24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Perşembe 10 Kasım 2016 Hasan Hüseyin Korkmazgil Ay oğul ay Kemal’ım Sen hep samsun’a mı çıkarsın ay oğul ay Kemal’ım hele bir de buralara çık hele bir çık hele bir Kemal’ım! yol uzak hane viran dersen eğer Kemal’ım! dilediğin yere çık çık hele bir çık hele bir Kemal’ım! gör ki ne haldedir ‘Ey Türk Gençliği’n gör ki ne haldedir Bursa’da dediklerin gör ki ne haldedir ‘bu yurdun efendisi’ sen hep Samsun’a mı çıkarsın ay oğul ay Kemal’ım hele bir de oralara çık hele bir çık hele bir Kemal’ım! Karadeniz derler bir kara derya abanmış üstüne Kozlu’da çocukların kömür müdür yürek midir ocaklardaki ağıt mıdır figan mıdır bacalardaki Zonguldak zonguldak vurur yüreğim zonguldar dertlerim günde beş öğün katarlanır albayraklı cenazelerim kimi ağlar ekmek ekmek, ne bilem kimi ağlar okul okul, ne bilsin ne bilsin grizuyu grevi sendikayı, Kemal’ım ne bilsin yoksul yetim? sen hep Samsun’a mı çıkarsın ay oğul ay Kemal’ım hele bir de kömürlere çık hele bir çık hele bir Kemal’ım! kimi kurşun sıkar kimi cop sallar kan akar okulların kapılarında defteri kan kitabı kan günaydını kan böyle mi doğmuştu güneş Samsun’dan? ekmeksizler okul diye meleşir bir kalemi yedi kardeş üleşir ölen ölür ölmeyenler ağlaşır bu muydu beklediğin kurtuluşundan? sen hep Samsun’a mı çıkarsın ay oğul ay Kemal’ım hele bir de okullara çık hele bir çık hele bir Kemal’ım! pamukta tütünde neler dönüyor demirden petrolden kimler vuruyor millet ucun ucun akmış gidiyor ‘benim bu gidişe aklım ermiyor’ Vahdettin döküntüsü fetva veriyor ‘derdim çoktur hangisine yanayım?’ hangi bir kurbana ağıt düzeyim ne yöne gittik ki geldik bu yana bu kuyudan hangi yöne bakayım? Kemal’ım Kemal’ım tatlı Kemal’ım kılıcı belinde atlı Kemal’ım! sen hep böyle heykelde mi durursun sen hep böyle nutuk’ta mı durursun? sen hep böyle Samsun’a mı çıkarsın ay oğul ay Kemal’ım hele bir de ırgat pazarlarına hele bir de zindanlara çık hele bir çık hele bir Kemal’ım! yazın gel güzün gel zemheride gel zemheri soğuk dersen Kemal’ım azıcık beride gel gel de anlasınlar sen kimin Kemal’ısın ağanın mı beyin mi bey oğlunun mu tacirin mi tefecinin mi kompradorun mu yoksa benim gibi emekçinin mi gel hele bir gel hele bir gel de anlasınlar sen kimin Kemal’ısın! gel de bir gör hele hallerimizi kimler çalıp çırpar ellerimizi Yunus’lu Pir sultan’lı dillerimizi! sen hep Samsun’a mı çıkarsın ay oğul ay Kemal’ım hele bir de her yere çık hele bir çık hele bir Kemal’ım! çık ki her yer samsun olsun Kemal’ım çık ki her yer samsun olsun Kemal’ım! Hasan Hüseyin Korkmazgil Ata’ya özlem ‘Üniformayı taşıması güçtür’ Aralov’un anılarında yer alan cephe gözlemlerinden bir kısmı Başkumandan’ın halkla temas ettiği, halkla ilişkileri hakkındadır. Mustafa Kemal gittiği her yerde okulları ziyaret etmekte, büyük ve önemli işlerinden fırsat bularak bu kurumların mütevazı etkinliklerine katılmaktadır.   “(Konya’da) Akşam öğretmen okulunun temsillerinde hazır bulunduk. Programda bir perdelik çocuk piyesi Avcı, Çanakkale’nin İngilizlere karşı savunulmasını canlandıran üç perdelik başka bir piyes, vatan şiirleri ve Yunan zulmünü anlatan Bursa Faciası adlı piyes sahnelendi. Bu son piyeste aşırı şovenlik bulunduğu için Mustafa Kemal bunu beğenmedi. Piyesin sonunda Mustafa Kemal, İtilaf Devletlerine karşı Anadolu’nun savunucusu olarak övüldüğü halde, temsili hazırlayanlara böyle eski bir şeyi hazırladıkları için çıkıştı...” Burada ilginç olan, Başkumandan’ın savaşta bile şovenizmden uzak durmaya gayret göstermesi ve savaşan iki ordunun mensup oldukları uluslarla ilgili bir düşmanlığa asla prim vermemesidir... Hayalperest Enver Paşa’ya tarihi yanıt Harbiye Nazırı Enver Paşa, Mustafa Kemal’e Hindistan’a sefer yapmasını önerir. Eğer Mustafa Kemal bu seferi kabul ederse emrine üç alay verecektir. Enver Paşa’nın planına göre İran’dan halkı ayaklandıra ayaklandıra Hindistan’a kadar gidecektir. Bu teklife Mustafa Kemal’in verdiği yanıt şöyle olur: Ben o kadar kahraman değilim. Talat Paşa bu görevi niçin kabul etmediğini sorduğu zaman da: Bir harita getirilmesini isteyen ve harita üzerinde durumu gösteren Mustafa Kemal şöyle devam eder: Hem niçin üç alay? Tek bir adam gönderin, yeter. Nasıl olsa kendi kuvvetini kendi yapmaya mahkum değil midir? Bu fedailiği üstüne almalıydın, diyen Talat Paşa’ya alaycı bir şekilde şöyle yanıt verir: Eğer böyle bir şeye imkân olsaydı, sizin emrinizi beklemezdim. Kendim gider, kuvvetler bulur Hindistan’ı fetheder ve imparator olurdum. ‘Bağırmayın Ekselans!’ Atatürk, Hatay sorununu barışçı yollardan çözmek için Fransa’dan davasının haklılığını onaylayacak dostlar aradı ve ünlü bir devlet adamı olduğu kadar ünlü bir yaşar ve düşünce adamı olan Edouard Herriot’yu Türkiye’ye davet etti. Bugünkü gibi uçaklar olmadığı için Samplon Ekspres’le gelen Fransız devlet adamını Edirne Garı’nda o zaman Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan Numan Menemencioğlu ile Protokol Genel Müdürü Fuat Abdusselam karşıladılar. İkisi de sağır denecek kadar ağır işitirlerdi ve iri kulaklıkları kulaklarındaydı. Sirkeci Garı’nda Atatürk adına kendisini karşılayan İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’ın da aynı özelliği vardı ve kulaklık kullanmazdı ama bir eli daima kulağının üstündeydi. Ankara Garı’nda Ata adına konuğu karşılayan sabık Genel Sekreteri Hikmet Bayur da aynı yapıdaydı. Bağırılmadan duymazdı. Başbakan İsmet İnönü’nün de bu özelliği dünyaca malumdu. Herriot, bu muhataplarla bağıra bağıra konuşmaya öylesine alışmıştı ki, Çankaya’da Mustafa Kemal’le karşılaşınca aynı yüksek sesle konuşmaya başladı. Atatürk, bunun nedenini anladı ve güldü: Bağırmayın ekselans ben duyuyorum, dedi. Herriot’un anılarında şöyle bir cümle var: “Bir duyun adamı ki, çoğunun duymasına ihtiyaç bırakmıyor.” ‘Oh ne âlâ halkçılık!’ Ata’nın en çok kızdığı şey, hiç hoş 10 KASIM 1938 10 KASIM 1938 11 KASIM 1938 lanmadığı ve istemediği şey ise bulunduğu yerlerde çevresinde polisiye önlemler alınmasıydı. Milletine çok güvendiği için şu emri verir ve bütün önlemleri kaldırtarak güvenlik görevlilerini hayli güç duruma sokardı. “Bu millet bana ne kurşun atar ne de attırır!” Cumhurbaşkanlığı’na ait bazı protokol kuralları onu gerçekten sıkardı. En büyük emeli, bastonunu eline ve yakın arkadaşlarını yanına alarak İstiklal Caddesi’nden, köprü üstünden herhangi bir vatandaş gibi rahatça geçebilmek ve yürümekti. Tramvaya binsin, trende halk arasına otursun, vatandaşlarına özel ziyaretler yapsın... Bunlar Atatürk’ün en çok sevdiği şeylerdi. Otomobille gezinti yaparken otomobilini bırakıp tramvaya atladığı, trene bindiği, birdenbire Lebon’a girip herkesin ortasına oturduğu, Vefa’ya giderek oranın meşhur bozasını içtiği daima rastlanan olaylardı. Bir sabah Florya’dan Dolmabahçe Sarayı’na dönüyorduk. Yeşilköy İstasyonu’nun önünden geçerken birdenbire otomobili durdurdu ve başyavere şu emri verdi: ‘Sorunuz bakalım tren var mı?’ Tesadüfen hemen hareket etmek üzere olan tren vardı. Hep birlikte otomobilden indik ve trene yetiştik. Karar aniden verilip uygulandığı için kimsenin dikkatini çekmemiştik. Neden sonra kondüktör bilet kontrolüne geldiğinde Atatürk’ün trende olduğunu anladı. Geri çekilmek istedi. Fakat Atatürk bırakmadı. Kondüktöre seslendi: Lütfen görevinizi yapın, diyerek bizleri gösterdi ve şöyle devam etti: Bu efendilere niçin bilet sormuyorsunuz? “Paşam biz milletvekiliyiz. Tren bileti almayız. Parasız bineriz” dedik. Hem hayret, hem de bizimle alay etti: Bu ayrıcalığı hiç beğenmedim. Çok ayıp ve çok acayip bir kural. Oh ne âlâ halkçılık? (Kaynak: Kılıç Ali) ‘Atatürk’e pokerde hile yaptık’ Bir gün Samsun’dan Ankara’ya geliyorduk. Atatürk, trendeki arkadaşlara şöyle dedi: “Haydi poker oynayalım. Fakat bu kez ciddi oynayalım. Siz kazandığınızda vereceğim. Paraları alır, eğlenirsiniz.” Ben, Salih Bozok ve Nuri Conker, aramızda şunu kararlaştırdık. Salih Bozok, Atatürk’ün arkasına geçecek, onun elindeki kâğıtları Nuri Conker’e işaretle bildirecekti. Tertibatımız tamamlanmış, oyuna oturulmuştu. Atatürk rölanslara veya rest çekmelere başladığı zaman Salih eline bakıyor. Nuri Bey’in görmesi gerekiyorsa gözlerini kapayıp usulcacık kafasını aşağıya indiriyordu. Bu yolla bir hayli kazanmıştık. Tam Ankara’ya yaklaşmıştık. Atatürk sırasını getirdi ve Nuri Bey’e bir rest çekti. Salih, Atatürk’ün eline bakarak hemen gözlerini kapadı ve başını aşağıya doğru salladı. Nuri Bey de resti gördü. Bu eli de alırsak kazancımız bir hayli yükselecekti. Fakat Salih, Atatürk’ün elindeki iki rua’yı görmüş, aldığı diğer rua’yı da dame zannetmiş, ona göre işaret vermişti. Meğer Atatürk, üç kâğıt alarak kare yapmamış mı? Saatlerce emek vererek kazandıklarımız bir anda geri gitmişti. Bunun üzerine Nuri Bey, “Yahu be Salih, tam görmüşsün birader” deyince Atatürk işi anladı, kahkahalarla gülmeye başladı. (Kaynak: Kılıç Ali) ‘Gazete kâğıdına sarılı sigara’ Kanunlara göre, Cumhurbaşkanı’na hakaret edenler hakkında dava açabilmek için bu makamdan izin almak gerekiyordu. Bir köylüyü Atatürk’e küfrettiği için mahkemeye vereceklerdi ve Atatürk’ün iznini istiyorlardı. Atatürk sordu: Ne yapmışım ben? “Gazete kâğıdına sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş, eli yanmış, ‘Kemal Paşa alsın bunu içsin bakalım’ demiş ve arkasından da size küfretmiş” Atatürk, bunları söyleyen bakana sordu: Sen hiç gazete kâğıdına sarılı sigara içtin mi? “Hayır” cevabını alınca dedi ki: Ben Trablusgarp’ta içtim. Bilirim pek berbat şeydir. Köylü haklıdır. Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin ediniz beyler. (Kaynak: Falih Rıfkı) 11 KASIM 1953 ‘Üniformayı giymek kolay...’ Mussoloni’nin, Roma İmparatorluğu’nun Akdeniz kıyılarındaki topraklarından söz ettiği günlerdeydi. İtalyan büyükelçisi, Atatürk tarafından özel olarak kabul edilmesini istemiş, ziyaretinde, ülkesinin Türkiye ile dost geçinmek arzusunu tekrarlarken diplomatik tabir ile “en çok müsaadeye mazhar ülke” statüsünün iki ülke için de yararlı olacağından söz edivermişti. Atatürk, elçi sözü buraya getirinceye kadar sivil giyiniyordu. Konuğuna “Birkaç dakika bekleyin” dedi. Döndüğünde üzerinde kendisine çok yakışan ve saygı ile birlikte korku da telkin eden mareşal üniformasını giymişti. Gülerek yerine otururken: “Sinyor Mussoloni’ye şu son cümlelerinizi ve bundan sonra benzerlerini bu kıyafetimle dinlediğimi de yazınız” dedi. Ve elçi, tabii amacını anlatamamış olmanın özrüne sığınarak izin istedi. Atatürk, Mussoloni ve Stalin mareşal üniformasını giydikleri zaman, “Üniformayı giymek kolay, fakat onu taşımak güçtür” demişti. (Kaynak Kılıç Ali) ‘Milletiniz ölmeye hazır mı?’ Bir gün Mısır’da bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal’i görmeye gelmişti. Kendisine: Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz, diye sordu. Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal: Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü, diye sordu. Adamcağız yüzüne bakakaldı: Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya... dedi. Mustafa Kemal’in yanıtı şöyle oldu: Benimle olmaz, beyefendi hazretleri benimle olmaz! Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse o zaman gelip beni ararsınız. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear