25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Anne Frank’ın Kestane Ağacı Mersin’de tutuşan gülnar ormanlarının henüz dumanları tüterken yurdun çeşitli yörelerinde ormanlar alev alev. Turizm için, golf sahaları için, yol genişletmek için akla gelen tek çözüm ‘binilen dalın kesilmesi’. Orman yangını doğa cinayetidir. İhmal, yetersiz ve zamanında yapılmayan müdahale, orman vasfını kaybetmiş alanları ranta çevirmek için kuyruğa girenler, B2 yasaları çıkararak onların işlerini kolaylaştıran siyasetçiler de kuşkusuz, ağaç katliamının, orman soykırımının önde gelen sorumluları arasında. Giderek küçülen tarım alanlarının, aslında kıtlığa, açlığa davetiye çıkartmak anlamına geldiği kimin umurunda. Beş yüz bin ağaç kesip golf sahası yapanlar, dileriz kıtlık kapıya dayandığında golf toplarını yemek zorunda kalmazlar. Yol genişletmek için ağaç devirenler de fiyakalı arabalarıyla geniş yolların keyfini sürerken açlıktan yakınmazlar! NTV’nin ‘Yeşil Ekran’ına göre son elli yılda 48 Gökçeada büyüklüğünde orman kül olmuş. Kayıpların boyutu bu ölçüde. İşte bütün bunları düşünürken 2007’de Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da Anne Frank Müzesi’nin bahçesinde bulunan 150 yaşındaki 27 tonluk dev kestane ağacının devrilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gerekçesiyle belediye tarafından kesilmek istenmesinin mahkeme kararıyla önlenmesini anımsadım. Küçük Yahudi kızı Anne Frank 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilerden gizlenirken yazdığı anılarında yer alan ağacın kesilmek istenmesi çevrecilerin ve halkın tepkisine yol açmış, böylece de ağaç kurtulmuştu. Ağacın kesilmek yerine ‘tedavi’ edilmesine karar verilmiş ve bunun için de 2008 yılı başına kadar süre tanınmıştı. Birkaç gün önce basında yer alan bir haber beni yeniden 2007’nin yaz aylarına götürdü. Haber, 24 Ağustos 2010 Salı günü Amsterdam’daki Anne Frank Müzesi’nin bahçesindeki kestane ağacının tüm tedavilere karşın rüzgârların şiddetine dayanamayıp müzenin bahçesine devrilerek yaşama veda ettiğinden söz ediyordu. Küçük Anne Frank’ın saklı yaşamının ayrılmaz parçası, yaşama tutunmasının yoldaşı kestane ağacı, aslında tek bir ağaç değil, uçsuz bucaksız bir ormandı sanki. Bu arada yazar Laurent Grellsomer’in konuyla ilgili olarak kaleme aldığı ve 9 Ekim 2007’de Le Monde gazetesinde ‘Ağaçlar da Ağlar’ başlığıyla yayımlanan yazısını kesip sakIamıştım. Bugün, ağaca, ormana övgünün seçkin örneklerinden biri saydığım bu ilginç yazının çevirisini bu fırsatla bir kez daha sunmak istiyorum: “Nedir bir ağaç? Bunu tam olarak bilemeyiz. Çoğunca bakışımız kayar çaprazdaki ağaçtan habersiz. Oysa ağaçlar bir bütünün parçasıdır. Onları görmezden geliriz, önlerinden geçip gideriz. Tam olarak onları görünüm içinde eritiriz. Ama bazen bir ağacın dikkatimizi çektiği de olur; bakışımız yakalanmıştır. Elimiz bir atın boynunu okşar gibi ağacın gövdesinin üzerindedir... Bir ağaca hayranlık duyulabilir, dahası âşık olunabilir. Ağaç enerjinin, yaşamın ve güzelliğin kaynağıdır. Anne Frank’ın avlusundaki ağacın, kestane ağacının yok edilmek için gün sayıldığını öğrendiğimizde düşündük bütün bunları. Çünkü bu ağaç tam olarak bir başka ağaca benzemiyordu. O, 2. Dünya Savaşı sırasında iki yıl süreyle sığındığı Amsterdam’daki evin eşya deposunda düşler kurarak baktığı doğanın az rastlanır parçasının, seyretmeyi en çok sevdiği görünümüydü. 23 Şubat 1944’te Peter’le birlikte olduğu bir sırada ‘günlüğüne’ şunları not etmişti: ‘İkimiz de gökyüzünün muhteşem maviliğine bakıyorduk. Kestane ağacı çırılçıplaktı. DaIlarındaki küçük su damlaları parıIdıyordu, uçuşan martılar ve başka kuşlar gümüş rengindeydi. Ve bütün bunlar bizi öylesine heyecanIandırıyor, öylesine etkiliyordu ki konuşamıyorduk bile.’” 13 Mayıs 1944’te ise günlüklerde şu satırlara rastlıyoruz: “Kestane ağacımız dipten uca çiçek açtı. Yapraklara büründü. Geçen yıldan daha güzeldi. 150 yaşındaki bu ağaç bugün kesilmesi gerekecek derecede hastaydı. Aslında mahpus kalmanın ve özgürlüğün simgesi değil miydi? Büyük bir ağabey, bir sırdaş, bir teselli eden değil miydi? O gün şunları not etmişti günlüğüne: Bunun olabildiğince uzun zaman sürüp gitmesini, güneşin ışıltısının, bulutsuz gökyüzünün tadını çıkarmak istiyorum. Üzüntülü olmam imkânsız. (...) Nedir bir ağaç? Şimdi bunu daha iyi değerlendiriyoruz. Durağan bir kitleden çok daha fazlasıdır ağaç. Bir mıknatıstır, bir aynadır. Tarihin ve umudun parçasıdır. Yaşlı çınar bilgedir. Akasya narin, kavak zariftir. Selvi ağırbaşlıdır. Ağaç bir soluktur, yaşamdır.” Amsterdam’dan binlerce mil uzaklıkta okyanus ötesindeki bir ülkede ırkçılığa kurban edilen ulu çınarın kaderi de bir bakıma, Anne Frank’ın kestane ağacından farklı değil. Louisiana’da, Jena lisesinin bahçesindeki görkemli çınar teneffüslerde genç beyazları güneşin yakıcı ışınlarından koruyordu. 2006 yılında genç siyahlar da çınarın gölgesinden yararlanmak istediler. Ertesi gün ağacın bir dalına üç idam ipi asılmıştı. Derin Güney’de bu simgenin ne anlama geldiği iyi bilinirdi: “Pis zenciler, çekip gidin buradan!” Annick Cojean bu öyküyü 18 Temmuz’da Le Monde’da anlatmıştı. Genç siyah öğrenci Mychal Bell komplo tertiplemek ve yaralama suçlamasıyla tutuklanmış, ardından da suçsuzluğu anlaşılarak serbest bırakılmıştı. Genç Bell’in suçu büyüktü. Ulu çınarın cömert gölgesinden beyazlar gibi siyahların da yararlanmasını istiyordu! Sonuçta lise yönetimi çınarın kesilmesine karar verdi. Irkçılığa karşı dikilen ulu çınar kesilip yok edilmişti. Ama o ırkçılığın kalıntılarına karşı insanlık savaşımının unutulmaz bir anısı olarak yine ayaktaydı. Anne Frank’ın devrilerek yaşama veda eden kestane ağacına gelince... Kimsenin kuşkusu olmasın Nazi zulmünün kurbanı bu eşsiz küçük kızın anısını yaşatmaya yeminli insanlar, doğa tutkunları, çevreciler kısa sürede müzenin bahçesine genç bir kestane ağacı dikmekte gecikmeyecekler. Türk ve Arap yoksullarõna karşõ çõkan SPD’li ‘uzman’ õrkçõlõkla suçlanan tezlerini kitaplaştõrdõ Sarrazin: Zekâ irsi bir şey Türkler ve Araplar başta olmak üzere Almanya’daki göçmenlerin Almanlardan daha çok çocuk sahibi olduğuna dikkat çeken eski Berlin Eyaleti Maliye Bakanõ ve şimdilerde Federal Merkez Bankasõ Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin, õrkçõlõkla suçlanan tezlerini kitap haline getirdi. Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi Sarrazin, tartõşmalarõ yeniden alevlendiren iddialarõyla ilgili olarak haftalõk Die Zeit gazetesinde, Bernd Ulrich ve Özlem Topçu’nun sorularõnõ yanõtladõ. - Toplumun giderek aptallaşması, size göre, zekânın irsi olmasıyla mı bağlantılı?.. THILO SARRAZIN - Hiç de değil. Siz bir şeyleri karõştõrõyorsunuz. - Ama zekâ irsidir diyorsunuz. - Bu doğru. - Şunu da söylüyorsunuz: En iyiler ve en akıllılar daha az sayıda çocuk sahibi olduğu için, zekâ da daha az devralınıyor. En iyiler ve en akıllılar zaten kitabınızda aşağı toplum katmanlarında ve Müslümanlarda bulunmuyor. - Bilimsel olarak kanõtlanmõştõr ki, zekâ yüzde 50 ile 80 oranõnda aileden miras kalan, irsi bir şeydir. Bu da çok basit mantõklõ bir analizin sonucu: Eğer ortalama olarak daha az zeki olanlar daha yüksek oranda çocuk sahibi olursa, toplumdaki ortalama zekâ düzeyi de düşer. - Almanya’da 1970’ler milyonlarca çocuğa, anne ve babalarından daha yüksek bir eğitim öğretim olanağı sağladı. O anne ve babalar da bugün tıpkı Anadolu’nun köylüleri gibi eğitime uzaktı. - Siz hep her şeyi birbirine karõştõrõyorsunuz. - Siz bunu kitabınızda karıştırmışsınız. Eğer bir insana bakarsanız, onun doğuştan mı, yoksa daha az eğitim gördüğü için mi aptal olduğunu bilemezsiniz. - Zekânõn veya kişiliğin aşõlamayacak sõnõrlarõ vardõr. Ama biz zekânõn kõsmen irsi olduğu konusunda anlaştõk. - Hepimiz eğitimden uzak insanların daha çok eğitilmesi ve terbiye edilmesinin şart olduğu görüşündeyiz. Ama zekânın irsi olduğu konusu neden sizce bu kadar önemli? - En iyi eğitimin katkõsõ bile doğuştan yeteneklerle ve eğitimden uzak kökenlerin etkisiyle sõnõrlõdõr. Bu konuda Darwin’i de anabilirim. Darwin, İnsanõn Kökeni kitabõnda ayrõntõlarõyla insanõn gelişimi konusunda görüşlerini ve modern yaşam dünyasõnõn insanõn ruhsal açõdan kavrulmasõna yol açabileceği endişelerini açõklamõştõ. - Siz zekâyı etnikleştiriyorsunuz. Müslümanların diğerlerinden daha az eğitime yakın olduğu saptamasının sonucu, şu da olabilirdi: Bu insanları eğitime yaklaştırmamız şart. Bu da talep ve teşvik ederek olur. Bu başarılırsa, sizin sorununuz da çözülür: Almanya daha bir aptallaşmaz ve Müslümanlar da burada kalabilir. - Burada yasal oturma statüsüne sahip herkesin hoş geldiğini yazdõm. Ama göçmenlerin buranõn dilini öğrenmesini, kendi yaşamlarõnõ çalõşarak kazanmasõnõ ve çocuklarõ için de eğitim çabasõ göstermesini, zamanla da Alman olmalarõnõ bekliyoruz. ‘Müslüman halk gruplarının buraya göçü kârlı değildi’ - Aile birleşimini engellemek istiyorsunuz. Neden? - Bilançonun bütününe bakalõm bir: 750 bin Türk misafir işçi, aramõzda yaşayan 3 milyon Türk halini aldõ. Destek oranlarõ da gözlenirse, görülür ki Müslüman halk gruplarõnõn buraya göçü ekonomik açõdan kârlõ değildi. - Ama bu sayede biz de pis işleri yapmak zorunda kalmadık... - Sonuçta ekonomik açõdan zarar getirdi. - Bu arada üniversiteli Alman- Türklerin yüzde 30 ile 40’ı Almanya’yı terk ediyor. Neden böyle oldu? - Kesinlikle doğru olan şey, vatanõnda bir şans gören Türklerin Almanya’yõ terk ediyor olmasõdõr. Eğitilmemiş ve sosyal yardõmlara bağõmlõ hemşerileri Almanya’da Türkiye’den çok daha iyi yaşõyorlar. Türk öğrenciler için de tüm diğer öğrenciler gibi aynõ şey geçerlidir: Eğitimde kötü bir başarõ, kötü okul performansõnõn bir sonucudur. - Türk öğrenciler neden arkadaşları kadar olamıyor? - Anlaşõlan bu, kültürel bir sorun. Bu kültürel sorun Müslüman göçmenler grubuna yerleşmiş durumda ve onlar istemedikçe de değiştirilemez. Yüzme dersleri ve başörtüsü, genelde kadõnlarõn ve genç kõzlarõn rolü, bu konudaki simgelerdir. Türkler ve Araplarõn büyük bölümünün Almanca öğrenmek için hemen hemen hiç çaba harcamamasõ da çoğunluk toplumunun kültürüne yönelik ilgi ve eğitime hazõr olma eksikliğinin ifadesidir. Tek tek çaba harcayanlar var. Ama bir dil öğrenmeye pek hazõr değiller, bu konuda eksikleri var. Bunu Temmuz 2010’da yayõmlanan Eyaletler Arasõ Dil Yeterliliği Karşõlaştõrmasõ başlõklõ raporda da görebiliriz. Türk öğrencilerin, sadece Alman öğrencilerle değil, Rus ve Polonyalõ öğrencilerle arasõnda da büyük bir mesafe var. Rapor, bu mesafe sosyo ekonomik unsurlarla açõklanamaz, diyor. Bu mesafe daha ileride meslek yaşamõna geçildiğinde de ortaya çõkõyor: 25-36 yaş grubundaki Türk göçmenler arasõnda Türk vatandaşõ olanlarõn yüzde 54’ü, hatta Alman vatandaşõ olan Türklerin de yüzde 33’ü, bir mesleki eğitim diplomasõna sahip değil. Eğitim geleneği pek fazla olmayan ülkelerden geliyor bazõ göçmenler. Bu, Türkler için de geçerli. Elbette herkes uygun bir biçimde teşvik edilmeli. Ama Türk çocuklarõ da derslerde çaba harcamalõ. - Almanya, eğer ortamın değişmesi için ortak bir mücadele içine girersek, neden daha bir aptallaşıyor? - Almanya göçten tamamen bağõmsõz olarak da genelde aptallaşacak, çünkü doğum dağõlõmõ çarpõk ülkemizde. Zekâ ile toplumsal katman aidiyeti arasõnda pozitif bir korelasyon var. Doğrudur, Türk kökenli kadõnlarõn ikinci kuşakta doğum oranlarõ düşüyor. Ama sürekli dõşardan gelen göç de bu düşen doğum oranlarõ eğilimini kõrõyor. Almancadan çeviren: Osman Çutsay (Die Zeit, Almanya, 26 Ağustos 2010) Farklõ olan, hep günah keçisi ADRİANO SOFRİ ‘Çingeneler’, iyi vatandaşlar ve onlarõ yönetenler için kaçõnõlmaz bir çõkar yol. Her fõrsatta hakarete uğrayarak dõşlanarak kovulan “Çingeneler” yaşadõğõmõz kentlerin kõyõsõna ve düşüncelerimize kamp kurdular. Bir miktar Avro ayõrarak onlarõ “gönüllü” kapõ dõşarõ eden hükümetlere karşõn bütün hayaletler gibi hep geri döndüler (Bugün Fransa’da yetişkin Romanlardan kurtulmak için 300, çocuklar için 100 Avro bütçe ayrõlõyor). Çocuklarõ kaçõran, kõrmõzõ õşõkta duran arabalarõn camlarõnõ zorla yõkayan “Çingeneler”, iyi vatandaşlar ve hükümetler açõsõndan bir kaynak. Günah keçisi olmaya yazgõlõ azõnlõk gruplar içinde sosyal tabakalanmada son sõrada yer aldõklarõ için ilk sõraya oturuyor Romanlar. “Çingene” olmayan bir çoğumuz kalõcõ bir cinnet getiriyor, erkek, kadõn, çocuk, yaşlõ hiç fark etmiyor. Alçak ve üstün õrklar söylemini gündeme getiren õrkçõlõkla bile örtüşmeyen farklõ türde bir õrkçõlõk gelişiyor. Romanlar arasõnda çeşitli kültürler, dinler ve dillerden gelen gruplar, aileler, bireyler mevcut. Nazizm, yaklaşõk 500 bin “Çingeneyi” yok etti. Yahudi soykõrõmõna oranla Çingene soykõrõmõ hakkõnda daha az bilgiye sahibiz. Zaman içinde cehalet sürdükçe, hayatta kalmayõ başaranlar birer birer öldükçe gerçeklere tanõklõk edebilecek öğeler kararõyor. Buna karşõn onlarõ hedef alan cehalet de dahil olmak üzere “Çingeneler”e yönelik her türden konu “özel” olmaya devam ediyor. Çevrenizdekilere, kendinize İtalya’da ne kadar “Çingene” yaşadõğõnõ sorun ve yanõtlarõ karşõlaştõrmayõ deneyin. Rakamsal açõdan ne kadar olduklarõnõ, nüfus içindeki oranlarõnõ, ne kadarõnõn İtalyan vatandaşõ olduklarõnõ sorun. Yaş ve yaşam ortalamalarõnõ, yeni doğan bebeklerin kaç kilo geldiklerini öğrenin. Verdikleri yanõtlarõ iyi vatandaşlar ve hükümet temsilcilerinin aynõ sorulara verecekleri yanõtlarla karşõlaştõrõn. Artõk çok sayõda güvenilir araştõrma ve kitap mevcut, filmler, romanlar, müzik ve internet zengin bir kaynak sunuyor. Bu zengin madende onlarõ hedef alan öfke ve şiddetin izlerini de sürmek mümkün. Biz -iyi vatandaşlar ve bakanlar- soruna çözüm aradõğõmõzda “Çingeneler” için ne yapõlabilir diye soruyoruz. Güzel düşüncelere ve bunlarõ hayata geçirmek için ciddi bir çabaya gerek var. Ama bence en değerli düşünce, “Kendimiz için ne yapmamız gerekir?” diye sormak. Örneğin Roman çocuklarõn okula devam edebilmesi çok önemli. Romanlarõn kulübelerini yerle bir ederek içinde yaşayan halkõ çaresizliğe terk eden iş makinelerinin ardõnda bõraktõklarõ yõkõntõda kalan okul defterleri, gökyüzüne beddua ediyor. Binlerce yıllık bir korku tarihi Bütün öğrencilere gerçekte “Çingeneler”in kim olduğunu anlatabilmek çok önemli. Ne kadar bir nüfusa sahipler, kaç yaşlarõndalar, ne kadarõ İtalyan vatandaşõ, kaç kuşaktõr İtalya’dalar, ne kadarõ evde yaşõyor, ne kadarõ bir evde yaşamayõ hayal ediyor, Nazizim ne kadar “Çingeneyi” yok etti? Binlerce yõllõk bir korku tarihi. Çoğu kez iddia edildiği gibi ne kadar çocuk kaçõrdõklarõ -hiç- uygar ülkelerde acaba kaç “Çingene” çocuğunun asimile edilebilmek adõna kaçõrõldõğõnõ bilmek gerekir. Not: İtalya’da 120 ila 150 bin “Çingene” yaşõyor. Bunlarõn çoğunluğu da İtalyan vatandaşõ. Büyük bir bölümü evlerde oturuyor. İtalya’daki “Çingene” nüfusunun yüzde 40’õnõ 14 yaşõn altõndakiler oluşturuyor. Ortalama yaşam süresi uzun yõllardõr başka gruplarõn yaşam ortalamalarõnõn çok altõnda. Tüm Avrupa’da sayõlarõ 10-12 milyona varan Romanlar Avrupa Birliği’nin en büyük ve yoksul azõnlõk grubunu oluşturuyor. Romanya’da, Bulgaristan’da 1 milyonun üzerinde, İspanya ve Macaristan’da 700-800 bin, Slovakya’da 500 bin, Fransa’da 400 bin, Yunanistan’da 350 binin üzerinde “Çingene” yaşõyor. Roma Belediye Başkanõ Gianni Alemanno başkentte 20 bin dolayõnda kaçak “Çingene” olduğunu açõklamõş ve suç duyurusunda bulunmuştu. Ancak Kõzõlhaç’õn yaptõğõ taramada Roma’da 2200 “Çingenenin” yaşadõğõ ortaya çõktõ, Milano’nun Belediye Başkanõ Letizia Moratti de kentte 25 bin “Çingenenin” yaşadõğõnõ öne sürmüştü. Milano’da yapõlan sayõmda ise toplam 2 bin “Çingenenin” yaşadõğõ anlaşõldõ gerçekte... Napoli’de de 10 bin “Çingenenin” yaşadõğõ iddia edildi, orada da gerçekte 1200 “Çingenenin” bulunduğu görüldü. Belki kaçmak zorunda kaldõlar! İtalyancadan çeviren: Aslı Kayabal (La Repubblica, 26 Ağustos 2010) Roman çocuklarõn okula devam edebilmesi çok önemli. Romanlarõn kulübelerini yerle bir ederek içinde yaşayan halkõ çaresizliğe terk eden iş makinelerinin ardõnda bõraktõklarõ yõkõntõda kalan okul defterleri, gökyüzüne beddua ediyor. Bütün öğrencilere gerçekte “Çingeneler”in kim olduğunu anlatabilmek çok önemli. (AP) AP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear