Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Gölköy’de bir şiir kardeşliği Ş airler, yazarlar kimileyin görece öne çıkıyor. Karakter özelliği nedeniyle öne çıkanların doğal yanları, temel karakter yapıları üzerinde duruluyor o zaman… Kimileri ise yalnızca zarif, ama ilkeli duruşlarıyla, dünyasever, yurtsever, toplumsever, insansever ödünsüzlükleriyle, hanımefendilikleri ya da beyefendilikleriyle, yetkinliklerine duydukları güvenle, çok okunurluklarını, çok satarlıklarını vakur tokluk, alçakgönüllü açlık arasında dengeleyen çelebilikleriyle ya da düpedüz yazıp yayımladıklarıyla duyuruyor adlarını… Kimileri de var ki etkinliklerdeki tutumuyla ya da güncel yazılarıyla, sağda solda savuruverdikleri sözlerle, tutumlarındaki baskın, hatta buyurgan yaklaşımlarla, ortalıkta afur tafur dolaşmalarıyla, ama ille de birilerini itip kendilerini gösterme çabası sergileyerek öne çıkıyor zavallı, komik bir müsamere oyuncusu gibi… Böylelerinin de karakter özelliğine mi vermek gerekir bu tür tutumları, davranışları bilemiyorum, ama bildiğim ilk gruba girenlerin de bu son grupta saf tutanların da ikinci gruptakilere oranla çok sevimsiz kaçtıkları, kaçacakları… Hadi diyelim, ilk gruba girenler, kişilik özelliklerinden ötürü öne çıkmışlardır, nerede olurlarsa olsunlar hep bu yanları yönlendirecektir onları. İkinci gruptaki yazarların öne çıkışı ise, yaptıkları işin alana, topluma dönük yansımasına yorulabilir olsa olsa. Ama üçüncü grupta yer alanlar, ilk iki gruptakilere oranla eksiklik, görgüsüzlük, kendini bilmezlik yansıtmış olmayacak mıdır genelde? Oysa kimi şair, yazar da var ki, silinmiş gibi âdeta. Ürünleri dışında zaten yokmuşçasına yaşarlar. Üstlerinde birer çoban kepeneği gibidir verimleri, tek sığınacakları da budur onların… İşte Güngör Tekçe böyle bir şair, yazar… Yaşar Bodrum’da, usulca örülmüş bir yaşamdan içeride, çevirmen eşi Güray Tekçe’yle… Şiirleri durur aramızda, yazdıkları kuşatır çevremizi… Yüzünü bilmeyiz, tanımayız onu, orada, Gölköy’de bir şiir sessizliğiyle durur yalnızca. Böyle olduğu için de görünür yazı, şiir; kendinin görünmezi olsa da yazarı, şairi… “ZAFİRAN KONAĞI”NDA O BÜYÜDEN İÇERİ... Verimlediği tek kitapla da kalır bir yazıncı, durur aramızda öylece. Ama kırk kitap bile yetmeyebilir kimileyin görünür olmasına yazıncının… Güngör Tekçe’nin dört kitabı var yalnızca; birisi çocuklara özgülenmiş olmak üzere üç şiir kitabı, bir de anlatı: Sabah Mısın (Broy, 1994), Seğiren (Hera, 2001), Kuşlu Mektuplar (MEB Çocuk kitabı, 2007). Zâfir Konağında Bir Tuhaf Zaman (YKY, 2007). İlk olarak Zâfir Konağında Bir Tuhaf Zaman adlı anlatısından içeri girelim istiyorum Tekçe’nin… Dıştan bakıldığında bir anı kitabı yalnızca, nitekim böyle bir belirti de eklenmiş, ne var ki, denemeyle sarmalanmış bir anlatı bu aynı zamanda. Nedir dıştan anlatılan? Kollara ayrılmış SAYFA 20 vb.; “tin” başlığı ise ritüel, büyü, inanç, inançsızlık vb. çözgüsel açılımlara uçuruyor bizi… Yüreğinde hep bir yılkı atı şairin. Kırların uçsuzluğunda, bulutlara bağlanmışçasına ne oralı, ne buralı olabilen, ama bir yürek sıkışması halinde yine de öyle duran; ezim ezim ezilen bir üzüm… Oysa yok işte, gelmiyor kimse, o kıyıda niye bekleniyor öyleyse? Gerçekten de Güngör Tekçe’nin şiiri, bir dokunulduğunda laterna suskunluğunda dağlıyor insanı, bir dokunulduğunda ise dilsiz coşkusuyla ağlatıyor, bir acının yürekten fışkıran gökkuşağı halinde… Derinleştikçe eşiği yükselen bir acı da denebilir bu şiir için. O zaman, hüznün mendireği olmaya girişiyor Tekçe’de şiir: “Kapattım elimle tüm gökyüzünü/ Bir yıldız kaçtı”. Tadına varılırken ilk ağızda yumuşacık insanı kuşatışı, ama sonradan sonraya kendi içinde acılar kuşanışı şiirin, bundan belki… Bu damıtık şiirlerini Seğiren’de de sürdürecektir Tekçe. Sonra işte “Seğiren”: “Hiç bir zaman bilemezsin/ Kimin seslendiğini gece/ Doğduğun evden/ Artık olmayan// Hiç bir zaman bilemezsin/ Ölü suda seğireni/ İlk ışığın ilk çığlığın ilk ivmenin/ Keyfini”. ÇOCUKLAR İÇİN “YÜZ PARALIK” ŞİİR... Türkçede verimlenmiş en güzel çocuk şiiri kitaplarından biri de hiç kuşkum yok ki Kuşlu Mektuplar. Keşke ülkemizdeki bütün çocuklara ulaşabilse bu şiirler. Tekçe’nin, bu şiirlerde de bir açıdan yine Zâfiran Konağında gezindiğini görmemek olanaksız … Öyleyse Güngör Tekçe’nin şiir ocağı olarak alınabilir Zâfiran Konağı. Nitekim hangi şiir kitabının, hangi anlatısının neresinden girilirse girilsin, bir biçimde Zâfiran Konağı kesiyor hemence yolumuzu… Ama biz yine de ta 1950’lerde, çocukların koşarak çevresini kuşatıp satıcısından çağıltılarla isteyebileceği “yüz paralık” şiirler gibi sevinçle, mutlulukla uzanıyoruz bunlara… Gecikmiş bir şiirin yüreği döven hüznüyle… Bir ucu 1950’lere dek geri gittiği halde niye bu denli geciktiği sorgulanabilir elbette Güngör Tekçe şiirinin. Gerçekten de 1930’lulardan olduğu, erken yaşlarda Varlık’ta şiirlerini yayımlamaya koyulduğu, bir biçimde 1950 yazıncı kuşağı ile birebir bir ilişkileniş, ötesinde eklemleniş yaşayabilecekken, buna sırt dönüp alandan uzaklaştığı, hani neredeyse kendini unutturmaya çabaladığı düşünülürse şairin, inanılır gibi değil bu! Bu da yazınsal coğrafyamızın bir sorunsalı olarak alınabilir bana sorarsanız… Öyle ya, bir yazıncının görece erken çıkarılışı okur önüne ya da gözden uzak tutuluşu bir ağır kusur sayılabilir çünkü pekâlâ. Yıllardır dinlerim, yakın çevresindekilerin aktarımıyla Memet Fuat’ın bu konuda nasıl dikkatli, özenli olduğunu. Demek ki, Yaşar Nabilerin, Memet Fuatların bir bildiği var, hem de iyiden iyiye… Yazıncılar da belki bir yazgıya sahip, kendileri olarak, yalnızca kendilerini ilgilendiren boyutta, ama sonuçta dönüp dolaşıp bütün bütüne yazınsal alanı, ortamı ilgilendiren. Çünkü söz konusu olan, bir erkenin alana eklemlenip eklemlenmemesi tutumu burada. Güzlerin kadayıfladığı bir eylülcede Bodrum’da alıyorum soluğu, ablamın evinde. Güzkış karışımı üçer ay kalıyorum üç yıl boyunca. Bu güzlerin yıkayıp yağmurların kuruladığı Bodrum eylülcelerinin birinde tanışıp buluşup oturuyoruz Tekçelerle. Tekçeler diyorum ya, eşi değerli çevirmen Güray Tekçe’yi unutabilir miyim, Gölköy’ü buharlayan çayını, çöreklerini onun… Ah, işte güzün hüznünü giyinmiş bir şair o, yüreği bir dal çiçek, ötelerden, Gölköy’den bize bakıyor bir şiir kardeşliğinin esrimesi, seğirmesiyle… İlhan Berk’ten sonra, belki de onun barış çubuğunu tüttürüyor Bodrum’da, Gölköy’deki şiir atölyesinde kendi ilmeğini örüyor Tekçe… Bir havuzun eğrelti otlarıyla süslü gölgesi altında… Görünmeye girişmeden hiç! ? Güngör Tekçe genişçe bir ailenin, Zâfir ailesinin, bir arada, iç içe barındığı Zâfir konağındaki yaşantısı… Güngör Tekçe de bu ailenin, konak dağılmadan önceki son bireylerinden biridir. Ne ki, şairin tüm yaşamına yayılan, neredeyse tüm veriminin biçimleyicisine dönüşen bir yaşantılar toplamıdır burada geçen yaşamı onun. “Bir kitabımın ilk iki dizesidir: ‘Tüm yaşamım boyunca zıpladı ardımsıra/ altı yaşında yitirdiğim top” (12) derken Güngör Tekçe, söz konusu yaşantı şiire sızmış ipucu olmakla kalmaz yalnız, öte yandan şairin şiirgizinin anahtarını da verir bize. Öyle anlaşılıyor ki Güngör Tekçe, hem Zâfir Konağı üzerine yükselmiş, deyiş yerindeyse onun külleri üzerinde doğmuş bir şair hem de estetik biçimlendirilişi bağlamında bir açıdan bu konak tarafından yaratılmış bir yazıncı. Bunu, soyutlayım yelpazesindeki genişlik, dönüştürüm düzeyindeki yükseklik apaçık ortaya koyuyor zaten. Şair, bunu, Zâfir konağında eteklerine süründüğü, kedi gibi çevrelerinde gezindiği kadınlara (“doku uyuşmazlığını hep yaşamış hanımlar” [38]), bir kıyısında durup izleyerek belleğine yerleştirdiği erkeklere, aile bireylerinin tek tek ya da cümbür cemaat yaşadıkları serüvene borçlu kuşkusuz. Hoş bütün şairler, yazarlar bu yöndeki aile bağlarını, ilişkilerini buna dönük imbikten geçirerek yaratmamış mıdır kendilerini? İşte Güngör Tekçe de “hem kendisi hem o olma”nın (18) bilinciyle verimini yapılandırıyor denebilir… Bir konak yaşamında tüm toplumu, tüm değerleriyle, tutum, davranış bütünlüğü içinde, kendi geçmişini de bunların arasına katarak anlatıyor şair. Üstelik her anlattığını, şairliğin soyutlayım hamuruyla karıp, dönüştürüm fırınında cilalayıp öyle sunuyor bize… Kuşaklar arasında yaşanan değer karmaşasına ne de güzel yer açıyor böylece! Bir anı kitabı olarak alınmamalı yalnız Zâfir Konağında Bir Tuhaf Zaman. Ülkenin yüzyılı aşkın son döneminin kültürel, toplumsal, törel değerlerini ele veren, kimi ayrıntılarla bunlara bakarken bu arada evrensel ölçütler, insani ilkeler temelinde olayları, ilişkileri irdeleyen sözlü tarih bel geseli aynı zamanda. Öte yandan anlatılanları bir açıdan aydınlanma tarihimize (Anadolu aydınlanmasına) bakışın bir kapı ardı açılımı olarak alabilmek de olası bence… Şair anlatısı farklı oluyor elbette… Sözgelimi ne denli çok “ve” kullanıyor anlatıanı demetinde Güngör Tekçe, ama yadırganmıyor bu, yumuşacık bir sese dönüşüp dolaşıyor tümceler arasında; öteki sesleri alıp örtünüyor üzerine ya da tutup öteki sesler bunu alıyor içlerine… Güngör Tekçe’nin şiirine yaklaşırken bu büyünün içine girmek gerekiyordu ilkin. Şimdi şiir harmanına yanaşabiliriz artık onun… ŞİİR HARMANINDAN DIŞARI... Güngör Tekçe, Sabah Mısın’da 1955’lerden başlayarak 90’lara dek getirdiği şiiriyle tanıştırıyor bizi. Bir açıdan kendi şiirinden bir seçki sunuyor okura. Bu şiirler okunduğunda, Zâfiran Konağının şair için ne denli yerleşik etkiler yaratmış olduğu görülebiliyor hemence… Örneğin “Havuz” şiiri şöyle: “Yansıyan bir evdi/ Bir yüzdü havuzda/ Ev yıkıldı/ Yüzü yüzler götürdü/ Ve boşaltıldı havuz/ Kentin sokaklarında şimdi/ Akar gider unutuş”. Şu birkaç dize de “Gemi”den: “Yanlış bir coğrafyaya açmışım yelkenimi/ Başkasını taşımaktan kolay değil/ Taşıyabilmek kendini”. Şiirevreni Güngör Tekçe’nin, susuldukça inilebilen bir mahzen belki, bu mahzende çocukluğun kolunda yolculuğa çıkmak da hep susarak sürdürmek bu eylemi yine. Ama yine de canlı bir doğanın ortasında gökkuşaklarından kurulmuş takı zaferlerin altından geçerek… Bu arada bir yanı bungun, ama öte yanı delifişek bir “seğirme” olarak da alınabilir onun şiiri. Nitekim Tekçe, şiir evreninin omurgasını zaman, uzam, doğa, nesne, tin gibi belli baŞlı kavramsal açılımlarla oluştururken bu seğirmenin ipuçlarını döşüyor alabildiğine… Örneğin “zaman” başlığı, günler, güneş, güz, ay, sabah, gece vb.; “uzam” başlığı, deniz, kıyı, dağ, ev, gemi vb.; “doğa” başlığı bulut, yağmur, ağaç, kuş, balık, at, çiçek, su vb.; “nesne” başlığı, ayna, havuz, topaç, kova, mektup CUMHURİYET KİTAP SAYI 971