22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 8 MART 2010 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Afganistan’da Yeni Strateji Arayışları Üzerine.. “Kaybedilmiş bir savaşı sonlandırmayı bilmek gerek.” Fas asıllı ünlü yazar ve felsefeci Tahar Ben Jailoun’un Le Monde gazetesinde yayımlanan Afgan savaşıyla ilgili ilginç yazısı bu başlığı taşıyor. (Le Monde, 26.02.2010) Aslında salt birkaç dakika da olsa Başkan Obama’ya şu basit olduğu kadar açık sözleri söylemek için telefon etmek isterdim: Afganistan’ı unutun! Bu savaşı asla kazanamazsınız. Bunun nedeni ordunuzun iyi olmaması ya da düşmanın sizden daha güçlü olması ya da müttefik eksikliği değil. Nedeni sadece, bu ülkenin hiçbir ordunun bu topraklardaki isyancıları yenmesine olanak tanımayan yapısıdır. “Yüz binlerce asker gönderen Sovyetler bu açık seçik gerçeği gördü ve çekilerek sorunları Batılılara bıraktılar. Bu muhteşem ne ki ulaşılması zor ve karmaşık ülkede, barbarlık sığınacak bir yer, bir mağara, bir kaynak bulmuş ve tüm dünyaya benzerine rastlanmayan bir sertlikle karşı çıkmaktadır. Bu barbarlara isterseniz Taliban, isterseniz uyuşturucu kaçakçıları ya da yasa tanımayan maceracılar diyebilirsiniz. Ne var ki hiçbir Amerikalının çözmeyi başaramayacağı bir mizaca sahip olan bu insanlar, ülkede dolaşmakta, yakıp yıkmaktadır. 22 Şubat 2001’de Taliban’ın, büyük bir uygarlığın mirası toprak ve taştan yapılmış Buda anıtlarını havaya uçturdukları gün, uygar insanlık yenilmiştir. Arabistan’ın, Afrika’nın, Mağrip’in Müslümanları yapılan bu barbarlığı kınamamışlardır. Ardından sıra insanlara saldırmaya gelmiştir. Çaresiz Başkan Karzai, bilinen koşullarda, ülkesini harap eden askeri çözüme alternatif üretmek kaygısıyla 28 Ocak’taki Londra Konferansı’nda ‘ılımlı’ Taliban’la uzlaşılması stratejisini ortaya atmıştır. Ama Başkan, ne yazık ki, Taliban’ın sözlüğünde ‘uzlaşma’ sözcüğünün yer almadığını unutmuştur.’ Tahar Ben Jalloun, bir bölümünü aktardığımız yazısında, çözümün tüm güçlüklere karşın yine de diplomaside olduğunu vurgulamaktan geri kalmamaktadır. Ancak bu yönde atılan adımların her defasında çıkmazla sonuçlandığı da bir gerçektir. Biraz da bu yüzden ABD ve NATO’Iu müttefikleri, sürekli yeni stratejiler arayışında görünmektedirler. Çoğunca savaşın yoğunlaştırılmasına dönük olan bu stratejiler arasında, kuşkusuz, kimsenin arayıp da bulamadığı kimi “ılımlı Taliban’la” şeriat karşılığında silah bırakma önerisinden düpedüz “rüşvete” kadar uzanan çözümler yer almaktadır. Ne ki bu yöndeki yaklaşımlar başta kadın hakları olmak üzere atılan bazı utangaç gelişmelerin ve özgürlüğe benzeyen ne varsa silinip yok edileceği çok daha karanlık bir Taliban rejiminin yeniden ülke üzerine çökmesi tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Kafa karıştıran stratejilerin en yenisi, ünlü afyon üretimi konusundadır. ABD ve NATO bir süredir bu konuya farklı yaklaşma eğiliminde görünmektedir. Örneğin makul gibi görünen afyon üretim alanlarının yok edilmesi, böylece de Taliban terörünü ayakta tutan uyuşturucu gelirlerinin ortadan kaldırılarak yerine söz konusu üretim alanlarının gıdaya dönük tarıma dönüştürülmesi seçeneği üzerinde durulmakta ve küçük çiftçiye bu yönde yardım yapılması düşünülmektedir. Afyon üretimi ve uyuşturucu kaçakçılığı bilindiği gibi Taliban terörünü besleyen kaynakların en önemlileri arasında yer almaktadır. Nitekim BM uyuşturucu suçlarına karşı savaş ofisine göre (ONUDC) dünya eroin üretiminde kullanılan afyonun yüzde 90’ı Taliban’ın yoğun olduğu Kandahar ve Helmand bölgesinden gelmektedir. Bu rakam Afganistan’ın gayri safi iç hasılasının yüzde 60’ı düzeyindedir. Ülke ekonomisinin yüzde 20’si ise keza uyuşturucu parasına dayanmaktadır. Afyon üretiminin gıdaya dönük üretime dönüştürülmesi stratejisinin, kuşkusuz bugünden yarına gerçekleşmesi beklenmiyor. Zaman alacağı kesin. Buna karşılık Marjah bölgesine yönelik “müşterek harekât” başarılı olmuştur. Uluslararası gücün kumandanı Stanley McChrstal’a bakılırsa yeni hedef Taliban’ın yoğun olduğu Kandahar bölgesi olacak. İlkbaharla birlikte gelmesi beklenen ABD ve NATO takviye gücü düşünüldüğünde, Pakistan’ın da etkin desteğiyle askeri seçeneğin ağır basacağı anlaşılıyor. Ancak çoğu uzmanın da vurguladığı gibi sorunun salt askeri güçle çözüme ulaşması zor. Ülkede belli ölçülerde de olsa demokrasiyi hâkim kılmak, şaibeli seçimle işbaşına gelen Karzai iktidarının, muhalefetin de katılımıyla meşrulaşmasının sağlanması, yolsuzluklara son verilmesi, Taliban karanlığı ile birlikte çağdışı yobaz zihniyetin de yok edilmesi, ülke halkının ekonomik kalkınmasına yoğun biçimde katkı sağlanması, dün olduğu gibi bugün de Afgan sorununun çözümünün olmazsa olmazları arasında görünmektedir. Aslında, ABD ve NATO’nun Afgan halkının mutluluğu umurlarında değil. Onların derdi, Kafkas petrollerine ulaşımının güvenliği, Pakistan gibi bir nükleer gücün Taliban-EI Kaide teröristlerinin eline geçmesini önlenmesi olduğu gerçeğinin de kuşkusuz unutulmaması gerekmektedir. Latin Amerika ve Karayibler Birliği RAUL ZIBECHI (*) Latin Amerika ve Karayib Devletleri Topluluğu’nun oluşumu, bölgesel ve aynõ zamanda dünya çapõnda bir değişimin habercisi. Özellikle ABD hegemonyasõnõn düşüşe geçtiği ve bölgesel bloklarõn yükseldiği günümüzde yeni bir küresel denge biçimleniyor. Kanada ve ABD’nin olmadõğõ bu yeni birliğin oluşumu uzun bir süredir bekleniyordu ancak Amerikan Devletleri Örgütü’nün (OEA ya da İngilizce kõsaltmasõyla OAS ç.n.) Honduras darbesinin neden olduğu krizi çözmede başarõsõz olmasõ bu süreci hõzlandõrdõ. Brezilya Devlet Başkanõ Luiz Inacio Lula da Silva’nõn başlattõğõ ve süper güce karşõ bölgenin bağõmsõzlõğõnõ savunan bu girişim son 2 yõlda geliştirilmiştir. Bölgede oluşan değişimin derinliğini anlamak için geçmişe bir göz atmakta yarar var. Kurulduğu 1948 yõlõndan bu yana OEA sadece ABD’nin çõkarlarõna hizmet etmişti. 1962’de Küba birlikten ihraç edildiğinde üye ülkelerden hiçbiri, ABD ile ilişkileri bozulmasõn diye karşõoy kullanmamõştõ. Sadece Brezilya, Arjantin ve Meksika’nõn içinde bulunduğu 6 ülke çekimser kalmõştõ. 1983’te Orta Amerika’daki iç savaşlara bir çözüm bulmak için kurulmuş olan ve Kolombiya, Venezüella, Meksika ve Panama’dan oluşan Contadora grubu; Beyaz Saray ve Pentagon’un dayattõğõ korodan farklõ bir ses çõkmasõ yönünde ilk girişimdi. O zamanki İsveç Başbakanõ Olof Palme’nin arabuluculuğuyla başlamõş ve ABD’nin karşõ koymasõna rağmen kurulmuş ve genişlemişti. 1990’da Rio Grubu, Contadora’nõn (o yõllarda 8 ülkeyi içermekteydi) yerini aldõ ve o zamana dek üye olmamõş diğer Latin Amerika ülkeleri, Karayibler topluluğu ve Orta Amerika ülkeleri de topluluğa katõldõ. 2008’de Guyana, Haiti ve Küba’nõn da katõlõmõyla son biçimini aldõ. 2010’da Rivera Maya’daki Birlik Zirvesi 21. toplantõydõ ve burada yeni bir devletler ABD hegemonyasõnõn düşüşe geçtiği, bölgesel bloklarõn yükseldiği günümüzde yeni bir küresel denge biçimleniyor topluluğunun oluşumu başlatõlmõş oldu. Son 25 yõlda çok yavaş ilerleyen ve emperyal gücün Nikaragua, El Salvador ve Guatemala’ya karşõ yürüttüğü saldõrganlõğõn sonucu başlayan süreç bu yeni konjonktürde olgunlaşarak hayata geçti. Cancun’da (Meksika) 32 devlet başkanõnõn (Honduras dõşõnda) imzaladõğõ belge, bu yeni kuruluşun amacõnõn bölgemizin ekonomik, politik, sosyal ve kültürel entegrasyonunun derinleştirilmesi, çok yanlõlõğõn savunulmasõ ve küresel gündemde yer alan olaylar ve konular hakkõnda görüş bildirilmesi olduğunu açõklõyor. Ortak para birimi önerisi Ekonomik kriz bölümünde, yeni bölgesel finansal bir yapõlanmadan söz ediliyor; satõn alõmlarda ulusal paranõn kullanõlabilmesi yanõnda ortak bir para birimine geçilmesi öneriliyor. Ulusal ve bölgesel bankalar arasõ işbirliğinin gerekliliği belirtiliyor. Belgenin tümünde zaman verilmese de belirgin bir birlik vurgusu izleniyor. Başkanlarõn tümünün imzaladõğõ bu anlaşmada iki temel konuya geniş yer ayrõlmõş: Enerji ve altyapõnõn fiziksel bütünlüğü. Enerji konusunda yenilenebilir enerji kaynaklarõnõn yaygõnlaştõrõlmasõ ve biyoyakõtlar konusunda deneyimlerin ve teknolojinin transferi ve bunlarõn yanõ sõra azgelişmiş ya da küçük ekonomisi olan ülkelerin enerji kaynaklarõna adil, dengeli ve düzenli bir biçimde ulaşabilmelerine izin vermek gibi konular ön planda yer alõyor. Altyapõ konusunda ise bağlantõlarõn arttõrõlabilmesi için hava, deniz, kara ve nehir ulaşõmõnõn geliştirilmesi gerektiği vurgulanõyor. Biyoyakõtlar ve altyapõ konusunu dillendiren Brezilya, her 2 alanda da bölgenin lideri konumunda ve ABD gibi dünyanõn birincil etanol üreticisi. Anlaşma metninde doğal yõkõmlar konusuna da yer verilmiş ve bu gibi durumlarda hõzlõ, uygun ve eşgüdüm içinde hareket edebilecek bölgesel bir yapõlanmanõn oluşturulmasõ öngörülmüş. Bu bölümde de Brezilya’nõn eli olduğu fark ediliyor; Honduras darbesine OEA’nõn anemik tepkisi ve (ABD’ye ait ç.n.) 4. Filo’nun depremin ardõndan Haiti’yi işgali Brezilya’yõ daha dikkatli olmaya yöneltti. Bağımsızlık sürecinin tamamlanması Henüz Latin Amerika ve Karayib Devletler Topluluğu, bu anlaşmanõn hayata geçirileceği 2011 Venezüella ve 2012 Şili doruğu konusunda kesin niyetlerini açõklamamõş olsalar da birlik süreci artõk başlamõş görünüyor. Oluşumu üç açõdan okumak gerek: Kõsa bir süre içinde, Kolombiya ve Panama’daki 11 yeni üs, Honduras ve Haiti ile bölgede yeniden güçlenen ABD’nin frenlenmesi gerekiyor. 2008’de Kolombiya’nõn Ekvador’a saldõrõsõ sonrasõnda Güney Birliği (UNASUR) ve Güney Savunma Konseyi’nin kuruluşunun nasõl hõz kazandõğõnõ anõmsamakta yarar var. İkinci konu uzun vadede gerçekleşecek: Emperyal güce karşõ bölge ülkelerinin bağõmsõzlõk sürecinin tamamlanmasõ. Her iki birlik girişiminin de ciddi kriz dönemlerinde ortaya çõkmasõ rastlantõ değil, ilki 25 yõl önce Orta Amerika ülkelerindeki iç savaş sõrasõnda ve şimdi ekonomik kriz ve kutuplaşmanõn arttõğõ bu dönemde. Üçüncü konu jeopolitik bir özellik taşõyor. Artõk Meksika ve Orta Amerika ülkeleri kuzeyin yedeğinde değil. Bölgesel birliğin kendi içinde pek çok sorunu ve çelişkileri var ve bunlar sürecin yavaş ilerlemesine neden oluyor. Ancak bunlarõn hiçbiri geçen yüzyõlda ’80’lerde başlayan bu yapõlanmayõ engelleyemeyecek. Süreç, ABD’nin bölgedeki ağõrlõğõna karşõn başladõ, yavaş yavaş genişledi ve şimdi güçleniyor. Uzun erimde görevini yerine getirecek, yavaş da olsa bu kaçõnõlmaz. (*) Uruguaylı yazar, düşünür, aktivist. İspanyolcadan çeviren: Engin Demiriz (La Jornada, Meksika, 26 Şubat) Artõk Meksika ve Orta Amerika ülkeleri kuzeyin yedeğinde değil. Bölgesel birliğin kendi içinde pek çok sorunu ve çelişkileri var ve bunlar sürecin yavaş ilerlemesine neden oluyor. Ancak bunlarõn hiçbiri geçen yüzyõlda ’80’lerde başlayan bu yapõlanmayõ engelleyemeyecek. Süreç, ABD’nin bölgedeki ağõrlõğõna karşõn başladõ, yavaş yavaş genişledi ve şimdi güçleniyor. Ellerinizi henüz yõkamayõn Amerikalõlarõn Irak’õ işgal edip Saddam Hüseyin’i devirmesinden 7 yõl sonra, iki tarihi olay söz konusu: Seçimler ve ağustos sonunda Amerikan birliklerinin Irak’tan çekilmesi. Ama dünyadaki hükümetlerin ve özellikle Barack Obama’nõn dikkati başka bir yöne çevrilmiş gibi görünüyor. Irak düne ait bir hikâye haline geldi bile. Bu çok ciddi bir hata. Amerika ve Batõlõ müttefiklerin yanlõş hesaplarõ sayesinde ülke bir enkaz haline geldi. Zar zor gelişmeye çalõşõyor ve hâlâ yardõma ihtiyacõ var. Ve bu bölgenin istikrarõ için hayati bir önem taşõmakta. Oradaki misyon hiçbir şekilde tamamlanmõş değil. Bugün Irak, 3 yõl önce Amerikalõlarõn son anda düzenledikleri bir askeri harekâtla bir iç savaşõ bastõrdõklarõ günlere göre çok daha az tehlikeli. Amerikan birlikleri şehirlerin dõşõna çekildikten sonra kayõplarõ sevindirici bir şekilde düştü. Ama Irak hâlâ çok kanlõ. Her ay yüzlerce Iraklõ siyasi nedenlerden ötürü yaşamõnõ yitiriyor. Hatõrlatmadan geçmeyelim; ölenlerin sayõsõ Afganistan’dakinden de yüksek oluyor. Irak’õn milliyetçi direnişi azaldõ ama El Kaide hâlâ hemen hemen her ay kõyõm yaparak intikam almaya devam ediyor. Hassas noktalar, özellikle Irak’õn Araplarõ ile Kürtleri arasõndaki “tetikleme hattı” barõşõ tehdit ediyor. Bağdat, bombalara karşõ koruyan sistemlere yatõrõm yapma imkânõ olan firmalarõn dõşõndaki işletmelere açõk değil. Henüz ayakları üzerinde bir ülke değil Seçimlere yaklaşõrken işler karõşõk. Eksiklerine rağmen, seçimlerin halkõn isteklerini adil bir biçimde yansõtmasõ gerekiyor. Bu Arap dünyasõnda henüz nadiren bulunabilen bir şey olduğundan kutlama yapmak için bir neden olabiliyor. Birkaç ay önce hem Sünnilere hem de Şiilere seslenen mezhepler arasõ partilerin güçlendiği yolunda umutlar vardõ. Ama ocak ayõnda yüzlerce adayõn Saddam’õn Baas partisine daha önce üye olduğu iddiasõyla, (bu uydurma bir hile gibi görünüyor), elenmesi Iraklõ Sünni azõnlõğõ hayal kõrõklõğõna uğrattõ. Liderlik pozisyonundaki Sünni adaylar ve partileri seçimleri boykot çağrõsõnda bulunmanõn cazibesine karşõ direnç göstermeyi başardõklarõ halde, çok fazla aday çirkin bir mezhepsel kavganõn içine çekildi. Şimdi tek ümit, muhtemelen kurulmasõ aylar sürecek herhangi bir yeni hükümetin, yelpazenin her yerinden müttefik aramasõ. Herhangi bir seçim ittifakõnõn tek başõna sandalyelerin çoğunluğunu kazanmasõ pek ihtimal dahilinde değil. Başarõlõ olacağõ tahmin edilen ittifaklardan en az biri laik ve mezhepçi olmayan bir görüntü sergiliyor. Önceden olduğu gibi, kendilerine kazandõrõlan otonomi Amerikan işgalinin en katõksõz başarõsõ olarak görülen Kürtler, daha önce de olduğu gibi yine siyasi nüfuza sahip olacak gibi görünüyor. Sonuçta Irak acõ bir şekilde bölünmüş durumda. Dini mezheplerin ve etnik gruplarõn tamamõna gerçek manada hâkim bir lider veya parti çõkmadõ. Kürtler ve Araplar birbirlerinin arzularõna henüz uyum sağlamadõlar ve amaçlarõna ulaşmak için şiddete başvurma fikrini akõllarõndan çõkarmadõlar. Irak’õn kurumlarõ zayõf ve yozlaşmõş durumda. Bakanlõklar partilerin yurtluklarõ haline gelmiş. Elektrik dağõtõmõ gibi kamu hizmetleri feci durumda. Ülkeyi terk eden on binlerce profesyonel henüz geri dönmedi. Yani ülkedeki sorunlarõn çoğunu getiren yabancõlarõn çõkõşa doğru yönelmeleri için vakit daha çok erken. Eğer Iraklõlar bazõlarõnõn veya hepsinin kalmalarõnõ isterlerse Obama buna evet demeli. Çok önemli noktalarda bulunan Amerikan birlikleri hâlâ düşman gruplarõn arasõndaki hattõ elinde tutuyor. Amerikan başkanõnõn anlamlõ bir hareket alanõ var.Başkan, daha önce ağustostan sonra geride danõşmanlõk yapacak 50 bin askerlik bir “artık güç” bõrakabileceğini söylemişti. Irak hükümeti ile Başkan Bush’un görevden ayrõlmadan önce imzaladõğõ “Kuvvetlerin Statüsü Anlaşması”na göre, muhrip olsun veya olmasõn, bütün birliklerin önümüzdeki yõlõn sonuna doğru Irak’tan ayrõlmasõ gerekiyor. Bu da değişebilir ve süre uzatõlabilir. Sadece Irak’õn kendi seçilmiş hükümeti bütün yabancõ birliklerin derhal çekilmesini isterse o zaman hepsi ülkeyi terk etmek zorunda. Sonuçta Irak egemen bir ülke. Ve nihai olarak, bir ülke adõndan fazlasõ olacak bir ulusu inşa işi Iraklõlara düşecek. Ne yazõk ki hâlâ buna dair çok az işaret veriyorlar. Bir dahaki hükümet mezhepsel kayõrmalar ve yolsuzluklar çemberini kõrmazsa, ortaya çõkacak başka bir güçlü adam orduyla işbirliği içinde, bugünkü çoğulculuğu, Arap dünyasõnda hep görülen türden baskõcõ, otoriter bir yönetimle değiştirebilir. Bu ise yeni bir trajedi olur. Öyle veya böyle, Saddam’õ yerinden kaldõrmanõn bedeli çok fazla kan ve bir servete mal oldu. Ama eğer tam bir huzur ve demokrasiye benzer bir şey sağlanabilirse, bu en azõndan geçmişe terk edilmeye değer bir miras olacaktõr. İngilizceden çeviren: Çimen Turunç Baturalp (The Economist, İngiltere, 6-12 Mart 2010) Irak Amerika’dan daha fazla yardõm isteyebilir. Barack Obama bundan geri durmamalõdõr. Çelenk ve Mutlu Gün Bağışlarınız için 21 Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı (YEKÜV) Tel: 0212.274 15 02 - 213 74 02 www.yekuv.org, yekuv@yekuv.org Vakıflar Bankası Osmanbey Şubesi 00158007287986476
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear