14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19 AĞUSTOS 2012 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Türkiye’den Demokrasi Manzaraları Kirli Savaşlar Tuncay Özkan’ı Tanırsınız! Tuncay Özkan’ı tanır mısınız? Bir gazeteci, bir aydın, bir kültür adamı... “Hapishaneye Girecek Olana Öğütler”i, yazmıştı, bu kez de “Anne Canım Hiç Acımadı”yı yazmış. Dört yıldır kapalı, bir hücrede yaşıyor! Daha doğrusu yaşatılıyor. Nasıl yaşatılıyorsa! Suçu ne? Bilen yok! Hatta suç bile yok! Tuncay Özkan “suç” sayılacak ne yapmış olabilir? Bunu kimse yanıtlayamaz... Ama kimilerinin isteği varsa, girer yatarsın, beylerin keyfi gelsin diye!.. Balbay’lar, Perinçek’ler, Özkan’lar, daha nice aydınlıktan yana arkadaşlar üçdört yıldır tutuklu... Mahkum değiller ama yıllardır “içerde”ler. Ne zaman bitecek bu insanların özgürlükten yoksunluğu? Bilinmez, söylenmez!.. İnsanlar hücrelerinde unutuldular. Biri çıkacak da böyle bir haksızlığı konu edinecek, acayip işlerin sürüp gittiğini topluma duyuracak. Tuncay Özkan televizyoncuydu. Kendine ait bir özel TV’si vardı. İlerici, çağdaş yayınlarıyla izlenen, sevilen... Ne olduysa oldu, TV’sini satmak zorunda kaldı, sonra da başına gelmedik kalmadı. Cumhuriyet mitinglerinde 1 milyon insanı meydanlarda toplamayı başardı. Gerici takımın gözünü korkutan bir olay! Ne olduysa oldu, diyecektim ama olacaklar belliydi! Devrim düşmanları Tuncay Özkan’ın varlığına katlanamazlardı. Şöyle böyle derken, bir de baktık ki, Tuncay kardeşimiz topun ağzında! Derken yaka paça yakalanıp, çağdaş uygarlıktan yana çalışmalarına, gerçek ulusalcı tutumuna son vermek istemişler! Türk toplumunu daldığı ya da içine sürüklendiği derin uykudan uyandıran öncülere yaşam hakkı tanınamazdı. Bir yolunu bulup önleri kesilecekti. Derken, içeri atılmak, hangi suçu işlediği bilinmeden, adalet önünde mahkum edilmeden! “Anne Canım Hiç Acımadı” diyorsa da, ben inanmıyorum. Ben kitabı okurken acılar yaşadım. Bunun tersini söyleyebilen varsa, ya salaktır, ya haindir ya da satılmıştır... Galiba insan saydıklarımız sahiden insan değil! Duyarsız, tek yanlı, çıkar avcısı olanların insanlığı şüphelidir. Sevgili Tuncay Özkan, mahkemelerde “Benim suçum ne?” diye bağırmaktaysa, bizler de aynı acı çığlığa katılmak zorundayız. Bir gün büyük bir aydınlık doğacak, bu garip karanlık dağılacak diye bekleyelim mi? Demokrasilerin vazgeçemeyeceği önkoşulları; öncelikle güçler ayrılığı, evrensel insan hak ve özgürlüklerine bağlılık ve muhalefetin toplumun her kesiminde özgürce var olabilmesidir. Prof. Dr. Hakkı KESKİN Siyasal Bilimci S on yıllarda “ileri demokrasi” kavramıyla Türkiye’de gelişmiş bir demokrasi olduğunu hükümet yetkilileri sıkça vurgulamaktadırlar. Gerçek o ki AKP’de, ABD ve Batı Avrupa ülkelerinde yaşamış, öğrenim görmüş, en azından süreli olarak bulunmuş politikacılar var. En azından bu kişilerin, Türkiye’deki demokrasinin hangi düzeyde olduğunu bilmemeleri olanaksızdır. Tabii dürüst davranabilirlerse ve kişiliklerine sahip çıkarak gerçekleri görebilme ve de söyleyebilme cesaretine sahipseler. Ne yazık ki, bu kişiler biat etmeye isteyerek veya zorlanarak uyduklarından, kendilerinden ses seda çıkmamaktadır. Aksine sorulduğunda da Türkiye’deki demokrasiye övgüler yapmaktan da çekinmemektedirler. Örneklerle, Türkiyemizdeki demokrasiyi, demokrasinin önkoşulu olan zorunlu kriterlerine göz atarak değerlendirelim. Demokrasilerin vazgeçemeyeceği önkoşulları; öncelikle güçler ayrılığı, evrensel insan hak ve özgürlüklerine bağlılık ve muhalefetin toplumun her kesiminde özgürce var olabilmesidir. Güçler ayrılığı yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız karar alabilmesidir. Özelikle de yargının parlamentoyu, hükümeti ve idareyi (yönetimi) kontrol edebilmesidir. Parlamentonun ve yönetimin yargı kararlarına uymasıdır. Türkiye’de bağımsız yargıdan ve yargı kararlarına uyan hükümetten söz edebilir miyiz, buna iki örnek. larında yetkilerini kötüye kullanma iddiasıyla dava açıldı. İkinci örnek: Başbakan’ın bir toplantısında öğrenciler “parasız eğitim istiyoruz” yazılı bir pankart açtılar. Öğrenciler tutuklandı, aylardır hapisteler. Savcı bu öğrencilerin kaba kuvvete başvurmadan sadece fikirlerini açıkladıkları için, kendilerine ceza verilemeyeceği kararına vardı. Bu savcı derhal görevinden alındı, yerine atanan savcı bu öğrenciler hakkında ağır ceza talebinde bulundu ve mahkeme bu öğrencilerin her birine 8.5 yıl hapis cezası verdi. Bu örnekleri sayılamayacak kadar çoğaltabiliriz. Şimdi elini vicdanına koyan birisi Türkiye’de bağımsız yargıdan nasıl söz edebilir? Hiçbir Batılı demokraside yargıya buna benzer bir müdahale olamaz. Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Oktay Ekşi, Uğur Dündar gibi birçok etkili gazeteci işlerinden uzaklaştırıldı. Başbakan sık sık, eleştirel yayın yapan medya mensuplarını tehdide varan uyarılarla sindirmektedir. Basının büyük bir kesiminde yapılan bu baskılar nedeniyle çoğu medya kendi kendine sansür uygulamaktadır. Belli başlı gazete ve TV’ler hükümet yanlıları tarafından satın alınmıştır. Kamu kurumu olan TRT, tüm demokratik ülkelerde olduğu gibi, tamamen tarafsız yayın yapması gerekirken, adeta hükümetin yayın organı durumuna getirildi. Hiçbir demokratik ülkede basın üzerinde buna benzer bir uygulama asla söz konusu değildir, olamaz da. Mete YARAR Güvenlik Politikaları Uzmanı azıları Birleşik Krallık gibi, kimileri de Küba benzeri bir ülkenin vatandaşı olmak ister. İsteklerinin kaynağını ideolojileri kadar hayattan beklentileri de oluşturur. Bunun için de kendi düşünce yapılarını iktidara taşımaya çalışırlar. Birçok metodu kullanarak da bunu başarırlar. Kullandıkları metodun türüne göre başarısız olurlarsa, kendilerini ya muhalefette ya da hapiste bulurlar. Seçilmişler de bu baskı grubunun benimsediği çizgide hareket ederler. İsterlerse bunun dışında bir yön izlesinler. Bir daha seçilme şansları olmaz. Hatta halk o dönemin bitmesini beklemeden demokratik yöntemlerle istifa mekanizmasını çalıştırır. Bundan sonra yazacaklarım, bütün felsefe yazılarında olduğu gibi bir nirengi noktasına dayanmaktadır. Bu nokta, parti programlarını okuduğunuz, benimsediğiniz ve demokratik yöntemlerle de iktidara taşıdığınız üzerinedir. Artık hikâyenin kendisine gelebilirim. Bizim memleketin insanı kafası bir olaya bozulduğunda “bu kadar da olmaz” deyimini çok kullanır. Bu meşhur sözümüzü, çoğunlukla bireysel olaylarda değil de devletin yaptığı yanlışlarda kullanmayı tercih ederiz. Ben de herkese sormak istiyorum. Bu sözü ne kadar zamandır ve hangi olaylar için kullandınız? Çoğunuz benim gibi “kendimi bildim bileli”, olaylar içinse “devlete işimiz düştüğü her durumda bu sözü sarf etmişizdir” diyecektir. Peki, size kolay bir soru daha! Sizin adınıza geleceğinizin planlandığı dış politika konusunda bu sözü sarf ettiğinizi hatırlıyor musunuz? Sizin adınıza bugün ben konuştuğuma göre, yanıtlayayım: Çok az bir kesimimiz hariç, bu sorunun yanıtı “hayır” olacaktır. Çünkü dış politikanın günlük hayatınızda çok önemli yer tutmadığını düşünürsünüz. Özel ilgi alanınıza girmediği müddetçe ilgilenmez ve okumazsınız. İlgi alanlarına girmeyenler, karşılaştıklarında tren çarpmış gibi olur. Dış politikayla, hayatımızı etkileyen gündelik olaylar kadar uğraşmayız; müdahil olmayız, muhalefet veya destek göstermeyiz. Gündelik hayatımızda devlete pek güvenmeyiz ? Dünya, yakın ama dış politika gelecekte kirli olunca işler bir anda savaşların yaşandığı değişir. Devletimizin yanlış yapmayadönem olarak cağını ve en iyi çö hatırlayacağı bir süreci zümü bulacağını düşünürüz. Aslında yaşamaktadır. Ordular yerine özel paralı Dışişleri Bakanlığı, politik anlamda takip askerlerin, devletler edilmesi gereken en yerine terör önemli kurumdur. Dış politikanın örgütlerinin olduğu bu yanlışlarını ve doğkirli savaş dönemi rularını çok nadir yaşanmaya devam olarak anında görürsünüz. Zamanla ken edecektir. Daha ucuza disini derinden derimal olan bu yöntem ne hissettirir. Son yeni bir diplomasi dönemde yaygınlametodunu da şan sinsi kanserin doğuracaktır. belirtilerine benzer. İlk belirtileri gördüğünüzde geç kalmışsınızdır. Ne kadar geç kalmışsanız uygulanacak tedavi yöntemi de maalesef o kadar acı verici olmaktadır. Her şeyde olduğu gibi erken teşhis burada da önemlidir. Aslında ciddi anlamda görmek için bakarsanız dış politikanın bütün etkilerini günlük hayatınızda fark edebilirsiniz. Benzinin fiyatından, gelen turist, hatta mahallenizdeki hırsız sayısına kadar iç içe geçmiştir. ABD’nin Bush dönemindeki dış politika hataları sonucunda yaşanan kriz ortadadır. Ülke savaşın maliyetini karşılayamamış ve yüz binlerce insan işsiz ve evsiz kalmıştır. Suç oranı ülke çapında tavan yapmıştır. Bunu isterseniz İngiltere’deki refah ve buhran dönemlerinin nedenleri ile de test edebilirsiniz. Bu acı tecrübeler nedeniyle, savaş bile, ekonomik bir kazanç sağlamıyorsa devletlerin tercih ettiği bir yöntem olmaktan çıkmıştır. Ekonomisi güçlü ülkelerin dahi sürdürebileceği, finanse edebileceği savaşın süresi altı ay olarak hesaplanmıştır. Bunun üstü, ülkelerin iflası anlamına gelmektedir. Basit bir örnekle açıklamaya çalışayım: İkinci Dünya Savaşı’nda atılan her 100 milyon mermiden birisi insana çarpmış olsaydı, gezegenimizde insan kalmazdı. Dünya devletleri süper güç değilse (hatta öyle bile olsa) güç kullanmaktan kaçınmaktadırlar. Görünen odur ki, konvansiyonel savaşların bitiş nedeni ülkelerin barışa daha yatkın olduğundan değil, paranın bitmesinden kaynaklanıyor. Dünya, yakın gelecekte kirli savaşların yaşandığı dönem olarak hatırlayacağı bir süreci yaşamaktadır. Ordular yerine özel paralı askerlerin, devletler yerine terör örgütlerinin olduğu bu kirli savaş dönemi yaşanmaya devam edecektir. Daha ucuza mal olan bu yöntem yeni bir diplomasi metodunu da doğuracaktır. ABD ve İngiltere bu savaş modeline uygun yeni askerler yetiştirirken, yeni tipte bir diplomata ihtiyac duymamaktadır. Çünkü bu modeli yıllardan beri uygulamaktadırlar. Değişim kafa yapısında değil uygulanacak yöntemde olmuştur. Dış politikayı öncelik yapmak anlamında anlatmaya çalıştıklarımı, siz de benim gibi hayatınızda uygulamaya çalıştıysanız içiniz rahat olsun. Ama saydıklarımın sizin için bir anlamı yoksa üzülmeyin. Ekmediğiniz hiçbir şey için emek harcamamışsınızdır. B Bilim ve sanatın özgürlüğü Üniversiteler bağımsız ve özgür çalışabilmesi gereken bilim kurumlarıdır. Üniversite rektörleri, seçim sonuçlarının aksine yapılan atamalarla, yandaş mentalitesine dayanan ve bilimsellikten uzak biat kurumlarına dönüştürülmüş bulunuyorlar. Türkiye’nin çözüm bekleyen sayısız sorunları hakkında son yıllarda üniversitelerden hiçbir görüşün açıklanmaması bundandır. Görüşlerini açıklayan 7 binin üstünde üniversite öğrencisi hakkında ise soruşturma yapılmış, 4602’si üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Hiçbir Batılı demokraside, ülke başbakanı karşı çıktığı için bir sanat eseri yıkılmamıştır, Başbakan’ın “ucube” diyerek Kars’ta yıktırdığı heykel örneğinde olduğu gibi. Hiçbir Batılı demokraside din ve inanç özgürlüğüne, Alevi inançlı insanların cemevlerinin ibadet yeri sayılamayacağı örneğinde olduğu gibi bir engelleme yapılmamıştır. Hiçbir Batılı demokraside, mahkeme karar olmaksızın yüz binlerce kişinin telefonları dinlenmemiştir. Özellikle de ana muhalefet lideri ve partili yetkililerin telefonlarının başbakana bağlı bir kurum tarafından dinlenmesi ise, ABD’de olduğu gibi Watergate skandalına neden olmuş ve Başkan Richard Nixon’un istifasına yol açmıştır. Türkiye’de olduğu gibi, hiçbir gerçek demokraside farklı görüş sahiplerinin hükümeti eleştirme hakkı, baskılarla veya diğer yöntemlerle engellenmemektedir. Görüldüğü gibi Türkiye’de demokrasinin vazgeçilemez önkoşulları olan güçler ayrılığı, evrensel insan hak ve özgürlükleri ve muhalefetin özgürce çalışabilmesi, gerçek demokrasilerde olduğundan son derece uzaktır. Bazı Batılı hükümetler işlerine geldiği için şimdilik görmemezlikten gelseler de, kimse kendini aldatmasın, bu durumu Batılı kamuoyu artık bilmekte ve izlemektedir. Düşünce ve basın özgürlüğü Gerçek demokrasilerde insan temel hak ve özgürlükleri anayasaların güvencesi altındadır. Bunların başında da düşünce ve basın özgürlüğü; sanat ve bilim özgürlüğü; din, vicdan ve inanç özgürlüğü; mektup, posta ve telefon haberleşmelerinin gizliliği gelir. Bugün Türkiye’de 100 kadar basın mensubu, ayrıca bilim adamları, subaylar, yüzlerce öğrenci tutuklu bulunmaktadır. Türkiye, tutuklu gazeteciler bakımından dünyada ilk sırada yer almakta ve tutuklama gerekçesi olarak da “terör suçluluğu” iddiası öne sürülmektedir. Tıpkı eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a “terör örgütü başı” olduğu suçlaması gibi. Eskiden fikirlerinden ötürü tutuklananlara “komünizm propagandası” yaptıkları gerekçe olarak gösteriliyordu. O yasanın yerini şimdi “terör suçu”na dayalı yasa aldı. İspata dayalı inandırıcı gerekçe olmaksızın demokrasilerde hiç kimse tutuklanamaz ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de sürekli vurguladığı gibi, uzun süre hapiste tutulamaz. Türkiye’de gazeteci ve hatta milletvekili Mustafa Balbay, ünlü bilim adamı ve milletvekili Mehmet Haberal ve daha birçok yurtsever insan 3.5 yıla yakın bir süredir kanıtlanmamış iddialarla tutuklu bulunuyorlar. Böyle bir durum hiçbir demokratik ülkede yoktur ve olamaz da. Yapılan baskılar sonucu yazıları nedeniyle, Bağımsız yargı Frankfurt’ta görülen Deniz Feneri davasında, yardım amacıyla toplanan 41 milyon Avro’nun 16 milyonunu kendi şahısları için kullanan Deniz Feneri yetkilileri, suçlarını kabul ederek olası en yüksek cezalara çarptırıldılar. Almanya’nın en büyük yolsuzluk davalarından biri olan Deniz Feneri’nde Frankfurt mahkemesi, gerçek suçluların Türkiye’de olduğuna karar vermişti. Türkiye’de uzunca bir süre davaya bakılması engellendikten sonra nihayet Deniz Feneri davasına bakan üç savcı, bu davada suçlu buldukları hükümete yakınlığıyla bilinen eski RTÜK Başkanı Zahid Akman, Kanal 7 Genel Müdürü Zekeriya Karaman, yardımcısı İsmail Karahan ve yayın sorumlusu Mustafa Çelik’ı tutuklattılar. Sonra ne oldu, bu kararı alan üç savcı görevinden alındı, hak Lütfen ‘Yapmayınız’ Adil İZCİ Önceleri özellikle trafik polisleri sürücüleri uyarırken duyardık: “…. bekleme yapmayınız!” Bir de durak tabelalarında görürdük: “Bekleme yapılmaz!” Bugünse “yapmak” eylemini bir yardımcı eylem gibi kullandığımız gereksiz örnekler o kadar bol ki sürüsüne bereket desek yeri! Hepsini tek tek sıralamak yerine bazı örneklerle yetinelim: Avlanma yapmak, değerlendirme yapmak, dengeli beslenme yapmak, doldurum yapmak, düzenleme yapmak, ekleme yapmak, eleman alımı yapmak, etki yapmak, gönderme yapmak, harcama yapmak, hatırlatma yapmak, kaydırma yapmak, ödeme yapmak, planlama yapmak, saptama yapmak, serinleme yapmak, tadım yapmak, tanıtım yapmak, yer gösterme yapmak, zorlama yapmak… Oysa bu örneklerin birinde bile “yapmak” eyleminin desteğine gerek yok. Deneyelim: Avlanmak, değerlendirmek, dengeli beslenmek, doldurmak, düzenlemek, eklemek, eleman almak, etkilemek, göndermek, harcamak, hatırlatmak, kaydırmak, ödemek, planlamak, saptamak, serinlemek, tatmak, tanıtmak, yer göstermek, zorlamak… Söz konusu örneklerden bazılarını tümcelerde de bir deneyelim: “Özellikle dengeli beslenme yapmalıyız.” / “Özellikle dengeli beslenmeliyiz.”, “Bu konuda bir değerlendirme yapar mısınız?” / Bu konuyu bir değerlendirir misiniz?”, “Gaz doldurumu yapılır” / “Gaz doldurulur”, “Sözlerime bir ekleme yapmak istiyorum.” / “Sözlerime bir ekleyeceğim var.” ya da “Sözlerime bunu ekleyeceğim.”, “Firmamıza eleman alımı yapılacaktır” / “Firmamıza eleman alınacaktır”, “Bana olumlu bir etki yaptı.” / “Beni olumlu etkiledi.” ya da “Bana etkisi olumlu.”, “İnternetle de ürün göndermesi yapılıyor.” / “İnternetle de ürün gönderiliyor.”, “Bugün o kadar harcama yaptım ki!” / “Bugün o kadar (para) harcadım ki!”, “Yanıtlarınızda kaydırma yapmayınız!” / “Yanıtlarınızı kaydırmayınız!”, “Buyurun, ürünümüzden size de tadım yaptıralım.” / “Buyurun, ürünümüzü size de tattıralım.” ya da “Buyurun, ürünümüzü siz de tadın.”, “Yardım konusunda kimseye zorlama yapılmayacak.” / Yardım konusunda kimse zorlanmayacak.” Demek ki “yapmadan” da oluyor pekiyi! Biraz özen, biraz dikkat yeter! C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear