26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19 AĞUSTOS 2012 PAZAR 12 nadolu topraklarında çağlar boyunca öyle çok ve değişik A soylar, boylar, dinler kök salmıştır ki, bu çeşitlilik Küçük Asya’da üstünlük sağlamaya çalışan güç odaklarının daima başını ağrıtır. Anadolu’ya egemen olmak iddiasını taşıyan uzun ya da kısa iktidarların değişik kültürleri ortak bir çatı altına toplamak amaçlı “birleştirici kimlik” önerileri, bin yıllardır süren bir arayışın dönemsel buluşlarıdır. Batılıların ısrarla “Türk” diye andığı Osmanlı’nın Osmanlılığı da böyle bir öneriydi. İmparatorluğun, salt genişleme sürecinde değil, Anadolu’daki yükselme döneminde de tebasının ezici çoğunluğunu Hıristiyan topluluklar oluşturuyordu. Bu durum 1877’de başlayan ve imparatorluk topraklarını epeyce küçülten TürkRus Savaşı’na kadar sürdü. Bugün yaşadığımız coğrafyanın Türk boyları denilen göçerler tarafından fethi, tarihte uzun bir sürece yayılır. Selçuklu’dan Osmanlı egemenliğinin ortalarına değin Anadolu’da pek çok dinden önemli nüfus toplulukları vardır ve Yavuz Selim’e kadar fethedilen topraklardaki Türk tebaa, büyük ölçüde Alevi Türkmenlerdir. Resmi tarihin özenle gizlediği, elbette öğretilmiyor, öğrenilmiyor, ama gerçek tarihçiler biliyor: Osmanlı devletinin resmi dini, Hicaz’ın fethine kadar Alevi Bektaşilikti. İmparatorluğun seçkin askeri gücü Yeniçeri ordusunun da Bektaşi Ocağı olması raslantı değildir. ??? Alevilik, Türkçe dilini ve Şaman geleneğini yadsımadan İslamiyeti kabul eden Türklerdir. Başka bir deyişle, bunca yıldır cahil mi Ebul Hayri Rumi; üçüncüsü ise IV. Mehmet’in hükümdarlığı sırasında 1659’da idam edilen, “Topal” lakaplı Kaptan Kemal Paşa tarafından yazılmıştır. Köstence’nin kuzeyindeki Baba Dağı, Sarı Saltuk’un mezar yeri olarak biliniyor. Öyle ki, Kanuni Sultan Süleyman, 1538’de Sarı Saltuk’un buradaki mezarını ziyaret etmiş. Ancak Balkanlar’da birden fazla bölge, Sarı Saltuk’un mezarına sahip olduklarını iddia ediyor. Çünkü Sarı Saltuk’un bizzat kendisi, İslamiyeti yaymak amacıyla pek çok yerde mezarı olsun istemiş. Balkanlar’da altıyedi yerde mezarı var, Edirne ve Babaeski’de birer türbesi. Büyük gezgin Evliya Çelebi (16111682) bile Patras yakınlarında bir Saltuk türbesinden söz eder. ??? Sarı Saltuk’un mistik öğretisi öylesine evrensel bir insanlık mesajıdır ki, kendisine atfedilen türbelerden bazıları hem Müslümanlar, hem de Hıristiyanlar tarafından ziyaret ve kutsal kabul edilir. Zaten bugün de Balkanlar’da İzzeddin Keykuvas yandaşlarının soyundan gelenler yaşamakta; Deliorman, Romanya, Bulgaristan, MoldovyaBesarabya ve Ukrayna’da, Hıristiyan dinini kabul eden ve Türkçe konuşan bu insanlar topluluğuna Keykuvas adından türeyen Gagavuz Türkleri denilmektedir. Tıpkı Alevi inancını kucaklayan ya da Türkmenlerle kaynaşan Kürtlere, Alevi Kürtler denildiği gibi... Halkların ve dinlerin birbirine karıştığı, ancak barışamadığı ülkemize, şeker tadında bir kardeşlik bayramı diliyorum. ‘Pencereden bakılan hava, daima daha kötüdür.’ GÖRÜŞ SEVGİ ÖZEL JOHN KIERAN Bilim, Dil ve Siyasa 2011’i uğurlarken bir dost, “Sevinmeyin, gelen gideni aratacak” demişti, keşke yanılsaydı. Aklı öncü alan, bilimsel ve sanatsal verilere dayalı eğitimi benimseyen siyasalardan çok uzaklaştığımız için iktidar büyüklerimiz, her şeyin önüne geçirdikleri “ramazan”da da şaşırtmıyorlar; onları ne ülkenin sırtında ne ayakucunda yaşanan savaşlar etkiliyor; ne her geçen gün derinleşen yoksulluk… Yaklaşan bayramı kendi kendilerine yaşayacaklar; evladını yitirenler, evladına uyduruk bir çorabı bile alamayanlar, boş lafla karın doyurmaya mahkum sanki… Kazanımı bireysel, dinsel bir edim olan iftar sofraları, öyle siyasallaştı ki, abartılı sofralardan da sofra başında kullanılan dilden de herkes rahatsız. Bir yanda sofralar, öte yanda cami açılışları… Yanı sıra bilimden, dilden, dinsel vurgularla ilginç açıklamalar… Bir vekilimiz, üniversite yerleşkesine cami temeli atarken övünüyordu. 12 Eylülcüler, üniversite özerkliğini yok ettikten sonra bilimden, bilimsel olandan uzaklaştığımızdan, üniversitelerin bilim yuvası olacağını söyleyene hem kulak vermek hem de kimdir diye bakmak gerekir. Üniversite çıkışlı vekilimizin birkaç kırık ve bozuk tümcesine değinmeyeceğiz; ama “Üniversitelerimizin kampuslarında camilerin bulunması, fakültelerin bulunması kadar ehemmiyetlidir. Birini öbürüne tercih etmek doğru bir yaklaşım değildir” sözleri önemli. Bu iktidarın yetkilileri, tuhaf bir duygu karmaşası içinde iyi şeyler yapmakla övünürken nedense 1950’li yılları es geçip her fırsatta, cumhuriyetin ilk yıllarıyla boy ölçüşmeye kalkıyorlar. Aslında Atatürk dönemine öykünüyorlar; ama tersten… Tersten uygulamalarda epey yol aldılar. 67 bin okul, 82 bin cami olduğunu, resmi kurumlar bildiriyor. Yakında VİP’li VİP’siz, birkaç cami daha onarılır ya da yapılır. Ya okulların (hatta üniversitelerin) durumu; yalnız fiziksel değil, içerik açısından da pek çoğu dökülüyor. FATİH Projesi’nin tabletli çocukları, dün yabancı dille eğitime zorlanıyordu; artık Arapça, eski dil, eski yazı ve Kuran dersleriyle “bilim yuvaları”na koşacaklar. Sayın vekilin cami temeli attığı, büyük olasılıkla VİP’siz üniversitenin deneyliklerini, dersliklerini merak ediyor insan. Resmi dilimiz Türkçenin, bilim dili olmaması için çalışan bir YÖK’ümüz ve bu aklı destekleyen iktidarlarımız, bir de Bilim ve Teknik Yüksek Kurulu’muz (BTYK) var; geçenlerde oradan bir muştu geldi. Sorumlu bakan, “Şimdi eğitim sisteminde önceliğin bilgiden ziyade temel değerlere, temel yetkinliklere verildiğini, onun üzerine bilginin inşa edildiğini” söyledi; “eğitim programlarında revizyon yapılacak ve ders içerikleri buna göre hazırlanacak”mış; bu “revizyon”un arkası gelmeli…“Çocuklarımız çok temel şeyleri bile konuşamıyor” ya da “anlayamıyormuş, niye böyle oluyor, bunu araştırıyoruz ve cevabını da buluyoruz. Dil eğitimini gramer ve kelime ezberleme çizgisi dışına çıkarmamız, daha pratik, hayatın içinden, gerekirse animasyonlarla desteklenen bir dil eğitimi anlayışına dönüştürmemiz gerekiyor”muş, BTYK’nin aldığı “kararlardan birisi bu”ymuş. “Dil eğitimin modeli değişecek ve alternatif eğitim modelleri tasarlanacak”mış, “bilgiden ziyade temel değerlere” öncelik verecek sistem, beş yaşındaki çocukları, 9 yaşında “temel değerler”e ulaştırmak için kuruldu çoktan. “En temel şeyleri konuşamayan, anlatamayanlar” yalnız çocuklar mı? Tepedekiler karma bir dille, bulanık anlatımlarla, sövgüye varan sözcüklerle konuşmuyor mu? Türkçe için parmak oynatılmazken İngilizcenin yanına Arapçanın katılmasıyla mı “dil eğitiminin modeli değişecek”? Bilimsel ağırlığı olmayan üniversiteler açmak, içine cami kondurmak, ilköğretimi parçalamak, ortaöğretim ve liseyi imam hatipleştirmek; ancak iftar sofralarında övünülecek kadar bir başarıdır. Mustafa Kemal dönemine doğru ve aklın öncülüğüyle öykünülmesini öneririz… Topraklar Üvey, Evlatlar Öz… cahil, dolayısıyla güdük ırkçı, çapsız faşist, ayrımcı, kadın düşmanı gericilerin elbette ki yanlış yerde aradıkları gerçek Türk İslam sentezi, Aleviliktir. Aleviler, Türk kimliğini ve dilini, İslamiyet köprüsünden “Araplaştırmadan” geçirmeyi başaran toplumdur. Aleviler, İslamiyeti Türkleştiren ve zaten Türkçeleştiren, geldiği geleneklerle vardığı görenekleri birleştirip köklerinden kopmadan devinime ulaşan Anadolu fatihleridir! Balkanlar’daki Osmanlı varlığı ve Türk kültürünü de önemli ölçüde Alevi sufilere borçluyuz. Örneğin… 1300 yılında ölen Sarı Saltuk Baba, Arap tarihçi İbni Batuta’ya göre İzzeddin Keykuvas döneminde bir grup Anadolu dervişini Deliorman’a götüren ve onlarla birlikte Dobruca’ya yerleşen siyasal bir rehber, Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN u yılki KPSS “B sonuçları, kopya iddialarını destekler efsanevi bir sufiydi. İbni Sina gibi bir Buhara Türk’ü olan Sarı Saltuk’un asıl adı Mehmet Buhari’ydi. Kendisi gibi Asya’dan gelerek Anadolu’da öğretisini yayan Hacı Bektaş Veli’nin çağdaşı sayılır. ??? Sarı Saltuk lakabı, “soluk tenli çilekeş” anlamına gelmektedir. Bu ermiş kişi, İslamiyeti Balkanlara taşımıştır. Türklerin toplumsal belleğinde, Sarı Saltuk hareketi, kendisi öldükten yüzyıllar sonra yazılan Saltuknameler’le yer almıştır. Bu “nameler”in biri, 1421 ile 1451 arasında Yazıcıoğlu Ali tarafından kaleme alınanıdır. “Selçukname” ya da “Oğuzname” olarak bilinir. İkincisi 1480’de nitelikte bir başarı tablosu: Genel kültür testinde 1. Siirt, 2. Bingöl, 3. Kırşehir’i Bayburt, Muş, Batman, Bitlis, Ağrı, Adıyaman ve Tunceli izliyor. Eğitim bilimleri testinde 1. Erzincan, 2. Bayburt, 3. Siirt’i Kilis, Kırşehir, Burdur, Kastamonu, Giresun, Amasya ve Balıkesir izliyor. Bu sıralamayı neden kimse sorgulamıyor? Bu illerin daha önce hiçbir başarısı yokken bu yıl bu sonuçlara nasıl varılıyor? Enayi yerine koyulmaktan bıktık. Biz de bu sınavı kazanmak için ne kadar emek harcadık. Doğu’da yaşamamamız suç mu? İllere göre kayırmacılık ve kopyacılığa dayalı, bu ayrımcı ve haksız KPSS’nin iptalini istiyoruz.” ‘ G ’ N O K T A S I ABDULLAH TÜRKÖZ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Eski ‘Fıtır’ Bayramı; Şimdi ‘Şeker Bayramı’mız “Bayram tatil demek değil... Adını da değiştirmişler şimdi; Şeker Bayramı! Bu dört dörtlük bir Ramazan Bayramı, ne Şeker Bayramı?” Bu sözler Başbakan Erdoğan’ındı. 2008’de Şanlıurfa’daki bir iftar yemeği konuşmasında şunu da eklemişti: “Buna kültürel erozyon denir...” O bayramda yazdığımı anımsıyorum; tatil bir yana, her yıl oruç tuttukları ramazanı izleyen bayrama “şeker” diyen rahmetli anam, babam ve nice büyüklerimiz “kültürel erozyon”da olabilirler miydi? Çocukluğumuzdan bu yana “Şeker Bayramı”nı şekerlemelerle yaşayan bizler de belki dişlerimizi bozmuştuk ama kültürümüzü de mi yitirmiştik? Ama malum medyacılar gibi… Oysa yinelemeliyim ki ne her arifede Hacıbekir’in yolunu tutan bizimkiler, ne de her bayram ziyaretine şekerleme kutularıyla gidenler, din düşmanıydılar. Tersine, ziyaretlerde sunulan nefis likörleri de orucunda, namazında nur yüzlü kadınlarımızın hazırladığını unutan var mıdır? Hatta her likörün kadehi bile farklıydı; nane likörü vişne kadehinde ikram edilmez; hepsinin yanına bademle birlikte çikolata konulmazdı… İslamiyete gönülden bağlı nice ailenin hesapsız, kitapsız ve hiçbir art niyet, kem düşünce içinde olmadan sürdürdükleri bu uygarlık kültürümüzü en iyi anlatan Selim İleri olduğu için sözü uzatmıyorum. Ancak bu geleneklerimizin Osmanlı’dan Cumhuriyete miras olduğunu da belirtmeden geçemiyorum... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] ‘Fitre’ ve ‘şükür’ Başbakan kararlıydı ve sözünü şöyle bağlamıştı: “Buna fırsat veremeyiz, vermemeliyiz.” (24 Eylül 2008 gazeteler) Ramazan Arapçada “çok sıcak” anlamında “ramaza”dan geliyor. Bu nedenle ilk oruca sıcak aylarda başlandığı söylenir. Oruç ayı ise “kutsal” olduğundan, bittiği için “bayram” yapmak, yani “sevinmek”düşünülemez. Nitekim bayramın asıl adının “Fıtır Bayramı” olduğu biliniyor. Yoksulların halinin “yaşanarak” kavranabilmesi için tutulan oruçla birlikte onlara yapılan yardıma da “fitre” denmez mi? İşte böylesi bir “insani” görevin bu yıl da “nasip” olmasına “şükür” edildiği bayram için halkın şeker demesini “şükür” sözcüğünün zamanla “şeker”e dönüşmüş olabileceğine bağlayanlar da var. Bir hadiste de “Rasulüllah fıtır bayramına birkaç hurma yemeden hiç çıkmazdı” denmesi, şeker(li) tanımının dayanakları arasında sayılıyor... Sözün kısası, bugün başlayan bayramın adı, ne din tarihinde ne de toplumsal tarihte asla Ramazan Bayramı değil. Fıtır Bayramı da denebilir ama o artık çok geçmişte kaldığından, bizim geleneğimizde Ramazan’a saygı içinde Şeker Bayramı’dır... Kutlu olsun… BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] Turizmin can simidi O günden bu yana bayramın “tatil”ini iple çekenler eksilmedi; hatta arttı bile... Turizmcilerin “can simidi” hâlâ bayramlar değil mi? Dahası bayram hafta içine gelirse aradaki günlerin “resmi tatil” yapıldığı, yani Başbakan’ın düşüncesiyle bağdaşmayan hükümet kararları bile var. Ne var ki büyüklerinden duydukları için “Şeker Bayramı” sözünü yeğleyenler arasında söylemlerini değiştirip “Ramazan Bayramı”diyenlerin çoğaldığını da görüyoruz. Bunda Başbakan’ın “fırsat tanımayalım” buyruğundan cesaret alarak “Şeker Bayramı diyenlerin İslamiyet düşmanı” olduklarını söyleyenlerin yarattığı “korku ortamı” da etkili olmalı... Bir de şu iş ilişkileri adına yine Başbakan’ı dinlediklerini göstermek isteyenleri fark etmemek olanaksız. Tıpkı 1/ Beyaz peynirle ya 1 pılan bir çeşit tatlı. 2/ Binek hayvanlarının 2 sırtındaki oturmalık... 3 Asya’da bir göl. 3/ 4 Namaz ibadetinin birimi... Kayak. 4/ Ke 5 di ya da köpek yav 6 rusu... Özbekistan’ın 7 plaka imi. 5/ Bezden biçilmiş elbise, 8 çamaşır... “Bilinir ne 9 olduğum içlen1 2 3 4 5 6 7 8 9 mek zanaatında” (Cemal Süreya). 6/ Tuzağa düşürü 1 M O Z A İ K NO len şey... Özellikle süt ço 2 O P A L A F E T cuklarının pişiklerinde kul 3 Z A R A R İ F lanılan pudra. 7/ Ekolojide, 4 A L A K A R D bir canlının varlığını sür 5 İ A K A D EM İ dürebildiği yaşama ortamı6K A R A D Ü Z E N nın en küçük birimi... Küçük F İ R E Z R A bayrak. 8/ Halojenler gru 7 8 N E F M E R AM bunun dördüncü ametali D İ N AMO olan yalın cisim... Hastalıklı, 9 O T sakat. 9/ Bir çeşit hamur tatlısı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Eski dilde baş... Uzun tüylü bir süs köpeği cinsi. 2/ Bir topluluğu oluşturan bireylerden her biri... İçinde bulaşık yıkanan musluk teknesi. 3/ Elisıkı, cimri... Birdenbire ortaya çıkan ruhsal darbe. 4/ Çok sert bir kayaç... Bir cetvel türü. 5/ Titan elementinin simgesi... Bağışlama. 6/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... İplik üzerine sırma sarmaya yarar dolap. 7/ Soyaçekim... Genellikle ölçü aygıtlarında gösterge çizelgesi. 8/ Koyu kırmızı renkte bir süs taşı... Rus köylü topluluğuna verilen ad. 9/ Vücuttaki AIDS virüsünü saptamakta kullanılan test... İngiltere’de çok sevilen bir cins bira. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear