25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ ömür boyu şiir yazıp tek şiiri olmayan da. Kimi tek türde yazar, kimi bütün türleri dener. Tek türde yazıp başarılı olan da vardır, olmayan da. Her türde yazmasına karşın, çok kişi, ancak yine de bir türde öne çıkmıştır. Eleştirmenlerin başlangıçta şiir, öykü, roman yazmaya koyuldukları, bu türlerde başarı gösteremeyince eleştiriye yöneldikleri kanısı yaygındır. Yazdıkları eleştirmenlerce beğenilmeyen, yaratıcılıktan yoksun vasat şairlerin kanısıdır bu. İnsan, haksız övgüler karşısında gösterdiği tavrını haklı yergiler karşısında gösteremiyor. Eleştirmen böyle bir darlık yaşadığından, kitaba Edebiyatın Dar Yolu adını verdim. Oysa “eleştirmen, her insani bilginin hâlâ gelişip olgunlaşmaya muhtaç olduğunu bağırmakla, her sabah, insana hayvan olmadığını hatırlatan” bir düşünce adamıdır. laşımı uzun yıllar eleştiri sayılmıştır. Ataççı eleştiri, temelde, iyikötü, beğendimbeğenmedim sınırları arasında sıkışıp kalmış, bundan dolayı, Ataç, özellikle şiirde, yerine göre göklere çıkardığı, yerine göre yerin dibine batırdığı adaylar bulmakta zorluk çekmemiştir. gilerinde rastlanacak. Görülüyor ki, önce de değindiğim gibi, bugün eleştiri diye yazılanların çoğu tanıtma amacına yönelik değinmelerdir. USTALARIN YOLU YORDAMI… Eleştirinin hakkını verebilmenin yollarını anlatır mısınız, ustalardan örnekler vererek? Eleştirmenin, okuduğunu iyi bir tartımdan geçirmesi, onu sanatsal ve toplumsal boyutlarıyla çözümleyip yorumlaması gerekir. Bir kitabı iğreti ölçülerle değerlendirmeye kalkmak, edebiyata da, yazara da, okura da haksızlıktır. Eserleri öznel bir bakışla eleştirmesine karşın Ataç, eski edebiyatımızı reddederken, neyi reddettiğini iyi bilirdi. Özellikle Fransız edebiyatındaki akımsal dalgalanmaları, yenilikleri günü gününe izlerdi. O ölçüde, Divan edebiyatının hangi yönlerden zamanını doldurduğuna, Batı edebiyatının Türkiye’ye yansımalarına inandırıcı kanıtlar bulurdu. SIKIYSA ÖVME YAZARI! Kitabın ‘sunu’sunda, değiniyorum; eleştiri neden bir dar yoldur? Bu, “eleştirenden de geliyor, eleştirilenden de. Yazarı övmemişse, eleştirmen, Hâşim’in deyimiyle, her fikir otlağından, topal ve yaralı bir hayvan gibi sopa ile, taşla, tekme ile uzaklaştırılır.” Övdüğüne de yaranamaz; yazarın aklından geçenleri söylememişse, o yazar, eleştirmenden söz ederken, ‘O da kendince bir şeyler yazmış’ der geçiştirir. Ölçü bu olursa, bir romancı, öykücü, şair ya da deneme yazarının eleştiri yazması pek ciddiye alınmaz. Oysa, kanımca, edebiyatımızda en iyi şiir eleştirilerini bir şair, Cemal Süreya yazmıştır. Denemelerinin de ondan kalır yanı yoktur. Sorunuzdan anlıyorum; benim gibi, şiirin dışında bütün türlerde yazmış olan biri için, kimi durumlarda bu “dar yol”un, iğnenin deliğine döndüğünü açıklamamı istiyorsunuz. Benim eleştiri anlayışım, yargılayıcı, tepeden bakıcı bir nitelik taşımadığından, bu darlığı duymuyorum. Ben, bir metne dışından bakmıyorum, çünkü metnin içinde yer alıyorum. ‘DENEME YAZARIYIM’ Öykü yazdığımdan, öykü üzerine yazarken, öykücünün hangi sözcüğü nasıl yerine oturttuğunu, ilgimi çeken bir betimlemeyi nasıl bir söylemle oluşturduğunu az çok kestiririm. Eleştiriyi yazarla birlikte düşünerek, duygulanarak, yer yer hayranlık duyarak yazdığım yazılar vardır. Yazılana nesnel verilerden çok coşkularımla bakarım. Bu bakımdan, benim yazdıklarım eleştiri bile sayılmaz. Ben, kendimi bir eserde arayışlara koyulan bir deneme yazarı olarak görüyorum. Doğan Hızlan, Edebiyatın Dar Yolu’nu tanıttığı geniş oylumlu bir yazısında, kitapta bir araya getirilen yazılara haklı olarak “deneme/eleştirel” diyor. Emin Özdemir, “denemesel eleştiri” diyerek bu kavramı terimleştirmiştir. Benim yazareleştirmenliğimde, “birinden birinin” ödün vermesi gerekmiyor. Biri isem, öbürü gibi davranmıyorum; yazarla birlikte olmaya çalışıyorum. Şimdi eleştirmenlik kolay mı? Günümüzde, kimileri eleştiriyi tam zamanlı kalifiye bir okuma ve araştırma faaliyeti olmaktan kolaya mı indirgedi? Eskiden nasıldı? Eleştirmenlik şimdi hem zor, hem kolay. Üniversiteler bu işe el atana değin, eleştiri kuramsal bilgilerden yoksundu. Eleştiri yazan, eleştiriden ne anlıyorsa onu yazıyordu. Bu tutum, okuyanlarca da benimsenmiştir. Örneğin Nurullah Ataç’ın eserlere eleştirel yakSAYFA 6 ELEŞTİRMENLER CÜCELEŞİYOR MU? Asım Bezirci’nin, eleştiride bilimselliği savunarak Ataç’ı öznel, kendini nesnel eleştirmen saymasının da sağlam temele oturduğu söylenemez. Bugün, üniversitelerin dil ve edebiyat bölümlerinde eleştiri kuramları üzerine yapılan geniş oylumlu çalışmaların belli başlı dergilerde yayımlandığını görüyoruz. Çoğu, ancak yabancı yazarlardan aktarılan bilgileri iletiyor okura. “Günümüzde, kimileri eleştiriyi tam zamanlı kalifiye bir okuma ve araştırma faaliyeti olmaktan kolaya mı indirgedi?” yolundaki sorunuzdan bu boşluğun vurgulanmasını istediğiniz anlaşılıyor. Her şey bu yöntem sapmasından doğuyor. Bugün eleştiride Şimdi adı eleştirmene çıkmışkimse ‘kalifiye bir okularda böyle bir ağırlık yok. ma ve araştırma faaliyeBelli bir çevrenin dışında kimti’ne girişmiyor. Böyle se de onların ne yazdıklarının olunca, bütünlüklü bir farkında değil. Oysa, Ataç ve eleştiri etkinliğinden de, bu işi belli kurallarAtaç sonrası dönemde, yeni la yerine getiren eleştirçıkan bir kitap hakkında ne menden de söz etmek söyleyecek diye eleştirmenledoğru olmayacak. Eleşrin ağzına bakılırdı. Eleştiri, tirecekleri kitaba nergünümüzde, artık dar alanladeyse hiç değinmeden sayfaları genellemelerle ra sıkışmış bir etkinlik... doldurandan geçilmiyor. Kimi özetlemeye bile gerek görmeden, olduğu gibi aktaAtaç, şiir ya da eleştiri rıyor. Hâşim, eleştirmeni, “insan zekâsıalanında görüş bildiren yanın en etkili hizmetçilerinden biri” sazarlarla kavgayı sürdürüryar. Eleştirmen bu görevini yerine getiken, kaleminin ucunu umut rirken, kendini dev aynasında görüp, uyandıran gençlere doğrultokur karşısında cüceleşme tehlikesiyle muştur. Metin bilgisi sağher an karşı karşıya kalacağını aklından lam olan Adnan Benk doğçıkarmamalıdır. rudan söylerdi söyleyeceğini, önyargı nedir bilmezdi. Şu tanınmış, bu tanın‘YAZALIM DA YER YOK’ mamış gibi bir ölçüsü yoktu. Kişiden DİYENLER, DİKKAT! çok, yazılanı göz önünde tutardı. Vedat Atilla Dorsay da eleştirememekten Günyol, bir eserin gerçekliğine ve gümuzdarip olduğunu söylemişti yaptığızelliğine yönelirdi. Yazdıkları eleştiri olmız bir söyleşide. Sayfa hali yani yer olmaktan çok deneme sayılırdı. Memet maması dolayısıyla “tanıtım” ve sizin de Fuat, geniş açılı düşünür, değerlendirmeyi denemesel oylum içinde yapardı. Edebiyatın Dar Yolu’nda belirttiğiniz Fethi Naci, ele aldığı roman ya da öykügibi “değinme”yle belki sonlarda birkaç yü dipnotuna kadar okurdu. Yargılarıparagraf eleştirebilmekle yetinmek söz nın ağırlığı vardı. Gezgözarpacık hizakonusu. Dar alanda kısa paslaşmalar ya geldi mi, tetiğe basardı. Tek cümlelik misali… Açıklamanızdan anlaşıldığına göre, yargılarla kimini edebiyat tahtına oturAtilla Dorsay’ın yakınması yer darlığıyla turdu, kimini de tahttan indirirdi. Asım ilgili. Attilâ İlhan, ondan yazı isteyenleBezirci, çalışkanlığıyla, edebiyatın balare sözcük sayısını sorardı. Yaşamımıza rısıydı. Roman, öykü, şiir, deneme, eleşbilgisayar girdikten sonra ölçü daha da tiri; her türü aynı bakış açısından eleştiinceldi. Yazı isteyene artık vuruş sayısı recek bilgi birikimine sahipti. soruluyor. Yazıyı ona göre biçimlemek, Şimdi adı eleştirmene çıkmışlarda sanırım en çok sayfayı düzenleyenlerin böyle bir ağırlık yok. Belli bir çevrenin işine yarıyor. Planını ona ayrılan yere dışında kimse de onların ne yazdıklarıgöre yapan yazarın yer darlığı çekeceğinın farkında değil. Oysa, Ataç ve Ataç ni sanmıyorum. sonrası dönemde, yeni çıkan bir kitap Ben dar yerin hakkını vermeyi, sayfahakkında ne söyleyecek diye eleştirmenlar doldurma sancısı çekmeye yeğlerim. lerin ağzına bakılırdı. Eleştiri, günüKuşkusuz, sözcük ya da vuruş sınırlanmüzde, artık dar alanlara sıkışmış bir etkinlik... dırılması, savunulan bir düşüncenin ayrıntısına girmeyi engelleyecektir. AçıkELEŞTİRİ VE TANZİMAT çası, hayatımıza ‘fastfood’ girdiğinden MİLADI… beri, okur, oylumlu yazılar yerine dar Eleştiri ve tarih konusunu sormak yere sığdırılmış yazıları yeğliyor. Yazı istiyorum. Tarihin hem aksediş hem de alanını daraltanların istediği de bu. İlyaşanış anlamlarında çetelesi, hatta belhan Selçuk, gazeteye ilan gelince, yazısıgesi de eleştiri, öyle değil mi? Bu bağnı kısaltmak zorunda kaldığını kaç kez lamda yazarlarımız nasıl yapıtlar ortaya yazdı... koymuşlar? Sanırım artık klasik eleştiri tarihe karışıyor. Dorsay’ın özlemini duyduğu ya Yalnızca eleştirinin değil, edebiyatızılara belki sanat, edebiyat ve bilim dermızın da tarihsel ve toplumsal bakış açı sından değerlendirildiği kanısında değilim. Eleştiri bizde Tanzimat’la başlamıştır. O zamandan bu zamana eleştirinin ne olduğu yeni yeni öğreniliyor. Derleme yazılardan oluşan eleştiri kitaplarının dışında, bizde bu konuyu tarihsel gelişimi ve sanatsal önemi açısından ele alan bir kitap yok. Sorunuzda ‘tarihin hem aksediş hem de yaşanış anlamı’ üzerinde duruyorsunuz. Eleştiri bizde doğmadığı için, hep dışardan alınan aktarmacı bilgilerle yetinmişiz. Üniversitedeki çalışmalara bakalım, çalışmaların çoğu ad sıralamalarından, ‘şu şunu dedi, bu bunu dedi’den ileri gitmiyor. Böyle olunca, yapılanlarda ‘tarihin aksediş ve yaşanış anlamı’nı aramak boşunadır. O anlamda kitap aramaya kalkıldığında elimizde, romana yönelik olarak Cevdet Kudret’in Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman; Berna Moran’ın Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış; Fethi Naci’nin 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, Yüzyılın 100 Türk Romanı; Emin Özdemir’in Eleştirel Okuma, Yazınsal Türler kalır. Kuşkusuz Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri adlı incelemesiyle önemli bir boşluğu doldurmuştur. Ancak, şiiri “Sepet sepet yumurta yârim beni unutma” ayarındaki bir şairle, “şiirine sosyalizmin çamurlu sularını karıştırdı” diyerek lekelemek istediği çağımızın büyük ozanlarından Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı bir araya getirirken hiçbir rahatsızlık duymamıştır. Ne adildir ki, ideolojisini hınca dönüştüren kişilerin bu tür yargılarını çürük yumurtaya dönüştürmekte gecikmiyor ‘zaman’... Yalnız, Edebiyatın Dar Yolu’nda değindiğim gibi, ne yazık ki, bizim edebiyatımız, Mina Urgan’ın “tarihin aksediş” mantığıyla yazdığı İngiliz Edebiyatı Tarihi, Shakespeare ve Hamlet, Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More oylumunda yapıtlara henüz kavuşmuş değildir. DENEMESEL ELEŞTİRİ Kitabınızda eleştiriden çok denemeye yatkın olduğunuzu belirtiyorsunuz. Kendinize yönelik bu yargınızı biraz açar mısınız? Edebiyata Varlık dergisinde izlenimsel yazılarla, kısa öykülerle başladım. André Gide’in Dünya Nimetleri’nde geçen “Mutluluk anlardadır” sözü beni çok etkilemişti. Duygu dünyamda bu sözün karşılığını aradım. Kendimce buldum, onu yazdım. Yazım, hemen o ay, derginin ön sayfalarında yayımlandı. Coşku duyarak yazdığım bu türe karşı içimde bir yatkınlık uyandı. Gençlik işte, insan, kendi kozasının içini saray sanıyor; adımı Varlık’ın önemli yazarları arasında görünce kendimi onlardan biri sayma hülyalarına kapıldım! Carolina Maria de Jesus’un Brezilya’da yankılar uyandıran eseri bizde de Çöplük adıyla yayımlandı. Onunla ilgili yazımdan uzunca bir bölüm Çöplük’ün son¥ raki bir basımının başına kondu. CUMHURİYET KİTAP SAYI 971
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear