22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
12 17 MAYIS 2020 PAZAR YORUM *Gül kokacağız (Korona günlüğü 9) Herkes korkuyor, ölüm korkusu her şeyin ötesine geçti. Ama biz korkunun pençesinde kıvranırken, başka bir virüs dünyayı ele geçiriyor. Bu virüs, ölüm korkusuyla evlerine çekilen insanları daha kolay ele geçireceğini kısa zamanda öğrendi. Kısa zamanda özellikle Avrupa’nın en büyük dertlerinden biri olan yaşlı nüfusun korona nedeniyle azalacağını gördü ve bunun üstüne gitti. Hollanda gibi kişi başına düşen milli gelirin çok yüksek olduğu bir ülkede bir huzurevine yapılan baskında 400 yaşlı insanın ölüme terk edilmiş olduğu görüldü. Yoksul ölümlerinin çok yüksek olduğu Amerika’da faşist hareketler inanılmaz bir hız kazandı ve insanlar “çalışmak hakkımızdır!” diyerek protestolara başladılar. İnsanların kafalarına çip takılmasından söz ediliyor. Kısaca Büyük Birader için korona pandemisi, korku pandemisi oldu ve bu durumdan dünyayı gaddarca idare edenler pek hoşnut. Yaşasın tek bir yüce güçle yönetilen insan kalabalıkları! Elbette ülkemiz bu durumdan muaf değil. Bizler evlerimize kapanırken, Meclis’i tatil eden iktidar, hiçbir sakınca görmeden HDP’li belediyelere kayyım atıyor. Eşbaşkanları tutukluyor. Tecavüzcüler, mafya liderleri affedilirken, yüzlerce genç insan içerde korona tehlikesiyle baş etmeye çalışıyor. Ve tehditler: Bir kadın çıkıyor, “Ben liste yaptım, sitemde götüreceğim 34 aile var” diyor, bir gazeteci bozuntusu “Eşlerinizi, çocuklarınızı bizden nasıl koruyacaksınız?” diye uluorta konuşuyor. Ülkü ocaklarının fedaileri ölüm orucunda yaşamını yitiren İbrahim’in Kayseri’deki mezarı önünde “Polisler gider gitmez, çıkarıp yakacağız!” diye haykırıyorlar. Adamın biri, elinde silah, önündeki kavanozda duran mermileri göstererek “işaret bekliyoruz!” diye uluyor. Bir dekan online konferans sırasında yanındakine “kızların fotoğrafını görüyoruz, çaktırma” diyerek yılık yılık sırıtıyor. Peygamberler kenti Urfa’da binlerce kişi yardım kuyruğuna giriyor, iktidarlar tarafından AVM’lerdeki yaşama alıştırılmış insanlar, artık ne alacaklarsa AVM kapılarında içeri girmek için saatlerce bekliyorlar. Beni koronadan çok, önüne gelenin kendinden olmayanı tehdit etmesi korkutuyor. Bazılarınız bu tehditlerin meczuplar tarafından yapıldığını, ciddiye alınmaması gerektiğini söyleyebilirsiniz. Ben öyle düşünmüyorum, bu tehditleri duyduğumda aklıma Endonezya’da bir gecede palayla 1 milyon insanın öldürüldüğü geliyor, Çorum, Maraş kıyımları geliyor. Madımak geliyor. Ve Yugoslavya geliyor. İç savaştan 10 yıl sonra gittiğim paramparça edilmiş o güzel yurdun Hırvatistan bölümünde bir rehber ağlayarak, “Kardeşimi burada Sırplar için savaşan ağabeyim vurdu” demişti. “Biz kahvelerde iç savaş olur mu diye konuşup bir yandan da okey oynuyorduk ve bir sabah komşu komşuyu öldürmeye başladı.” Ve Saray Bosna’da binlerce mezar taşı gördüm, yirmi yaşında çocuklara aitti. Şimdi bizi iç savaştan ne koruyacak? Binlerce silahın varlığından söz ediliyor, listelerden söz ediliyor ve biz inanılmaz bir rehavet içindeyiz. Çünkü korkuyla evlerimize sığındık ve muhalefetin gıkı çıkmıyor. Arkadaşlar, siz ileride herhangi bir seçim olacağına inanıyor musunuz? Seçimde kazanılan belediyeler iktidar tarafından düşman ilan edildi. Ama ana muhalefet partisi kendi belediyelerine bile arka çıkmadı. Bu nasıl bir vurdumduymazlık. Ana muhalefetten Diyanet’in tuhaf fetvalarına karşı çıkan yok! Diyanet tüm camilerden sabah akşam sela okutuyor. Koronadan korkan halk kendini iyice ölüme yakın hissediyor. Bütün bunları düşünürken önüme bir fotoğraf düştü ve tüm kaygılarımı alıp götürdü. Fotoğrafı burada da koydum. Küçük sıpayı kucaklayan Türkan Saylan. Bir zamanların en salgın hastalığı cüzamı Anadolu’da bitiren kadın. 30 bin üniversite öğrencisine burs veren, 28 yurt ve 56 okul yaptıran Çağdaş Yaşamı Destekleme vakfının kurucusu. Bu fotoğraf öyle güzel ki sizin de şu korku günlerinde içiniz açılsın, sıpa bizim buralarda pek yok ama bir kuzuyu sarılın, bir kelebeği uçarken takip edin, bir gül korusu sarsın hepimizi, Edip Cansever’in şiirini hep birlikte haykıralım: “…öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları/bu umutsuzlukları bırakın kardeşler/göreceksiniz nasıl /güller güller güller dolusu /nasıl gül kokacağız birlikte/amansız, acımasız kokacağız/dayanılmaz kokacağız nefes nefese.” 17 MAYIS 2020 SAYI: 34556 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni AYKUT KÜÇÜKKAYA Yayın Koordinatörü Serkan Ozan Yazıişleri Müdürleri İpek Özbey / Olcay Büyüktaş Akça (Sorumlu) Hakan Akarsu (Ek Yayınlar) Görsel Yönetmen Münevver Oskay Reklam Genel Müdürü Ayla Atamer Törün l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Gece: Ayça Bilgin Demir l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Jale Özgentürk l İç Politika: Ali Açar l Kültür Sanat: Yazgülü Aldoğan l Fotoğraf: Uğur Demir l Spor: Sami Gürel l Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 l Ege Bölge Temsilcisi: Tuncay Mollaveisoğlu Halit Ziya Bulvarı 1352 sok. 2/3 Pasaport İzmir. Tel: (0232) 441 12 20 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur, Ataol Behramoğlu. l Mali ve İdari İşler Müdürü: Osman Selçuk Özer Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. A.Ş. Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No:11A/41 Bahçelievler İstanbul Tel: (0212) 454 32 55 Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. NAMAZ VAKİTLERİ İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı İstanbul 03:50 05:37 13:06 17:01 20:24 22:04 Ankara 03:40 05:25 12:50 16:44 20:05 21:42 İzmir 04:11 05:51 13:13 17:04 20:24 21:58 Parayı verenin sadece düdüğü değil, bekçiyi de çaldığı günümüzde, yokluğu fark edilmesin diye sık sık sözü edilen “ilke”nin cisme bürünmüş örneği, benim dağarcığımda ne bir politikacı, ne de toplum yönderi, ama bir sanatçıdır: “Mobile” diye adlandırılan hareketli heykellerin yaratıcısı, mühendis, yontucu ve ressam Alexandre Calder. 1942 yılına dek minicik, kıpırtılı heykelcikler yaratan Calder, bu tarihten öteye biçem değiştirdi ve “mobile”lerin karşıtı sayılacak büyük boyutlarda durağanlık, ağırlık ifade eden kunt heykeller yapmaya başladı. Değişmezi, “stabile” adını verdiği bu eserleri baştan aşağı siyaha boyamaktı. Çok ünlüydü Calder. Bir o kadar da tavizsiz. Eserlerini öyle her alıcıya satanlardan değildi. Bu zorluk, parayı bastırınca her istediğine sahip olmaya alışık zengin sanatseverlerin arzularını kamçılıyor ve milyarlarıyla ünlü isimler, onun bir eserine sahip olabilmek can atıyorlardı. Bir gün Calder’in atölyesine milyarder bir koleksiyoncu ile eşi geldi. Maestro’ya bir “stabile” ısmarlamak istiyorlardı. Altının sarısı, sanatın siyahı Ancak bu “stabile”, salt kendileri için yaratıldığı anlaşılsın diye, biraz farklı olmalıydı. Sanatçı, sessizce dinliyordu. “Acaba bizim için som altından bir stabile dökebilir misiniz? Bedeli neyse, ödemeye hazırız” dediler. Calder, piposundan bir soluk çekti: “Tabii” dedi, “niye olmasın?” Koleksiyoncu çift, bir sevindi bir sevindi. Kadın, kocasına dönüp: “Ben sana dememiş miydim? Bak kabul etti” diyordu ki… Calder, yarım kalan tümcesini tamamladı: “Som altından ‘stabile’ yaparım. Ama siyaha boyarım!” Sanatçı Calder’in ilke sınırları kırmızıyla değil siyahla çizilmişti. Başka bir renk de olabilir, ama aşılmazdı. Erken seçim yok, geç seçim askıda! Jeopolitikada “kırmızı çizgi” diye anılan sınır, ilke kavramının ta kendisidir. Hem de küresel İlke yoksa, ülke de yok! anlamda. O sınırın aşılmasına izin veren devletler ülkelerini, kurumlar varoluş nedenlerini, liderler önderlik vasfını kaybeder. Çünkü bir ilke uğruna bedel ödemeye hazır olmayan her kim ve neyse; varoluş nedenini yok ederken yok olmaya mahkumdur. İşte Türkiye. İlke diye çektiği İslami “yeşil çizgi” zamanla dolar yeşiline dönüşüp, dolar kalmayınca batan bir iktidarın pençesinde, ufalanıyor. Devletler batarken, tıpkı dev gemiler gibi anaforlar, girdaplar oluşturur. AKP ve MHP’nin yaşanan koşullarda erken seçime gideceğini düşünmek, bence yanlış! Elbette ceberutluğa tutunmaya, iktidar tahtına dişleriyle, tırnaklarıyla asılmaya; hatta provokasyon ve tehditlere bakılırsa 1980 öncesi gibi bir Türkiye yaratmaya bile hazırlar. Ama bu coğrafyada bu ekonomik iflasla, nüfusun yarısını içeri tıksalar da ayakta kalamazlar. Üstelik gayet iyi biliyoruz ki, artık azınlıktalar. Çoğunluk karşılarında. Sehven muhalefetin feda edilemeyen konforu Demek ki parlamenter muhalefetin ortaya çıkıp bir ilkenin ardına dizilmesi ve bu kırmızı çizgimizdir, geçilmez demesinin tam zamanı. Bu ilke İş Bankası olabilir. Muhalif belediyelere uygulanan baskı ve keyfi yaptırımlar olabilir. Barolar yasası olabilir. Ama bir ilkenin ardında duracak, bedel ödemeye hazır bir muhalefet, hatta herhangi bir ilkesi, kırmızı çizgisi, özetle taviz vermeyecek ahlaki bir duruşu olan muhalefet partisi var mı? Eğer Türkiye’de ilkeli bir muhalefet olsaydı, zaten AKP’siyle MHP’siyle bu takım, bunca yıl iktidarda kalamazdı! Çok fırsat kaçtı: 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP ile eşyanın tabiatına aykırı bir işbirliği yapan CHP, Ekmeleddin İhsanoğlu yerine Yılmaz Büyükerşen’i aday gösterseydi, seçimi belki kazanamazdı; ama sonrasında “sehven” aldığı için artıramadığı oylarını ikiye katlardı. Çünkü seçmen nezdinde yitirdiği güveni restore etmiş olurdu. Yiğidin memleket sevdası, mazbataya kadar Eğer HDP, etnik ayrım yapmadan tüm toplumu kucaklayan söylemiyle zafer kazandığı Haziran 2015 seçimlerinin hemen akabinde PKK ile köprüleri açıkça atabilseydi, kurulan tuzağa düşmez ve Türkiye’nin de önünü açardı. Eğer CHP, 2017 anayasa referandumunda 2.5 milyon mühürsüz oyu geçerli sayan YSK’nin hukuksuz kararına karşı kırmızı çizgi çekip TBMM’den yekvücut çekilmek erdemini gösterebilseydi, zaten Türkiye kurtulurdu! Çünkü ana muhalefetin Meclis’ten çekildiği ülkede, iktidarın meşruiyeti kalmaz. Seçimler yenilenir, sonuçlar bambaşka olabilir, en azından parti yönetimi bugün gözünde iyice düştüğü seçmen nezdinde ilkeleri uğruna dövüşebildiğini göstermiş olurdu. Hafriyat sizsiniz! Şimdi soruyorum: CHP’nin uğrunda bedel ödemeye hazır olduğu bir ilke, aşılamaz bir kırmızı çizgisi var mı? Parti yönetimi, TBMM’den maaşlarını alıp Twitter’da muhalefet yapan vekiller, kendi çapsızlıklarına rağmen başarı kazanan CHP’li belediyelerin arkasında durmak için ne yapmaya hazırlar? Peki, İYİ Parti’nin taviz verilmez ilkeleri var mı? Ya HDP’nin Kürtçülük dışında evrensel bir ilkeselliği, insanlığı öne çıkaran halkçı bir yanı kaldı mı? Sanmıyorum. Atatürk, kırmızı çizgileri aşılamadığı, ilkeleri uğruna ölümü göze aldığı için devlet kurabildi ve Türkiye Cumhuriyeti, o ilkeler üzerinde yükseldi. İlkesi olmayanın, ülkesi de yok olur. İşte batıyor Türkiye. İlkesiz politikacılar, bu enkaz sizin eseriniz, iyi bakın: Hafriyatına karışacaksınız. Enselerde on sekiz yıldır boza pişirmeyi hak etmesi için 18 nedeni var: Biri de etkili şiir okuyan tek lider olması. Her kuşun eti yenmez. Her şiir de okunmaz. Hapiste yatarak bedelini ödemek gerek. Allah’ı var. Ödedi de. Ne atom bombası, Ne işsizlik belası , Bir elinde cımbız, Bir elinde ayna, Umurunda mı korona! HHH Bir kez olsun maskeli resim vermedi. Ne teftişe çıktığı işçilerin karşısında ne de bayram pozu verdiği çocukların ortasında! Zinhar maske takmaya yanaşmadı, yanaşmıyor. (Bu yazıdan sonra artık hiç yanaşmaz!) Koronadan belli ki hiç korkmuyor. Belki de, maskeli görünürse karizması çizilecek diye korkuyor! Öyleyse çok haklı. Dünya Lideri’ne Ümmet Önderi’ne korkmak yakışır mı? HHH Korona sahiden büyük bela. Hastane sahibiyken, tutup sağlık bakanı yaptığı hekim hem sempatik hem becerikli çıktı. Gündemi elinden aldı. Son anda danışmanlar uyardı da bir vücut çalımıyla öne çıkmayı başardı. Alıp satmayı yasakladığı maskeye fiyatını 1 TL’ye düşürdü. Yine de takmıyor. 7 maaşını birden “Biz Bize Yeteriz” fonuna yatırdığı için acaba tasarruf mu yapıyor? HHH Bilgisayarından danışmanları ile bakanlar kurulu yönetiyor. Hiçbirinde yine maske yok. İmamcemaat düzeni. Havaalanı pistlerinde hangi gayeye mahsuben inşa ettirdiği belirsiz hastane teftişine çıkıyor. Yine maske yok. Bedevilik sırası Damat da, kayınpederine hürmeten maskesiz. Maskeli görünmekte belli ki ailece mahzur görülüyor. HHH Bir süre daha hac ve umreye gitmek yasak. İki ay önce 21 binlik son umreci kafilemiz zemzem bidonları ve beraberlerinde bir miktar koranayla yurda dönmüştü. “Şeytan taşlaması” yapmamışlardı. Dini kurallar, umrecilere bu hakkı (ve imkânı) tanınmıyor. (Şeytanı korumak için olamaz. Çölde uygun ebatta taş kıtlığından olabilir. HHH Son on beş gündür umrecilere vekâleten ve “şeytan niyetine” muhalefet partilerini, ülkenin en köklü meslek örgütlerini ve en güçlü özel bankasını hedef aldı. Başkanını hariç tutarak, Türkiye Barolar Birliği’ne yöneldi. Türk Tabipleri Birliği ile Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları ise zaten demirbaş hasımdı. HHH Sonra birden başkomutanlığını hatırladı. Partisine emretti: “İlk hedefimiz Türkiye İş Bankası’dır, ileri!” Belli ki “TürkTürkiye” sıfatlarından kıl kaptı. Öyle ya, sevgili mahdumu Bilal’in “Okçular Vakfı”ndan bile esirgediği “Türkiye” sıfatını izni olmadan kimse kullanamazdı. Paralleliğe izin yok! Bunu herkes anlamalı. Dünyanın 58 ülkesine kendi imzası, adıyla bağışladığı sağlık malzemeleriyle ve milyonlarca yurttaşa elden teslim kolonya ve maskelerle, Türkiye’nin de Türklüğün de kendisinden sorulduğunu ilan ve tebliğ etti. Ankara Barosu’na haddini bildiren açıklamasından sonra artık İslamiyette buna dahildir. Kırk yılın, “Tanrı Dağı kadar Türk Hira Dağı kadar Müslümanı” Bahçeli’si bile Reyiz’e biat etti. Türkiye İş Bankası’na, Türkiye Barolar Birliği’ne ne oluyor? CHP liderine Meclis’te hatırlattığı üzere, “çölde bahtsız bedevi olmanın” âlemi yok! HHH Hadisi şerif, “Kul başkasında kınadığını, yaşamadan ölmez” diye buyuruyor. Reyiz’e Tanrı uzun ömürler versin. Her şerde bir hayır var. Bu hayır çok şükür bu kez CHP için tecelli etti. Reyiz, yıllarca “CHP camileri kapattı, hatta ahır yaptı!” dedi. Kılıçdaroğlu’nun verilmiş sadakası varmış ki, iktidar olamadı. Olsaydı, “Camileri, kapattı. Namazı yasakladı!” iftirasına maruz kalacaktı. Her siyasi lider için “bahtsız bedevi olmak da çölde kutup ayısı ile karşılaşmak” mukadder! HHH “Çöldeki bahtsız bedeviyi” çoluk çocuğu anlatmakta zorlansak bile, Reyiz yine de boş konuşmaz. Konuşsa zaten Reyiz kalamazdı. İstanbul’la birlikte çeyrek asırdır gündemde olamazdı. HHH Ama keşke “Osmanlıca öğrenin!” öğüdüne hepimiz kulak verseydik. Kabristan ve türbelerdeki mezar taşlarına, Japon turist gibi bakıp geçmekle yetinmezdik. Cumhuriyetin ilk döneminde eski harflerle basılmış değerli kitapları, dergileri ve bizim gazetenin 30 Kasım 1928 tarihine kadarki sayılarını okurduk... Ve zihnen ve ruhen virüs kapmışlar için, Yunus Nadi’nin başyazılarından özel alıntılar yapardık. “Keşke Yunan galip gelseydi!” diyen fosillerin zehirlediği ruhlara da belki panzehiri olurdu. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Çocuğa cinsel istismarı savunan profesör kovuldu Akit TV’de “kadınerkek rolleri ve ilişkiler” konusunun tartışıldığı programda, İstanbul Aydın Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Muttalip Kutluk Özgüven, canlı yayında çocuk yaşta doğurmayı savunarak, “1217 yaşındaki çocukların ilk çocuğu doğurmak için ideal yaşta olduğunu” öne sürdü. Özgüven’in skandal sözleri büyük tepki çekti. Üniversite tarafından dün yapılan açıklamada da Özgüven’in üniversite ile ilişiğinin kesildiği duyuruldu. l Haber Merkezi ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Üvey oğluna işkence eden adam tutuklandı Tekirdağ’ın Çerkezköy ilçesinde bir binada yaşayanlar, 10 gün önce Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na ait 183 Sosyal Destek Hattı’na, aile içi şiddet ihbarında bulundu. Adrese giden polis ekipleri, evdeki S.Y.A’nın (8) yüzünde ve vücudunda belirgin darp izleri ile morluklar görünce, anne Durkadın Sibel A. ile üvey baba Ramazan A’yı gözaltına aldı. Anne Durkadın Sibel A. ile Ramazan A., polisteki sorgularının ardından adliyeye sevk edildi. Durkadın Sibel A., adli kontrol şartıyla serbest bırakılırken, Ramazan A. ise çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Ramazan A’nın işkence ettiği üvey oğlu S.Y.A. ile 1.5 yaşındaki öz çocuğu O.A. da Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından korumaya alındı. l Haber Merkezi
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear