26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

18 Prof. Dr. Ata ATUN/Sema SEZER Verilen sözler, Türk siyasetinin ‘başağrısı’ olma yolunda… C S TRATEJİ Steinmeier'in KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüşmesini "AB'nin Rum yönetimine biraz ileriye gidiyorsun" mesajı olarak yorumluyorlar. Aynı zamanda Kıbrıs konusundaki Rum tezlerine en fazla desteği veren gazetelerden biri olarak bilinen Fransız gazetesi Le Monde'un yıllar sonra ilk kez Rumları, Annan Planı'nı reddettikleri ve Kıbrıslı Türklerin izolasyonu nedeniyle sert dille eleştiren bir yazı yayımlaması ise Fransa’dan ve Fransız kamuoyundan Rumlara verilen bir başka "ayağını denk al" uyarısı. Rumların AB'ye alınmasında önemli rol oynayan, Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı Mechtild Rothe’nin, KKTC temasları sırasında "Kıbrıs Türk toplumu ile dayanışmamızı dile getirmeye geldik" demesi ise, AB Parlamentosu’nun Rumlara bir başka uyarısı oldu. Bu ilk Faslın müzakeresi aşamasında Rum tarafı isteklerini tekrar dikte ettirmiş oldu, Türkiye de ilk başlığı kazasız belasız açıp kapamış oldu ve bir örnek yarattı. Peki ya gelecek. Gelecekte ne olacak? Kıbrıs Rum Yönetimi ile Türkiye’nin verdikleri karşılıklı ödünler, yıllar sonra Türkiye AB’ye katılana kadar sürmeyecek. Her seferinde ödünler biraz daha azalacak, tavırlar biraz daha sertleşecek. Arada kalan AB olacak. Zaten daha bu günden başlamak üzere Türkiye ile Kıbrıs Rum Yönetimi arasında tampon rolü oynamaya başladılar. Geçmişte diğer katılımcıların tarama sürecinde ve müzakere sürecinde hiç bunlar yaşanmadı ve gerek tarama sürecine gerekse de müzakere sürecine siyaset hiç bulaşmadı. İşin doğrusu Türkiye taramayla ilgili başlıklarda (fasıllarda) ne yapılması gerekiyorsa hepsini eksiksiz yerine getirdi ve bunların hepsi de AB’nin ilgili komisyonlarınca kabul edildi. Şimdi Rumların bu yaptıkları ve ortaya koydukları tavırları kötü bir örnek olarak ortaya çıktı ve Yunanistan da dahil olmak üzere geri kalan 24 AB üyesi ülke tarafından öyle algılandı. ürkiye AB Katılım Müzakereleri fiilen hükümetler arası konferansla başladı. İlk "Bölüm" veya "Fasıl" "Bilim ve Araştırma" başlığı altında görüşüldü. Türkiye tam olarak hazırlandığı ve ilgili tüm yasa ve tüzükleri geçirmiş olduğu için açıldıktan kısa bir süre sonra da kapandı. Kapanırken de fırtınalar koptu. Başlıklar açılırken AB’nin 25 üyesinin "Oy Çokluğu" gerekiyor. Yani asgari 13 üye açılsın derse, müzakere edilecek başlık açılıyor, demez ise belirtilen eksiklikler veya yerine getirilemeyen uyum yasaları tekrar gözden geçiriliyor ve başlık müzakereye açılıyor. Kapanırken iş biraz farklı. Başlık kapanırken AB’nin 25 üyesinin "Oy Birliği" gerekiyor. Yani AB’nin 25 üyesinin tümünün "Evet" demesi gerekiyor. Aralarında asgari bir tanesinin "Hayır" demesi durumunda başlık kapanamıyor ve diğer başlığa da geçilemiyor. Bir nevi müzakerelere takoz konmuş oluyor. Bu nedenle de, Türkiye’nin AB ile müzakere süreci, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile olan sorunlarından dolayı oldukça sıkıntılı geçecek. Bu tabii AB’nin ve AB üyesi ülkelerin görüşü. Türkiye’nin görüşü bu doğrultuda değil. Türkiye, AB’ye siz KKTC’ye uygulanan ambargoları kaldıracağınıza söz verdiniz, siz sözünüzü tuttuğunuz gün ben de sözümü tutacağım demeye getirerek, hukuken taahhüt etmiş olmasına rağmen Kıbrıs Rum tarafına hava ve deniz limanlarını açmıyor. Gerçekte AB’nin verdiği söz "Siyasi" boyutlarda. Türkiye’nin imzaladığı belge ise "Hukuksal" boyutta. Bu durumda uzlaşı önündeki en büyük engel, Kıbrıs Rum tarafı ve Kıbrıs konusu. Rumlar AB’nin arkasına saklanarak limanların açılmasını ve tanınmayı talep ediyorlar. BU tamamen yasal ve hukuksal hakları. Lüksemburg’daki krizin kökeni ve bundan sonraki tüm krizlerin kökeni de Katılım Ortaklık Belgesi içinde yer alan, Türkiye'nin Rum Kesimi'ne limanlarını açması konusuydu ve bu konu her kapanışta masaya konacak. Kıbrıs’lı Rumlar sessizce ve pusuda bu günü bekliyorlardı ve gün geldi çattı. Rumların itirazları çok yapay ve aslında bir tane değil iki tane. Birincisi; "Kötü Örnek" olmasın diye müzakerelerin hemen açılıp kapanmaması. Rumlar, Türkiye’nin sorumluluklarını yerine getirmeden her fasıl açılış ve kapanışında 1. Faslı yani başlığı örnek göstermesinden korkuyor. İkincisi de başlığın (fasıl) müzakeresi içine, Ek Protokol, Katılım Anlaşması ve Katılım Ortaklık Belgesi içinde yer alan Türkiye'nin Kıbrıs'la ilişkilerini normalleştirmesi maddesinin yani Türk deniz ve hava limanlarının, Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarına açılmasını ve belirlenecek bir tarihte de, Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanıması koşulunu koymak istiyorlar. Geçtiğimiz yıl, Galler'de düzenlenen AB Dışişleri Bakanları toplantısında, AB'nin, Türkiye'nin deklarasyonuna karşı yayınladığı karşı deklarasyon var ve Kıbrıs, bunu gerekçe Yakovu göstererek T Müzakereler çıkmaz yolda ilişkilerin normalleştirilmesi ve Pozisyon Belgesine konmasında diretiyor. Rum kesiminin Türkiye’ye karşı tutumu AB’yi zorluyor. Türkiye’nin ek protokolün yıl sonuna kadar uygulanması konusundaki taahhüdü çok baş ağrıtacak gibi görünüyor. GÖSTERMELİK ÖDÜN Anlaşılıyor ki, Kıbrıs Rum Yönetimi bu ısrarını şimdilik ve ortalığı iyice karıştırdıktan sonra geri çekti. Bu konunun zaten yıl sonundaki AB zirvesine dek ertelenmesi öngörülüyordu, Kıbrıs Rum Yönetimi de malumu sanki ödün vererek kabul etmiş konumuna girmiş oldu. Kıbrıs Rum Yönetimi daha ilk başta "Ucuz bir Kahramanlık" yaptı ve bunu geri kalan 34 başlıkta da yapacak. Hiçbir fırsatı kaçırmak istemiyor ve her seferinde de "Türkiye'nin Kıbrıs'la ilişkilerini normalleştirmesi"ni isteyecek ve dile getirecek. Amacı kendisine puan toplamak ve Türkiye’nin direncini kırmak. Bir başka seçenek veya yan yol da, AB Ortaklık Konseyi tutum belgesindeki imza mekanizmasının Lüksemburg’daki AB daimi temsilcisiyle de halledilebilecek bir konu olması. Bu çok önemli bir detay. AB, Türkiye ile olan ilişkilerini koparmak taraftarı değil. Türkiye’de aynı düşünce de ama baştaki siyasiler zaman zaman gelişmeleri onurları ile aynı kefeye koyuyorlar. Başbakan Erdoğan, kriz aşılamazsa Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri konusunda "Yeni politikalar üretiriz. İngiltere’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecini incelerseniz buna benzer olaylar görürsünüz" diyerek kararlı olduğunu da ve ödüne çok yakın olmadığını vurguluyor. Rum tarafı açık ve net olarak bu defa AB içinde yalnız kaldı. Yunanistan da dahil olmak üzere 24 üye kendisine destek vermedi. Rumlar şimdilik Paris Anlaşması’nın kendilerine otomatikman verdiği yetkileri kullanıyorlar. Desteğe gereksinimleri ve sırtlarını dayayacak bir dayıya (şimdilik) ihtiyaçları yok zannediyorlar ama kazın ayağı öyle değil. Zaten Rum siyasiler ve Rum basını AB'deki havanın, Kıbrıs Rum yönetimi aleyhine esmeye başladığı düşüncesindeler. Almanya Dışişleri Bakanı FrankWalter TÜRKİYE’NİN TAVRI Başbakan Erdoğan, bu konudaki düşüncelerini de açıkça "Siyasi bir yaklaşımla tarama süreci gölgelenirse, bundan sonraki sürece de bizim yaklaşımımız çok farklı olur" diyerek en azından 21 Ekim 2007’ye kadar olan süre içinde başta kalacağı düşünülen AKP hükümetinin kesin tavrını ortaya koydu. 21 Ekim 2007’de Parlamento seçimlerinin yapılacak olması, bundan sonraki sürecin daha zorlu ve çetin geçeceğini, Türkiye’nin de Rumların fasıllar kapanırken çıkaracakları zorluklar karşısında hiç taviz vermeyeceklerini gösteriyor. Özellikle Lüksemburg’da varılan anlaşma ve Ek Protokol, Katılım Anlaşması ve Katılım Ortaklık Belgesi içinde yer alan Türkiye'nin Kıbrıs'la ilişkilerini normalleştirmesi konusunun 31 Aralık 2006 tarihine kadar gerçekleştirileceği taahhüdü, çok kişilerin başını ağrıtacak, kimi siyasilerin de siyasal hayatlarına son verecek gibi gözüküyor. Gül
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear