Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
'Dilinde Tüy Biten' Sevgi Özel'le yeni kitabını konuştuk ‘Güzelim dilimizi sorunlara bulayanlardan bıktım’ Sevgi Özel’in yeni kitabının adı 'Dilimde Tüy Bitti' adını taşıyor. Özel, deneme tadındaki yazılarıyla kitap boyunca değişmeyen iki başlık altında Türkçenin sorunlarını ele almış. Önce kitabın adından başlayarak sorduk kendisine, o da anlattı. ? Sevgican Can YAĞCI ayın Özel söyler misiniz, dilinizde niye tüy bitti? Bu bir deyim; aynı konuları, sorunları yinelemekten bıktığımızda söylediğimiz bir söz öbeği. Siz sormadan anlatayım. Hayır; ister sorunlu konular olsun, ister sevindirici; Türkçeyle ilgili hiçbir şeyden, Türkçe için çalışmaktan ve savaşımdan bıkmadım. Yaşadığım sürece de bıkmayacağım. Türkçeden değil; ulusal kimliğimiz olan Türkçenin sorunlarını büyütenlerden, olayları, oluşumları, durumları çarpıtanlardan, güzelim dilimizi sorunlara bulayanlardan bıktım, bıktık. Seslenişim onlara, yeter artık! Yalnız benim değil, Türkçeye emek veren herkesin dilinde, dilimizde tüy bitti. Kimi yazılarınızda öfkenizi, tepkinizi ilence dönüştüren bir biçem gördüm... Kuşkuyu da elden bırakmıyorsunuz, değil mi? Sunuşta da belirttiğim gibi, Türkçeye emek veren ustaları düşünürüm sık sık. Ölenleri, yaşayanları, ilerlemiş yaşına karşın savaşımdan caymayanları... Savaşımla tükenen yaşamları... Doğrudan, iyiden, güzelden yana olmanın bedeli niçin bu denli ağır? Diline emek vermek, Dil Devrimine inanmak, devrimi savunmak suç mu? Doğruya, iyiye Kafdağı kadar uzakken durmadan "birlik ve beraberlik" şarkısı söyleyenlerden kuşkulanmayı ustalarımdan öğrendim; "birlik ve beraberlik" isteyenler hep aynı sakızı çiğnerler. Dil Devrimi, öz Türkçe denmesin yeter ki... Türkçe, yüzyıllar boyu Arapçaya, Farsçaya duyulan hayranlıkla tanınmaz duruma gelmedi mi? Şimdi de kapılar Amerikancaya açıldı. Yabancının siyasal, ekonomik dayatmalarını kabullenenler hem "milliyetçi", hem de "muhafazakâr"dır. Böyleleri demokrasi kavramını da tepe tepe kullanırlar. Bunların milliyetçiliği, demokratlığı, büyülü bir sözcük gibi söylenip duran "muhafazakârlık"ın arkasında saklıdır. Bu, sözde demokratların maskesi olan "milliyetçi muhafazakârlık"ın Türkçesi ulusçu tutuculuk, özü de geçmişe ağıt yakmaktır. Daha açık söyduyulur. Karamanoğlu Mehmet Bey, bundan böyle her yerde Türkçe kullanılacaktır, anlamında bir ferman yayımlar, ne ki yaşama geçemez. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Türkçenin üstündeki kalın perde kaldırılamaz. Mustafa Kemal’in başlattığı Dil Devrimine dek Türkçe, kaba Türkün dili diye anılmaktan kurtulamaz. Burada dikkat edilmesi gereken bir şey var; tarihsel akışa bakarak yabancı dillere düşkün oluşumuzu genetik diye açıklamamız olanaksız; daha gerilere gitmeden Osmanlı dönemini ele alarak böyle dersek halka haksızlık olur. Çünkü aynı yüzyılda yaşayan ve her ikisi de bizim kültür tarihimize mal olan iki büyük ozandan Fuzuli "şiyanı murgi dil zülfi perişanındadır" derken; Pir Sultan, "Bir nefesçik söyleyeyim/Dinlemezsen neyleyeyim" diyor. Halk pırıl pırıl bir Türkçeyle türküsünü söylüyor, ağıdını yakıyor. Demem o ki, yabancı dile düşkünlük temelde halkın değil, aydınların onulmaz hastalığı ya da aymazlığı. Şimdi olduğu gibi... S DİL SİYASAMIZ Kitapta bir dil siyasamız var mı, diye soruyorsunuz. Var mı? Sorunların çözümü bu sorunun yanıtında saklı. "Eğitimde, ekonomide, sağlıkta, çevrede eli yüzü düzgün bir siyasamız var mı ki dilde olsun?" Böyle düşünenlere katılmıyorum! Parça bohçası gibi de olsa, "milliyetçi muhafazakâr"ların özellikle eğitimde baskın olan bir dil siyasası yok mu? Parça bohçası nedir bilir misiniz? Gençlerin çoğu bilmez. Belki "patchwork" dersek çıkarırlar. Parça kumaşlar kare kare, üçgen üçgen kesilip dikilir; bohça, yatak örtüsü, namazlık olarak kullanılan eşyalar çıkar ortaya. Kumaş parçalarındaki desen, renk uyumu, bunları kesip biçen, diken kişinin beğenisini yansıtır. Parça bohçası ilk yıkanışta kumaşlar renk atmazsa, bir süre işe yarar. 1950’den sonraki eğitim sistemi, hep iktidarların sisteme vurduğu yamaların rengini yansıttı; bilimsel bilgiyle çelişen bu yamalar her iktidar döneminde soldu, çirkinleşti. İşte ülkemizin böyle bir eğitim ve kültür siyasası var. Eğitim ve kültür kurumlarının başına kim gelirse, onun bağlı olduğu siyasal partinin dünya görüşüne göre, orasına burasına yama vurulan, temel sorunlara çözüm aramayan gündelik siyasalar söz konusu ve çoğumuz dilden kaynaklanan iletişim kopukluğunun ayrımında değiliz. Toplum olarak birbirimizi yeterince anlayamadığımızdan, aynı dili konuşmadığımızdan yakınıyoruz. Bunun asıl kaynağı nedir? Türk Devrimine güvenmemek, Atatürk’ün her yaptığına art niyetle yaklaşmak… Dil Devrimini yadsımak, devrimin yenileştirdiği Türkçeyi hor görmek... 1950’den sonra Türk Devriminin önemini yadsıyan kadrolar başa geçince başladı iletişim kopukluğu. 18 yıl Türkçe okunan ezanın yeniden Arapçaya dönmesi, anayasanın adının ve dilinin değişmesi, özellikle Dil Devrimine ve Türk Dil KuKİTAP SAYI lersek Türk Devrimine direniştir, tepkidir, hoşgörüsüzlüktür, ussal olan her şeye saldırıdır. Ustalarımın yaşamı bunları anlatmakla geçti; benim kuşağım da orta yaşı geride bırakıyor ve biz hâlâ ne olur "Türkçeyi sevin, Türkçesi varken Türkçesini kullanın" diye çırpınıyoruz. Kendi diline bu denli sevgisiz, bu denli hoşgörüsüz, hatta saygısızca yaklaşanları, "Ah cicim..." diye okşayacak zaman mı? Yeri gelmişken sorayım; yabancı sözcüklere bu denli düşkün oluşumuzun nedenini düşündünüz mü? Çok düşündüm; ustalarımla konuş tum, araştırdım. Benim yorumum şu: Tarihin her döneminde Türklerin yabancı dillere büyük bir ilgisi var. Ta, 8. yüzyılda Orhun Yazıtlarında Kültigin, Türk beylerinin Türk adlarını bırakıp Çince ad almasından yakınır. Orta Asya’dan göçten sonra İslamla tanışma, Arapça ve Farsçaya sıcak bakma dönemi başlar. Uzatmayalım, Türkler Anadolu’ya yerleştikten sonra Selçuklularda devlet dilinin Arapça, sanat dilinin Farsça olmasıyla Türkçe, giderek bu iki dilin sözcük ve kurallarının baskınına uğrar. 12. yüzyılın sonlarında başkaldırı diyebileceğimiz bir ses ? SAYFA 4 CUMHURİYET 836