25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Şiir Atlası CEVAT ÇAPAN Carlos Drummond de Andrade/ Şiirler/ Çeviren: Cevat Çapan Nerede o sevimli gülümseyiş, o japongülü boyun nerede, o gül endam, o ince bel, atlas pabuçlar içindeki o minik ayaklar nerede? Uzun uzun baktım ona, tek kelime söylemeden. Aldım verdiği elbiseyi, duvardaki şu çiviye astım. Kadın hemen kayboldu gözden, derken sokağın başından babanız çıkageldi. Sessizce bana baktı, asılı elbiseyi görmedi bile. Kadın, dedi bana dönüp bir tabak daha koy masaya. Dediğini yaptım, o da oturdu, yiyeceğini yedi, terini sildi, sanki hiç değişmemişti, ağzının yarısıyla çiğniyordu yemeğini, hem de hiç yaşlanmamıştı. Yemek yerken ağzını şapırdatması beni iyice rahatlattı, içime huzur verdi, eşsiz bir duyguydu bu. Sanki hepsi bir rüyaydı, ne elbise… ne bir şey. Ah kızlar, kulak verin, bakın, merdivendeki ayak sesi babanızın. ‘Ama o kadar sayısızdı ki yıldızlar, gök öyle uçsuz bucaksızdı ki’ arlos Drummond de Andrade 31 Ekim 1902’de Brezilya’nın Minas Gerais eyaletinde, küçük bir madenci kasabası olan Itabira’da doğdu. Çiftçilik yapan babası onu bir Cizvit okuluna yazdırdıysa da, Drummond de Andrade buraya uyumsuzluğu yüzünden okuldan uzaklaştırıldı. Daha sonra öğrenimini eczacılık fakültesinde tamamladı. Genç yaşta ülkesindeki yenilikçi şiir akımının yerleşmesine yayımladığı bir dergiyle katkıda bulundu. Evlendikten sonra 1934’te Rio de Janeiro’ya yerleşti ve 1966’da emekli oluncaya kadar Eğitim Bakanlığı’nda çalıştı. Çok sayıdaki şiir kitaplarının yanı sıra öykü ve roman yazdı, dünya edebiyatından çeviriler yaptı, gazete ve dergilerde yazılar yayımladı. 1987’de Rio de Janeiro’da öldüğünde Brezilya’nın uluslararası üne kavuşmuş en önemli şairlerinden biri sayılıyordu. C Dinleyin şimdi beni çocuklar, kulak verin anlatacaklarıma. Uzaktan gelen bir kadındı o, babanız çılgınca tutulmuştu ona. Öyle bir aşktı ki onunki dünya umurunda değildi, büsbütün kopmuştu dünyadan, iyice kapanmıştı içine, kendini yiyip bitiriyor masada, gözyaşı döküyordu tabağına, içiyor, kavga çıkarıyor, kızıp beni de dövüyordu, beşiğinizin başında bırakıp beni uzaktaki o kadına gidiyordu; ama o kadın yüz vermiyordu ona, babanız yalvarıp duruyordu boşuna. Malını mülkünü çıkarmıştı gözden, altınlar, arabalar bağışlamıştı ona, artıklarını yiyecekti nerdeyse, pabuçlarını yalayacaktı istese. Ama kadın hiç oralı olmadı. Öfkeye kapılan babanız benden araya girip o şeytan kadına gitmemi ve kendisiyle yatmaya onu razı etmemi istedi. Neden ağlıyorsun, anne? Alsana şu mendili. Susun, çocuklar, susun, avludan gelen babanızın sesi. Anne, hiçbir ses duymadık biz, merdivende kimse yok. Ah çocuklar, bilseniz, her yerde nasıl aradım o dişi şeytanı. Yalvardım evet desin diye babanızın isteğine. Bana gülerek baktı, kocanı sevmiyorum ki, dedi. Ama onunla olabilirim, istediğin buysa eğer, Çılgınca sokaklarda dolaştım, nehrin, köprünün yanından geçtim, kalkıp akrabalara gittim, ne yedim, ne de içtim, ateşler içinde yandım, ama ölüm bir türlü gelmedi. Tehlike geçmişti ama, saçlarım da ağarmıştı. Dişlerim döküldü derken, gözlerim görmez oldu. Çamaşırla, dikişle, mutfakla avuttum kendimi. Ellerim paralandı, yüzüklerim dağıldı, altın gerdanlığım ilaç parası oldu. Babanız ortadan kaybolmuştu, ama dünya küçük. O kendini beğenmiş kadın bir gün ortaya çıktı: yoksul, yorgun, perişan, elinde bir bohçacık. Kadın, dedi boğuk bir sesle, sana kocanı getirmiyorum, çünkü nerede bilmiyorum. Ama bu elbiseyi veriyorum sana, elimde kalan tek değerli şey bu, anı diye sakladığım o utanç verici günden; günlerin en iğrencinden. Başlangıçta sevmemiştim onu, aşk daha sonra geldi. Ama o artık hoşlanmıyordu benden. Söylediğine göre, ilk gördüğündeki halimle seviyormuş beni. Hemen ayaklarına kapandım, elimden ne gelirse yaptım, yüzümü bastığı toprağa sürdüm, saçımı başımı yoldum, kendimi azgın sulara attım, delik deşik ettim her yanımı, lağım çukuruna atladım, gazyağı boşalttım mideme, tövbe duası okudum iki yüz kere; boşunaydı, kadınım, boşuna, kocan çekip gitmişti bir yana. İşte bu elbiseyi getirdim sana, yaptığım kötülüğün kanıtı, bir kadını incitmenin, onurunu çiğnemenin. Ne olur al bu elbiseyi, karşılığında beni bağışla. Kadının yüzüne baktım, o parlayan gözler neredeydi? Çağlar Boyunca Aşk Zamanın başlangıcından beri ben seni sevdim, sen beni. Ben Akha’ydım, sen Troyalı. Troyalı ama Helena değil. Ben tahta atın içinden fırladım öldürmek için kardeşini. Dövüştük, öldürdüm, öldük. Romalı bir asker oldum sonra Hıristiyanları kovalayan. Katakombun kapısında karşıma sen çıktın yeniden. Ama Koloseumda çırılçıplak düştüğünü görünce, aslan üzerine gelirken, umutsuzca atladım aranıza, ikimizi de yuttu aslan. Sonra Mağripli bir korsan oldum Trablus’un baş belası. Saldıran guletimden korkup saklandığın tekneyi yaktım. Tam seni yakalayıp kendime köle yapmaya kalkınca, hemen istavroz çıkarıp kalbine bir hançer sapladın, ben de kendi canıma kıydım. Sonra daha mutlu günlerde, Versaille’da bir saraylıydım, anasının gözü ve çapkın. Sense rahibe olmak istiyordun, hemen manastırın duvarından atladım. Politik kargaşa girince araya, giyotin oldu sonumuz. Şimdi çağa uydum büsbütün. Dans eden, koşan, işi tıkırında biri. Param, bankada hesabım. Sen de dans eden koşan, işini bilen sarışın bir bombasın. Bunlardan hiç hoşlanmıyor baban. Ama kaderin cilvesine bak ki, ben Paramount yıldızlarından biri sarılıp öpüyorum seni, evleniyoruz hemen. ? Ben de Brezilyalıydım Ben de Brezilyalıydım hem de moreno sizin gibi. Gitar tıngırdattım, Ford kullandım, milliyetçiliğin erdem sayıldığı kahvelerde dirsek çürütmeyi başardım. Ama saati gelince kapanırdı barlar, insan vazgeçerdi bütün erdemlerinden. Ben de şairdim bir zamanlar. Bir kadına bakmak yeterdi hemen gökteki yıldızlarla öbür varlıkları düşlemek için. Ama o kadar sayısızdı ki yıldızlar, gök öyle uçsuz bucaksızdı ki, şiirim kayıplara karışmıştı aralarında. Benim de bir ritmim vardı kendimce. Şunu yapar, bunu söylerdim. Dostlarım alkışlarlardı beni, düşmanlarımsa nefret ederdi. Bense, alaycı, ritmimden hoşnut, hiç aldırmazdım onlara. Ama her şeyi birbirine karıştırdım sonunda. Şimdi aldırmazlık etmiyorum artık, hayır, alaycılık hak getire, heyhat, artık ritim mitim de kalmadı, ne yazık! Elbisenin Öyküsü Anne, kimin elbisesi şu duvardaki çiviye öyle asılı duran? Çocuklar, artık aramızda olmayan bir kadının elbisesi o. Peki, ne zaman ayrıldı aramızdan? Biz tanıyor muyduk onu? Kesin sesinizi, kızlar, babanız geliyor avludan. Anne, çabuk söyle öyleyse, kimin elbisesiydi bu? Ah kızlar ah! Soğudu onun cesedi, artık elbise giymiyor. Çiviye asılı o elbise cansız, huzura kavuştu sonunda. CUMHURİYET KİTAP SAYI 971 kendim için değil, senin için, erkek aradığım yok benim. Babanızın yüzüne baktım, yalvarıyordu bakışı. O şeytan kadına baktım, sevinçten ışıyordu gözleri. O süslü elbisesi içinde açık saçıktı her yeri, örtmekten çok sergiliyordu günahkâr göğüslerini. Hemen istavroz çıkarıp başımı önüme eğdim. Oradan ayrılırken ölmekti tek isteğim, ama ölüm bir türlü gelmedi. 970. sayımızdaki Şiir Atlası sayfamızda “Nizar Kabbani/ Şiirler/ Çeviren: Metin Fındıkçı” olarak çıkan künyenin doğrusu “Allan Kolski Horwitz/ Şiirler/ Çeviren: İlyas Tunç” olacaktır. Okurlarımızdan ve çevirmenlerimizden özür dileriz. SAYFA 23
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear