25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER BU BAYRAM, daha önceki 30 Ağustos’lardan farklı olmalı. Yalnız bir zaferin yıldönümü olmaktan öteye geçilmesi ve son yıllar boyu kendi askerine haksızlık, nankörlük, hatta gaddarlık etme durumuna sürüklenmiş bir toplumun bu durumun izlerini silmesi, onarması, düzeltmesi, ayaklar altına alınmış değerleri tekrar yerli yerine oturtması gerekiyor... Tıpkı, Dumlupınar’dan başlayarak 9 Eylül’e kadar akıtılan son kanlarla Trablusgarp acısının, Balkan bozgununun, Mondros imzasının ve Sevr zilletinin silinmesine, kırılan gururların onarılmasına, yanlışların düzeltilmesine, şereflerin tekrar anıtlandırılmasına geçişte olduğu gibi. O geçiş bir devrimle sonuçlandı. Şimdi, bir devrim olmasa bile, hiç değilse bir restorasyon olmalı. İnsan belleği çok ilginç. Kimi davranışların özünü ve sözünü hiç unutamıyor da, bazı ayrıntıları kolayca silebiliyor. O densizlik ve söz zihinden kaybolup gitmediği halde, tam zamanını, yerini ve edenini bir türlü anımsayamaz olabiliyorsunuz. Kim bilir, belki de o âna, o yere ve o sıfatı taşıyan kişiye yakıştıramadığınız için. Galiba bir yasama çalışması sırasında, Meclis çatısı altında, bir milletvekilinin marifetiydi bu. “Zafer bayramlarında asker geçerken tribünde ayağa kalkıyoruz; artık kalkmayalım” demişti. Ya da buna benzer bir söz. Kimdi, nerede, ne vesileyle söyledi, anımsamanın imkânı yok. İnşallah, öyle bir şey hiç olmamıştır ve bellekte değil, şuradan buradan kalma izlenim kırıntılarıyla beynin bir başka köşesinde imal edilmiş de olabilir. O kadarı, yani böyle bir olasılığın zihinden geçmiş olması bile, yeterince hüzün verici değil mi? Öyle mi düşündürtmeliydi insanı Cumhuriyet Türkiyesi? Meclis çoğunluğunun kendini “millî irade” sanmasına tepki olarak gelen 1961 Anayasası, o haklar ve özgürlükler sanki toplumun çeşitli kesimleri birbirini yesin diye kabul edilmiş gibi, önce örgütlenmiş emeğe çullanıldı, sonra da gençliğe, üniversitelere ve anayasal düzene. İç güvenlik ve dış tehdit endişesiyle o çullanışlarda görev alan asker de bu birbirini yeme furyasının ya taraflarından biri ya da kurbanı olmaktan kurtaramadı kendini. Artık bu saçmalıklara ve “harakiri”lere son verme zamanı gelmiştir ve bugün, 30 Ağustos 2010 günü, bu son verişin başlangıcı olmalıdır. Elli yıllık, yani yarım yüzyıllık bir akıllanma süreci kendi yüzyılını henüz doldurmamış bir cumhuriyet için fazla uzun sürmüş sayılır. Aynı süre içinde çok daha olumlu ve yararlı işler başarmış başka toplumlar oldu, hem de dünyanın hiç beklenmedik köşelerinde. Bu cumhuriyet de, kendi ömrünün yaklaşık ilk üçte birinde tarihin en anlamlı ve köklü devrimlerinden birini başarmştır. O özgüven yetmez mi? Aynı özgüvenle, iyi bir restoranda yemek yemişliğin değil, anlamlı bir restorasyon başlatmışlığın doygunluğunu duymalıyız bugünün sonunda. mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Anadolu Müslümanlığı “Türk Müslümanlığı” olur mu?.. Olmaz mı?.. Son günlerde bu tartışma dallanıp budaklanı- yor; bağnazlar hop oturup hop kalkıyorlar. Neden?.. Çünkü kafaca bir ümmetin kulluğuna talim eden kişi için “kavmiyetçilik” kötüdür, bölücülüktür. Ancak dinlerin çeşitli coğrafyalarda çeşitli renklere büründüğü de bir gerçek... İran’da Müslümanlığın adı ne?.. Şiilik!.. “Türk Müslümanlığı” olmaz.. Peki, ne Müslümanlığı olur?.. Sünni Müslümanlığı olur.. Hanefi Müslümanlığı olur.. Şii Müslümanlığı olur.. Nakşibendi Müslümanlığı olur.. Süleymancı Müslümanlığı olur.. Nurcu Müslümanlığı olur.. Alevi Müslümanlığı olur mu?.. Olmaz!.. Laik Cumhuriyeti Sünni diktasına dayanan dinci devlete dönüştürmek isteyen yobaz kafasının mezhepler ve tarikatlar kılavuzu kendine özgüdür. Müslümanlık coğrafyası, mağrıptan maşrıka dek dünyaya serpilmiş... Kimisi beş vakit namaz kılıyor.. Kimisi üç vakit. Afganistan’da Müslümanlık kaç vakit?.. Birbirini boğazlamaya kalkışanların hangisi daha Müslüman?.. Hangisi daha az Müslüman?.. Taleban Türkiye’ye gelse, türbanla üniversite kapılarında eylem yapmaya kalkışan kızları meydan dayağından geçirip çuvala sokar, evlerine hapsedip tümüne okumayı yasaklardı; çünkü türban yüzü açıkta bırakıyor. Peki, Afgan Müslümanlığı olur mu?.. Oluyor... Afgan Müslümanlığında televizyon izlemek bile yasak değil mi!.. İran ne yapıyor?.. Devlet zoruyla kadını çarşafa sokan İran’da Müslümanlık Şiilik demek... Ama İran, Afganistan Müslümanlığına yan gözle bakmaya başladı; sınıra yığınak yapıyor; Ayetullah, Irak’tan sonra bir de Afgan Müslümanıyla çatışır mı?.. İslamın kutsal kitabı Kuran!.. Ne var ki Müslümanlık, yayıldığı ülkelerin toplumsal ve tarihsel doğasına göre biçimlenmiş, renklenmiş, uyum sağlamış, içerik kazanmış... Kutuplara dek yayılmamış İslam, yoksa ‘ramazan’ı ilan etmek için Müslüman yeni Ay’ın doğuşunu boşuna bekleyecek, oruç açmak isteyen mümin iftar topuna kulak verirken günler geçecekti; hiç kuşkusuz kutuplardaki İslam, Arap çöllerinden çok daha değişik biçimlere bürünecekti. Peki, Müslümanlıktan önce Türk’ün töresi, göreneği, geleneği yok muydu?.. Anadolu’daki Müslümanlığın Arap çöllerinden değişik olması, doğa yasasından kaynaklanan bir zorunluluk... Anadolu’nun Sünnisi de Alevisi de Arap şeriatçılığına uyum sağlayamaz; Anadolu Müslümanlığı ülkemizin gerçeğidir, yobazlığa geçit vermeyecek bir inanç yapısının bu coğrafyada benimsenmesi, Türkiye’nin güzelliğidir. (8 Eylül 1998 tarihli yazısı) A dalet Bakanlõğõ, geçen hafta, hâkim ve savcõlarõn atama ka- rarnamesinin unvanlõ görev- lere ilişkin bölümünün geri çe- kildiğini açõkladõ. Bakanlõğa göre, HSYK’de bu bölüm görüşülürken geti- rilen öneriler, özel yetkili mahkemeler- de görülmekte olan davalar ile savcõlõk- larca yürütülen soruşturmalara doğrudan müdahale sonucunu doğuruyor. Bakan- lõk, açõklamasõnda bu önerilerin değer- lendirileceğini belirtmiş olmasõna karşõn, bugüne kadar kararname kurulun önüne yeniden getirilmedi. Daha önce muhtelif vesilelerle açõkla- dõğõm gibi, bakanlõğõn kurula sunduğu naklen atama listesi, yasadaki tanõmõ ile “taslak”tõr. Kurul hukuka uygun olarak ve kamu yararõnõ gözeterek taslak üze- rinde gerekli gördüğü her türlü deği- şikliği yapabilir. Kesin karar yetkisi ku- rula aittir. Bakanõn kurula sunduğu tas- lağõ geri çekme yetkisi yoktur. Eğer ba- kan kurula getirdiği taslaklarõ istediği gi- bi çõkaramayõnca geri alabilecekse, o za- man kurula ne gerek vardõr? Görev ve yetkilerini anayasadan alan kurulun üyeleri bakanõn emrinde idare memur- larõ değildir. Kurulda kararlar gerekli in- celeme ve görüşme yapõldõktan sonra öngörülen öneri oylanõr; oylama sonu- cu kararõ belirler. Bakan dahil her üye- nin 1 oyu vardõr. Bakanlõğõn açõklamasõ karşõsõnda, nak- len atama işlemlerinin görülmekte olan davalara ve yürütülen soruşturmalara et- kisini de incelemek gerekir. HSYK, naklen atama işlemlerini bel- li ilke ve kurallara uyarak yapmaktadõr. Görev yeri değiştirilen hâkim ve savcõ- nõn, bu kararõ tebellüğ ettikten sonra o yar- gõ çevresindeki yetkisi sona erer; yargõ- lama ve soruşturmalar o görevlere atanan yeni hâkim ve savcõlar tarafõndan yürü- tülür ve sonlandõrõlõr. Ülkemizde adli ve idari yargõdaki dava yoğunluğu nedeniyle, nakledilen hâkim ve savcõnõn elinde mutlaka çok sayõda dosya bulunmaktadõr. Bakanlõğõn bakõş açõsõna göre her naklen atama işlemi HSYK’nin yargõya, görül- mekte olan davalara müdahalesidir. Hâ- kim ve savcõlarõn ellerindeki dosya sa- yõsõnõ sõfõrlamalarõ mümkün olmadõğõn- dan veya çok az sayõda hâkim ve savcõ için mümkün olabileceğinden, bakanlõ- ğõn bu görüşüne göre ellerinde dosya bi- rikimi olan hâkim ve savcõlarõn, sürek- li olarak aynõ yerde ve görevde kalma- larõ gerekecektir. Adalet Bakanlõğõ’nõn, şimdiye kadar yapõlan naklen atama iş- lemlerinde ortaya çõkan bu durumu, özel yetkili ağõr ceza mahkemelerinde görevli hâkim ve savcõlarõn atanmalarõ gündeme geldiğinde fark etmesi olduk- ça anlamlõdõr. Danõştay Kanunu’nun dokuzuncu mad- desine göre, boş üyelik sayõsõ dördü bul- duğunda, Danõştay Başkanlõğõ durumu Başbakanlõk’a ve Adalet Bakanlõğõ’na bil- dirir. Bildirimden itibaren iki ay içinde, yasal niteliklere sahip olanlar arasõnda Cumhurbaşkanõ bir üye, HSYK de üç üye seçer. Kanunda zikredilen iki aylõk süre bağlayõcõdõr. Seçimi yapacak olan makam ve merci bu süreye uymak zorundadõr. Danõştay Başkanlõğõ boş üyelik sayõsõnõn dörde ulaştõğõnõ mart ayõnda Adalet Ba- kanlõğõ’na bildirmiş olmasõna ve Cum- hurbaşkanõ tarafõndan mayõs ayõnda bir üye atanmõş olmasõna karşõn, HSYK üç boş kadro için seçim yapmamõştõr. Ne- deni, Adalet Bakanõ’nõn söz konusu se- çimleri bugüne kadar kurul gündemine al- mamõş olmasõdõr. Burada da HSYK’nin anayasal görevi, bizzat kurul başkanõ tarafõndan engellenmiştir. Bakanõn yap- tõğõ bu engellemelerin hukuken geçerli hiçbir nedeni yoktur. Yapõlan fiili bir durumdur. Bakanõn görevi, kurulun anayasa ve yasalarla be- lirlenmiş olan görevlerini yerine getir- mesini sağlamaktõr. Eğer Bakan bu gör- evi yerine getirmiyor, aksine engelli- yorsa, yapõlan eylem 5237 sayõlõ Türk Ce- za Kanunu’nun 257. maddesindeki ta- nõmla “görevin gereklerine (açıkça) aykırı bir hareket” teşkil eder ve gör- evi kötüye kullanma suçunu oluşturur. Hukuki durum bu kadar açõk olmasõ- na karşõn Bakan niçin böyle bir eylemin içinde olmaktadõr? Başbakan yõllardan be- ri yüksek mahkemelere, özellikle Da- nõştay’a karşõ sürdürdüğü eleştirilerin dozunu arttõrmõş; onlarõ etkisiz hale ge- tirme niyetini, hakarete varan sözcük ve deyimlerle açõğa çõkarmõştõr. Tabii ki bu savaşõmda, AKP’nin tüm mensuplarõ da yerlerini alacaklar; görevlerine ve ko- numlarõna uygun eylem ve işlemlerle sü- rece katkõ sağlayacaklardõr. Adalet Bakanõ da bu çerçevede görevini yerine getirecek, halkoylamasõnda evet çõkmasõ halinde, hem unvanlõ kadrolar- daki hâkim ve savcõlarõn atanmalarõnõ hem de Danõştay üyelerinin seçimini ekim ayõ içinde gündeme alarak adli yargõdaki kad- rolaşmayõ yaygõnlaştõracak; yüksek yar- gõda da, yeni kurul kanalõ ile kadrolaş- manõn ilk adõmõnõ atmõş olacaktõr. HSYK’nin Başkanõ Tarafõndan Engelleniyor Nuri ALAN Emekli Danõştay Başkanõ Başbakan yõllardan beri yüksek mahkemelere, özellikle Danõştay’a karşõ sürdürdüğü eleştirilerin dozunu arttõrmõş; onlarõ etkisiz hale getirme niyetini, hakarete varan sözcük ve deyimlerle açõğa çõkarmõştõr. A nayasa değişikliği tartõşmasõ yoğunlaşmõş durumda, paketin ekolojistler bakõmõndan en çok tartõşõlan maddesi anayasanõn 125. maddesinin “Yargı yetkisi, idari ey- lem ve işlemlerin hukuka uygunlu- ğunun denetimi ile sınırlıdır” biçi- mindeki fõkrasõna “hiçbir surette ye- rindelik denetimi şeklinde kullanı- lamaz” eklemesinin yapõlmasõdõr. Ek- lenen bu sözler, ekolojistleri müthiş kaygõlandõrmõş durumda, “Yerindelik denetimi sınırlandırılması”nõn ana- yasaya girmesiyle, idari yargõnõn hu- kuka aykõrõ idari işlem ve eylemleri ka- mu yararõ yönünden denetlenemeye- ceği öngörüsünde bulunulmaktadõr. İdari yargõnõn “yerindelik denetimi sı- nırlaması”nõn zaten İdari Yargõlama Usulü Yasasõ’nda var olmasõ ve uy- gulanõyor olmasõ da kaygõlarõ gider- memektedir. Kaygõlarõn asõl nedeni, değişiklik teklifinin AKP tarafõndan hiçbir uz- laşma arayõşõ olmadan getirilmesi ve küresel sermayenin yaşam alanlarõnõ sömürmesini kolaylaştõran politikalar yürüten hükümetin yargõ kararlarõndan sürekli şikâyetçi olmasõdõr. Diğer yan- dan, anayasa değişikliği ile artõk Kõş- ladağ Altõn Madeni, Akkuyu Nükleer Santralõ, Aliağa Termik Santralõ gibi davalara yargõnõn bakamayacağõna ilişkin gazetelerin manşetlerine çõkan haber ve yorumlar kaygõlarõn iyice artmasõna yol açmaktadõr. Kaygõlar nedeniyle tartõşmalar hukuksal zemi- nin dõşõna taşmõştõr. Bu arada hukuk- sal kavramalara yanlõş anlamlar yük- lenmeye başlanmõş, pakette hiç yer al- mayan konulara ilişkin itirazlar da ileri sürülmeye başlanmõştõr. Kuşkusuz anayasa değişikliğinde yer almasa da olasõ olumsuz gelişmelerin önlenmesi açõsõndan bu itirazlar da önemsenme- lidir, ancak amacõ aşan tartõşmalarõn ya- ratabileceği olumsuz sonuçlar da göz ardõ edilmemelidir. Karşõlõklõ sert eleş- tiriler ve kimi haksõz suçlamalar can sõksa da üzerinde fazlaca durmaya gerek yoktur. Asõl önemli olan kav- ramlara yüklenen yanlõş anlamlarla yapõlan tartõşmanõn önümüzdeki süreçte olumsuz uygulamalara yol açma riskini taşõmasõdõr. Kaygõlardan yola çõkarak söylenen sözlerin, verilen örneklerin doğayõ sömürmek için hazõr bekle- yenlerin işini kolaylaştõrmamasõna özen gösterilmelidir. “Danıştay yıl- lardır özelleştirme ve diğer çevre ko- ruma davalarında kamu yararından hareket ederek yerindelik denetimi yapıyordu” biçimindeki sözler, ne kadar iyi niyetle söylenmiş olsa da “şimdiye kadar verilen kararların yasaya aykırı biçimde hukuksal de- netimle değil, yerindelik denetimiy- le verildiği” biçiminde yorumlana- caktõr. Kamu yararõ denetiminin en gü- zel örneği olan Danõştay’õn 1997’de Bergama Ovacõk Altõn Madeni’ne iliş- kin verdiği o muhteşem kararõ bile tar- tõşmalõ hale getirecektir. Hatta bundan böyle elde edilen her yargõsal kazanõ- ma karşõ “yerindelik denetimiydi” iti- razlarõ yükselecek ve kararlarõn etkisini zayõflatacaktõr. Bu riski ortadan kal- dõrmanõn tek yolu hukuksal kavramlara bilimsel olarak kabul edilmiş anlamlar yüklemektir. İdari Yargõlama Usulü Yasasõ’nõn 2. maddesine göre, idari yargõ dava ko- nusu edilen işlemlerin “yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı” olup olmadõ- ğõnõ inceler. Bir işlemin maksat öğe- si bakõmõndan “kamu yararına” mõ, yoksa kişisel bir koruma veya zarar verme amacõna mõ yönelik olarak ya- põldõğõnõ idari yargõ araştõrõr ve salt siyasi bir amaç veya kişisel bir amaç güdülmüş olduğu kanaatine varõrsa iş- lemin iptaline karar verir. İdarenin tak- dir yetkisinin olduğu durumlarda da bu yetkinin hangi amaç için kullanõldõğõ değerlendirilir. Danõştay’õn pek çok ka- rarõnda da belirtildiği gibi, dava konusu idari işlemin yargõsal denetiminde ön- celikle kamu yararõ ve bu kavramda- ki önceliklerin irdelenmesi gerekir. Ka- mu yararõ kavramõ üzerinde tartõşma sürmekle birlikte, “işlemin bir kişi ya da kişileri korumaya yönelik olma- dığı, sırf bir kimseye zarar verme kastıyla yapılmadığı, toplumun ge- nel yararına olduğu ortaya konabi- lirse o takdirde kamu yararı vardır” görüşü üzerinde tartõşma yoktur. Di- ğer yandan, birden fazla kamu yara- rõnõn olmasõ durumunda hangisine üs- tünlük verileceği yargõ tarafõndan de- ğerlendirilmektedir. Çevre hukukuna ilişkin davalarda da baraj, otoyol, ma- dencilik gibi çevre üzerinde büyük tah- ribatlara neden olabilecek faaliyetle- re ilişkin davalarda idari yargõnõn ko- nunun uzmanõ bilirkişiler marifetiyle yaptõracağõ inceleme sonunda “amaç” öğesi bakõmõndan yapacağõ değerlen- dirme, ‘kamu yararı’ denetimidir ve yerindelik denetimi olarak görüle- mez. Tabii ki burada yaşam savunu- cularõna ve hukuk devletinin uyanõk bekçisi olacak yargõçlara büyük iş düşmektedir. Yaşam savunucularõnõn doğal ve kültürel varlõklarõn dolayõsõyla canlõ ya- şamõnõn korunmasõna ilişkin yargõdan elde ettiği kazanõmlarõn hepsi hukuk- sal denetimle kazanõlmõştõr, yerinde- lik denetimi ile değil... Kararlardaki “kamu yararına aykırılık”, kesinlikle yerindelik denetimi değil, hukuksal de- netimin ta kendisidir. O yüzden, anayasa değişikliği olsun ya da olmasõn şimdiye kadar olduğu gi- bi çevre sağlõğõnõn ve canlõ yaşamõnõn öncelikli olmasõnõn kamu yararõna ol- duğunu, idari işlem ve eylemin ana- yasanõn 17. ve 56. maddesinde ve pek çok uluslararasõ sözleşmede güvence altõna alõnan sağlõklõ çevrede yaşama hakkõnõ ihlal edip etmediğinin dene- timinin hukuksal bir denetim olduğu- nu savunmalõyõz. Tabii ki tek başõna hukuksal mücadele ile yetinmeden, toplumsal direnişi yükselterek, hatta yaşama öncelik veren ekolojik politi- kalarõ yaşama geçirecek siyasal gü- cü örerek. KamuYararõ ‘YerindelikDenetimi’midir? Arif Ali CANGI AÇI MÜMTAZ SOYSAL Restorasyon
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear