Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Solmaz Kâmuran'dan 'Çanakkale Rüzgârı' Cehennem Tüneli ? Kemal GÜNDÜZALP Ç Çanakkale Rüzgârı, iki ana bölümden oluşuyor. Bu bölümler de ayrıca üçer alt bölümlemeyle ayrılmış. Bu iki ana bölümün başında ise, yaklaşık iki sayfalık bağımsız bir ‘giriş’ yer alıyor. Bu girişle roman "22 Eylül 1923, akşamüstü" başlıyor. Başlarda romanın ana kişilerinden biri olan, ancak sonradan ikincil duruma düşen Hettie Gretch’in Londra’dan Çanakkale’ye dönüşüyle açılıyor. Sonra: "Baksana cumhuriyet ilan olalı beş yıl geçti" deniyor. Ardından Cumhuriyet’in onuncu yılına geliniyor. Zaman çok hızlı akıyor. Romanın başında biri Yahudi, öteki Müslüman iki çocuğun doğumu sıradan bir ayrıntı gibi duruyor. Ancak bir noktadan sonra, Hazmonay ve Bedia adlı bu çocuklar, romanın ana karakterleri olarak alıp götürüyorlar her şeyi. SAYFA 16 anakkale, belki de Troya Savaşı’yla başlayarak, bugüne dek hep savaşlarla gündeme gelmiştir. Doğrusu Çanakkale Rüzgârı’nı* biraz da kentin bu tarihsel özelliğinden farklı bir durumu anlatıyor olabilir diye okumaya başlamıştım. Ancak yine bir "cehennem tüneli"ne giriliyor ve gerçekten de yazarın sözcükleriyle bir "savaşlar enkazı" söz konusudur. Roman bu bağlamda uzun sayılabilecek bir tarihsel süreci kapsıyor. Anlatılan zaman, neredeyse Türkiye Cumhuriyeti’yle yaşıt: 19232005. Solmaz Kâmuran, Çanakkale’den başlamış anlatmaya. Ama bilindiği gibi Çanakkale’nin tarihi, romanda anlatılan süreyle sınırlı değil, çok daha eskilere dayanıyor: Troya’ya. Romanda öne çıkan tarihsel bir gerçeklik de Çanakkale’nin yakın zamanlara dek çokkültürlü, çokkimlikli ve dolayısıyla çokdilli bir kent oluşu: Müslüman Türkler, Yahudiler, Çingeneler, Levantenler, Girit göçmenleri farklı mahallelerde de olsa birlikte yaşıyorlar. Çanakkale Rüzgârı, iki ana bölümden oluşuyor. Bu bölümler de ayrıca üçer alt bölümlemeyle ayrılmış. Bu iki ana bölümün başında ise, yaklaşık iki sayfalık bağımsız bir ‘giriş’ yer alıyor. Bu girişle roman "22 Eylül 1923, akşamüstü" başlıyor. Başlarda romanın ana kişilerinden biri olan, ancak sonradan ikincil duruma düşen Hettie Gretch’in Londra’dan Çanakkale’ye dönüşüyle açılıyor. Sonra: "Baksana cumhuriyet ilan olalı beş yıl geçti" deniyor. (s. 33) Ardından Cumhuriyet’in onuncu yılına geliniyor. Zaman çok hızlı akıyor. Romanın başında biri Yahudi, öteki Müslüman iki çocuğun doğumu sıradan bir ayrıntı gibi duruyor. Ancak bir noktadan sonra, Hazmonay ve Bedia adlı bu çocuklar, romanın ana karakterleri olarak alıp götürüyorlar her şeyi. Bedia’nın annesinin ölümü, Hettie Gretch’ten keman dersleri almaya başlaması, Atatürk’le karşılaşması, İstanbul’da konservatuvara gitmesi, büyüdükçe çocukluktan başlayan Hazmonay’la ilişkisi de aynı hızla gelişiyor. Ancak 1934 yılında önce Trakya’daki Yahudiler için "Türkçe konuşma zorunluluğu", sonra Yirmi Kura İhtiyatlar ve ardından Varlık Vergisi’yle her şey allak bullak olur. (ss. 84, 133, 140) Hazmonay, buna isyan ediyor, ailesinin Yahudi olmadığı için evlenmesini kabul etmeyeceğini bildiği Bedia’yla birlikte, Almanya tarafından işgal edilmiş olan Selanik’e kaçmayı tasarlar. Asıl sorun ve sıkıntılara yol açan etkenlerden biri büyük olasılıkla, kaçtıkları gemide Bedia’nın çantasıyla birlikte kimliğini ve parasını denize düşürmesidir. Belki de Bedia için ileride bir "kimlik sorunu"na da yol açabilecek gelişmelerin başlangıcı, başka deyişle asıl talihsizlik tam da bu noktada ortaya çıkmıştır. Selanik’teki "hayat" pek de umdukları gibi olmaz: Hazmonay, Yahudi olduğu için Alman işgali altındaki kentte saklanmak zorunda kalır. Bedia ise, zorunluluktan bir kafede keman çalmaya, arada bir şarkı söylemeye başlar. İki sevgili arasındaki ilk çatışma böyle bir gecede patlıyor. Hazmonay, Bedia’nın içkili gelişini ve cinsel isteksizliğini sorun ederek, öf keyle saklandığı evden Yahudi mahallesine sığınıyor. Trajedinin ikinci aşaması da orada Bedia’ya yeni adla (Vedya Kosbi) çıkarılan kimlikle başlıyor. Artık evli bir "Yahudi" kadın olarak bu adı taşıyacaktır! BİRKENAU TOPLAMA KAMPI Hızla gelişen olaylar sonucunda Bedia, Almanlar tarafından alınıp AuschwitzBirkenau Toplama Kampı’na götürülür. Bedia, oradaki başka Yahudilerin yönlendirmesiyle "örnek kamp"a alınıyor. Burada bir rastlantıyla "kendi kemanı"na kavuşması da hoş bir sürpriz olmalıdır. Buna karşın, son anda teğmenin isteğiyle keman çalması ve teğmenin tarih bilgisi dikkat çekicidir. Bedia’nın aslında Müslüman ve Türk olduğunu belirtmesi, yenilginin kokusunu alan ve içki içtiği için giderek esrimeye başlayan teğmen tarafından anlaşılmaz bile. Teğmen onu "Sefarad" olarak düşünür. Ancak çaldığı "Dardanel" şarkısını yorumlaması da ilginçtir: "Çanakkale içinde bir kırık testi, analar, babalar ümidi kesti, gençliğim eyvah" sözlerini anlamasa da: "İlyada kadar güzel, lirik" olarak nitelendirir. Buradaki asıl ilginç nokta şudur, teğmenin sarhoş olduktan sonra sevişme girişimine ve kendisine dokunmasına karşı çık(a)maz Bedia, hatta teslim olur: "...beyni ona karşı çıkması gerektiğini söylüyordu, oysa teni baştan çıkmıştı bile." (s. 188) Buradaki olay doğrudan bir "tecavüz" olmaktan çıkmıştır, tenin yenilgisidir yaşanan. Romanın sonunda bu cümleyi ("tecavüz değildi") kırk yıl sonra bu gecenin ürünü olan oğluna anlatırken de yineleyecektir. Savaşın bitmesi ve "müttefik orduları"nın gelişiyle sonuçta Bedia da Auschwitz’den kurtul muş ve artık Londra’da bir naylon çorap fabrikasında çalışmaya başlamıştır. Koluna işlenen dövmesi duruyordur. Oradan Zürih’e, kocasının "akıbeti"ni öğrenmek için bir akrabasına mektup yazar. Gelişme hızlı ve olumludur, karşısına ansızın Hazmonay çıkar. Romanın ikinci bölümünde Solmaz Kâmuran, başa dönüyor: Selanik’teki geceden başlayarak Hazmonay’ın başından geçenleri anlatır. Kuşkusuz bu durum, roman açısından bir gereklilik olabilir. Doğrusu, yazarın bu bölümleri ötekilerle (Bedia’nın yaşadıklarıyla) eşzamanlı anlatması bence daha ilginç olurdu. Bir bakıma Hazmonay’ın aktarması gibi de değerlendirilebilir, ama sanki koşut bir kurguyla daha etkileyici ve teknik anlamda da daha uygun bir anlatım biçimi olacaktı. Romanın sonlarında, belki atlanması gereken bir ilişki olabilir ama, Hazmonay’ın kızı Beki’yle Bedia arasında bir fotoğraf nedeniyle geçen konuşmadan Hazmonay’ın aslında bunu anlatmadığını öğreniyoruz. Bu sayfalarda Hazmonay’ın Yunan Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katılması, direnişçilerle birlikte dağa çıkarak "andarte" (gerilla) olması, faşistlere karşı savaşması uzun uzun anlatılır. Bir pusuda tek başına yaralı olarak kurtulduktan sonra, az önce değinilen fotoğraftaki kız olan Helenas tarafından görülmesi, bir köyde bakılması, daha sonra onunla sevişmesi dışında, oradan kaçarken kızın yılan sokması sonucu ölmesi ve uzun uğraşlardan sonra İsveç’te Bedia’nın mektubuna ulaşması vb. yığınla olay... Londra’daki yaşamları, uzun süreli ayrılıklar ve yaşanan "travma ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 836