Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
¥ Aynı gençlik coşkusuyla, bu olaydan sonra da artık eleştirmendim! Bu arada öyküler de yazıyordum. O yıllarda önemli bir ödül almama, öykülerimin dergilerde yayımlanmasına karşın, Şairin Kedisi adlı kitabım yayımlanıncaya değin kendime öykücü diyemedim. Belki iç arayışlara yönelik ruh durumumdan gelen bir itkiyle deneme yazmaya daha yatkın buluyorum kendimi. Eleştiri diye yazdıklarıma, yukarıda da değindiğim gibi, “denemesel eleştiri” demek sanırım uygun düşecektir. Cemal Süreya ile Asım Bezirci de beni denemeci sayardı. Eleştiri bir yana, yazdığım romanlarda, öykülerde de denememsi yönsemeler olduğunun farkındayım. Eleştiriye deneme havası içinde yaklaştığım, Edebiyatın Dar Yolu’nda yer alan yazılardan bellidir. Benim eleştirim, klasik anlamda eleştiri değildir, okuduğum yazarların ortamında denemesel düşünceler üretmektir. Çağımızda, duyguların esnek bir üslupla yansıtıldığı denemesel anlatının etkisi görülen roman ve öyküler de az değildir. Fethi Naci, ortaya koyduğu çalışmalarla güven uyandıran bir eleştirmendi. “Yeri doldurulmaz” yargısı sanırım en çok ona uygun düşecektir. Edebiyatımızı toplumsal açıdan ilk irdeleyip yerine oturtanlardan biridir. Yazarın sanatsal emeğiyle toplumsal konumu arasındaki köprüyü kurmakta da büyük emeği geçmiştir. Hiçbir kitabı üstünkörü okumamıştır; bir kitabı değerlendirecekse, onu dipnotlarına kadar okuyup iyice kavradıktan sonra yargıda bulunduğu, onu tanıyanların ortak düşüncesidir. Serzenişlerin dışında kimsenin ona tepki göstermemesinin temelinde bu yatar. uzak durmaya özen gösterdiği biliniyor; Tristram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri adlı romanın yazarı Laurence Sterne gibi. Romanının bir yerinde şöyle diyor Sterne: (...) Gelecek ay içinizden herhangi biri yine dişlerini gıcırdatarak saldırmaya kalkışırsa ve ben gene iyi niyetle aldırmazlıktan gelirsem eğer, sinirlenmeyin sakın zira yaşadığım ya da yazdığım süre boyunca namuslu bir beyefendiye tek bir kötü söz söylememeye, hakkında kötü bir dilekte bulunmamaya kesin kararlı olduğumdan, tıpkı Toby Amcamın bütün yemek boyunca burnunun ucunda vızıldayan sineğe yaptığını yapacağım. “Git, zavallı musibet,” demişti amcam,“uç git, niye senin canını yakayım ki? Bu dünya sana da yeter bana da.” ‘ELEŞTİRİDE BEĞENMEK ÖLÇÜ DEĞİL’ Edebiyatın Dar Yolu’nda fikirleri ve teknikleriyle ters düştüğünüz ya da benimsemediğiniz ustalar da yer aldı mı? Sanat, benzemezliklerin ürünüdür. Benzerlikler, ters düşmeler bir yana, sanatta esinlenmeler bile yapılanı kuşkulu hale sokar. Eleştiride, beğenmek ölçü değildir. Yazdıklarında beğenme coşkusuna kapılan, üzerinde durduğu eseri galvaniz banyosuna sokan her eleştirmen kendinden bir şeyler yitirir. Eleştirmenin işi, beğendiğini göklere çıkarmak, beğenmediğini yerin dibine batırmak değildir; üzerinde durduğu eserin hakkını vermektir. Yukarıda adlarını andığım eleştirmenlerden de, kendi kuşağımdan da çok şey öğrendim. Yazının ölçüsü farklıdır; öğrenirsiniz, ama isteseniz de onlardan biri olamazsınız. Olduğunuzu varsayın, yaptığınızda sizin kişiliğinizin izi silinir. Başta Ataç, her eleştirmen, ardında bir şeyler bırakmıştır. Onlardan bir şeyler kapabilmeniz önemlidir. Kapmadığın savunan yalan söyler. Yine de, çalılı çeperli de olsa kendi yolumda yürümeye çalıştım. Hakkımdaki bu yargıyı açmak için şu eklemeyi de yapmalıyım: Onlardan biri gibi yazmak istesem de ona gücümün yetmeyeceğini, ustalık aşamasına gelmiş bir yazara öykünmenin boşa kasnak döndürmek olduğunu bilirim. ‘BÜYÜK BİR YAZARA ÖYKÜNÜLEMEZ’ Büyük bir yazara öykünmenin riziko su büyüktür; sabah olup, güneşin ayın ışığını yuttuğu gibi, o da öyküneni yutar. O yönden, fikirleriyle, teknikleriyle ters düştüğüm oranında ters düşmediğim yazarlar da olmuştur. Ama söylemimin onlardan farklı olduğunun bilincindeyim. Ele aldığı yazarda kendi ölçülerini arayan, onu bulamayınca ağzına geleni söyleyen eleştirmenlerin tutumunu hiç benimsemedim. Onların, altında ezildikleri üstünlük duygusuyla böyle davrandıklarını deneyimlerimden biliyorum. EDEBİYAT KÖPRÜSÜ FETHİ NACİ… Fethi Naci gibi dev bir eleştirmeni yitirmiş olmamız kuşkusuz büyük kayıptır. Siz de fark etmişsinizdir; eleştirisine uğrayanlar da dahil, cenazesinde her kesimden insan vardı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Fethi Naci, ortaya koyduğu çalışmalarla güven uyandıran bir eleştirmendi. “Yeri doldurulmaz” yargısı sanırım en çok ona uygun düşecektir. Edebiyatımızı toplumsal açıdan ilk irdeleyip yerine oturtanlardan biridir. Yazarın sanatsal emeğiyle toplumsal konumu arasındaki köprüyü kurmakta da büyük emeği geçmiştir. Hiçbir kitabı üstünkörü okumamıştır; bir kitabı değerlendirecekse, onu dipnotlarına kadar okuyup iyice kavradıktan sonra yargıda bulunduğu, onu tanıyanların ortak düşüncesidir. Serzenişlerin dışında kimsenin ona tepki göstermemesinin temelinde bu yatar. Sözünü sakınmaz görünüşünün ardında duygu yüklü bir yürek taşırdı. Sanata saygı uğruna o yüreği bastırmayı bilmiştir. Fethi Naci, eleştirisini kanıtlara bağlayarak yapmıştır. Her an, düşüncesini kanıtlayan veriler vardı aklında. Eleştirdiklerine yönelik yargılarına önem verilmesinin özünde bu yatar. Çevreme bakıyorum; ağzından ne çıkacak diye beklenen eleştirmen tipi, herhalde Fethi Naci’nin ölümüyle yok oluyor... Kimilerince belki var; ama ortaya koydukları neyle dolduracaklar onun yerini? Fethi Naci gibi etkili mi yargıları? Sanırım bu soruların yanıtını bulmak uzun yıllar alacak... YENİ YAPITLARI… Sonraki yapıtınız hakkında ipuçları rica ederek bitirelim söyleşimizi? Yakında, Cumhuriyet Kitapları arasında Ağıt Toplumu adlı deneme kitabımın yeni baskısı yayımlanacak. Önümüzdeki aylarda da, son yedi öykümün yer aldığı Şah Mahmet Can Yayınları arasında çıkacak. Kitabın içinde, 1964 yılında başlayıp 44 yıl sonra bitirdiğim “Varoluşun Sesi” adlı bir öykü de yer alıyor. Başka bir öyküm, “Eller”i yazmaya başlayışımın üzerinden de nerdeyse 40 yıl geçti. Sonuç olarak; ne yazarsam yazayım, köşe yazısı, deneme, eleştiri; gözümün önünde her an öykü ve roman kişileri dolaşıyor. En iyisi, nice arayıp yanıtını bulamasam da, içimde sürekli beni yargılayan bir soruyla bitireyim söyleşimizi: Hangi yazar kendini anlatmaya göze alabilir; koca bir ömrü yazıya bağışlamış da olsa?.. Yine de yazının gizli şifresini sizden gizlemeyeyim: Başlamak!.. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Edebiyatın Dar Yolu/ Adnan Binyazar/ Can Yayınları/ 313 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 971 ‘TEK ÖLÇÜM METİN’ Eleştiri ‘edebiyatın dar yolu’ olmaktan hangi şartlarda çıkar? İnsanın ruh yapısında büyüklenme, boş yere övülmeyi kişiliğe hakaret sayma, iyi bir şeyi kötülemeye kalkma, kendini üstün görme, rakip tanımama... duygularında bir değişim olmadıkça, eleştiri hem eleştirmenlerce, hem eleştirilenlerce dar yol olmayı sürdürecektir. Eleştirmen yazdığını, topuzu hilesiz teraziyle tartmadığı, öyle tartının bir duygu haksızlığı olduğu bilincine ermedikçe, bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Kitapta da belirttiğim gibi; Edebiyat, bilimde olduğu gibi, buluşların değil, yaratıcılığın ürünüdür. Oylumlu çalışmalar yapıldıkça, yazan ne yazdığını bilecek; değerlendiren, inandırıcı ölçütler koyacaktır. Bu yapılırsa eleştiri, ‘edebiyatın dar yolu’ olmaktan çıkar. Yoksa, her an, sanatın her dalında, ellerini göz gibi kullanan körlerle karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır... KÖŞE KAPMACA! Edebiyatın Dar Yolu’nda yer alan ustalara en çok hangi açıdan yaklaşmayı denedi, yaklaştı Adnan Binyazar? Değerlendirmelerinizdeki ölçütlerinizi ve perspektifinizi anlatır mısınız? Başta da söylediğim gibi, usta olsun, çırak olsun; beni metin ilgilendiriyor. Yazarı yazdığıyla anlamaya çalışıyorum. Yazarlıkta kimsenin kimseye ders vereceğine inanmadığımdan, hemen bütün acemi eleştirmenlerin yaptığı gibi, “Sen öykü yazmışsın ama her öykünden bir roman çıkar” deme saçmalıklarına düşmemeye çalışırım. Beni, öykü yazmışsa öyküsü, roman yazmışsa romanı ilgilendirir. Ayrıca, iyi bir yazar, susamak eyleminden bile üç satırlık bir öykü de çıkarır, koca bir roman da. Yazarlık damarı taşıyorsa, suyun serüveninden destan bile yaratır. Yeter ki, beyninde yazının cevahiri parlasın. Eleştirmenin metnin estetiğini kavrayamaması, önemli değerlendirme sapmalarına yol açabilir. Öyle ki, duygu yoksunu bir eleştirmen, duygu anıtı bir eseri rahatlıkla kör duyusunun çöplüğüne atabilir. Zamanın, eleştirmenlerin tutmadığı yazarlardan yana olmasının nedeni budur. Birçok yazarın da, eleştirmenlerden SAYFA 8 “İyi bir yazar, susamak eyleminden bile üç satırlık bir öykü de çıkarır, koca bir roman da. Yazarlık damarı taşıyorsa, suyun serüveninden destan bile yaratır. Yeter ki, beyninde yazının cevahiri parlasın”diyor Adnan Binyazar. Yukarıda Gamze Akdemir’le birlikte....