Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Franz Kafka’nın ilk romanı 'Amerika' yeni çevirisiyle dilimizde Her yerde zenci olmak Bir gelişim romanı sayılabilecek yapıtta, 1900’lerin başı döneminin yaygın basmakalıp "fırsatlar ülkesi", "taşı toprağı altın" Amerika imgesinin tersine, romanın kahramanı Karl Rossmann’ın, ayak bastığı bu Yeni Dünya’da başarılı bir kariyere başlamak yerine, sosyal anlamda yaşadığı sarsıcı düşüş, acı sona doğru sürekli bir yolculuk hali biçiminde anlatılır. yımladı. İlk altı bölüm için yazar tarafından oluşturulmuş kesin bir sıralama taslağına bağlı kalan Brod’un, metnin kalanında ciddi düzenlemeler yaptığı anlaşılıyor. Max Brod’un açıklamalarından, Kafka’nın, hiç gitmediği Amerika hakkındaki betimlemelerinde bu ülkeye göç etmiş yakınlarından ve gazete makalelerinden öğrendiklerinin yanı sıra Arthur Holitscher’in 1911 tarihli Amerika Heute und Morgen (Günümüzde ve Yarın Amerika) adlı seyahatnamesindeki fotoğraflardan önemli ölçüde esinlendiği anlaşılıyor. Amerika romanı, derin melankolik atmosferiyle, figür ve motifleriyle Kafka’nın daha sonraki öykü ve romanlarının bir öncüsü, durumunda ve bu anlamda da bu yapıtların anlaşılmasına ışık tutan, ancak önemi ve değeri geniş okur kitlesi için Kafka’nın diğer metinlerinin gölgesinde kalan bir yapıt. manın başındaki New York Limanı’na giriş sahnesinde Özgürlük Anıtı’nı gördüğünde belli olur. Burada heykelin elinde tuttuğu şey bir meşale değil, Karl’ın başına geleceklere işaret eden kılıçtır; hem adaletin kılıcı, hem Karl’ın başına geleceklere işaret eden tehditkâr bir savaş kılıcıdır. Romandaki betimlemelerde modern toplumun metaforu olarak ortaya konulan Amerika’da şehirler, binalar, yollar, iletişim sistemleri, oteller, tiyatrolar, kısacası her şey Avrupa’dakilerle karşılaştırılamayacak denli büyük boyutlardadır. Devasa bir makine gibi hızla işleyen bu yeni dünyada acımasız bir kapitalizm de egemendir ve insanlar arası ilişkiler de buna göre örgütlenmiştir. Yanına yerleştiği zengin senatör amcası onu tam da anlaşılamayan bir nedenden dolayı kısa süre sonra reddeder: "Sen benim isteğime karşı gelerek bu akşam yanımdan ayrılmaya karar verdin, öyleyse hayatın boyunca bu kararın arkasında dur; ancak o zaman erkekçe bir karar olur." (Amerika, s. 78) Karl’ın, amcasının isteğine karşı gelerek Pollunderler’i ziyaret etmesinin ve onların evinde kendisini baştan çıkartmaya çalışan bir diğer kız olan Klara Pollunder’ın bu kovulma için ne ölçüde bir gerekçe oluşturulduğu (metinde bu yönde belli işaretler bulunsa da) belirsiz kalır. Kafka’nın kahramanlarının çoğu gibi Karl da suçunun ne olduğunu tam bilmeksizin, fakat bilmediği bir yasayı çiğnediğinden hiç kuşku duymayarak, verilen bu cezayı kabullenir ve edilgen bir tutumla, dışarıdan dayatılan bu kaderine boyun eğerek yine yola koyulur. Karl, rastlantı sonucu gittiği Occidental Otel’de asansörcü olur. Bu devasa otelin, arka planda kalan, görünmez, bilinmez güçler tarafından yönlendirilen, karmaşık ve anlaşılmaz, Karl’a kendi güçsüzlüğünü sürekli hissettiren yapısı da Şato (Das Schloss, 1926) romanındaki yönetsel yapının bir prototipi olarak görülebilir. Otelde geçen "Robinson Olayı" başlıklı bölümde Karl’ın (elinde olmayan bir nedenden dolayı görev yerinden kısa bir süreliğine ayrılmış ve bu nedenle cezalandırılması kararlaştırılmıştır) yine sanık sandalyesine oturması ve duruşma daha başlamadan hakkında verilecek hükmün kesinleşmesi de, benzerleri Kafka’nın sonraki yapıtlarında da görülen, tipik bir motiftir. Otelden ayrılırken aşması gereken bir de başkapıcı engeli vardır. Kafka’ya özgü tipik bir baba figürü olan bu "iriyarı" adamı "zengin süslemelerle bezenmiş gösterişli üniforması –omuzlarının üstünde ve kollarından aşağı altın rengi zincirler ve şeritler kıvrım kıvrım sıralanmıştı– [...] olduğundan daha da geniş omuzlu yapıyordu. Tıpkı Ma ? Ersel KAYAOĞLU lağanüstü karmaşık yapıda ve içinden çıkılamaz bir dünyayı eşsiz berraklıkta, yalın, ama yine de büyüleyici bir dille anlatır Franz Kafka. Bu dünyanın içinde büyük korkular ve çaresizlikler yaşayan, sonunda hep kaybeden figürleriyle Kafka 20. yüzyıl edebiyatının en çok okunan, en çok konuşulan, kendinden sonrakilere çok büyük etkisi olmuş yazarlarından biridir. 3 Temmuz 1883’te Yahudi bir tüccarın oğlu olarak Prag’da doğan ve 1901 ile 1906 arasında önce Alman dili ve edebiyatı, sonra da hukuk okuyan Kafka, hukuk doktorasının ardından bir yıllık avukatlık stajını yaparak, 1908 yılında bir sigorta şirketinde işe başladı. 1917 yılının sonunda baş gösteren tüberküloz hastalığı onu 1922’de erken emekliye ayrılmak zorunda bıraktı ve 3 Haziran 1924’te Viyana’da 41 yaşında ölüme götürdü. Üniversite yıllarında ilk yazarlık denemelerini yapan Franz Kafka’nın yapıtlarında memuriyetinde karşılaştığı bürokratik çarkların yansımaları da açıkça görülüyor. Yaşadığı dönemde geniş okur kitlesi tarafından tanınmayan, geride, üç roman, çok sayıda öykü ve mektup bırakan Kafka, Türk okurunun en çok tanıdığı yabancı yazarlardan biri; son yıllarda yeni ve çağdaş çevrilerinin yayımlanması da, ona olan ilginin sürdüğünün bir kanıtı. Bu çağdaş çevirilerden sonuncusu ise Kafka’nın Amerika başlıklı romanı. Ayça Sabuncuoğlu’nun çevirisi, çağdaş diliyle ve titizliğiyle içeriksel ve biçemsel eşdeğerliği yakalıyor ve Kafka’nın metinlerine özgü havayı ustaca veriyor. Amerika, Franz Kafka’nın yazmaya başladığı ilk romanı. Fakat yazar, 1911 yılının sonundan 1914 yılına kadar aralıklarla üzerinde çalıştığı ve Kayıp (Der Verschollene) başlığını vermeyi düşündüğü bu romanını bitiremedi. Yalnızca romanın Ateşçi başlıklı ilk bölümünü 1913 yılında ayrı bir öykü olarak yayınladı. Kafka’nın Ateşçi’yi, 1912’de yazdığı Karar (Das Urteil) ve Dönüşüm (Die Verwandlung) başlıklı öyküleriyle birlikte bir "oğullar" üçlemesi olarak düşündüğü de biliniyor. Yazarın ölümünden sonra yakın arkadaşı Max Brod 1927 yılında bu roman fragmanını Amerika başlığıyla ya O FIRSATLAR ÜLKESİ Bir gelişim romanı sayılabilecek yapıtta, 1900’lerin başı döneminin yaygın basmakalıp "fırsatlar ülkesi", "taşı toprağı altın" Amerika imgesinin tersine, romanın kahramanı Karl Rossmann’ın, ayak bastığı bu Yeni Dünya’da başarılı bir kariyere başlamak yerine, sosyal anlamda yaşadığı sarsıcı düşüş, acı sona doğru sürekli bir yolculuk hali biçiminde anlatılır. Karl, kendisini baştan çıkartan hizmetçi kız Johanna Brummer’den gayrimeşru bir çocuğu dünyaya geldiği için ebeveynleri tarafından ceza olarak evden adeta kovulur ve Amerika’daki amcasının yanına gönderilir. Bunun, Yargı adlı öyküde (Das Urteil) Georg Bendemann’a babası tarafından verilecek ölüm cezasının daha hafifletilmiş bir biçimi olduğu hemen göze çarpar. İyi niyetli, gördüğü haksızlıklara karşı çıkan ve biraz da naif olan on altı yaşındaki Karl’ın göçmen gemisinde ateşçi ile karşılaşması, onun adalet duygusunu kamçılarfakat ilginçtir ki, Karl’ın bu adalet duygusu kendisine yapılan haksızlıklar söz konusu olduğunda harekete geçmez. Rumen makinist Schubal tarafından haksız muamele gördüğünü ileri süren ateşçiyle birlikte, onu savunmak üzere, kaptana şikâyete gider. Kaptanın ve başka görevlilerin bulunduğu kamaraya girdiklerindeyse birden mahkemeyi andıran bir sahne oluşuverir. Burada hem avukat hem sanık rolüne itilen Karl’ın daha sonraki Dava (Der Prozess, 1925) romanının başkahramanı Josef K. ile büyük benzerliği bununla sınırlı kalmaz, romanın devamında da buna benzer sahneler görülür. Okyanusu geçerek New York’a ayak bastığındaysa, Karl, gözü gibi baktığı bavulunu bile kaybetmiş, bir anlamda tüm bağlarından kopartılmış bir vatansız durumundadır. Onu memleketine ve ailesine bağlayan tek şey olan annebabasının fotoğrafını da kaybettiği bu bavulun içinde bulunması, onun trajik yalnızlığının bir başka anlatımıdır; bavuluna daha sonra yine kavuşup onu tekrar kaybetmesi ise bu kaybetme (ve kaybolma) duygusunu iki kez yaşatır ona. Bu soğuk dünyada kendine bir yer bulamayacağı, vatanında olduğu gibi, burada da tutunamayıp dışlanacağı, daha ro880 carların bıraktığı gibi, uçları sivri, parlak siyah bir bıyık, en hızlı baş hareketlerinde bile kıpırdamıyordu." (s. 140) Dava romanının bir bölümünü oluşturan ünlü Yasanın Önünde (Vor dem Gesetz) öyküsündeki kapıcıyla büyük benzerlikler gösteren, Karl için aşılması neredeyse olanaksız bir engel olan ve bir baba figürü olarak yorumlanabilecek bu adam, Kafka’nın figürlerinin başa çıkamadıkları büyük gücün bir sembolü durumunda. Otelden çıktıktan sonra, eski yol arkadaşları olan iki serseri, yani Delamarche ve Robinson aracılığıyla kendini bir şekilde şarkıcı Brunelda’nın evinde bulur. Brunelda da romandaki neredeyse tüm kadın figürler gibi annesi, onu baştan çıkartan hizmetçi kız ve Klara Pollunder Karl’a karşı baskıcı bir kişiliktir. Karl, zorla tutulduğu ve köleleştirildiği bu evde ona kendi güçsüzlüğünü sürekli hissettiren bağımlılık ilişkisine karşı koyamaz, uğradığı haksızlıklara, kendine patolojik derecede acı çektirircesine, katlanarak boyun eğer. Sonunda bu evden de tam anlaşılamayan bir şekilde kurtulur. Son parasını harcayarak, yakındaki bir şehirde eleman arayan gezici bir "açık hava tiyatrosu"nda iş başvurusuna gider. Trenden indiğinde karşılaştığı manzara bir mahşer günü sahnesini çağrıştırır: "melek kılığına girmiş, beyazlara bürünüp sırtlarına büyük kanatlar takmış kadınlar bu podyumda uzun, altın gibi parlayan borazanları üflüyordu." (s. 223) DÜŞÜŞÜN SON NOKTASI... Tiyatroda işe başvuranlar için kurulan ziyafet sofrası ise Eski Ahit’te (Yeşeya, 25, 68) mahşer günü kurulacağı söylenen ve "ezilmişlerin gözyaşının ve utancının" silineceğinin vaat edildiği ziyafet sofrasını açıkça andırır niteliktedir ve bu anlamda Karl’ın, yaşadığı sosyal düşüşüne paralel olarak, yaklaşan sonuna da işaret eder. İş başvurusunda gerçek adını değil de "Negro" (zenci) takma adını kullanması ise 1900’lerin başı Amerika’sında zencilerin toplumsal konumu düşünüldüğünde Karl’ın artık düşüşünün son noktasına geldiğini ve yazgısının hiçbir yerde, öbür dünyada bile (tiyatronun kalkmaya hazır bekleyen treni de bu son yolculuk imgesinin altını çizer), değişmeyeceğini gösterir. Herkes için bir şölen olan o ilahi kurtuluş gününde, herkesin bir sığınak bulduğu bu ‘cennet gibi’ yerde bile Karl bir "kayıp", bir "ezilmiş ve utanan" olarak kalmaya devam edecektir. Romanın bundan sonrası ise tamamlanamamıştır. ? Kaynakça: Franz Kafka, Amerika. Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu, Can Yayınları, 2006. Franz Kafka, Dava. Çeviren: Ahmet Cemal, Can Yayınları, 1999. Franz Kafka, Dönüşüm. Çeviren: Ahmet Cemal, Can Yayınları, 1986. Franz Kafka, Şato. Çeviren: Şükrü Çorlu, İthaki Yayınları, 2006 Arthur Holitscher, Amerika heute und morgen. Reiseerlebnisse von Arthur Holitscher. Berlin: S. Fischer Verlag, 1911. Eski Ahit, Yeşeya Kitabı, 25, 68. SAYFA 13 CUMHURİYET KİTAP SAYI