Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 2 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ
10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr
DEĞİŞEN DÜNYADAN
HÜSEYİN BAŞ
Bir süredir başka bahara kalmış sanılan
Türkiye’nin AB’ye girme serüveni İngiltere
Başbakanı David Cameron’un ekonomik
hedefleri ağır basan ziyaretinin ardından yeniden
gündeme gelmiş görünüyor.
Ev sahibi Erdoğan ve konuğu Cameron, iki
ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin “altın çağını”
yaşadığını, amaçlarının bu ilişkileri daha ileri
boyutlara ulaştırmak olduğunu vurgulamışlardır.
İngiltere Başbakanı’nın küresel krizin Türkiye’yi
fazla etkilemediğini vurgulayarak ekonomi
alanındaki gelişmelerden övgüyle söz etmesi,
hele referandum arifesinde, gerçekleri tam
olarak yansıtmasa da, ev sahibini fazlasıyla
mutlu ettiğinden kuşku yok. David Cameron, salt
bununla da yetinmemiş, Türkiye’nin AB’ye
girmesini “güçlü bir biçimde desteklediğini
belirterek” Türkiye’nin kampın bekçiliğini
yaparken çadırın içinde olmamasındaki çelişkiyi
vurgulayarak “Kıbrıs’ı, Avrupa’nın çözülmemiş
önemli bir sorunu olarak bir kenarda
bırakamayız” demeyi de ihmal etmemiştir.
Cameron’a göre Kıbrıs sorununun AB’nin (ve
tabii Rumların) istediği yönde çözüme
ulaştırılmasının AB’ye girmenin önemli
anahtarlarından biri olduğunu anımsatmıştır.
İngiltere Başbakanı’nın Türkiye’nin AB’ye tam
üyeliğine destek sağlaması ne denli önemli
sayılsa da, tek başına yeterli olmaktan uzak
görünmektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’yi ziyarete
hazırlanan Almanya Dışişleri Bakanı Guido
Westerwelle tarafından da doğrulanmıştır.
Alman Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin AB üyeliğine
henüz hazır olmadığını, üye olacak olgunluğa
ulaşamadığını belirterek “Yıllar sonra önümüze
gelecek şeyler için şimdiden spekülasyon
yapmaya gerek yok. 30’dan fazla başlıkta
müzakereler durdurulmuş durumdadır. Üyeliğin
eşiğindeymişiz gibi bir izlenim yaratan çok yanlış
bir yerde demektir. Burada sorun Türkleri
kırmamak, onlarla ilglenmiyormuşuz izlenimi
yaratmamaktır” demiştir. (Frankfurt Cumhuriyet
Bürosu, 28 Temmuz 2010)
AKP dış politikasının özellikle son birkaç yıldan
bu yana İslamcı ülkelere yakın duruşu, son
İran’la Batı arasında “başarısızlıkla sonuçlanan”
arabuluculuk da dahil doruk noktasına
ulaşmıştır. O kadar ki, AKP lideri “Türk Arapsız,
Arap Türksüz olamaz” türünde tuhaf sözlerle
İslam âlemine olan sevdasının altını çizmiştir.
Ancak burada İslam âlemi derken, AKP lideri
“İslam ülkelerinden çok” İslamcı rejimlerden söz
etmektedir. Örneğin onun için Filistin Batı
Şeria’daki laik Filistin’den çok, dinci rejimin
egemen olduğu Gazze ile sınırlıdır. Bu eğilimi,
aslında AKP liderinin radikal dinci rejimlerin
liderleriyle olan dostluklarında da görmek
mümkündür. Nitekim Batı’nın şiddet yanlısı
olarak gördüğü Mısır kökenli ünlü Müslüman
Kardeşler’in bir türevi olan Hamas, Almanya’nın
yasadışı ilan ettiği Mavi Marmara fiyaskosunun
mimarı IHH, geçen yıl insanlığa karşı savaş
suçlusu olarak hakkında uluslararası tutuklama
kararı olan, bu yılın 12 Temmuz’unda yine aynı
mahkeme tarafından Darfur soykırımıyla
suçlanan Sudan’ın dinci lideri Ömer el Beşir,
dizinin dibine çöküp poz verdiği Taliban’ın ünlü
terörist lideri Hikmetyar’ın, AKP liderinin sıkı
dostları arasında yer aldığı bilinmektedir. Ama
başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerimizin
AKP’deki “eksen kayması” ile ilgili kuşkuları, İran
arabuluculuğunun başarısızlıkla sonuçlanmasının
ardından Ankara’nın BM Güvenlik Kurulu’nda
İran’a yaptırımlar konusundaki oylamada, sanki
muhatap kendisiymiş vehmine kapılarak “Biz
imzamızın arkasında dururuz, tarihe karşı
sorumluluğumuz var” türünde ipe sapa gelmez
bahanelerle “ret” oyu kullanması Batı’nın eksen
kaymasıyla ilgili kuşkularını arttırmıştır. Hele, El
Kaide’nin Usame bin Ladin’den sonra ikinci
ismi El Zevahiri’nin birkaç akşam önce
yayımlanan ses bandında “İslam dünyasının
lideri Türkler olsun çağrısı” yaparak “Osmanlılar
500 yıl boyunca Müslümanların vatanlarının
koruyucusu oldular. Türk halkının Müslümanları
koruma görevleri Gazze’ye birkaç tekne
göndermekle sınırlı kalmamalı” demesinden
sonra.
Bugün İran’ın, AB’nin de devreye soktuğu
yaptırımların ardından olayı yeniden müzakereye
hazır olduğunu beyan etmesiyle sorunun diyalog
yoluyla çözümü bir kez daha devreye girmiş
görünmektedir. Görüşmeler, muhtemelen
ramazandan sonra Cenevre’de AB’nin
diplomasiden sorumlu yetkilisi Catherine
Ashton’la İran Dışişleri Bakanı Muttaki arasında
başlayacaktır. Ve anlaşıldığı kadar bu kez
Türkiye’nin “arabuluculuğu”, AKP lideri Güvenlik
Konseyi’ndeki ret oyunun arkasında durduğunu
yineleyerek “tükürdüğümüzü yalamayız” inadını
sürdüredursun, büyük bir ihtimalle söz konusu
olmayacaktır. Tıpkı AKP liderinin sıkı dostu
Hamas’ın İsrail’le ilişkilerinde Ankara’nın
arabuluculuğu yerine Mısır’ı tercih etmesi, yakın
dostumuz Suriye’nin de komşularıyla olan
sorunlarında bir başka ülkenin arabuluculuğunu
yeğlemesi gibi.
Ancak tüm bu gelişmelerde ülkenin dış
politikadaki eksen kaymasının, öncelikle iç
politikadaki eksen kaymasının doğal sonucu
olduğundan kuşku yoktur. AKP sekiz yıllık
iktidarı boyunca laik düzenin kalelerini birer birer
yıkarak ya da işlevsiz bırakarak ülkeye radikal
dinsel referansları dayatmıştır. Referandumda
başarı sağlanırsa sürecin hızlanarak amaçlanan
noktaya ulaşması kaçınılmaz olacaktır.
Bu yönde “gerileme” devam ettiği sürece de
AB’ye girmek kesinlikle olanaksızdır. Aslında
AKP’nin de AB’ye girmek diye bir derdi de
yoktur. Bu yöndeki söylemlerinin takıyyeden
ibaret olduğu kimse için sır değildir.
STANİSLAV TARASOV
İstanbul Mahkemesi, yüksek rütbeli
subaylarõn 2003 yõlõnda Tayyip
Erdoğan’õn hükümetine karşõ darbe
hazõrlõğõ yaptõklarõna (“Balyoz” adõ verilen
plan) ilişkin olarak savcõlõk tarafõndan
hazõrlanan iddianameyi kabul etti. RİA
Novosti Ajansõ’nõn Ankara mahreçli
haberine göre, 183 klasörden oluşan
iddianamede, 196 kişinin, darbe hazõrlõğõna
katõldõğõ ileri sürülüyor. Bu kişilerden pek
çoğu, şubat ayõnda gözaltõna alõnmõş, fakat
daha sonra, “delil yetersizliğinden” tahliye
edilmişlerdi. Askerlerin varlõğõnõ kabul
etmedikleri “Balyoz Planı” çerçevesinde
yaşananlar ve tartõşmalar, dikkatleri
yeniden, Türkiye’de iktidarda bulunan
“ılımlı İslamcılar” ile geçmişten beri
nüfuzlu konumda olan Türk ordusu
arasõndaki gerilimli ilişkilere çekti.
Türk basõnõnõn ifade ettiğine göre, “Balyoz
Planı”, daha büyük çaplõ olan diğer bir
komplonun bir parçasõnõ teşkil ediyor.
Sözünü ettiğimiz, hükümeti devirmeyi
hedeflediği öne sürülen “Ergenekon”
örgütünün varlõğõna ilişkin iddialardõr.
Belirsizliklerle dolu
İddialara göre, “Ergenekon” örgütünün
bünyesinde, askerlerin yanõ sõra, çeşitli sivil
toplum örgütü liderleri, gazeteciler ve devlet
memurlarõ bulunuyor. “Ergenekon” davasõ,
2007 yõlõnõn Ekim ayõndan bu yana
gündemde olmasõna rağmen başõndan
sonuna kadar, bir yõğõn belirsizlikle dolu.
İddialara göre, Türk askerleri, başarõsõz bir
darbe girişiminde bulunmuşlar. Fakat burada
hatõrlatmak gerekiyor ki, Türkiye’de son
kõrk yõl içinde Silahlõ Kuvvetler, İslami
tehditle mücadeleyi öne sürerek, dört kez
darbe gerçekleştirdi. Dolayõsõyla, Türk
askerleri bu alanda yeterli derecede tecrübe
sahibi. Bu nedenle, iktidar partisi, kendisine
yakõn gazetelerden biri aracõlõğõyla, bir
askeri darbe planõnõn ortaya çõkarõldõğõnõ
duyurduğu zaman, bu iddia, beraberinde pek
çok soru işaretini getirdi. Son birkaç yõl
içinde, emekli askerler ve güya onlarla birlik
olan emekli üst düzey bürokratlar,
gazeteciler ve siyasetçiler tutuklandõ.
Savcõlõk tarafõndan yürütülen soruşturmalar,
konulara netlik getirmekten uzaktõ. İktidar
ise, her şeyin mahkemede netlik
kazanacağõnõ vaat etmişti.
İktidarõn tam da 12 Eylül’de yapõlacak olan
anayasa değişikliklerine ilişkin referandum
öncesinde askeri ve sivil yapõlar arasõnda bir
gerginliği körüklemek istediğini
söyleyebiliriz. Söz konusu değişiklikler,
askeri zümrenin eskiden sahip olduğu
dokunulmazlõğõnõ kaldõrmayõ hedefliyor. Bu
şartlar altõnda, iktidar partisi, var olduğu
iddia edilen askeri darbe girişimine karşõ
mücadele söylemi çerçevesinde hem
anayasal ve askeri reformlarõ gerçekleştirme
hem de iktidarda tutunma çabasõ içinde.
Zira, 12 Eylül’deki referandumdan kõsa bir
süre sonra, önümüzdeki yõlõn ilkbaharõnda,
ülkeyi parlamento seçimleri bekliyor.
İslami değerlerin ‘yumuşak bir
biçimde’ diriltilmesi
“Ergenekon davası” çerçevesindeki
gelişmeler, yönetici sõnõfõn kendi içindeki
siyasi sorunlarõ gözler önüne serdi. Zira, bir
taraftan iktidar partisi, yani, Gül-Erdoğan
rejimi, Avrupalõ değerleri savunuyorlar,
AB’ye üyelik müzakerelerini yürütüyorlar
ve yasalarõ Avrupa standartlarõna uyumlu
hale getirme görüntüsü çiziyorlar. Fakat
diğer taraftan, bu kesimin, Türkiye’nin
AB’ye görünür bir gelecekte üye olmasõnõn
söz konusu olmadõğõnõ anlamamalarõ,
mümkün değil. Ancak, onlar için, Avrupa
değerlerinden bahsetmek, sadece, Atatürk
mirasõndan, yani laik devlet yapõsõndan
kopuşu ve kendi fikirleri doğrultusunda
ilerlemeyi kolaylaştõracak bir araçtan ibaret.
Peki, nedir bu fikirler? Bu fikirler, her
şeyden önce, İslami değerlerin “yumuşak
bir biçimde” diriltilmesini içeriyor.
Türkiye’de askeri zümre, Atatürk’ün
döneminden beri, laik cumhuriyetin
koruyucusu konumundaydõ. Şimdi ise
askerlerin bu koruyuculuk görevleri, güya
kanun dõşõ bir eylem olarak ilan ediliyor.
İşin aslõ, Türkiye’de şimdiki iktidar,
Türkiye’nin Ortadoğu’daki yeni konumunu
yansõtacak yeni bir ulusal ideoloji yaratma
çabasõnda.
Propaganda kampanyası...
Soğuk Savaş yõllarõnda, yani Türkiye’nin
NATO’nun güney karakolunu oluşturduğu
dönemde, böyle bir gereklilik yoktu ve
Ankara, Batõ politikasõnõn dümen suyunu
takip etmekle yetiniyordu. Şimdi ise Ankara,
Avrupa’nõn Asya’daki uzantõsõ olmak
yerine, Asya’nõn Avrupa’daki uzantõsõ olma
çabasõnda. Başka bir deyişle, bir taraftan
AB’ye üyelik kartõnõ oynamak, diğer
taraftan ise İslam dünyasõ ile daha geniş
biçimde entegre olmak söz konusu. Oysa,
Türkiye’nin Batõ eğilimli muhalefeti, bu tarz
ilişkilere karşõ çõkõyor. İşte tam bu esnada
devreye, “Ergenekon davası” adõ verilen
propaganda kampanyasõ giriyor. Diğer
taraftan, kõsa bir süre önce yapõlan bir
kamuoyu araştõrmasõ, iktidar partisinin
muhalefet partisinin sadece yüzde 4
oranõnda önde olduğunu ortaya koydu.
Burada, araştõrmadaki hata payõnõ da hesaba
kattõğõmõzda, iki tarafõn gücünün neredeyse
eşit hale geldiğini görüyoruz. İktidar
partisinin -referandumu kazansa- bile,
parlamento seçimleri sonrasõnda yeniden tek
başõna iktidar olabileceğinin hiçbir garantisi
yok. Anayasa değişikliği önerileri arasõnda,
cumhurbaşkanõnõn halk tarafõndan
seçilmesinin bulunmasõ, tartõşmalarõn bir
diğer boyutunu oluşturuyor. Bu değişiklik
önerisinin kabul edilmesi, cumhurbaşkanõnõn
yetkilerini arttõracak ve dolayõsõyla, iktidarõn
tek elde toplanma sürecini hõzlandõracaktõr.
Muhalefet, bu durumun, askeri darbeden de
kötü bir sivil darbe anlamõna geleceği
görüşünde. Taraflar arasõnda, bu nedenle bir
mücadele sürüyor. Referandumun arifesinde
İstanbul mahkemesinin “Ergenekon
davası”nõ yeniden gündeme getirmesinden
sonra, büyük bir ihtimalle bu davayõ konu
edinen şiddetli bir seçim propaganda
kampanyasõ başlayacak. Askerler, darbe
hazõrlamakla suçlanacak ve buna ilişkin yeni
bulgular yayõmlanacak. Bu çerçevede
hükümet, referandumu kazanmaya
çalõşacak. İktidarõn taktiği, buna dayanõyor.
Mahkeme, konuya ilişkin kararõnõ verecek.
Fakat, şüpheli kişilerin kitlesel olarak
tutuklanmasõndan sonra çoğunun delil
yetersizliği nedeniyle salõverilmesi, soru
işaretleri yaratõyor.
Rusçadan çeviren: Deniz Berktay
(Rusya’nın Sesi Radyosu, Rusya,
22 Temmuz 2010)
Obama’nõn Caracas’a ültimatomu
HEINZ DIETERICH (*)
Obama’nõn Hugo Chavez
hükümetine koloni
bakanlõğõ gibi çalõşan
Amerikan Devletleri Örgütü
(OAS) aracõlõğõyla yönelttiği
tehdit değişik anlamlar
içeriyor. Venezüella’da eylül
ayõnda yapõlacak parlamento
seçimlerini bir savaş
psikolojisi yaratarak etkilemek
istiyor. Tõpkõ bir zamanlar
Nikaragua’da yaptõklarõ gibi.
1990 yõlõnda Sandinist
Devrimin muhalifleri
aracõlõğõyla halka eğer barõş
istiyorlarsa liberal Violetta
Chamaro’ya oy vermeleri
öğütlendi. Kim Daniel
Ortega’ya oy verirse savaşõn
(ABD’nin örgütlediği
Kontralarla Sandinistler
arasõndaki iç savaş- ç.n)
sürmesini istiyor demekti.
Brezilya’da ekimde yapõlacak
başkanlõk seçimlerini de aynõ
biçimde etkilemek istiyorlar.
ABD, Lula’nõn adayõ
“gerilla” ve “terör yanlısı”
olmakla suçladõğõ Dilma
Roussef’e karşõ neoliberal
Jose Serra’yõ destekliyor.
Venezüella’ya yöneltilen bu
tehdit, aynõ zamanda El
Salvadorlu uluslararasõ terörist
Chavez Abarca
(yakalandõktan sonra Küba’ya
bu ülkede işlediği terör suçlarõ
nedeniyle yargõlanmak üzere
iade edildi) ve suç ortağõ
Venezüellalõ Pena Esclusa’nõn
Venezüella polisince
tutuklanmasõnõn ulusal ve
uluslararasõ terörist sağda
yarattõğõ öfkeyi yatõştõrmayõ da
amaçlõyor. Amerikan Devletler
Örgütü’nde sahnelenen
medyatik şovun amacõ
kuşkusuz Hugo Chavez’e
ültimatom vermekti. ABD’nin
siyaset sõnõfõ Kolombiyalõ
üçüncü sõnõf bir kabare
oyuncusunun ağzõndan
Chavez’e şunu demek istedi:
“Ya Latin Amerika için
oluşturduğumuz Monroe
Doktrini’ni kabul edersin ya
da Panama’da Noriega’ya,
Irak’ta Saddam Hüseyin’e
yaptığımız ve çok yakında
İran’da Ahmedinejad’a
yapacağımız gibi seni de yok
ederiz. Bu senin kıyameti
önlemek için son şansın.”
ABD askeri ve politik
lojistiği tamamladı
Venezüella’da FARC
gerillarõna ait
kamplarõn
olup olmadõğõ
önemli değil,
tõpkõ Irak’ta
kitle imha
silahlarõnõn
olup
olmamasõ
gibi. Her iki
durumda da
sözde savaş
nedeni olarak
saldõrganlõğõ
meşru
göstermek için önceden
kararlaştõrõlmõş gerekçeler...
Şimdi verilen ültimatomun
nedeni çok açõk: ABD
Venezüella ve Nikaragua’yõ
yok etmek için gerekli tüm
askeri ve politik lojistiği
tamamlamõş durumda. Tüm
Kuzey Amerika, Nikaragua
dõşõnda tüm Orta Amerika,
Peru, Kolombiya ve Şili gibi
Güney Amerika ülkeleri ve
Avrupa’daki kolonileri
emrinde. Bu yeni koloni
devletler ile Bolivarcõ ülkelerin
askeri ve politik güçleri
arasõndaki fark belirgin.
1980’lerin başõnda Kuzey
Amerika’nõn ilerici
dergilerinden NACLA, benden
Orta Amerika sayõsõnõ
hazõrlamamõ istemişti.
Reagan, Sandinistleri Küba
tipi bir sosyalist rejim ithal
etmekle ve El Salvador’un
gerilla örgütü FMLN’ye
yardõm etmekle suçlamõş ve
Ocak 1982’de NSDD-17 diye
bilinen ve Sandinistlere karşõ
paramiliter örgüt Kontralarõn
oluşturulmasõna ve finansmanõ
için 19 milyon dolar
ayrõlmasõna izin veren gizli bir
Ulusal Güvenlik emrini
imzalamõştõ.
Reagan’õn
imzaladõğõ bu
emir inkâr
edilmesine
karşõn, Orta
Amerika’nõn
farklõ ülkelerinde
ortaya çõkan ve
mozaiği
tamamlayan pek
çok bilgi,
Sandinist devleti
ve Nikaragua
ekonomisini yõkma planlarõnõn
Beyaz Saray’da hazõrlandõğõnõ
gösteriyordu.
Savaşa hazırlanmak
gerek...
Eğer Bush-Obama-Clinton’õn
Orta Amerika politikasõnõ
incelersek aynõ şablonu
görebiliriz: 4. Filo’nun
yeniden aktive edilmesi,
Panama’daki politik zafer,
Kolombiya’daki askeri üsler,
Honduras’taki askeri darbe ve
Kosta Rika’nõn askeri işgali.
Savaş lojistiğini böylece
tamamlayan Obama, Hugo
Chavez’e teslim olmasõ için
son ültimatomu vermiş oldu.
Ama Chavez ültimatomu
reddederek “vali” Uribe ile
diplomatik ilişkileri kesti.
Sonuç olarak savaşa
hazõrlanmak gerek. Askeri
hazõrlõk aşamasõnda Brezilya
ve Ekvador’un alacağõ
pozisyon önemli. Bundan da
önemlisi Venezüella’nõn ulusal
birliği.
Hugo Chavez ve partisi İran’a
yõkõcõ bir saldõrõ gibi olağan
dõşõ bir şey olmadõkça eylül
ayõndaki seçimleri kazanacak.
Böyle bir seçim zaferi (1973’te
Allende’nin kazandõğõ seçim
gibi) imparatorluğun askeri bir
darbeye geçit vermesi
tehlikesini de arttõracak. Bu
tehlikeye karşõ koymak için
Chavez’in ulusal birliği
yeniden oluşturmasõ gerek.
Bunun için stagflasyon
tehlikesini dõşlayacak
ekonomik önlemleri alan,
güvenlik sorunlarõnõ çözen,
yetersizlikleri aşabilen daha
kapsayõcõ bir hükümet modeli
oluşturmalõ. Benim katkõda
bulunduğum sayõsõndan bir
süre sonra NACLA yeni bir
dergi yayõmladõ:
“İmparatorluk Karşı
Saldırıda.” ABD’nin koloni
bakanlõğõ gibi çalõşan OAS
toplantõsõndan beri
yaşadõğõmõz ve uzunca bir süre
bize eşlik edecek gibi görünen
asõl tehlike bu.
(*) Meksika’da yaşayan Alman
sosyolog ve politik bilimci, bir
dönem Chavez’e danõşmanlõk
yapmõştõr.
İspanyolcadan çeviren:
Engin Demiriz (Aporrea,
Venezüella, 24 Temmuz 2010)
Eğer Bush-Obama-Clinton’õn Orta Amerika politikasõnõ incelersek aynõ şablonu
görebiliriz: 4. Filo’nun yeniden aktive edilmesi, Panama’daki politik zafer,
Kolombiya’daki askeri üsler, Honduras’taki askeri darbe ve Kosta Rika’nõn askeri işgali.
AKP iktidarõ, referandum öncesinde askeri ve sivil yapõlar arasõnda bir gerginliği körüklemek istiyor
‘Balyoz’un isabetsiz darbesi
“Ergenekon davası” çerçevesindeki
gelişmeler, yönetici sınıfın kendi
içindeki siyasi sorunları gözler önüne
serdi. Zira, bir taraftan iktidar partisi,
yani Gül-Erdoğan rejimi, Avrupalı
değerleri savunuyor, AB’ye üyelik
müzakerelerini yürütüyor ve yasaları
Avrupa standartlarına uyumlu hale
getirme görüntüsü çiziyorlar. Fakat
diğer taraftan Türkiye’nin AB’ye
görünür bir gelecekte üye olmasının
söz konusu olmadığını anlamamaları
mümkün değil. Ancak onlar için
Avrupa değerlerinden bahsetmek
sadece Atatürk mirasından, yani laik
devlet yapısından kopuşu ve kendi
fikirleri doğrultusunda ilerlemeyi
kolaylaştıracak bir araçtan ibaret.
Hugo Chavez
31.07.2010 tarihinde A-2 Motor ruhsatõmõ,
Nüfus cüzdanõmõ kaybettim. Hükümsüzdür.
TAHİR ÇETİN