26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 23 Ekim 2016 EDİTÖR: EZGİ ATABİLEN ‘Filmlerimde iki başlangıç vardır’ Asghar Farhadi, festivalin bu gece yapılacak ödül töreninde Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün sahibi olacak. Oscar ve Altın Küre ödüllü İranlı senarist, yönetmen Asghar Farhadi, 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’ne konuk oldu. İşte Farhadi’nin festivalde verdiği Ustalık Sınıfı oturumundan satırbaşları... CEREN ÇIPLAK Festivalin en önemli konuklarından biri hiç şüphesiz İran sinemasının dünyadaki en tanınmış temsilcilerinden Asghar Farhadi. “Bir Ayrılık”, “Geçmiş” ve bu yıl Cannes’da kendisine En İyi Senaryo ödülünü getiren “Satıcı” gibi filmlerin hem senaristi hem de yönetmeni olan Farhadi dün festival kapsamındaki bir Ustalık Sınıfı için sinemaseverlerle buluştu. ‘Sembollerle anlatmak sansürden doğmuştur’ 4 Filmlerimde dikkat ederseniz evlerin içinde sarı rengin hâkim olduğunu görürsünüz. Sarı renk benim kültürümde “şüphe” anlamına gelir. Bu rengin anlamı Çin’de ise farklıdır. Sembollerle anlatmak sansürden doğmuştur. Ama bu gün daha işlevsel bir şey var: İşaret. Filmde bir işaret gördüğümüzde gerçeklikten kopuk değildir aslında. Filmin bütününde yan yana koyduğumuzda bir anlam teşkil eder. Örneğin son filmim “Satıcı”nın başında bir binanın yıkıldığını görürsü nüz. Bu tek başına bir şeye işaret etmiyor. Ama filmin tümüne baktığımızda, o binanın parçalanmış olması, filmdeki bütün ilişkilerin parçalanmasını ifade ediyor. Filmlerimi yazarken böyle bir yerden bakıyorum. ‘Yönetmen sadece hayatı anlamaya çalışmalı’ 4 Yazdığım hikâyemin ilk seyircisi kendimim. Filmi yazarken bunu kimlerin izleyeceğini düşünmüyorum. Seyirci olarak kendimi baz alıyorum. 4 Bir filmi yaparken seyircinin yönetmenle işaretleri aynı yorumlamasını beklememeliyiz. Her seyirci farklı yerden izleyebilir. Kimi sosyolojik, kimi siyasal, kimi ahlakçı bir perspektifle izler. Biz bir yönetmen olarak bütün bu perspektifleri bilmeli miyiz? Sadece hayatı anlamaya çalışmalıyız. Çünkü bütün bu perspektiflerin doğuş yeri hayattır. 4 Bir film bize ne yapar? Bizi üzer ya da sevindirir. Ya da ikisini birlikte yapar. Bu sevinç ve üzüntü düşünceye dönüşürse o film kalıcı olabilir. 4 Benim bulduğum yol, filmin sonunda soru işaretleri bırakmaktır. Soru işaretleri filmin sonunda sizi düşünmeye iter. Farhadi’nin konuşmasına sinemaseverlerin ilgisi büyüktü. ‘Kızım en büyük eleştirmenim’ 4 Filmlerimin aslında bir sonu, iki başlangıcı vardır. Son dediğimiz şey insanın kaderlerinin değişmesidir. Peki, iki başlangıç nedir? Biri filmin ilk dakikalarında gördüğünüz başlangıç diğeri de filmin sonunda gördüğünüz başlangıç. Bu açık bir son değildir. Filmin zihninizde yeniden başladığı andır. 4 Filmlerimde karakter lere aynı mesafede yaklaşırım. Mezar taşıma bir şey yazılacaksa karakterlerime mesafe konusunda yazılmalı. Bu mesafeyi hiç kaybetmedim. Bu benim yasam. 4 Karakterleri iyi ve kötü diye ayırırsanız seyircinin zihnine güvenmemiş olursunuz. “Bir Ayrılık”ın başlangıcında kamera yargıcın yerinde oturur. Seyircinin oturduğu yerdir orası. 4 İsveçli oyun yazarı ve film yönetmeni Ingmar Bergman, beni hayrete düşürebiliyor her seferinde. Bergman’ın “Utanç” filmini izlediğimde yazdıklarımın ona yakın olduğunu hissetmiştim. 4 “Bir Ayrılık” filminde ki küçük kız benim kızım. Şimdi büyüdü ve benim en büyük eleştirmenim oldu. Kadın‘Dünyayı değiştirebilmek için bakışı şart’ kültür 17 Öykü Karayel, 53. Antalya Film Festivali’nin ulusal bölümünde yarışan Gözde Kural’ın ilk uzun metraj filmi ‘Toz’daki Azra karakteriyle karşımızda CEREN ÇIPLAK Siz bu söyleşiyi okuduğunuzda Öykü Karayel belki de festivalde ödül almış olacak. Biz tören öncesi Karayel’le buluştuk. Büyük iddia ları, büyük cümleleri yok.. Keskin de değil hiç. Öyle sade ki... Sade ve sakin... n “Toz” filminin çekimleri için bir ay boyunca Afganistan’da kaldınız. Öncelikle izlenimleriniz neler? Afganistan’a giderken dünya, o bölgeyle ilgili yalan söylüyor diye düşünüyordum. Sonra gördüm ki bizim bildiğimizden, tahmin edebileceğimizden çok daha vahim durum. Ve asla gitmeden de anlayamayacağınız hisler bırakıyor sizde. Kurşunlanmış, bombalanmış binalarla dolu her taraf. Ama orada hâlâ insanlar yaşlanıyor, hâlâ çocuklar okula gidiyor, hâlâ sanatçılar yetişiyorsa; gidenler bir zaman sonra geri dönmek istiyorsa, orada umut bitmemiş demektir. Yepyeni bir Afganistan için hâlâ umut var demektir. Sadece fillerin tepişmesi bitsin diye bekliyor insanlık hâlâ. n Kadınlar peki? Burkalı kadınları sokakta, çarşıda çok az görüyorsunuz. Bir evde çekim yaptık. O evdeki kadınla diyaloğumuz vardı. Özgüveni tam, bütün evi çekip çeviren, güçlü bir kadındı. Bir de kümeler halinde beyaz başörtüleriyle okula giden kız çocuklarıyla karşılaşıyorsunuz sürekli. Afganistan’da Taliban döneminde kız çocuklarının okula gitmesi yasaktı. 15 sene önceye kadar okula giden kız çocuğu yokken şimdi bu oran gün geçtikçe artıyor. n Afganistan bize çok mu uzak? Benzer koşullar bizim ülkenin doğusunda da var. Biz de ülke olarak bom balara, terör eylemlerine yabancı değiliz. Tehdit edici bir durum olduğu zaman metrolardan, çarşılardan uzak duruyoruz, kalabalığa çıkmıyoruz. Ama Afganistan’da hayatınızın her gününün, her anının böyle geçtiğini düşünün. Filmimizde Afganistan’ı çok güzel anlatan bir söz var: ‘Burada güne sadece nefes alarak başladıkları için şükreden insanlardan başkasını göremezsin’. Bu cümle bizim gibi insanlara ne kadar uzak geliyorsa, Afganistan da bize o kadar uzak.. n Filmin çekimleri sırasında özel korumalarla çalışmışsınız... Taliban’ın faaliyete geçtiği bir döneme geldik orada. Kâbil’de sürekli eylemlere başladılar. Güvenliğimizi sağlayan cumhurbaşkanlığı korumaları, özellikle dış çekimlerde bize eşlik etti. ‘Sinema eril bir pozisyonda’ n Muhteşem Yüzyıl’da da güçlü bir sultan olan Dilruba’yı canlandırdınız. Festival söyleşilerinin birinde sinemada daha çok güçlü kadına ihtiyaç olduğu vurgusu yapıldı. Siz ne dersiniz? Sinema var olduğundan beri eril bir pozisyonda. Gerek sinema sektöründe gerek beyazperdede bu böyle. Sosyal yaşamda da böyle durum. Dünyada bir şeyleri değiştirebilmek için kadın bakışıyla bakmak lazım. Kadın doğası ge reği yetiştiren, geliştirendir. O naiflikle, o merhamet duygusuyla yaklaşılırsa bütün sorunlara, çözümler daha acısız olur gibime geliyor. n “Gladyatör” ve “Şeytanın Avukatı” filmlerindeki rolleriyle tanınan Connie Nielsen’a sorduğumu size de sormak istiyorum öyleyse. Bir kadını güçlü yapan nedir? İktidar mı? Yoksa hatalarını ve kusurlarını algılayabilmesi mi? Benim algıladığım güç, erdemli olmakla, öyle durabilmekle alakalı. İk tidar için böyle bir güce ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum eğer öyle olsaydı dünya şu an başka bir yer olurdu. Erdemli olmak içinse bu son dedikleriniz şart. İnsan aklını, vicdanını sürekli diri tutarak ve gerçekten kusurları fark ederek ve tabii değişerek, yani kendini bilerek güçlü olabilir ancak. n Hatalarınızla, kusurlarınızla aranız nasıl? Pişman olan biriyim. Bazen nasıl “Hayatımda hiç pişmanlık yaşamadım” gibi büyük cümleler kurabiliyor insanlar anlamıyorum. Pişman olmazsa insan hatalarını değiştirebilecek gücü nereden bulacak. İnsanın kendiyle derdi olmalı ama buradaki dert beraberinde kendini sevebilmeyi de getirmeli. ‘Konuşmayı sevmiyorum’ n Geçmiş söyleşilerde sizi suskun olarak tanımlamışlar... Konuşmayı çok sevmiyorum çünkü konuşarak kendimi iyi ifade edebildiğimi düşünmüyorum. O yüzden söyleşilerde çok geriliyorum. Bir şeyi ifade ederken hep bir şeyler eksik kalıyor. n Sizi ilk olarak Krek Tiyatro’nun “Güzel Şeyler Bizim Tarafta” oyununda izlemiştim. Sizce güzel şeyler ne tarafta? Neye güzel dersiniz? Bu soruyu cevaplayabilmem için iki üç gün düşünmem lazım. Oturup bir şeyler yazasım var şu an... ‘Ülkenin durumuna itirazım var’ n Azra, Afganistan’a gittiği zaman kadınların sindirilmiş haline de itiraz ediyor. Azra itirazı yüksek bir kadın... Bu tür coğrafyalar, gittiğiniz ilk andan itibaren size bir davranış biçimi dayatıyor. Sokaklarda elinizi kolunuzu sallayarak gezmeyin diyor ya da bu kadar rahat yürümeyin yolda diyor. Kadın olma durumu sizi de rahatsız ediyor. Sadece cinsiyetiniz yüzünden günlük hayattan çekilmenizi istiyor. Bizim yaşantımıza da çok uzak şeyler değil bunlar. Bu coğrafyanın getirdiği davranış biçimlerini kabul etmekte çok zorlanıyorsunuz, itiraza ihtiyaç duyuyorsunuz. Azra da gidiyor ve itiraz ediyor. “Böyle olmayın, değişebilirsiniz”i göstermek istiyor refleks olarak. n Siz itirazı yüksek bir kadın mısınız? Afganistan’a gittiğimde Azra karakteri gibi benzer bir şey yaşadım. Mesela gittik ve kapandık eve. Biz zanne diyoruz ki dışarıya çıkabiliriz, göre biliriz. Ama hiçbir yere çıkamıyoruz. Yarı hapis hayatı gibi. İçeride çok eğleniyoruz orası ayrı. Ama set ten direkt kaldığımız yere geliyo ruz tekrar. Bir hafta buna alışmak ta çok zorluk çektim. Çünkü bir ta raftan da bütün hepimizin mesuli yeti yönetmenimiz Gözde Kural’ın omuzunda, birimize bir şey olsa, hayatına kaldığı yerden devam edemezdi Gözde. Ama insan ben cil bir varlık biliyorsunuz. Bu duruma itiraz ettim ben başta. Biraz daha özgürlük istedim... Gözde de tanıdı sağ olsun, çıktık gezdik biraz bera ber. Sonra dedim ki tamam, böyle Öykü Karayel, filmde Afgan bir maceraya hiç gerek yok. asıllı genç bir kadının an n Türkiye’de neye itirazınız var? nesinin hikâyesinin peşine Ülkeninin durumuyla ilgili sürekli bir iti düşerken kendi hikâyesini raz durumum var zaten. bulan Azra rolünde. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear