26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19 AĞUSTOS 2012 PAZAR 8 PAZAR YAZILARI ürkiye’deki yaz sıcaklarıyla ilgili haberleri dinledikçe, İsveç’teki ılıman havadan yakınmayı bıraktım. Yağmurlu, bulutlu, biraz güneşli derken yazın sonunu getirdik sayılır. 2012 de balkon sefası yapmadan geçen yıllar arasına girdi. Yine de şikâyetçi değilim. Biz bir aylık abonman kartıyla temmuz ayını Stockholm takım adalarını gezerek geçirdik. Adalardan daha önce söz etmiştim. Başta Almanlar olmak üzere, Amerikalı ve Japon turistlerin yaz aylarında akın akın ziyaret ettikleri doğa cenneti. İsveçliler de bu doğa cennetinin kıymetini bilip değerlendiriyor. Bütün adalar tertemiz. Bazıları yüz yaşın üzerindeki buharlılarla, küçük modern gemiler gün boyu adalar arasında mekik dokuyor. Gemiye binerken gideceğiniz adayı söylüyorsunuz, tek kişi bile olsa iskeleye yanaşıyor. Adadan ayrılacak olanlar ise iskeledeki işaret levhasıyla kaptana haber veriyor. İnecek yoksa bile kaptan bütün iskelelerdeki işaret levhasına bakmayı ihmal etmiyor. Tek yolcu bile olsa yanaşıp alıyor. Adalardaki evlerin hepsi doğaya uyumlu, gösterişten uzak. Büyük çoğunluğu ağaç malzemeyle yapılmış. Ağaç malzemeyle yapılanların büyük çoğunluğu da kırmızı Kökden’ci Kafé’ler köktenci ‘kahve’lere karşı pey zamandır değerli yazar, sayın ağabeyimiz ve adaşımız Uğur Kökden’in yaklaşık bir yıl önce yayımlanan anılarnotlar kitabı “Paris Kahveler Atlası”nda değindiği geleneksel kafe’lerden hareketle nostaljik “Kökden”ci Paris kafe ziyaretleri tasarlardım. Sonunda fırsat doğdu. Birkaç saatlik kaçamaklar, denk getirmelerle Paris’in Kökden’ci kafé’lerini taradım, fotoğraflar çektim. İtirafı acı da gelse, “Eski kafé’ler, fastfood oldu” gerçeğini az abartmayla gözlerimizle görmüş olduk. Çok ünlü bazı kafé’ler dışında sevgili büyüğümüzün özlemle andığı birçok kafé’nin yerini artık McDonald’s, Quickburger ve Starbucks “şube”leri (!) almıştı. İnsanların ilk bakışta en ucuza, en lezzetli (!) sanayi ürünleri “tıkındıkları” bu bir örnek ve ruhsuz darphaneler, mantar misali Paris’i de sardı. Köktenci kahveler çoğaldıkça, kaçınılmaz biçimde geleneksel, Kökden’ci kafé’ler boğuldu, azaldı... Köktenci, zira bu içecek ve yiyecek komisyoncuları lezzetlerinden üniformalarına küresel kurallarından, kâr dogmalarından zırnık taviz vermeyen dev sanayi işletmeleridir. Kafé’cilerin meslek örgütlerinin (IDCCB) karşılaştırmalı verilerine göre 5055 yıl önce Fransa’da 200 bin civarında kafé hüküm sürerken bugün kala kala 36 bin 900 kafe kalmış. Peki kafe’ler ölüme mi mahkum yani şimdi? Hayır! İnsanoğlunun, Parislinin merkezinde olduğu her hücreye, her birime, her dilime nükleer bomba konmadıkça Paris’te kafe’ler tükenmez! Niçin mi diyeceksiniz? Çünkü insanoğlunun bir avucu, Parislinin iki avucu isyancıdır, aykırıdır; mücadele etmek için var olur. Kadere inanmaz; liberalneoliberal vaatlere; vanilya, böğürtlen rayihalı seraplara kanmaz. St. Michel Bulvarı’ndaki kafé’si kapandı mı? Gider arka sokaktaki, ara caddedeki küçük kafe’sinden içer sabah, öğle kahvesini... Demokrasilerde kavga yolları sonsuzdur! Yeter ki has “espresso” tiryakisi gibi sadık, öz direniş tutkunu gibi yaratıcı olalım... Sevgili ağabeyim, sizinle hiç karşılaşmadığımız için yüzünüze söylemek istediklerimde şu kadarcığını aktarmak isterim: İşinizden izin alarak gittiğiniz, ibadet edercesine saygıyla oturup kitap okuduğunuz o mekânlardan St. Germain’deki Les Deux Magots bugün star manken emeklisi Claudia Schiffer, eski “Yeni Filozof” BernardHenry Lévy gibi müdavimlerin gösteri(ş) podyumudur. Parasını nerede vitrinleyeceğini bilemeyen Rus ve Çinli yeni zenginler ve de muhataplarını etkilemek isteyen her milletten işadamlarının tercihli PARİS mekânı Opera Meydanı’ndaki Kafe de la Paix; Lenin’den Aragon’a Hemingway’den Beyatlı’ya ithaflı masalarla dolu Port Royal’daki La Closerie des Lilas, sıradan Parislinin yanına yanaşamayacağı ya da ayda bir UĞUR HÜKÜM 8 Avro’ya kıyıp bir kahve içeceği kazık tuzaklarına dönüşmüştür. St. Michel Bulvarı’nın, Soufflot Sokağı ile kesiştiği Lüksemburg Parkı’na bakan noktadaki en eski kafe’lerden Caboulade Quickburger’e dönüşürken, karşı köşesindeki güzelim kafe artık bir dev McDonald’s’tır. St. Michel Bulvarı ile St. Germain Bulvarı’nın buluştuğu köşedeki Cluny metro durağı açıldı ama iki katlı enfes Kafe Cluny kapanıp fast food’cu pizzacı olalı belki 10 yıl geçti. Aynen, eşsiz şarkıcı ve aktör Yves Montand’ın ünlü “Garson” filminde yaşlı garsonu oynadığı St. Michel Meydanı’ndan Seine Nehri’ne bakan kafe’nin pizzacıya dönüşmesi gibi. Sevgiyle andığınız 68 Mayısı’nın kalbi, beşiği Quartier Latin, Latin Mahallesi’nin 1 km²’lik bir alanında 4 tane Starbucks şubesi açıldı. Sorbonne Meydanı’nda on yıllarca Türk öğrencilerin de müdavimi olduğu La Chope Parisienne önce 200 metre aşağıda Rue des Ecoles Sokağı’na taşındı. Sonra yok olup gitti. Sartre ve arkadaşlarının buluşma mekânı, Montparnasse Bulvarı’ndaki kafebarbrasserie hatta dans salonu La Coupole bütün azametiyle duruyor, ama orayı ziyaret etmeden “Paris’i gördüm” demeyen Amerikalı turistten geçilmiyor. Sevgili ağabeyim çok güzel bir ifadeyle belirttiğiniz gibi, tanınmış Paris kafe’leri tam bir “Kahvenizi nerede içtiğinizi söyleyin, size kim olduğunuzu söyleyeyim” ölçütü oldu. Halbuki 16. yy’da İran’da başlayıp Osmanlı’da anlamını bulan, buradan da 17. yy’da başta Venedik, Viyana, Londra ve Paris olmak üzere Avrupa’ya taşınan “kahvehane”ler Batı’nın kabare, taverna, bar, meyhane, han lokantası gelenekleriyle en anlamlı alaşıma Paris’te ulaşmıştı. Yine sizin deyişinizle Paris kahveleri “Herkesin ortak ‘konuk odası’ sayılabilir... Tek kişilik, kişiye özgü, gözlerden uzak, kenar köşe kahveler; ya da olabildiğince demokratik toplu alanlar sayılacak kahveler”dir. Değerli ağabeyim, bizde yol biter, umut bitmez. Toplumsal ve kültürel tarih uzmanı, dilbilimci JeanClaude Bologne’nun da altını çizdiği gibi “Kafe’ler, çağına uyarak 50 yılda bir kabuk değiştirirler.” Son 10 yılda binlerce kafe’nin çeşitli nedenlerle kapandığı doğru. Ama size yeni bir çağın müjdecisi, başta Paris olmak üzere Fransa’da yüzlerce edebiyat, felsefe, hukuk, siyaset, konser, konferans kafe’lerinin açılmakta olduğunu duyurmak isterim. Her birinin kendine özgü renkleri, kokuları, dokuları, hizmetleri olan yeni nesil kahveliiçkili kafe geliyor. Kökden’ci kafe’lerle her soydan ve boydan köktenci ‘kahve’cilerin mücadelesi daha yolun başında. [email protected] T Altın kutudaki kalp ya da sarı boyalı. Stockholm takım adaları, bulunamamış. Kraliçe altın kutuyu neden bilinçli insan elinin doğal güzelliği nasıl buraya gömmüş diyeceksiniz. Trajik bir daha da cazip hale getirebileceğinin kanıtı. hikâye. Maria Eleonora 1620’de İsveç İnsan tarihin, kültür zenginliğinin Kralı II Gustav Adolf ile evlenip kraliçe tacı giyen bir Prusyalı. O dönemde kıymetini bilince eski bir maden ocağını Avrupa’daki en güzel kraliçe olduğu bile turistler için çekim merkezi söyleniyor. Kocasına âşık. O yapabiliyor. Bazı adalar da kadar ki Avrupa saraylarında tarihi ya da yaşanmış olduğu STOCKHOLM görülmeyen bir aşk diye ileri sürülen efsanevi olayların yazıyor tarih kitapları. Her mekânı olarak turistlerin ilgisini güzelin bir kusuru olur derler çekiyor. Bunlardan biri de ya, Maria Eleonora da Nåttarö. Bir efsanenin mekânı davranışlarında biraz olan adadaki Kraliçe aşırılıkları olan, zekâsı kıt, Mağarası’nı merak ediyordum. OSMAN İKİZ histerik bir kadınmış. Kral bu Bu yaz oraya da gittik. İskeleye yüzden öldüğü takdirde tahtın uzak olmayan mağarayı bulmak Maria Eleonora’ya bırakılmamasını zor olmadı. Aslında mağaradan çok vasiyet etmiş. Kral vasiyetinde haklıymış, girinti ama efsane için mağara 1632’de otuz yıl savaşları sırasında tanımlaması tabii ki daha uygun. Lützen’de ölünce Maria Eleonora çılgına Efsaneye gelince: Kraliçe Eleonora dönmüş. Kralın cesedi Stockholm’e burada içinde kocasının kalbini taşıdığı getirilince kalbini çıkarıp, bir altın kutuya altın kutuyu bir yere gömmüş. Ama koymuş ve göğsünde taşımaya başlamış. aramalara rağmen 400 yıldır altın kutu Kraliçe, davranışlarındaki aşırılıklar yüzünden Stockholm’ün güneyindeki Gripsholm Sarayı’na kapatılmış. Bunu kabullenemeyen Maria Eleonora bir yolunu bulup, 1636’da yanındaki nedimelerle saraydan kaçmayı başarmış. Ne var ki havanın bozması yüzünden bindikleri kayıkla Nåttarö’ye sığınmak zorunda kalmışlar. İşte sığındıkları bu yer daha sonra Kraliçe Mağarası olarak adlandırılmış. Maria Eleonora, buradan ayrılmadan önce göğsünde taşıdığı altın kutuyu toprağa gömmüş ve önce Danimarka, sonra Prusya’ya ulaşmayı başarmış. Ama kocasının mezarına yakın olmak için, 1648’de tekrar Stockholm’e kızı Kraliçe Kristina’nın yanına dönmüş. Ölünce de Riddarholm Kilisesi’nde kocasının yanına defnedilmiş. Altın kutu mu? Valla onu ben de bulamadım. [email protected] E ‘Hermann Hesse hep genç...’ Y aşlı mı yaşlı kadın, peşinde yaşlı oğlu, en arkada da ben tarihi Calw mezarlığının kapısından içeri giriyoruz. Küçük adımlarla yürüyor, bir süre sonra duruyor. Eliyle upuzun duvardaki bronz tabelaları gösteriyor. Friedrich ve Emma Gundert, Hermann ve Julie Gundert ve Marie HesseGundert... Çok yaşlı kadının akrabaları! Hermann Hesse’nin 1902’de ölen annesi Marie Hesse, dedesiyle eşi ve annesinin dedesiyle eşi. Hesse’nin annesi, yaşlı mı yaşlı kadının dedesi Friedrich Gundert’in kız kardeşi oluyor! 1916’da vefat eden baba Johannes Hesse’nin mezarı ise Stuttgart’ın banliyösü Korntal’da. Yaşlı kadın az önce Karaormanlar kasabası şirin Calw’a tepeden bakan, pencerelerinden yeşil yamaçların göründüğü iki katlı villasının salonunda oturmuş çaylarımızı içerken anlatmıştı gençliğini, çok eskileri... Hermann Hesse’yi, Güney İsviçre’nin Tessin yöresindeki villasında tanımıştı. 1930’lu yıllardan başlayarak Montagnola’nın bir yamacındaki o eve sık sık gitmişti annesiyle. Aşağı bahçe kapısında yazardı, ziyaretçi kabul edilmez, diye. “Annem çalışma odasının kapısını açtığında Hermann Amca ayakta karşılardı bizi, kolları iki yana açık. Ben deneyimsiz bir genç kız, o ise dünyaca ünlü bir yazar... Kimi zaman, annemin hediyesi olan bir Bach plağını pikaba koyar, bakışlarını karşı yamaçlara dikerdi. O yıllarda resim konserine katılacağı için şu sıralar piyanosunun yapmaya da başlamıştı.” Çay içilen salona başından ayrılmıyor. “Bu hafta her gün girmeden önceki geniş holün duvarlarını bu provamız var” diyor. Hermann Hesse’yle anne Hesse tablolarından bazıları süslüyor. Hepsi de tarafından akraba olan yaşlı kadın 97 yaşında... ekspresyonist, rengârenk ve özgürlük dolu Calw’den geçen Nagold ırmağının üzerindeki tablolar. “1933’ten başlayarak Almanya’dan kaçan birçok dostuna yardımı esirgememişti. köprüde bronzdan Hesse, uzun boylu, elinde şapkası, gelip geçeni pek umursamıyor, Çoğu kez elinde ne varsa onlara harcamış, başka ülkelere sığınmalarına destek olmuştu. gözlerini ötelere dikmiş, yeşil yamaçlara, ırmağın sularına... Haylazlık, avare gençlik Savaş yıllarında Almanya’da eserleri yıllarında burada saatlerce durur, suların akışını yasaklanıp, paralar suyunu çekmeye seyrederdi, ördeklerin yüzüşünü, balık tutanları başlayınca kendini iyice tabloya vermiş, da... Kimi zaman o da atardı oltasını kazandıklarını da dostlarına STUTTGART sulara. Küçük Hermann bu köprüde harcamıştı. Bizlere yolladığı, Nazi zaman öldürürken yaşıtları ya okula sansüründen geçmiş mektupların gider ya da çıraklık yapıp, bir meslek ardı arkası hiç kesilmemişti.” öğrenirdi. Kent insanlarının gözünde Yaşlı kadının anlattığına göre Johannes ile Marie Hesse’nin oğulları Hesse, en çok ablası Adele ile tembelin tekiydi, bir şey olacağı mektuplaşır, onunla sık sık dertleşirdi. Hesse’nin ablasına: AHMET ARPAD yoktu. Fakat o delikanlılık yıllarının deneyimlerini de hiç unutmamıştı. “Annemizin sonsuz beğenisi ve “İnsan olgunlaşırken gençleşir de” çocuklarına olan sevgisiyle der Hesse. Eserlerinin ortak bir yanı vardır. babamızın duygusal ahlak değerleridir Tümü de günümüz yaşam sorunlarını bizleri bugünlere taşıyan” diye yazdığı çözümlemede bireye gerekli olan yepyeni, mektubu, Korntal’da kız kardeşi Marulla ile yaşayan teyzesi Adele’nin ölümünden az önceki geleceğe dönük sonsuz coşku ve tutkunun derin izlerini taşır. İnsanoğlunun, başka bir ziyaretlerinde onlara okumuş olduğunu kültürlere saygı göstererek barış içinde bugünkü gibi anımsıyor. “Hesse o yaşayabileceğini kanıtlar. Erich Maria mektubunda, ‘Annemle babamın evinde Remarque, Stefan Zweig ve Heinrich birçok dünyanın ışığı bir araya gelmişti’ Mann’la beraber savaş karşıtı Alman dili diyordu. Adele Teyze, kardeşi Hermann’ın edebiyatı yazarları arasında çok önemli bir yeri ünlü olmasıyla övünürken, Marulla bundan olan Hermann Hesse’ye göre hasta ve rahatsız olurdu.” haksızlık dolu bir dünyada yaşıyoruz. “Sevgi Yaşlı kadın Bach hayranı dedesinin verdiği ev ve kardeşlik duygularının yokluğudur konserlerini çok iyi anımsıyor. Müziğe olan dünyamızı hasta eden.” 9 Ağustos 1962 günü ilgisinin belki de o yıllardan kalma olduğunu yaşama veda eden Hesse’nin bize yol gösteren söylüyor. Genç kızlığında konservatuvarda eserleri ve düşünceleri hâlâ güncel! piyano öğrenmiş, konserlere katılmış, sayısız öğrenciye ders vermişti. Birkaç gün sonra Calw www.ahmetarpad.de kilisesinde düzenlenen Bruckner senfonileri arkus Rogan, 4 Mayıs reklamlarda Maier, örneğin yurtdışında tatildeyken turkuaz 1982 doğumlu, deniz, palmiyeler aklına Avusturyalı yüzücü. bankası geldiğinde vatan Atina 2004 Olimpiyatları’nda 2 hasretiyle gözyaşlarını gümüş madalya sahibi. Londra tutamayan birini de oynuyor. 2012 Olimpiyatları’nda ise İşte bu banka, kısaca RZB, baştan elendi. Avusturya medyasında eleştiriliyor. Sadece reklamlarında Markus Rogan’a daha fazla yer vermeyi spordaki başarı çizgisinin düşünüyor, medyada yer alan düşüşünden dolayı değil, aynı haberlere göre Rogan’ın zamanda çenesini Maier’le ilgili sözlerinin asıl tutamayışından. Rogan, amacı, sporcuyu küçük düşürüp Avusturya Ö3 radyosuna oldukça büyük bir sponsorluk verdiği bir röportajda “Ben karşılığında söz konusu sporcunun salağını severim” bankanın reklamlarında diyor, kendine hâkim oynayabilmek, RZB’nin tanıtım olamayarak adını verip yüzü haline gelebilmek. Ancak Avusturyalı ünlü kayakçı ünlü yüzücünün Roma’daki Hermann Maier’i (50 gece kulübü skandalından madalyalı) eleştiriyor: “Maier sonra, ama skandalla bağ gibi iyi sporcuların kafası kurmamaya özen gösterilerek fazla çalışmaz!” Kamuoyu RZB’nin reklam yüzü olmasına sadece spor kamuoyu değil, yönelik görüşmeler sona nerdeyse tüm kamuoyu bu erdiriliyor. Açıklanan gerekçe; sözler üzerine ayaklanıyor, Rogan’ın Kaliforniya’ya Markus Rogan’ı eleştiriyor. yerleşecek olması. İlerde Sporcunun menajeri Ronald çalışmayı planladığı RZB’de Leitgeb skandalı yönetmeye görmekte olduğu eğitim de aynı çalışıyor, Rogan’a aynı radyoda şekilde bitiriliyor. Rogan’ın bir röportaj daha ayarlıyor. Bu zekâsıyla ilgilendiği Hermann kez bir düzeltme yapıyor artık Maier’in sözleşmesi ise bir yıl ne kadar düzeltme sayılırsadaha uzatılıyor. “Yüzmekten Rogan, “İyi bir sporcu nefret ediyorum. gerektiğinde kafasını Antrenmanlar kapatabilen insandır. çok sıkıcı. Hermann’a bunu her VİYANA Havuzdan bir an zaman yapabildiği için önce çıkmak için hayranım” diyor. can atıyorum.” Rogan’ın çenesinden Bu sözler de dolayı başının derde Markus Rogan’a girdiği ilk olay bu değil. SELİM ait. Londra 2012 Roma’da, 2009 yazında YALÇINER Olimpiyatları’nda bir gece kulübünde olay bir resepsiyona çıkarıyor, dört İtalyan katılmak için müstakbel ABD’li güvenlik görevlisi, sporcuyu eşiyle birlikte gelirken, kapıda yaka paça dışarı atıyorlar. gelenleri karşılayan Rogan şikâyetçi oluyor, sponsorlardan biri de ünlü yüzündeki şişlikleri, morlukları yüzücüye ve kız arkadaşına göstererek. Gece kulübünün “Artık en kısa zamanda sahibi ise “Rogan elinde bir evlenip çoluk çocuğa şişeyle dans pistindeydi, yere karıştığınızı görmeyi düşüp duruyor, sağa sola umuyoruz” diyor. Bu dileğin çarpıyordu, bu morluklar Avusturya’da birçok insan ondan olabilir” diye tarafından paylaşıldığını güvenlikçilerini savunuyor. söylemek yanlış olmaz. Markus Çenesini tutamayışından Rogan, olimpiyatlar derken, kaynaklanan bir skandalı daha, Avusturya’da halen sürmekte ABD’li yüzücü Brian Lochte olan bir başka tartışmaya için, “Çok yetenekli bir Paris değinmek zorunlu. Bu da Hilton” demesi. Menajeri, bu “Neden olimpiyatlarda sözlerin etkilerini silebilmek başarılı olamıyoruz, birkaç için olağanüstü halkla ilişkiler madalya alabilmek için neler çabaları harcamak zorunda yapmak zorundayız” kalıyor. Avusturya medyasına tartışması. Hangi spor dallarının, göre, Markus Rogan’ın giderek hangi atletlerin nasıl ve Hermann Maier (Herminator) ne şekilde destekleneceği aleyhine bu kadar kontrolsüz sözler edebilmesinin gerekçeleri Avusturya kamuoyunu olimpiyatlar bağlamında şu var ve bunlar Herminator’un sıralar oldukça meşgul ediyor. zekâ düzeyiyle kısmen ilgili. Federasyon başkanları, ağız Avusturya’nın büyük birliği etmişçesine, genç sporcu bankalarından (Çiftçiler bulabilmede karşılaşılan Kooperatifi tarafından zorluklara değiniyorlar, kurulmuş) Raiffeisen “Gençler gelmeyince başarılı Zentralbank Österreich AG, ki sporcuları nasıl seçip RZB Group olarak bilinen yetiştirebiliriz ki?” diye topluluğun ana kuruluşu, reklamlarında Hermann Maier’e soruyorlar. büyük yer veriyor. Zaman [email protected] zaman eleştirilere de uğrayan bu Ben sporcunun salağını severim! M Markus Rogan: C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear