14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 8 EYLÜL 2013 PAZAR 2 Fatih’e uzanan surlarla dost gibi yaşamasına hayran olmuştum. Bir ara konuşmuştum. İnsanlara, olaylara tepeden bakmaktan ne anladığını sormuştum. Susmuş, eli ile uzakları işaret ederek “Bak da benim gördüğümü anla” demişti. Sonra o adamı bir süre daha surun üstünde dolaşırken gördüm, sonra ne oldu bilmem. Bana ilkgençlik uyanışımda düşler yaşatmıştı ya! Güz içindeyiz. Sonbahar, ilkbahar, yaz, kış... Daha ötesi yok mu? Niye dört mevsime tıkmışlar bizleri. Tekdüzelik sıkıcıdır. İnsan eylülde mayısı özler. Derken haziran yetişir... Ah o haziran, babamı, dedemi, nice arkadaşları alıp götüren hain haziran... Dıştan, çok benimsediğim ama içimden lanetlediğim. O geçer bu geçer! Bilmeyiz, anlamayız kimlerdir bizi oyalayan? Tanrısal bir güç mü yönlendirir? Sanki o güç başka işe yaramazmış gibi. Doğadır bir adı, belki de gerçek adıdır doğa... Tanrısal bir ad!.. Her duyduğumda içimden bir şeyler kopartan bir mevsim adı... Boş şeyler bunlar. Ama sen yaz, ey yazar! Biriktir biriktir, çekmeceleri dolapları doldur. Bir gün başkaları okuyacaktır. O sözcüklerdesin sen. Şairlerin arayıp bulduğu ya da kendilerinin yarattığı bir şiir dünyasında... Hoş geldi eylül. Haydi ilkokul yoluna, sırtında çanta, Kumkapı yokuşu seni bekliyor! Düşe kalka geç karlı yollardan. Kimi zaman bir kızak gibi yapıp çantanı... Doğru okula, okullara, bitip tükenmeyen okumak, aydınlanmak savaşına... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CHP’nin 90. Yılı ve Gelecek Hiç kuşkusuz, demokrasi gibi sosyal demokrasi de yaşanıp bitmiş ve tamamlanmış olan bir şey değildir. Değişen zamana ve koşullara göre, temel değerlerinden ayrılmaksızın, yeni sorunlara yeni çözümler üreten bir siyasal harekettir. Bunu başarabilen sosyal demokrat partiler yaşamlarını sürdürmektedir. 90. yaşını kutlayan CHP de bu nitelikte bir partidir. Ercan KaraKaŞ CHP Parti Meclisi Üyesi HP, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra M. Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından kurulan tarihsel olarak ilerici bir partidir. CHP, kuruluşundan başlayarak Türkiye’nin modernleşmesinin ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını hedefleyen ve bu amaçla yapılan devrimlere, reformlara öncülük eden bir parti oldu. Cumhuriyeti kuran, halk egemenliğini ve hukuk devletini gerçekleştirerek yurttaşların hukuk önünde eşitliğini sağlayan CHP, 1946 yılında çok partili rejime geçişi sağlayarak, Cumhuriyetin demokratik niteliğinin gelişmesi yönünde de önemli bir atılım gerçekleştirdi. Nitekim çok partili rejime geçildikten sonra CHP, çoğulcu demokrasinin gereğine uygun olarak politikalarını ve parti yapısını gözden geçirmeye ve yenilemeye başladı. Programında çalışanların sosyal haklarına ve özgürlükçü, çoğulcu demokrasiye vurgu yapmaya başladı. Daha 1947 yılında, parti programına, işçileri korumak ve yaşam seviyelerini yükseltmek amacıyla; daha fazla çalışma ücreti, ücretli tatil, yaşlılık ve hayat sigortası gibi hükümler koydu. Çalışanlara ve emeğe yönelik bu yeni yaklaşım 1953 kurultay kararı ile ve 1957 seçim bildirisi ile daha da geliştirildi. İşçilere grev ve toplusözleşme hakkı, memurlara meslek örgütü ve sendika kurma hakkı, çalışanlara ücretli izin ve iktisadi devlet kuruluşlarına söz hakkı sağlanacağı ilan edildi. 12 Ocak 1959 tarihinde yapılan CHP 14. Kurultayı’nda kabul edilen “ilk hedefler beyannamesi”, içeriği itibarıyla adeta bir “demokrasi manifestosu” idi. Anayasa Mahkemesi, İkinci Meclis, basın özgürlüğü, üniversite özerkliği, yargı bağımsızlığı, sosyal güvenlik ve sosyal adaletin güvence altına alınması gibi öneriler demokratikleşme için önemli önerilerdi. CHP’nin özgürlüklere, çalışanlara, emeğe değer veren yeni politikaları, demokrasiyi gerçekleştirmeye yönelik cesur önerileri, Parti’nin; “devlet partisinden halk partisine” dönüşmeye başlamasının adımları olarak değerlendirildi. Bu açılımlar bir bakıma CHP’nin “ortanın solu”na yönelişinin fikri altyapısını da oluşturmaktaydı. Nitekim kentleşmenin hızlandığı, işçilerin örgütlenmeye başladıkları dönemde ve 1961 Anayasası’nın yarattığı görece özgürlük ortamında sol fikirlerin canlı biçimde tartışıldığı, devrimci gençlerin, aydınların seslerini yükselttikleri, TİP’in kurulduğu, özgürlük ve adalet taleplerinin yükseldiği bir süreçte; 1965’te İsmet İnönü CHP’nin “ortanın solu”nda bir parti olduğunu açıkladı. Başlangıçta içeriği tam olarak belli olmayan bu kavram, Bülent Ecevit ve arkadaşları tarafından demokratik sola, sosyal demokrasiye doğru geliştirildi. 1970’li yılların başında yoğunlaşan tartışmalar, 1976 yılında programa CHP’nin demokratik sol/sosyal demokrat bir parti olduğu hükmü konularak sonlandı. Programda hem CHP’nin tarihsel 6 ilkesi günün koşullarına uygun olarak, sosyal demokrasinin temel değerleri ile çelişmeyecek şekilde yeniden formüle edildi; hem de bu ilkelere özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü ve halkın kendisini yönetmesi gibi sosyal demokrasinin ilkeleri ilave edildi. CHP aynı yıl sosyal demokrat partilerin üst örgütü olan Sosyalist Enternasyonal’e üye olarak dünya sosyal demokrat partileri arasına katıldı. Hiç kuşkusuz, demokrasi gibi sosyal demokrasi de yaşanıp bitmiş ve tamamlanmış olan bir şey değildir. Değişen zamana ve koşullara göre, temel değerlerinden ayrılmaksızın, yeni sorunlara yeni çözümler üreten bir siyasal harekettir. Bunu başarabilen sosyal demokrat partiler yaşamlarını sürdürmektedir. 90. yaşını kutlayan CHP de bu nitelikte bir partidir. CHP’nin sola yönelişi sancılı oldu. Parti içindeki tutucu kesimlerden sert tepkiler geldi. Partiden önemli kopmalar oldu. Ancak sosyal demokrat sola açılımın öncülüğünü yapan Ecevit ve arkadaşları yenilenmeyi kararlılıkla sürdürdüler. Geniş halk kesimleri, çalışanlar, üreticiler, gençler, kadınlar, aydınlar, CHP’nin yeniden yapılanmasını, sola açılmasını desteklediler. Bu destek, CHP’yi 1973 ve 1977 seçimlerinde birinci parti konumuna yükseltti. Oylar yüzde 42’ye kadar çıktı. 12 Eylül darbesinin CHP’yi yasaklaması, CHP’lilerin sol ve sosyal demokrat çizgide yeniden bir araya gelmelerini engelleyemedi. CHP’de başlatılan ve yarım kalan sosyal demokrasiye açılım SODEP ve SHP’de sürdürüldü. “Özgür birey, örgütlü toplum ve demokratik devlet” hedefi darbenin mağdur ettiği tüm kesimler tarafından yine desteklendi ve SHP 1989 yerel seçimlerinde bütün önemli kentlerin belediyelerini kazanarak birinci partiliğe yükseldi. 90. yılına ulaşan bir partinin elbette bu uzun zaman diliminde hep zirvede kalması mümkün değildir. İniş ve çıkışların olması doğaldır. Aynı şekilde özgürlük, eşitlik, dayanışma, demokrasi ve barış yolundaki olumlu adımların yanı sıra partiye olan güveni ve ilgiyi azaltan kimi yanlışlar da yaşanmıştır. Yanlışlarla yüzleşmekte cesur davranılmaması, onlardan ders çıkarılmaması, büyük düşüşlere neden olmuş ve CHP, 1999 seçimlerinde baraj altında kalmıştır. CHP gibi tarihsel olarak ilerici olan partilerin 90 yıl, 100 yıl, 150 yıl yaşayabilmelerinin nedeni değişen koşullara göre özgürlük, eşitlik, dayanışma gibi temel değerlerinden ayrılmaksızın politikalarını ve örgüt yapılarını yenileyebilme kapasitelerini canlı tutmuş olmalarıdır. Ülkemizin, otoriter ve çoğunlukçu AKP hükümetinin politikaları yüzünden içeride ve dışarıda büyük sorunlar yaşadığı günümüzde CHP’nin bir kez daha yenilenme ve değişim yeteneğini harekete geçirmesi ve ileriye doğru atılım yapması gerekmektedir. Bu bağlamda çağdaş sosyal demokrat kimliğin netleştirilmesi, programın ve örgütsel yapının katılımcı bir anlayışla yenilenmesi önem taşımaktadır. Çünkü CHP, ancak merkez ve muhafazakâr sağ partilerden farkını ortaya çıkararak ve “ideolojiler bitti”, “tarihin sonu geldi”, “artık sağ sol farkı kalmadı” şeklindeki neoliberal sağın propagandalarına karşı koyarak ve sistemin yarattığı eşitsizliklere, adaletsizliklere son verecek somut programlar oluşturarak büyüyebilir. Tarih bize, CHP’nin özgürlük, eşitlik, demokrasi ve sosyal adalet arayışlarına kararlı bir biçimde öncülük ettiğinde, seçmen tabanını genişlettiğini ve iktidar olma gücüne ulaştığını gösteriyor. Yaşadığımız süreçte de yapılması gereken bu olmalıdır. Hüzünlü Güz Ağustos bitti, eylül geldi... O da gitti mi sıra ekimde... Bir hüzün çöker bu adı anınca. Eylül bu, nice şiirlerde, nice romanlarda gözyaşlarıyla buyur ettiğimiz... Oysa bir sevinç olmalı zamanın gelişi gidişi... Yaşamak dediğimiz şey budur. Gelip gitmek, gidip gelmek ya da gelememek... Otur yaz duygularını!.. Bir ömür boyu defterler doldur el yazısıyla. Zordur senin yazın, kimse okuyamaz? Kendine sakla, yırtma, atma onları!.. Sen daktilonla açıl genişliklere!.. Kendin de içinde olacaksın nasıl olsa! Atsan atamazlar, satsan alan olmaz... Sen yağan yağmurla, esen sert rüzgârlarla unutmuş olduğun gerçek kişiliğine kavuşursun... Fildişi kuleler varmış eskiden! Özellikle yazarlar, şairler için. Bağlı bahçelere tepeden bakan o kuleler nerde şimdi? Hiç kule gibi bir yere çıkıp tepeden izlediğiniz oldu mu? Ben en çok Beyazıt Kulesi’nin aşinasıyım. Çocukluktan bu yana yakın arkadaşımdır. Beyazıt Kulesi, uzayıp giden Bizans surları... İlkin korkmuşsun tepelere çıkınca, ordan çantanı atmışsın aşağıdaki arkadaşlarına. Parçalanmışlar, olsun! Bambaşka bir zevki sende yaşatmaya... Biri vardı, o surun üstünde rastlardım hep. Yaşı belirsiz bir adam. Nerdeyse kendi evi, yuvası saymış. Saraçhane’den Keşke Erbakan Hayatta Olsaydı! Silivri davaları, kimisi mahkemelerde, kimisi Yargıtay aşamasında, sürüp gidiyor… Adalet sürekli bir sınavda. Hayat bir yandan devam ediyor ama, toplumun sadece bugününü değil, geleceğini de belirleyen “Adalet duygusu” büyük bir erozyona uğruyor! Üstelik tüm Türkiye’de, artık Twitter ve Facebook hesapları üzerinden bile yapılan kovuşturmalar, Gezi Direnişi’ne katılanlar için müebbet hapis istemi gibi demeçler, gösteri yapanlar ve pankart açanlar için terör örgütü suçlamaları, “Silivri mahkemeleri ruhunun” tüm ülkeye yayıldığına işaret ediyor… Ve son derece tehlikeli bir gidişin, hukuk ve adalet eliyle otoriter yönelişin sinyallerini veriyor! HHH İki önemli gelişme yaşandı bu arada: 28 Şubat davası denilen davada tutuklu yargılanan bazı sanıklar salıverildi… Poyrazköy davası denilen davada, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) bilgisayarlarında bulunduğu öne sürülen bazı dosyaların dışardan virüsle yüklendiğine ilişkin bilirkişi raporları medyaya yansıdı! HHH Aslında her iki dava da, hukukun ve adaletin temel kavramlarının tartışılması bakımından, sadece pozitif hukuk ve adaletin güncel işleyişi açısından değil, felsefi anlamda ve siyaset alanında da son derece önemli sorunları ortaya koyuyor. Örneğin, 28 Şubat davası, Milli Güvenlik Kurulu’nda ve Meclis’te çözüme bağlanmış bir siyasal krizin, bir adli mahkemede dava konusu edilmesinin taşıdığı bütün sakıncaları da birlikte getiriyor: Yargılanan Meclis midir, Milli Güvenlik Kurulu mudur, ikisi birden midir? Bunların kararları, Anayasa Mahkemesi veya Yüce Divan dışında yargıya konu olabilir mi? Milli Güvenlik Kurulu’nda veya Meclis’te iktidara karşı çıkmak, iktidarı eleştirmek, iktidarın değişmesini istemek suç mudur? İktidarı Meclis’te düşürmek, değiştirmek suç mudur? Bağlı oldukları kurumların kararlarını uygulayanlar bunlardan ne denli sorumlu tutulabilirler? Böyle bir davada, o Meclis’in ve o Milli Güvenlik Kurulu’nun tüm mensuplarını ve kararları uygulayan tüm sivil ve asker bürokratları da yargılamak gerekmez mi? Bu dava, iktidar değiştikten sonraki uygulamalar için nasıl bir kötü örnek oluşturur, hangi tartışmalı kapıları açar? HHH Keşke, dönemin Başbakanı rahmetli Erbakan hayatta olsaydı da bu dava hakkındaki görüşlerini belirtseydi… Keşke, davanın açılması için onun vefatı beklenmeseydi. Keşke, darbeler ve darbecilerle hesaplaşıyoruz diye, hukuku otoriterleşmeye kurban etmesek! C
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear