14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 5 AĞUSTOS 2014 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Boykot Erdoğan’ın Değirmenine Su Taşır Prof. Dr. MUSTAFA ÖZYURT, Y 22. Dönem Bursa Milletvekili azının başlığı ve sayısal veriler, Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TESAV) Başkanı Sayın Erol Tuncer’in Cumhuriyet gazetesinden Türey Köse’ye verdiği söyleşiden alınmıştır. Aslında partili büyüğümüz Sayın Tuncer bu bilgileri, 14 Temmuz’da Ankara’da CHP Genel Merkezi’nde yapılan toplantıda ayrıntılı bir şekilde dile getirdi. Son yerel seçimlerde AKP’nin yüzde 45 oy aldığı gibi bir çarpıtma söz konusudur. Bu aldatmacayı yaparken büyükşehir belediye seçimi sonuçları gösteriliyor. Oysa 51 ilde il genel meclisi ve 30 ilde belediye meclisi üyesi sonuçları veri olarak alındığında bu oran 43.40 düzeyinde kalmaktadır. Buna karşı muhalefetin toplam oy oranı yüzde 46’dır. Bu durumda muhalefet 2.5 puan öndedir. Erdoğan 2009 ve 2014 seçimlerinde oy kaybetmiştir. 30 Mart yerel seçimlerinden bu yana Erdoğan’ın oyunu artıracak değil, tersine kaybedeceği eylem, söylemler içinde olduğunu da eklemek gerekir. Bu açıdan ilk turda Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilme şansı söz konusu değildir. AKP örgütünün, yasaları hiçe sayarak açıkça destek verdiği Başbakan, dış politikadaki yaptığı onarılmaz hataları ve 17/25 güncelliğini korumaktadır. Bütün bu olumsuzluklara ek olarak Irak topraklarından kaçan Türkmenlerin içler acısı dramı tuz biber ekti. Türkiye ve Mısır karşılıklı ilişkilerini en alt düzeye indirmiştir. Kısaca komşular arası sıfır sorun, sıfır komşu konumuna gelmiş bulunmaktadır. Yoksulluk ve özellikle Suriyeli sığınmacıların yarattığı rahatsızlık, güney illerimizdn başlayarak ülkemizin her köşesine yayılmış ve yer yer patlama noktasına tırmanmıştır. Dört bakanın istifası ile başlayan ve Başbakan’a kadar uzanan 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet dalgasında, iktidarın TBMM’de komisyon kurulmasını bile engelleme girişimi ve fezlekelerin savcılığa sudan sebeple geri gönderilmesiyle ört bas etme girişimi doruk yapmıştır. Cumhurbaşkanı seçimi daha açık anlatımla, parlamenter sisteme inananlar ile Başbakan’ın iki dudağı arasından çıkacak astığı astık kestiği kestik tek tümceye bel bağlayanların mücadelesidir. Bekli de Başbakan’ın kendisinin kurtuluş yolu olarak seçtiği başkanlık sistemine dört elle sarılmasını göremeyenlerin içler acısı durumu etkili olacaktır sonuçta. Boykot, Erdoğan’ın değirmenine su taşımaktır. CHP’de sandığa gitmeyerek tavır koyanların iki tarafa da faydası dokunmaz. Çünkü taşıma su ile değirmen dönmez. İki Yanlış Bir Doğru Etmez! Silivri operasyonları ve davaları yanlıştı: Sahte deliller, hem sanık, hem tanık, hem gizli tanık olan sabıkalılar, savunma hakkının sınırlanması ve kısıtlanması... Silivri’yi, AKP ile Cemaat, birlikte planlamış ve uygulamıştı... Bu yanlış, Türkiye’nin siyasal ve hukuk tarihine bir kara leke olarak geçti. HHH Silivri yanlışını AKP iktidarı ile birlikte uygulayan cemaatçilere, 17 ve 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle yapılan ve “casusluk” suçlaması ile maskelenen “sahur operasyonu” da yanlıştır: İktidarın suçlamaları, medyadaki yargısız infazlar, suçlamalarla soruşturulan eylemlerin tutarsızlığı, tutuklama süreçleri, Silivri’yi hiç de aratmıyor... Üstelik sanıklar, Silivri’de yaptıkları haksızlık ve hukuksuzluklardan dolayı değil, AKP iktidarı, bakanları ve bizzat Erdoğan ailesi hakkında hazırladıkları fezlekelerden dolayı, “darbecilik” ve “casuslukla” suçlanıyor! HHH Her iki operasyonda da savcı rolünü, Başbakan Erdoğan üstlenmiş görünüyor! Ayrıca, her iki operasyona da AKP ve Cemaat dışından destek verenler var: Silivri’ye, askeri darbelerin yaptıklarını unutamayan ve askerlerin siyasal etkisine karşı olan gruplar destek vermişti. Son operasyona da, Cemaat’in yaptıklarını unutamayan ve siyasal etkisine karşı olan gruplar destek veriyor. Bu arada ne hukuk kalıyor, ne adalet, ne demokrasi ne de insan hakları... Gerek Silivri’ye, gerekse son operasyona destek verenler, Türkiye’yi tahrip ediyor! HHH İki yanlıştan bir doğru çıkmaz: Silivri de yanlıştı; bu yanlışı yapan cemaatçilerin, AKP iktidarının rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarına imza attıkları için, darbecilik ve casuslukla suçlanma operasyonu da yanlıştır! Çünkü böylece, hem AKPCemaat ittifakının Silivri’de yaptığı haksızlık ve hukuksuzluklar örtbas ediliyor... Hem de AKP’ye yönelik olan, Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarının üstü örtülüyor... Sonuçta Türkiye, hukuksuzluğun egemen olduğu, otoriter bir yolsuzluk toplumuna dönüşüyor! Yolsuzluk ve rejim sorunu Aralık yolsuzluk operasyonları ile daha da oy kaybettirmiştir. Hiç kuşkusuz ülkesini seven her AKP’li sandığa gittiğinde bunları da göz önüne bulunduracaktır. Başlangıçta canciğer kuzu sarması olduğu iktidarın, Suriye’deki karışıklıklarda muhaliflerin yanında yer alıp Esad’ın kısa sürede gideceği hesabı tutmadı. Esad’ın iktidarı devam ederken karmaşa içindeki Suriye’de IŞİD ve PYD iyice yerleşmiş Dış politika çıkmazı durumdadır. El Kaide ve IŞİD terör örgütlerine el altıdan yapılan silah ve mühimmat yardımı Türk halkına yönelmiştir. Hatay’ın Cilvegözü Sınır Kapısı’nda 17 kişi ve Reyhanlı ilçesindeki patlamada ölen 45 vatandaşımızın yakınlarından ellerini havaya açıp feryat eden kadının yakarışı unutuldu sanılmasın! Musul Konsolosluğu binası ve 49 Türk vatandaşı IŞİD’in elinde tutsaktır. Onların serbest kalması için yapılan pazarlıkların seçim malzemesi olarak kullanılacağı endişesi Faşizmin ‘İnsan’ Algısı Yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimi sadece siyasal bir süreç değildir. Aziz ve necip milletimiz “insan” olarak nasıl bir toplum yapısı içinde yaşayacağına da karar verecektir. Ya adaletten, özgürlükten, eşitlikten yana karar verecektir ya da “insan” yerine konulmadığı, birey olmasına asla izin verilmediği, düşüncelerinin, duygularının hatta neşeli kahkahalarının bile toplumsal denetime tabi tutulacağı bir siyasal rejim arasında tercih yapacaktır. Dr. AYŞE ATALAY 0. yüzyıl dünya siyasetinde büyük kitlesel hareketlere, devrimlere ve karşıdevrimlere sahne olmuştur. Geniş yığınlar, seçtikleri politik liderlerle siyasal tercihlerini ortaya koymuşlardır. Bu geniş kitlesel hareketler Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini gibi faşist rejimlere yol açarken, Sovyetler Birliği’nde sosyalist bir görünüme bürünmüştür. Faşist rejimlerle ilerici, özgürlükçü, eşitlikçi rejimlerin mihenk taşını ise “insan”a bakış açıları oluşturur. Faşist rejimler “devlet” kavramını “insan” kavramının önüne koyarken; eşitlikçi, demokrat rejimler “devlet” kavramını “insan” kavramının ardına koyarlar. Eşitlikçi, demokrat rejimlerde “insan”ın sadece kültürel, toplumsal anlamda değil, ekonomik anlamda da özgürlüğü, bağımsızlığı esastır. Bu bakımdan demokrat, ilerici ve şeffaf rejimlerde insanın özgürlüğüne ve bağımsızlığına büyük önem verilir ve bu özgürlüğü kullanması için gerekli ekonomik politikalar da doğaldır ki geniş halk yığınlarının yararına oluşturulur. Bunun sonucu ise hakça bir gelir dağılımı, eğitimde, çalışma yaşamında fırsat eşitliği, sosyal güvence; kısacası insanca bir yaşam sağlanmasıdır. Böyle toplumlarda “insan”ın özgür bireyler haline gelmesi için çaba gösterilir. İzlenen eğitim politikaları bireylerin sahip oldukları tüm bilimsel, sanatsal, kültürel yetenekleri ortaya çıkarmak ve geliştirmek yolundadır. Bunun 2 sonucu ise yaptığı işi seven, tüketim robotu haline gelmeyen, yaratıcı, özgür düşünen ve böyle bir toplum yapısı içinde yaşadığı için de özgür düşüncesi baskı altına alınmayan; neşeli, huzurlu, kadınlı erkekli bol kahkahalı bireylerden oluşan bir toplumdur. Böyle bir toplum yapısı ise bütünleştirici, birleştirici, dayanışmacıdır. Devlet, “birey” olmuş “insan” için vardır. Faşist rejimlerin “insan” algısı ise özgürlükçü rejimlerin tam tersidir. Faşist rejimlerde “insan”ın birey olmasına izin verilmez. Oysa birey olmak için özgür, bağımsız hatta aykırı düşünmek gerekir. Böyle düzenler bırakın özgür, bağımsız, aykırı düşünceyi, salt düşüncenin kendisine bile inanılmaz baskılar uygularlar. Öte yandan “birey” olamamış kalabalıklardan oluşan yığınlar, genellikle içgüdüleriyle hareket eden, günlük yaşamda aklı çok az kullanan, sadece güdülerin yönettiği toplumlardır. Böyle toplumlarda absürtlük ve kitlesel histeri çok sık rastlanılan bir durumdur. İşte faşist rejimler böyle kalabalıkları çok severler. Bir kere faşist rejimler salt düşünceye değil, zeki insanlara da düşmandırlar. Başka bir deyimle özledikleri ve oluşumu için her türlü baskıyı uyguladıkları toplum yapısı koyun sürüsünden pek farklı olmamalıdır. Bu tür rejimlerde “birey” olmak, kendine özgü düşüncelere, dünya görüşüne sahip olmak en ağır bir biçimde cezalandırılması gereken bir hastalıktır(!). Bu bakımdan faşist rejimlerde kalabalıklara devletin kendilerinden önce geldiği telkin edilir. Bunun için de çoğu kez bir iç düşman ya da dış düşman yaratılır. Toplum “biz” ve “onlar” olarak kamplara bölünür. Toplum kesimleri kendi aralarında didişedursunlar, faşist yöneticiler her türlü yolu deneyerek kendi siyasal, sosyal ve ekonomik çıkarlarını perçinlerler. Güce ve güçlüye tapmak faşizmin tanrısıdır. Toplumun en dezavantajlı kesimleri ezilir, yok edilir, bastırılır. Artık topluma orman kanunu egemendir. Herkes birbirinden korkar. Böyle bir toplum ise huzursuz, korkuların kıskacında, çeşitli çatışmalara gebe, hukukun işlevini yitirdiği, demokrasinin ve demokratik rejim unsurlarının ortadan kaldırıldığı; insanları mutsuz, edilgin, gergin bir toplumdur. Böyle bir toplumun özellikle kadınlarına kuluçka makinesi gözüyle bakılır. Şiddet kültürü toplumun dokusuna sinmiştir. Bu bakımdan faşist devlette kadın insan değil, sahip olunması gereken bir metadir. Kısacası faşist devlet kadın düşmanı devlettir. Kadın düşmanlığının ise patolojik nedenleri vardır. Onun içindir ki bu tür toplumlarda insanların, kadınların özgürce hareket etmeleri, bağımsız davranmaları hiç istenmez. Özel yaşam diye bir şey yoktur. İnsanların özel yaşamları, nasıl giyinecekleri, kahkahayı ne zaman ve nerede, hangi ses tonuyla atacakları önceden belirlenir. Aksi durumlarda ya ahlaksızdır ya ruh hastasıdır ya da sistem açısından tehlikelidir. Yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimi sadece siyasal bir süreç değildir. Aziz ve necip milletimiz “insan” olarak nasıl bir toplum yapısı içinde yaşayacağına da karar verecektir. Ya adaletten, özgürlükten, eşitlikten yana karar verecektir ya da “insan” yerine konulmadığı, birey olmasına asla izin verilmediği, düşüncelerinin, duygularının hatta neşeli kahkahalarının bile toplumsal denetime tabi tutulacağı bir siyasal rejim arasında tercih yapacaktır. Dolayısıyla bu seçim sonuçları halkımızın kendisini ne olarak gördüğünü ya da görmek istediğini de ortaya çıkaracaktır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear