Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Server Tanilli’den ’Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar’ Kadına yönelik şiddet evrensel bir sorundur S erver Tanilli’nin, Ne Olursa Olsun SavaşıyorlarKadın Sorununun Neresindeyiz? (Alkım Yayınları, 2006) başlıklı çalışması toplumumuzun tümü açısından önemli bir kitap. Kadın sorununun sadece kadınların ilgilenmesi gereken marjinal bir konu olduğu duygusunun yaygınlaştırılmaya çalışıldığı bir ortamda böyle çalışmalara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Kitabın adı, başlı başına acı gerçeğin ifadesi: Evet kadınlar, her türlü engellemeye ve zorluğa karşın, "ne olursa olsun" mücadeleye devam ediyorlar. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kadın hakları konusunda önemli aşamalar kaydettiğimiz inkar edilemez; ama daha kat edecek epey yolumuz olduğu da açık. Bu gerçeğin en çarpıcı yanı, kendisini, kadınlara yönelik erkek şiddetinin yaygınlığında ortaya koyuyor. Gazetelere şöyle bir göz atmak, kadınların yaşadığı ayrımcılığın bu en uç noktasının, temel insan hakkı olan yaşam hakkının çiğnenmesinin, aslında hayatlarımızın ne denli sıradan bir parçası olduğunu gözler önüne sermeye yeter. Son yıllarda giderek artan sayıda bilimsel araştırma da sorunun boyutlarını ve aciliyetini anlamamıza yardımcı oluyor. Ama bu sorunun yakıcılığının ortaya çıkmasındaki en önemli katkının Türkiye’deki kadın hareketinin hem ideoloji hem de hukuk alanında verdiği mücadele olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim, özellikle Medeni Kanun’un ve TCK’nin olumlu yönde değişmesi, ayrıca 4320 sayılı "Ailenin Korunmasına Dair Kanun"un çıkarılması ve ağır aksak da olsa uygulamaya konması, kadın hareketinin 1980 sonlarından itibaren yürüttüğü kararlı mücadelenin kazanımlarıdır. SAYFA 4 ? Prof. Fatmagül BERKTAY A taerkilliği en yalın biçimiyle yansıtan olguların başında gelen kadına yönelik şiddet, bazılarının sandığı gibi salt İslam toplumlarına, gelişmekte olan ülkelere, "geri bölgelere" vb. özgü değil, evrensel bir sorundur. Özellikle eviçi şiddet kayıtlara çok az geçtiği için toplumda şiddetin kesin ölçümünü yapmak zor olmakla birlikte, kadınlara karşı şiddetin bütün toplumlara içkin bir olgu olduğu biliniyor. Başka herhangi bir kanıta gerek kalmaksızın, normalde yaşıyor olması gereken 100 milyon civarında kız çocuğunun cinsiyet tercihli kürtaj veya erkek çocuklardan daha değersiz sayıldıkları için yetersiz bakım nedeniyle çeşitli toplumlarda "kayıp" olması bu gerçeğin en çarpıcı ifadesidir. Çünkü kadınlara yönelik şiddet, kadın ile erkek arasındaki güç/iktidar ilişkisinin eşit olmayışından kaynaklanır; ve bildiğimiz tarih boyunca hiçbir toplumda kadınlar ile erkekler dünyayı eşit biçimde paylaşmamışlardır. Bu eşitsizlik elbette zamana ve yere göre bazı farklılıklar gösterir, ancak bunlar öze ilişkin değil, derece farklılıklarıdır. Birleşmiş Milletler’in çeşitli raporlarında, geleneksel ataerkilliğin yıkıldığı durumlarda bile, ki birçok Batı ülkesi bu durumdadır, kadınlara karşı şiddetin değişmiş ve üstü örtük biçimlerde devam ettiği belirtilmektedir. İstatistiksel veriler bu saptamayı doğrulamakta, üstelik şiddetin öyle fazla "örtük" olmadığım da ortaya koymaktadır. Avrupa’da şiddete maruz kalan kadınların oranı ülkelere göre %25 ile 50 arasında değişmekte. AB’nin çekirdeğini oluşturan 15 ülkede her yıl 600’den fazla kadın günde yaklaşık 2 kadın aile içi şiddet nedeniyle hayatını yitiriyor. ABD’de ise, her 90 saniyede bir kadının tecavüze uğradığı biliniyor.1 Bu veriler, kadınlara yönelik şiddetin bir din ya da kültür sorunu değil, bütün toplumlarda varolan, kadınlar ile erkekler arasındaki eşitsiz iktidar ve güç ilişkisi sorunu olduğunu bir kere daha gözler önüne seriyor. Acı gerçekle yüzleşmek Benzer bir tartışma, Türkiye içinde de cereyan ediyor. Bazıları, "namus" ve töre cinayetlerinin salt Doğu bölgesine özgü olduğunu öne sürerek kadına yönelik şiddetin "geçmişten kalan" (feodal aşiret yapısı) ve Kürtlere özgü bir sorun olduğunu savunuyorlar. Oysa bu bakış açısının, Batılıların "geri" Doğu’ya bakışından bir farkı yok. Bu şekilde, tüm toplumu ilgilendiren yakıcı ve nahoş bir sorun belli bir döneme, coğrafyaya ya da etnisiteye özgülenerek "öteki”ne projekte edilip öteleniyor ama böyle yapılması acı gerçekle yüzleşmemizi engelliyor ve çözümün önünü kapamaktan başka işe yaramıyor. Ülkenin doğusuna doğru gidildik çe kadına yönelik şiddetin özgül bir biçim alarak yoğunlaştığı elbette doğru, ancak doğumdan başlayarak eğitim, siyaset, çalışma gibi hayatın tüm alanlarına yayılmış olan kadına karşı ayrımcılık, kadın bedeninin ve kimliğinin parçalanmasına yol açan şiddetle en tehlikeli biçimini alıyor ve bu olgu, Türkiye’nin doğusunda da batısında da yaygın. Doğu’da "töre cinayeti" adı verilen ve namus kisvesi altında işlenen cinayetlerin yerini Batı’da gene "namus" adına işlenen kıskançlık cinayetleri alıyor. Bu tür şiddet biçimi, kadım kendi namusu ve onuru olmayan ikincil ve bağımlı bir yaratık olarak gören, onun özsel insanlığını reddeden ataerkil zihniyetten kaynaklanıyor. Ataerkil zihniyet, kendi namusu olmadığı varsayılan ve salt bedene indirgenerek ekonomik bir metaya dönüştürülen kadının sürekli denetim altında tutulabilmesi için, onun namus ve onurunun bekçiliğini erkeklere veriyor. Burada gözden kaçırılmaması gereken, "namus bekçiliği" denen şeyin aslında erkeklerin mülkü olarak görülen bir "mal"ın bekçiliği olduğudur. Kadının denetimden çıkmasından o kadar korkulmaktadır ki, bazen bir genç kızın televizyon veya radyo programlarına telefonla katılıp örneğin bir şarkı çalınmasını istemesi ya da okula gitme isteğini belirtmesi bile "namusu korumak için" öldürme sebebi olabilmektedir. Oysa aslında korunmaya çalışılan, varolan erkek iktidarından başka bir şey değildir. Kadına yönelik şiddet deyince aklımıza, hep bunun en uç noktası olan yaşam hakkının ortadan kaldırılması geliyor; oysa BM Pekin Eylem Platformu’nda belirtildiği gibi, şiddet, "kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan; bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellemesini de içeren, ister toplum önünde ister özel yaşamda meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her türden şiddet" olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’nin sadece Doğusu’nda değil, bütün bölgelerinde kadına yönelik cinsel taciz, KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 880