Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? me olasılığıyla yanıp tutuşuruz. İnsanoğlu... Hepimiz tatminsiz varlıklarız. Elimizdekilerin dışında daha fazlasını nasıl elde edebiliriz diye ya umutsuzluğa kapılır ya da amansız bir mücadeleye gireriz. Fakat gün geliyor, hepimiz monotonluğun, kuralların öylesine tutsağı oluyoruz ki hayal bile kurmayı unutuyoruz. İyi bir işe giriyor, iyi para kazanıyor, evleniyor, çocuk sahibi oluyoruz. O anda sadece bunlara odaklanıyoruz ve zaman geçiyor. Farkına varmıyoruz. Bir de bakıyoruz ki, bir şeyler eksik. Ama nedir eksik olan kestiremiyoruz. Huzursuzluk sarıyor içimizi. Çünkü sadece yaşadığımız alanı görüyoruz da ondan. Yolda yürürken bile sadece yere bakıyoruz. Dümdüz karşıya, ufka bakmıyoruz artık. Etrafımızdaki binalara, başka insanlara, yaşamlara. İleriye yani mecazi anlama. Göreceklerimizden mi korkuyoruz? Ne kadar geride kaldığımızı görmekten mi? Ve geçmişimize takılıyor kendimizi tekrarlayıp duruyoruz. Kitapta da kullandığım Puşkin’in masalı da tam buna uyuyor. İnsanın mutlu olması için ya da mutluluğu yakalaması için ileriye bakması lazım, yani ötesine... BİR BENZETME... Yaşam demek su, engin demek deniz, elbet hüzün demek gözyaşı… Yaşam kaynağı, suyu referans alıyor "Su"… Omzuna yaslanıyor… Ona çok, pek çok güveniyor… En dürüst, en yalın o... Sanki onun tek, gerçek aşkı… Olanca yalın, dürüst, istikrarlı bir devri daim onun için. Onu ona getiren ve götüren… İnsanlardan çok ona değer verişi de bu yüzden belki de değil mi? İnan bunu bilemeyeceğim. Su neden Deniz’e bu kadar bağlı. Vahşi bir bağlılığı var doğru. Hep söylediğim bir şey var. Kadın erkek ilişkisine dair bir benzetme bu... Belki bunla bağlayabilirim. Kadınerkek ilişkisini hep kaplan ve kaplan terbiyecisi ilişkisine benzetirim ben. Bir sirkte (ki buna kurallarla dolu toplumsal dünya diyebiliriz, bir sürü seyircisi var) kaplan terbiyecisinin (bu kelimeden hiç hoşlanmam) mahareti, zorla kaplanı şekilden şekle sokması değildir. Ona üstünlük taslaması, yeri geldiğinde kırbacını yere şaklatması ve ego savaşına girmesi... Kaplan tüm vahşi doğasına rağmen uysal bir hayvandır. Anaçtır. Avcıdır. Güçlüdür. Sirkte, savanada (yine dünyadan söz ediyorum) uyumlu olmayı, adapte olmayı gayet iyi bilir. İsterse yapar bir şeyi, içinden gelirse, içgüdüsel bazen. Terbiyecinin, mahareti onun vahşi doğasına saygı duyarak, sınırlarını zorlamadan, zor kullanmadan, sevgiyle, şefkat ve belirli bir mesafeyle hoş bir gösteri yapmasını sağlamaktır. (evlilik, birliktelik, ortak yaşam) Kolektif, ortaklaşa bir iş çıkartmaktır ortaya. Tersi oldu mu, yani zorlama, güç savaşı, ezmeye kalkmak, ciddiye almamak, zayıflık göstergesi, vb... kaplan saniyesinde terbiyecisini parçalar. Arkasına dönüp bakmadan da uzaklaşır oradan. Su Gibi’de, Deniz dışındaki tüm karakterler Su’yu ne kadar iyi tanıdıklarını iddia eden kişilerdir. Hatta ellerinde olsa ağdalı sözleriyle Su’yu onun kendisini tanıdığından daha iyi tanıdıklarını iddia bile edebilirlerdi. (ben izin vermedim) Su, bu baskıyı, ciddiye alınmadığını, dinlenilmediğini fark ettiği anda çekip gidiyor herkesin hayatından. Bir CUMHURİYET KİTAP SAYI tek Deniz’de bunu yapamıyor. Çünkü Deniz neyi ne zaman nasıl yapacağını biliyor. Kendini teslim etmeden Su’nun istediklerini yerine getiriyor. Onun alanına izinsiz girmiyor. Kendini unutturtmuyor, unutmuyor... O sınırını her zaman koruyor. Neticede kendini seçerken bile bunun faturasını Su’ya çıkartmıyor. Çünkü yaptığı her şey kendi tercihi. O da kendini koruyor neticede. Birbirlerine bu bağlamda çok benzedikleri için de Su, bir tek ona karşı hem güçlü, hem zayıf, hem vahşi, hem de uysal... Ama son noktayı yine Su koyuyor. Açlıktan ölmektense (aşka açlık) kendini yok ediyor. Dişi bir roman "Su Gibi" değil mi? Yaşam gibi… Evet. Öyle. Cinsiyetsiz bir şeyler yazabilirim ama tercihim bu yönde olmaz. Ben kadınım. Ve sansürsüz, tüm duyguları, kadını kadın yapan, insan yapan, tüm duyguları dökebilmek istiyorum. Oyunsuz. Net ve samimi. Klişesiz. Tabusuz. Ama daha yeni başladım! Aşkın farklı ya da alışılandan farklı bir safhasına tanık oluyoruz romanında. Daha çok zihinde yaşanıyor, anılara tutunuyor ve belki de bu yüzden daha yoğun yaşanıyor... Tortular bırakıyor ardında, savuruyor Su’nun erkeklerini bu duygular... Unutturmuyor kendini Su… Her ne kadar öyle istese de... Neden istiyor bunu, yoksa istemiyor mu? Sadece kendisini bile tam olarak çözememişken, çevresindekilerin onu belirli kalıplara sokmasına anlam veremiyor Su. Bir çıkışsızlık içerisinde. Yardım istiyor. Ama önyargılardan dolayı (geçmişi, günümüzde yaptıkları, yapmayı istedikleri vb...) onu tam olarak kimse duymuyor. Romanda, dışa dönük bir insanın, zamanla içine dönmesine, kabuk bağlamasına, ve mutluluğu kendi iç dünyasına sığınarak yaşamasına şahit oluyoruz. Mutlu mu gerçekten? Evet. Ama onu mutsuz olduğuna inandırmaya çalışıyorlur, çünkü kurallara göre yaşamıyor. KAN UYUŞMAZLIĞI "Bunu seviyorum... hayatın, ben içinde olmasam da akmaya devam etmesini" diye içinden geçiriyor Su… Kendine aslında pek şans tanımıyor gibi değil mi? Olabilir. Bu da bir bakış açısı. Belki de dahil olmayı çok istese de, bir parçası olamıyordur hayatın. Kim bilir? Bunu okura bırakmayı tercih ederim. Ama illa benim bakış açımı istersen ben Su’nun bu sözünü, dışarıdan bir insan olarak, şöyle yorumlayabilirim. Kan uyuşmazlığı var Su ile hayat arasında. Onu seviyor ama kendini o tabloya yerleştiremiyor. İstiyor orada olmayı ama yapamayacağını biliyor. Şey gibi... bir şeker hastasının pastayı çok sevmesine rağmen kendisini öldüreceğini bildiği için yiyememesi ve hep bunu bir gün gerçekleştirebileceği umuduyla yaşaması gibi... Bu pastanın kötü olduğu ya da başkalarının yiyemeyeceği ve bu hastanın da bundan mutluluk duymayacağı anlamına gelmez... Hayat öyle ya da böyle devam ediyor çünkü. Ne şekilde ve nasıl dahil olunup olunmayacağı da sadece gerçekten "birey" olmayı başarmış olanların inisiyatifindedir. Gerisi girdapta kaybolurlar. ? Su Gibi/ Barış Behramoğlu/ Yitik Ülke/ 62 s. 880 SAYFA 11