Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Günter Grass’ın anıları Çıkmayacak günah 2007’de sekseninci yaşını deviren Nobelli yazar Günter Grass’ın özgün adı Beim Häuten der Zwiebel olan anıları, Soğanı Soyarken adıyla Türkçeye çevrildi. İtiraflar ve itiraf külliyatı/yazını okurun ilgisini her daim çektiğinden, Grass’ın otobiyografisi de çarpıcı bir itirafla gündeme oturmuştu. Grass’ın, geçmişte Nazi Partisi’nin paramiliter kolu olan Waffen SS’te yer aldığını açıklaması, büyük bir sansasyon yarattı ve yazar bu itirafla pek çok gazetenin arşivine girdi. Grass anılarında, bu itirafa ve bu itirafın çevrelediği yıllarına geniş bir bölüm ayırmış. Kitaptan, Grass’ın küçük yaştan SS’e girmeye niyeti olduğunu ancak SS’in ant içme marşını söylemek için on yedisine kadar beklediğini öğreniyoruz; yazarın marştan aklında kalan bir mısra da melodisiz olarak mırıldanılıyor: “Herkes ihanet etse de biz sadık kalırız…” Ë Müge KARAHAN nılarının, Grass’ın sansasyonel itirafıyla gündeme gelmesi, okuyucunun itirafa yönelik ilgisine de bağlanabilir. Biyografiden farklı olarak otobiyografide, yazarın hayatına yönelik bir ifşa beklentisi bulunur. Yazar, kendisinden başka kimsenin ortaya dökemeyeceği bir bilgiyi serebilir bu talep otobiyografinin içine sızmıştır. Biyografi, bir yazarın hayatının derlenmesi anlamına gelirken, otobiyografi bilgi üretir. Bu sebeple otobiyografiye kurgusal bir nitelik bulaşır; bu tür, yazarın geçmişine karşı konumlanışının da ürünüdür. Geçmişte faşizme bir şekilde bulaşan Günter’i anlatan, bugünün Nobel ödüllü barış eylemcisi yazar Günter Grass’tır; kitap sadece geçmişle hesaplaşmanın değil, Nazizmle/faşizmle hesaplaşmanın izlerini de taşır. Bu açıdan Nazizme bulaşma itirafı, ifşaatın ötesine geçer. Kendi kendine sorduğu sorular ardı ardına dizilirken bir hesaplaşmaya girilir: “Şimdi hâlâ aradan altmış yıldan fazla zaman geçtikten sonra, yazarken bile SS’in bana ürkünç gelmesi gibi, o gün askerlik kayıt bürosunda görülmemesi olanaksız şey beni ürkütmüş müydü?” İtiraf, hep sansasyonel ve ilgi çekici olmuştur; ilk kurulduğu zaman büyük ilgi gören www.itiraf.com adlı internet sitesi de bunu örneklemektedir. Gündelik anlamıyla itirafın ötesine geçen bir hesaplaşma olarak düşünülebilecek bir yazın türü de bulunmaktadır. J.J. Rousseau’nun ve St. Augustinus’un itiraf kitapları ilk akla gelen eserlerdendir. Ancak, gündelik Grass, SS’teki anlamlarıyla yahut felsefi yıllarını veya siyasi içerikleriyle bu anlatırken, kendi kendine itirafların ortak özellikleri konuşur vardır. İtiraf etmek belki gibidir ve bunu de bir tür günah çıkarmayaparken bir ya ve vicdan muhasebesihafifleme ne dönüştüğü için rahatlaihtiyacı içinde olduğunu tır. İtirafları okumaksa okura fark vicdanın başkaları üzerinettirir. den rahatlatılmasını ve yükün bölüşülmesini sağlar. Günah çıkarma odasının Grass’ın satırlarına düşen bir anı olması tesadüf olmayabilir. Kilise ve din ile ilişkisine değinirken şunları anlatır yazar: “Ilımlı bir dindar olan annem kiliseye gitmem için beni nadiren uyarmış olsa da erken yaşlarımdan beri Katolik olarak yetiştim: Günah çıkarma odası, esas mihrap ve Meryem Ana mihrabı arasında haç çıkarırdım.” Grass’ın otobiyografisinin zaman zaman bir günah çıkartmaya dönüştüğü de gözden kaçmaz çünkü yazar tam da rahatlama ihtiyacıyla itiraf etmektedir. ‘Söyleyeyim de rahatlayayım’ hissi anlatı içerisinde açıkça belli edilmiştir; Grass, SS’teki yıllarını anlatırken anılarını okurla paylaşmanın yanında kendi kendine de konuşur gibidir ve bu yılların muhakemesini yaparken bir hafifleme ihtiyacı içinde olduğunu fark ettirir: “Bu kadar mazeret yeter. Yine de onlarca yıl boyunca o sözcüğü ve çift ‘S’yi kendime itiraf etmekten kaçındım. Gençlik yıllarımın budalaca gururu içinde benimsediğim şeyi, savaştan sonra kabaran utancım içinde susarak geçiştirmek istemiştim. Ama yükü içimde kaldı ve hiç kimse hafifletemedi bu yükü.” Yazarın bu yükten kurtulma yollarından birisi de birinci tekil şahısla üçüncü tekil arasındaki savrulmalarıdır. Kitabına da bu hisle başladığını ilk cümlesinden anlarız: “Eskiden olduğu gibi bugün de, üçüncü tekil şahsın arkasına saklanmak geliyor içimden.” Gerçekten de yazar kendi anılarını yazarken otobiyografiyle roman arasında salınmaktadır. Bu nedenle sık sık iki noktayı üst üste koyarak cümleleri iç içe geçirir. Kendisini bir roman kahramanıymışçasına ‘o’ veya ‘o çocuk’ diyerek anlatır. Belleğinde canlanan anları, bir fotoğraf çerçevesi ya da bir film sahnesi içine yerleştirip dışarıdan ama yakından izlemeye heveslidir. Yazar, kendi hayatını “yazmak”tadır. “Yine bir resim oluşuyor: Kendimi hayal ediyorum” gibi cümleler kurar ve orduda yaşadığı tehlikeli bir anı aktarırken bunun bir bale ya da film sahnesi olabileceğini düşünür: “… her kaliteli kovboy filminde gerilimin dorukta olduğu sahne gibi.” Kendini anlattıktan sonra anlatının dışına çıkma telaşına kapılmaktadır. Günter Grass’ın hafiflemek üzere okuyucuya günah çıkarmasından ya da sayıklarcasına anlatmasından ve kendisini üçüncü tekilliğe atmasından ayrı, gizlenme ve belki de kaçma yöntemlerine başvurduğunu görürüz ki bunu da “çocukluk”la yani çocuk kalarak yapmaya çalışır. Çocukluk onun için her daim bir sığınak olduğundan elinden kaçırmak istemez. Çocukluğun bitmesi, utanç, korku gibi ağır yüklerin omuzlara binmesi demektir. Utancını susarak geçiştirmeye çalışan ancak ağırlığını atamayan ve korkuyu öğrenmek üzere çıktığı yoldan bir ağır yükle dönen Günter Grass, savaşın başlamasıyla birlikte çocukluğunun sona erdiğini ve bu nedenle de durmadan aynı soruları soramadığını söyler. Savaşın başlamasını takip eden süreçte yazar korkuyla tanışacak hatta kendi deyimiyle korkunun pençesine düşecektir; utanç ise SS yıllarından sonra ona yapışan ve onu çökerten bir yük olmuştur. Benzer bir biçimde, Grass’ın Teneke Trampet adlı yapıtında, kahramanı Oskar’ın yükümlülük altına girmemek için üç yaşında bir çocuk olarak kaldığı görülür. Oskar’ın büyümesi babasının ölümüyle gerçekleşir. Otobiyografisinde, “Yoksa artık çocuk olmadığım için mi soru sormaya cesaret edemedim?” diyen yazar, bu soru cümleleriyle çocukluğun sınırlarını nasıl anlamlandırdığını işaret etmektedir: “Acaba dünyamı alt üst edecek bir sorudan korktuğum için suskun kalmış olabilir miyim?” BELLEĞİN SINIRLARI Günter Grass’ın otobiyografisinin odaklarından birisi de, bir anı kitabına uyacak biçimde bellek mevzusudur ve kitabının adı da buradan gelmektedir. Yazar belleği, “sorularla sıkboğaz edildiğinde, harf harf okunabilecek her şey serbest kalabilsin diye kabuğunun soyulmasını bekleyen bir soğana” benzetir. Onun deyimiyle, “her tabaka uzun zamandır bastırılmış sözcükleri sıralar rahatça.” Günter Grass her ne kadar “bu çiziktirilmiş yazılar çözülmeli, şifre kırılmalı” demiş olsa da, bu ‘soğanı soyarken’ belleğin ince ama yapışkan kabuklarını atmaya çalışsa da, amacı soğanın zarını bulmak değildir. Çünkü o aynı zamanda, “hatırlamak saklambaç oyununu sever” demektedir ve bu oyuna kendisi de katılır. “Doğranınca insanın gözünü yaşartan soğanı” soymaya girişse de onun esas derdi soğanın katmanları arasında bir koku, bir eşya, bir an yakalayabilmektir. “Hatırlayabildiklerim, dizlerimi çarptığım, yaralanmama yol açan ya da beni tiksindiren şeyler, çoğunlukla nesneler: Çini soba… Arka avlularda halı döverken kullanılan sopalar… Ara kattaki hela… Çatıdaki bavul… Güvercin gözü büyüklüğündeki bir kehribar parçası…” der. Onun için bellek, “kayıp eşyalar bürosu”dur. Sadece nesnelerle değil, bir kokuyla, bir tatla da iz sürer. Anne ve babasının işlettiği dükkânda duran gazyağı fıçısının kokusu geçmek bilmemiştir; Günter okuduğu kitaba dalmışken, annesinin marmelatlı ekmek yerine muziplik olsun diye koyduğu palmolive sabununun tadı ise o günlerden beri yazarın damağındadır. Bu durumu şöyle aktarır: “Alt dudağı öne uzayan delikanlı epeyce sabun ısırmış olmalı, çünkü değişimlerin içinde kolayca kaybolan belleğimde, kâh sosis, kâh peynirli ekmek ya da bir parça ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 971 A SAYFA 16