22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 7 HAZİRAN 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 S abahõn bir saatinde Kemal Şener ile Nevzat Ünlü koşarak yanõma geldiler ve “İş bitti. Teslim oldular” dediler... Her ikisinin de Hava Kuvvetleri’nde görev- li olan “kaynakları”, Aydemir’in teslim olmayõ kabul ettiğini bildirmişlerdi. Daha bir iki saat öncesine değin, Hava Kuvvetleri’nden bize ya- põlan önerileri anõmsõyordum... Su, gazoz şişelerine benzin ve fitil koyup eğer Aydemir teslim olmazsa, bunlarõ yoldan ge- çecek isyancõ tanklarõnõn üzerine atmamõzõ salõk vermişlerdi. Perdeleri sõkõ sõkõya kapatmamõz istenilmiş- ti. Oysa biz gazeteciydik. Fakat, demokratik re- jim yanlõsõ gazetecilerdik. Bir iç savaş anlamõnõ taşõyan bu düzenleme önerileri uygulamaktan kurtulduğumuz için mutluyduk da. “Bugün uyumak yok” dedim arkadaşlara, “Haydi yollara...” O, uyudu. İsmet Paşa, Hava Kuvvetleri’nde çalõşõrken bir ara basit bir yatağa uzanõp sanki hiçbir so- run, bir isyan olayõ yokmuş gibi uyumuştu. Her türlüsünden fotoğraf akõyordu büroya. Harp Okulu öğrencilerinin Radyoevi’nden ay- rõlõşlarõ, Kõzõlay Alanõ’na gelen bir büyük oto- büsten inen kimi subaylarõn ellerinde mega- fonlarla “Teslim olunuz arkadaşlar, kan dökmeyelim, Aydemir de silahı bıraktı” di- ye seslenişleri... Saklõ olduklarõ apartman kapõlarõndan el- lerinde silahlarõyla çõkan Harp Okulu öğ- rencilerinden kimilerinin ağlayõşlarõnõ, yüz- lerini elleriyle kapayarak silahlarõnõ oto- büslerin yanõnda duran subaylara vermelerini gösteren fotoğraflar... Ne var ki, nerede “teslim” olduğunu bile- mediğimiz Aydemir’in resmi yoktu elimizde. Bir amatör kurtardõ bizi. Aydemir’in, bir yol ağzõnda teslim oluşu- nu saptayan filmi getirdi. Olay, açõk seçik gö- rülmüyordu filmde. Ama, anlamlõ çizgileri içeriyordu. Bu resmi de telefoto ile verdik. Rejim, kõl payõ kurtulmuştu... Birkaç saat sonra öğrendik: İsmet Paşa, tek koşul öne sürmüştü. Kan dökülmesine yol açacak girişimlerde bulunmazlarsa, Aydemir ile arkadaşlarõnõ derhal emekliye ayõracak, ancak, haklarõnda dava açõlmasõnõ önleyecekti. Aydemir ise, “pazarlığın” başlarõnda, sila- hõ indirebileceklerini, fakat diledikleri yere atan- malarõnõ istemişti. İsmet Paşa, bütün bu istekleri reddetti... Aydemir, TSK’nin hemen bütün güçlerinin karşõsõnda yer aldõğõnõ görünce, İsmet Pa- şa’nõn koşulunu kabul etmek zorunda kaldõ... Yaşamõ boyunca, ülkenin her çeşit eğilimi- ni, her kesimini temsil eden insanlardan, bu den- li büyük alkõş toplamadõ İsmet Paşa... Aydemir’in teslim olduğu gün, İsmet Paşa’yõ Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün üye- leri alkõşlõyordu. Kürsüdeki yaşlõ-genç adam olayõ aktarõyor; hangi koşullarda bu sonuca nasõl varõldõğõnõ anlatõyordu. Talat Aydemir’i İsmet Paşa “bir kez” af- fetti... “İkinci bir davranış, bir isyan girişi- mi”nde bulunurlarsa, beklenen sonuç neyse, o olacaktõ. Talat Aydemir, bu uyarõyõ ya da kararlõlõ- ğõ anlamadõ. İçten içe yanõyordu. Ordu ile ilişkisi kesilmişti. Aydemir geziyor, basõn merkezlerini ziyaret ediyordu. “Orta boylu, topluca, kırlaşmış saçları or- tadan ayrılmış, temiz giyimli bir adamdı” di- ye anlattõ bana Zincirkıran. 22 Şubat’tan sonra “ideallerini” anlatmak için İstanbul basõnõnõ ziyaret eden Aydemir, ilk bakõşta Zincirkõran’õn üstünde bu izle- nimleri bõrakmõştõ. Destek arõyordu. Necati’ye, “22 Şubat günü attığınız ‘Demokrasi tehlikede’ diye, işte o başlık var ya...” de- di Aydemir. “Evet?..” “‘Demokrasi tehlikede’ başlığı bizi çok sarstı, bizim sonradan gelecek eylemleri- mizi...” dedi emekli albay. Elbette, Hürriyet, devlete karşõ isyan edecek güçlere destek olamazdõ. Çalõşanlarõ kadar, ga- zetenin sahipleri de demokrasi yanlõsõ idiler. Fakat, Aydemir’e yanlõ çõkan kalemler de yok değildi Babõâli’de. Demokrasi savaşõmlarõnda güçlü kale- miyle her dönemde bir “ses” olan Falih Rıf- kı Atay, bir yazõsõnda “Aydemir’in gözle- rinde, Mustafa Kemal’in pırıltılarını gör- düm” diye yazabildi. Oysa Aydemir’de, Mustafa Kemal põrõltõla- rõna pek rastlamõyordum. Evinde yaptõğõ bir ba- sõn toplantõsõnda izlediğim Albay, sõradan bir insan örneği, sessiz, sakin kişiliği olan emek- li bir subay izlenimi vermişti bana. Aydemir’i sonuna değin izleyenlerden Prof. Perihan Çamlıbel’e, bir gün sormuştum: “Ne buluyorsunuz Aydemir’de de pe- şinden ayrılmıyorsunuz?” Yüzüme hayretle baktõ. Nasõl oluyor da gerçeği algõlayamadõğõmõ sorar gibiydi. Yanõtladõ: “Müthiş bir insandır. Her sabah erken kal- kar, mutlaka tıraş olur, ayakkabıları her za- man boyalıdır, pantolonu her gün ütülü...” Bu yanõttan sonra, Aydemir’de “neler” bul- duklarõnõ kimseye sormadõm. M eclis, Türkiye’nin önemli tüm sorun- larõnõ ele alõyor, uzun uzadõya tartõşõ- yordu... Nitekim, Millet Partisi bu iki konuyu Millet Meclisi’ne getirdi. Özelde Hava Kuvvetleri’ndeki olayõ göste- riyor, ama, “meşru nizamı bertaraf etmeye matuf” davranõşlar hakkõnda soruşturma açõl- masõnõ istiyordu. Uzun tartõşmalar arasõnda İsmet Paşa kürsü- deydi. 11 subay hakkõnda “askerlik kuralla- rına uymayan hareketleri dolayısıyla ordu içinde bir işlem yapıldığı herkesin bildiği bir olaydır” diyordu. Paşa, “Disiplini yerinde ve kuralları mun- tazam işleyen bir orduda bazı olaylar olabi- lir” diyordu. “Bu subaylar” diyordu. “22 Şubat olayla- rını yapmış olan maceracılara karşı demo- kratik düzenin savunulmasında önemli gö- revlerde bulunmuşlardır.” “Biz milletle ordu ilişkilerini sağlam zemin üzerinde yürütmeye çalışıyoruz.” Sonunda, “...Ordumuz içinde bir fesat ha- reketi, anayasa düzenine karşı bir heves yok- tur. Aksine ordu bunları, bir anda ezmeye muktedir ve hükümetin yanındadır...” diye konuşmasõnõ bağlõyordu İsmet Paşa. İsmet Paşa’nõn “Ordunun içinde bir fesat hareketi”nin ya da hevesin olmadõğõnõ söyle- mesinin üzerinden beş ay kadar zaman geçti. 21 Mayõs’ta Aydemir ve arkadaşlarõ, kimi bir- likleri peşlerine takarak ikinci kez ayaklandõlar. Bu, bir isyan bile değildi. İlkel bir karşõ çõ- kõş, kaderin kõsõrdöngüsü içinde bir çõrpõnõş idi. Aydemir, elindeki güçlü kozu 22 Şubat saba- hõ yitirdiğinin pek farkõnda değildi. Yalnõzca or- du içinde değil, halkõn bilincinde de değerini yi- tirmişti. O, bir dikta rejiminin peşindeydi. Oy- sa, Türk halkõ bir diktaya heves duysaydõ, Ay- demir’den daha güçlü kişilerin peşine takõlõp gitmez miydi? O tarihte, Orduevi’nin karşõsõnda bugünkü Be- lediye Pasajõ’nõn olduğu yerde bir park vardõ. Aydemir kimi zaman bu parka gelir, arkadaş- larõyla otururdu. Bir çay bahçesi de var mõydõ bu parkõn içinde, şimdi anõmsamõyorum. Orada, ülke sorunlarõnõ gazetecilerle tar- tõşõrdõ. 21 Mayõs olayõnõn önceki saatlerin gene bu parka gelmiş, gazetecilerden kimilerine “bu ge- ce, ‘bir şeyler’ olacağını” söyleyip gitmişti. Bir ihtilal girişimini bu denli açõkça ilan et- mek, gücüne ve kudretine bu denli güven- diğini göstermek için ancak Aydemir olmak gerekirdi. O gece, 22 Şubat’õn becerili öğrencileriyle Ay- demir’in arkadaşlarõ tanklarla, toplarla, silahlarla gene kentin içine daldõlar. Radyoevi’ni ele geçirdiler. Radyoevi’ndeki program müdürlüğünün te- lefonunu aradõm. Bir ses “alo” dedi. “Kiminle konuşuyorum?” Net bir ses, “Harbiyeli” dedi, kapadõ. Radyoevi ele geçirilmişti. Talihsiz spiker, as- kerlikten emekli Ekrem İrge de mikrofona çõk- mõş. Talat Aydemir’in bildirilerini okuyordu. Daha radyodan Aydemir’in bildirileri okun- mazdan önce, Pembe Köşk’e telefon edip Me- tin Toker’i telefona çağõrdõm. “Kızılay’da gene tanklar dizildi” dedim Toker’e. “Daha neler var” diye sorarken, İsmet Pa- şa’nõn sesi mikrofona yansõdõ: “Kim o?” diyordu. Metin, “Cüneyt, Paşam. Kızılay’a gene tankların dizildiğini bildiriyor” diye bilgi ver- di, İsmet Paşa’ya. Şen şakrak bir kahkaha, İsmet Paşa’nõn ün- lü gülmesi kulağõma yansõdõ ve ardõndan bir cümle: “Ben şimdi gösteririm o maskarala- ra...” dedi. Zincirkõran’a telefon edip, “bu iş çabuk yatar” dedim, İsmet Paşa olayõnõ anlattõktan sonra. Çünkü İsmet Paşa son derece rahattõ bu kez. Telaşa kapõlmadõğõ sözlerinden anlaşõlõyordu ve ordunun yüksek komutasõyla, giderek tümüy- le demokratik rejimin yaşatõlmasõ konusunda an- laştõğõ ortaya çõkõyordu. İsmet Paşa, o “maskaraları” birkaç saat için- de derleyip topladõ. Kõzõlay ve çevresinde giyinmiş subaylar, ellerinde küçük radyolarla kapõlarda bekle- şiyorlardõ. Aydemir’in çağrõsõna karşõn gö- revlerine giden yoktu. Sonra radyodan bir ses duyuldu: “Talat’ın üç buçuk adamı” di- yordu. İşte o zaman sihir dağõldõ, Aydemir tükendi, tutuklandõ. Bu kez, Aydemir ve arkadaşlarõ mahkemeye gittiler. Aydemir’in asõlmasõ olayõ, İsmet Paşa Avrupa gezisinden dönene değin sonuçlanamadõ. İdam kararõ onaylanmõştõ. Aydemir’in infaz edilmesi gecikiyordu. Genelkurmay Başkanõ Sunay, Ankara Sõkõ- yönetim Komutanõ Cemal Tural, hiçbiri in- fazõn yapõlmasõnõ buyuramõyorlardõ. Giderek Aydemir’in ordudaki “yandaşlarının bir davranışından kuşku duyarak” infazõ erte- ledikleri söyleniyordu... İsmet Paşa, dõş geziden döndü. Havaalanõnda, “Aydemir’i asıp asmayacaklarını” sordular. “Asın!” dedi. Ertesi sabah astõlar. Yazgõya bakõn: Aydemir, Menderes’in asõl- masõ için etken olan gruplardan birinin için- deydi. Ve aradan birkaç yõl geçtikten sonra, yaşamõnõ bir sehpada noktalõyordu. Aydemir’in teslim olmayõ kabul ettiğini bildirmişlerdi. Daha bir iki saat öncesine değin, Hava Kuvvetleri’nden bize yapõlan önerileri anõmsõyordum. Aydemir’i İsmet Paşa “bir kez” affetti. İkinci bir davranõş, bir isyan girişiminde bulunursa, beklenen sonuç neyse o olacaktõ. Aydemir, bu uyarõyõ anlayamadõ. Ben şimdi gösteririm o maskaralara İSMET İNÖNÜ’NÜN SÖZLERİNDEN, BİRKAÇ SAAT İÇİNDE ORTAMI DERLEYİP TOPARLADIKLARI BELLİ OLUYORDU Bugün uyumak yok SÜRECEK Bu kez, Aydemir ve arkadaşları mahkemeye gittiler. Aydemir’in asılması olayı, İsmet Paşa Avrupa gezisinden dönene değin sonuçlanamadı. İsmet Paşa, dış geziden döndü. Havaalanında, “Aydemir’i asıp asmayacaklarını” sordular. “Asın!” dedi. Ertesi sabah astılar. GÖRÜŞ SÜHEYL BATUM Hukuksuzluk ve İnandırıcılık (1) Eskiden devletin üç temel unsuru olduğundan söz ederdik. Ülke unsuru, insan unsuru ve egemenlik kavramı. Günümüzde ise bir devleti tanımlamak için bu üç unsur yeterli değil. Artık çağdaş devleti tanımlamak için dördüncü bir unsurun bulunması da zorunlu. Nedir o unsur? Hukuk. Yani devlet hukukla bağlı olacak. Yani tüm işlem ve eylemlerinde hukuk kuralları ile bağlı olacak. Üstelik “hukuk kuralları ile bağlıyım” demek de tek başına yeterli değil. Bunun yanı sıra “bu hukuk kuralları evrensel insan hakları ilkelerine ve kurallarına da uygun olacak”. Yeterli mi? Değil. Ayrıca “bu hukuk kuralları” aynı durumda olanlara, yurttaşlara “eşit bir biçimde uygulanacak”. Birine öyle, birine böyle uygulanmayacak. Bu yeterli mi? O da değil. Ayrıca bu “bağlılık”, ne kişilerin iyi niyetine, ne kendi iradelerine, ne de devletin, devlet organlarının vicdanına ve iyi niyetine bağlı olacak. Bu da yeterli değil. Bir de bu hukuka bağlılık, uygunluk, bağımsız yargı organları tarafından denetlenecek. İşte ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, “hukukla bağlı olmayan” ya da “bağlı oldukları yönünde kuşku yaratan devletler” kesinlikle inandırıcı olamıyorlar. Korkutucu ve baskıcı olabiliyorlar, birilerini(!) ikna etmede başarı sağlayabiliyorlar. Ama inandırıcı olamıyorlar. Ne derlerse desinler, kimseyi inandıramıyorlar. Bu iç hukuk açısından da böyle, uluslararası hukuk açısından da, insan hakları hukuku açısından da. Bu tür ülkelerin yaptıklarına ve söylediklerine hep kuşku ile yaklaşıyorsunuz. Siyasal çıkarlarla bakıyorsunuz. Örneğin ABD tam bu durumda. Küresel sermaye ve enerji devlerinin George Bush’a ihtiyaçları vardı. O seçildi. Seçilirken dönen oyunları, Florida rezaletini biliyorsunuz. Oyların yeniden sayılması istendi, yeniden sayılması da gerekiyordu. Küresel sermaye, dev enerji şirketleri ve devlet devreye girdi. Yeterli olmadı. Ve sonuçta Federal Yüksek Mahkeme de devreye girdi. Kararını verdi. Bush başkan olmalıydı. Ve sonuçta Bush başkan oldu. Irak’ı yiyecekti, onun için seçtirilmişti. İkiz Kuleler, Saddam’ın elindeki nükleer füzeler derken, olanları hepimiz gördük. Savaş taraftarı “embedded gazetecileri” de, yazdıklarını da gördük. Birleşmiş Milletler’i kandıran, sonra da özür dileyen Colin Powell’ları da gördük. Ancak değişmez kuraldır, bir devlet hukuk kurallarını çiğnemeye başladı mı, iş orada kalmaz. Hukuksuzluk her alana yansır. Nitekim ABD’de de öyle oldu. Ve uluslararası hukuk kurallarının tümü birden çiğnenirken haber kaynağını açıklamayan gazeteciler içeri atıldı. Guantanamo’lar yaratıldı. Terörist oldukları gerekçesi ile insanlar sorgusuz sualsiz hapsedildiler. Dick Cheney’nin “Ne var, bunlar biraz sert yöntemlerdi” dediği inanılmaz işkence yöntemleri uygulandı. Yalanı, şiddeti, hukuksuzluğu, siyasetin tam göbeğine oturtursanız, bunun bir yerde durması da mümkün değil. Nitekim Irak’ta 1.5 milyon kişi öldü. Felluce’ler ve Ebu Garip işkenceleri yaşandı. Hiçbirinde de ciddi bir yaptırım uygulanmadı. Ve sonucunda ABD, uluslararası hukuk alanında da insan hakları hukuku alanında da hiç inandırıcı değil. Ne eskiden inandırıcıydı, ne bugün. Ne Gazze’de olanlar konusunda, ne Panama’da, ne Filistin’de, ne Kıbrıs’ta, ne Gürcistan’da, ne de başka bir yerde. Sadece korkarsınız, “bela olmasın” diyebilirsiniz, o kadar. Ama inandırıcılık ve güvenilirlik asla. İsrail’in durumu da aynı. Filistin’de uyguladıkları yöntemler, taş atıyorlar diye öldürdükleri çocuklar, Gazze’de uyguladıkları vahşet. Hepsi biliniyor. Uluslararası hukuk kurallarını ve insan hakları hukukunu nasıl çiğnedikleri de ortada... Ve son olarak yaşanan “uluslararası sulardaki orantısız güç kullanımı”... Kimse İsrail’i kınamayabilir, hatta ABD ile ikisinin öfkesinden korkabilir. Ama İsrail’in hukuk açısından inandırıcılığı, güvenilirliği kaldı mı? Asla. Bu uygulamalar başladığından beri var mıydı? Asla. Pekiyi, bunların Türkiye ve AKP iktidarı ile ne ilgisi var? Hem hukuksuzlukları, hem inandırıcılık sorunları açısından o kadar çok ilgisi var ki .... O da bir sonraki yazıda. İstanbul Lisesi’nde aşure günü İstanbul Erkek Lisesi 126. kuruluş yılı gele- neksel aşure günü dün çok sayıda eski mezunun da katılımıyla gerçekleştirildi. Okulun Cağaloğ- lu’ndaki binasında düzenlenen tören Kent Or- kestrası’nın dinletisiyle başladı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla süren geleneksel aşure gününde 1949-1950 dönemi mezunları okul marşı eşliğinde yürüyüş yaptılar. Lisenin genç öğrencileri ise törende halkoyunları ve ri- tim grubu gösterileri sundular. Çok sayıda eski mezunun yanı sıra lisenin genç öğrencilerinin de katıldığı törende aralarında sanatçı Erol Ev- gin’in de bulunduğu ünlü mezunlar da vardı. Tören, aşure dağıtımının ardından 2. Selim Der- ya Üzgören Basketbol Turnuvası’yla son buldu. (Fotoğraf: ALİ BALCIOĞLU)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear