklarına inanmaktaydılar. Hızla ulaştıkları, belki de kolay elde ettikleri bu sonuç, onlara göre büyük bir bedel ödenerek (yaklaşık 50 yıllık zoraki Varşova Paktı üyeliği) elde edilmişti ve geri dönülmemeliydi. Bu beklenti yeni Amerikan politikası ile uyumlulaşınca da karşımıza Romanya ve Bulgaristan’daki Amerikan askeri varlığı ve üsleri çıktı. Eski ve her şeyi dayatan ağabeyin yerini yeni ve her şeyi demokratik yollarla çözümleyen ve dönüştüren ağabeyin alması doğal karşılandı. Hatta bu olması gereken olarak gözüktü. Bu sürecin devamı ise coğrafi ve demografik olarak ulaşılması daha zor olan Ukrayna ve Gürcistan’la geliverdi. Her iki ülkedeki "devrimler" bu çerçevede değerlendirilmelidir. Toplumsal dönüşüm, benzer biçimde düşünmeyen eski sisteme müzahir yozlaşmış iktidarlarca "engellenmekteydi" ve bu demokratikleşme ve halkın yönetimde gerçekten söz sahibi olması yoluyla aşılmalıydı. Bu sürecin önündeki en büyük engel kabul edilen Rusya, Batı desteği ile dengelendi ve rejimler demokratik yolla "değiştirildi". Yeni demokratik iktidarlar ise asli tehdit olarak görülen Rusya’ya karşı hızla demokratikleştirici Batı (ABD diye de okunabilir) ile işbirliğine giriştiler. Rusya ise bu hareketliğe karşı tavrı ve demokratikleşme yerine istikrar söylemiyle bölge ülkelerine yönelik en büyük tehdit olarak görülmekteydi. Bu çerçevede ABD başta olmak üzere Batı dünyasının ortak sorun olarak niteledikleri enerji güvenliği meselesi terörle ve diğer yeni tehditlerle mücadeleyle birleştirilerek yeni stratejik yapılanma ABD üslerini doğuya doğru kaydırırken daha küçük ama hareket kabiliyeti sağlayan üsler kurmak çerçevesinde tanımlanmaya başlandı. Karadeniz havzası tanımı bu bağlamda yeni bir alan tanımlaması vili Saakaş
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear