25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Şiirimizde bir ufuk açıcı Ahmet Muhip Dıranas SENNUR SEZER ktik böyle gülünceyedek/ JI, şeniz işte hep bu düğünde!/ Kanm şen bir deliler evinde,/ Yirmisindekı hemşirem Van'da,/ Babam tahta tezgâhının üstünde,/ Ben bir hayal atının sırtında/ Ve anam mahzun... ölünceyedek." dizeleri hep taptazedir. Neden? Kadınlann hep "mahzun" olması gereken durumların değişmeyişi mi taze tutar bu dizeleri? Yolksa anlatımdaki alaysıhk mı? Hangi seçeneği doğru bulursanız bulun, şiirin iskeletinin sağlamlığını gözden kaçıramazsınız. Ahmet Muhip Dıranas'ın en önemli özelliği de, bence, budur: Şiirinin kuntluğu. Kalabalıkların sevdiği Fahriye Abla (bu yüzden bir fîlme de konu olmuştu), bir dönem gençliğinin gözbebeği Olvido ve Serenat, taşıdığı duygulan bu kuntlukla sağlar. Tek sözcüğün eklenemeyeceği dize yapısı, tek dizenin eksiltilemeyeceği şiir kurgusuyla. Onun titiz bir ozan oluşu, 1926yılında ilk şiirini yayımladığı halde, şiirlerinin kitaplaşmasının 1974 yılını beklemesiyle de kanıtlanabilir. Bu kitap, Orhan Ural'ın incelemesi eklenerek 1982'de yayınlandı. Ahmet Muhip Dıranas'ın Şiirler'i, ilk basımından 25 yıl sonra yeniden basıldı. Ve galiba siir tutkunu birkaç kişiden başkası fark bile etmedi. Oysa, mukemmelıyetçiliği, şekil ve ses yapısına verdiği önemle belli temalardaki ısrarına karşın tekrara düşmeyişi tartışılmalıydı. Kitabın sunusu bile, yazıldığı dönem gözönüne alınınca, tartışılması değilse Dİle irdelenmesi gerkeken bir içerikte: "Münire'ye. Bir gün laf arasında, bana 'Bir beşik gibi sallanır dünya, rahat uyusun diye bütün çocuklar... gibi bir söz söylemiştin. O gün bu gün düşünürüm ki, insanların banşını ve evrensel sevgiyi daha özge biçimde anlatmak kabil değil. Ben yaşantımı şiire, şiirimi de bu sevgiye verdim. Sanırım, kitapta savaş sözcüğünü bulamayacaksın. Kaldı ki, esinim senden gelir. Onun için, kitabı, sevinerek sana armağan ediyorum; sana ve bu inançla yaşayanlara, ölenlere... 8.7.1974" Ahmet Muhip Dıranas, şiirinde zaman ve mekandan kurtulmuş bir mükemmelliktedir. Ancak, kimi şiirleri, bu mekansızhk içine ayn ve evrensel bir ortam çizer. Kitabın Âğn bölümündeki "Güven", "Dağın Ardmda Güneş Battı", "Osman Binbaşı" Akdeniz'in, Ortadoğu'nun ve eşkıyaların gezdiği ülkelerin ortak coğrafyasından izler taşır. Ağn adh şiirindeki dağın verdiği özgürlük duygusu, yaratılışın büyüsünü aşan, ana çizgileriyle tarih değilse bile ekonomik ipuçlan taşıyan şiirlerdir bunlar: "Gelini sallar beşiğinde/ Ya bir haydut ya bir kahraman" (Dağın Arkasında Güneş Battı), "Yolun geçidini kar kesti ve aç kurtlar/ Bahçenden içeri süzülür geceleri" (Güven). Osman Binbaşı adlı şiirse, türkü formunun desteği yanında örtük bir öykünün de sarsıcılığındadır: "Duman duman olmuş Ağrı'nın başı./ Takibe gidiyor Osman Binbaşı;/ Uzaktan uzağa, geceye karşı,/ Atının nal sesini aman aman/ Cafo dinlesin!// Gölgeler uzanmış eşkıya hallı:/ Ellisi ölü yüzlerce yaralı.../ Sana da, bana da bunun vebaIı/ Bas kurşunu Binbaşı Osman Osman/ SAYFA 10 Ahmet Muhip Dıranas, sesi, istifi ve imajlanyla şiirimize yeni şairler kazandırmış bir ozandır. Onu ve ondan yola çıkan önemli şairleri keşfetmek için şiirle uğraşan herkesin Dıranas'ı yeniden okuması gerek. Bu, şiirimizde yeni ufuklar arayanlara da bir çıkış olabilir. "Ağn" Daglarlnlesin!" "İnsanların banşını ve evrensel sevgiyi" özleten dizeler elbet yalnızca dağ köylerini anlatan şiirlerden yansımaz. Şehirlerde "soluk, uzun yüzlü adamlar"ın gördükleri düşler, "Sonsuzlaşan yollara dalmış tasalı gözler"i banndıran pencereler, can sıkıntısının bir bıcak gibi saplı durduğu göğüsler, gökteki "ayru siyah güneş", şiirlerinin ve duaların açamadığı "sapa ve kilitli" yollar, bir özlemi anlatır. Omuzlara urbaların ağır gelmeyeceği günlere özlemi. Ahmet Muhip Dıranas'ın şiiri, temelde, varolmanın aalan ile yaşamanın bir ucundaki ölüm karşısında duyulan duygular bakımından yoğun bir yiğir olarak tanımlanabilir. Ancak "1939"; "Sokak", "Saat, Zaman ve Kisi" şiirlerinde ölümün doğal olmadığı yılîann, örneğin büyük savaş yıllannın izleri belirginleşir: "Tutsak, tutsak, tutsak, tutsak.../ Her şey tutsak ve de ölüm;/ Ve de ölüm, her şey tutsak." (Saat, Zaman ve Kisi), "Memelerinde keder sütü/ Şairi sokak anne büyüttü/ Sokaktan işitti her gelin/ Seferberlik haberlerinin/ Geceae ayak seslerini..." (Sokak), "Bin dokuzyüz otuz dokuz:/ Karanlıklar içinde/ Öliılerle yaşıyona.ll Puslu havayı sever kurt;/ Kaplamakta gökyüzünu/ Kurşundan ağır bir bulut.// Her şey uyuduğu zaman/ Kıracak zincirlerini/ Gecede uyanık duran." (1939). "Gecede uyanık duran" nedir? Bu yarı karanlık figür, benzer temaları işlemiş bir şairin, Cahit Sıtkı Tarancı'nın "Pervam yok verdiğin elemden/ Her mihnet kabulüm/ Yeter ki/ Gün eksilmesin penceremden" diye haykıran gönlüyle birleşir sanki. Bir başka deyişle Dıranas'ın şiirinde "bütün tasalan arıtan bir yağmur", "senden ayn düşen insanda" bağıran bir yaralı hayvanı avutmaya çalışır. Ve enginlere "bilinmedik yerlerdeki kardeşlerinizden" umutlar taşıyan gemiler açılır. Çünkü insanın içindeki coşkuyu, düşünme gücünü ölüm bile engelleyememektedir: "Kapanmış da kirpikler/ Hâlâ bir tutku sesler", "Yolcu ölmüş; işte ayaklar hür!/ Yolcu ölmüş; ayaklar düşünür..." Ahmet Muhip Dıranas'ın şiirleri, her okuyuşumda bana yeni ufuklar açar. Kimi zaman onun pürüzsüz şiirinin yeterince bilinmeyişinin nedenlerinden birinin biçim kusursuzluğu yüzünden olduğunu düşünürüm. Kimi zaman "Aç mısın kardeşim, gel olanı bölüşelim", "Düşüncenin orakla bicilmesine karşın/ Bir geleceğin dulda aüşlerine dalmışsın;" clizelerindeki gerçekçi durumlan bütünleyen "Kim zafere erecek? Zafer ne? Bir akşamda/ Güneşi bağlamaksa geceye karşı, va da/ Haykırmaksa, gür... vanm, bir güldür açan, ama/ Kini Dİr hançer gibi sıyıramam ki// Hep Tanrı mı gerek, ey tapınağı dünyanın,/ Özgürlükler üstünde?.. Bir yüce aramanın/ Yıldızsal kulesinden sesleniyorum: kallan!/ Duyuramam ki ama beni, duyuramam ki..." dizelerindeki çaresizliğin bir çığhkla kesilmesine hayıflanınm. Şiirler'i son okuyuşumda Gün Ucunda bölümünde yer alan (Parçalar) başlıklı bölümlerin biryanm destan oluşturduğunu ayırdettim." "larla böfünmüş bölümler, bu destana beklenmedik bir hareket kazandırmıştı. Insanlığın belirsiz bir zaman ve coğrafyadaki dramatik yaşamıydı anlatılan: "Ya Ahmed'im, ya Mehmed'im, ya da Durmuş'um,/ Bir ak şamüsrü bir kıyıda oturmuşum;/ Tann çekip gitmiş, koyup beni yapyalnız/ Odsuz ocaksız, yolsuz yordamsız, dermansız./ Yönlerim de yitmiş geceyle, yüzüm silik;/ Ya Son bu, batıyorum, ya doğuyorum, ilk./ Dağlardan bir yankı yok, ne de denizlerden,/ Beni yeryüzüne üfleyen ağızlardan/ Hiçbiri konuşmuyor artık, hepsi ölü;/ Kimbilir nerde, üstleri neyle örtülü?/ / oysa,/ Genç kannlann bana çiftleştiği yerde/ Bir öykü duyulurdu çok eski günlerde..." "Denizden boş dönen balıkçıların" doyunduğu bu öykü '"yeni Ahmetler, Mehmetler, Durmuşlar için bir doğma olanağıdır. Ama artık susmustur. Demek ki yeni çocuklar doğmayacaktır artık. Sanki kıyamet günüaür. Birden bu kıyametin yalnızca şiiri söyleyen için koptuğunu sezeriz; "Yorulmuşum, yorulmuşum, kelünelerde/ Sevmelerde, kanlarda, haksız ölmelerde/ Yorulmuş. Bir yoksunlukta bitkin ve garip,/ Bir yıkıntı olmuşum ve üç beş kaburga." Oysa doğa üremekte, öfümsüzlüğüyle, insanı küçümsemektedir. "Birbirinde acıkan karıncalar ve böcekler insanoğullan, fareler, örümcekler, bitlerle pireler, süslü ufacık kuşlar" bir başka deyişle "küçükler" bir uyum bir kafiye için oyuncaktır. Insanoğullanndan biri, bunu yaşamının son gününde sezer. lrdeler yaşamı. Bu yaşam bir insanın değil bütün insanhğın yaşamıdır. Kimliği belirsiz bir gücün etkisinde birbirini Kiran insanhğın yüzvülar sürmüş yaşamı: "Bizi kırbaçlayarak geceli gündüzlü/ Sürüyorsun durmadan savaştan savaşa./ Kötülük, zırhlar içinde bastan aşağı,/ Öldüren silahsa, elinde, özgürlükler./ Kardeş kardeşe, ulus ulusa körlükler.../ / Zaman, köprüler altından su gibi akar./ Ne yaptıksa özgürlükler için... yaptık ettik,/ kırdık attık./ Sokak sokak dolaştığımız o çalıklar/ Ölüm sularında sönen taşkınlıklar/ Ve bunca türküler hep özgürlük içindi./ îlkeler, ülküler. " Şair, "bu sen ben" kavgasında dökülen kanı anımsatır: "O nasıl ekmek ki sadece kanla yenen?/ Tann'nın almaya kıymadığı canları,/ Ellerimizle çıkardık... işte kanlan!/ Salt, katık olsun diye özgürlüğümüze." Yargılann haksız olduğunun acısı çökmüştür anlatıcının yüreğine: "Adamdan kurbanlar veriyorduk dağlara,/ çekiyorduk sehpalara/ mavi bayrakjar gibi." Öldürülenler "sanki sağ"dır. Öldürenlerse üzüntü içinde. Susuz. Ama çok gençtir: "Mümkün mü, kan susamışlığını suvarmak?" Anlaücı gerçek özgürlüğün "Her canı, tüm evreni sevmek" olduğunu kavramıştır. Ama "hızla dönen şu mavi var ya üstümüzde/ Ve gülü tutuşturan şu kırmızı"nın onuruna olduğu şey ölmüştür. Anlatıcı da. Ama özgürleşmiştir. Mistik bir temele de dayandınlabilecek bu destanda, Mehmet Akif in ve Tevfik Fikret'in birİeştiğini görmemek olanaksız. îrin renkli, topal bir özgürlük yalvacına uyup Meleği öldüren insan kendi ruhunun kahcılığından kuşkulu, tek kurtarıcı olabilecek "kayıkçıyı çarmıha vurmaktan pişman kendini baştan çıkaranı düşünür? O çirkin midir, güzel mi? Şiirin mistik yanı, gerçeğin darağaçlanyla parçalanıyor; "Darağacı" adh şiirde asılanı tepkisiz seyreden "hepsi ayn ayn asılmış gibi" hareketsiz adamların görüntüsüyle birleşiyor. "Darağacı" şiirinde hem asılanı hem asanı suçlayan, asılmışlar "Kim ya da ne oluş"un bitişinin sessizliği vurgular şiiri. Ve öte dünyadan çok bu dünyaya bağlar. Ahmet Muhip Dıranas, sesi, istin ve imajlanyla şiirimize yeni şairler kazandırmış birözandır. Onu ve ondan yola çıkan önemli şairleri keşfetmek için şiirle uğraşan herkesin Dıranas'ı yeniden okuması gerek. Bu, şiirimizde yeni ufuklar arayanlara da bir çıkış olabilir. • Ahmet Muhip Dıranas/ Şıırler, Yapı Kredi Yayınları/ 161 s K İ T A P SAYI 535 C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear