24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28 ŞUBAT 2010 / SAYI 1249 PAZAR1 ıvramı ... ^ LJB. Kardeşin kardeşe emanet... ZUHAL AYTOLUN "Kardeş Bayramlar" kitabı, Türkiye'de farklı inanç gruplarına ait bayram ve özel günleri paylaşırken bu topraklar üzerindeki ortaklıklara da dikkat çekiyor. Dün ve bugün nelerin yapıldığını aktarırken silikleşen bugünlerin yarına ulaşıp ulaşamayacağını da sorguluyor. S ünni veya Alevi Türkler, Kürtler, Zazalar, Ortodoks veya Katolik Ermeniler, Ortodoks Rumlar, Nusayriler, Ortodoks veya Katolik Süryaniler, Keldaniler, Yezidiler ve diğerleri... Bütün inanç gruplarının bir arada yaşadığı ve etkileşime geçtigi bir ülke düşünün. Yabancı olmasa gerek. Türkiye topraklarında pek çok inanç, bayram ve özel gün bir arada yaşanabiliyor. Hem de birbiriyle etkileşim halinde. Ancak öyle ki kimisi bilinmedigi gibi kimisi de yok olmaya başlıyor gün geçtikçe. Zaman içinde yitirdiklerimizin ne oldugunu anlayabilmek için onları da biliyor olmamız gerekiyor. Nasıl ki uzmanlar dünya üzerinde konuşulan 6 bin dilin bir iki asır içinde 100-200 civarında bir rakama ineceğini öngörüyorsa, kültürlerdeki degişimler de gözle görülebilir boyuta gelecek. Dini inançlar ve bayramlar da aynı şekilde silikleşmeye başlıyor günümüzde. Oysa aynı zamanda kültürel paylaşımlara işaret ediyor bu günler. İnkılâp Kitabevi'nden çıkan Akdogan Özkan'ın kaleme aldığı "Kardeş Bayramlar ve özel günler" kitabı tam da bu yokoluşun önüne geçebilmek ve gelecege bir iz bırakabilmek üzere hazırlanmış. Hem bilip koruyabilmek hem de beraber yaşadıgımız cografyadaki kültürel değişimleri gözlemleyebilmek adına. Türkiye'de küçüklü büyüklü farklı toplulukların, farklı inanç gruplarının ilk bakışta birbirinden tamamen farklıymış gibi görünen bayramları var. Yine bu ülkede büyük bir kesim kendisine ait olmadıgını düşündüğü bayramlara okyanusun öbür yakasında kutlanıyormuşçasına yabancı. Üstelik bu yabancılık giderek artıyor. Akdogan özkan, tarn da bu düşünce ve sorularla yola çıktıgını dile getiriyor. Kardeş Bayramlar kitabı da bu topraklarda birlikte yaşamış ve yaşayan toplulukları birbirlerinin bayramlarından ve kültürel f yansımalarından haberdar etmek üzere hazırlanmış. Özkan, 1914 yılı öncesi kaynaklarını da çalışmaya dahil etmiş. Sonuç olarak bugünkü fotografı da 1914 yılı öncesiyle kıyaslama fırsatı da bulmuş. "O zaman görüyorsunuz ki Anadolu'nun kültürel zenginligi ve renkleri fena halde solmuş ve hızla solmayı sürdürüyor. Son olarak Güneydoğu'daki çeyrek yüzyıllık Nevruz şenliklerinden bir kare. savaşın da bu soluklaşma sürecini hızlandırdığı ortada. Çatışmalar, boşaltılan köyler, yogun göçler Süryaniler ve Yezidiler gibi o savaşın dogrudan tarafı olmayan etnik kimlikleri dahi süpürmüş. Kimi zaman bayram edilecek bir durum, kimi zaman bayram edecek bir halk kalmazken, geçmişin o renkli bayramlarına ait adetler ve görenekler de silinmiş. Bazı durumlarda, belluklerdeki yeri dahi kaybolmuş" diyor Özkan. Kitabın çarpıcı yanı, farklı inanç gruplarının farklı gibi görünen bayramları arasındaki ortaklıklar. Örnekse, İstanbullu Rum Ortodoksların H/. İsa'nın sünnetinde hazırladıkları Vassilopita adı vurilen çörek ile Dersim Alevilerinin "Asma Gagane" için yakın tarihlerde "Zırefet" adıyla hazırladıkları lokma aynı amaçla pişiriliyor. iki inanç topluluğunda da çöreğin içine bahtı kapalı olanın dilimine denk düşsün diye kısmete işaret eden bir şey konuluyor. Birbirlerine yüzlerce, binlerca km u/ak oları inanç topluluklarında bile bu şekilde çarpıcı benzerliklere ve ortaklıklara rastlanıyor. istanbul'un mazide kalan eğlence karnavalı Apokria ise Paskalya öncesi Hristiyanların eglenceli parti ve yemek davetleriyle kutlanan bir karnaval. Türklerin "Apukurya" olarak telaffuz ettigi Apokria'nın geçmişi Helenistik ça<gda ve Roma döneminde yapılan Dionyssos şölenlerine dahi gidiyor. Osmanlı döneminde ise bu karnaval istanbul Pera'da kutlanırmış. Rurnlar bu dönemde yıllık balolarını düzenlermiş. Günümüzde ise bu eglence aynı amaçla Yunanistan'ın Patras, Pire ve iskece şehirlerinde yapılan karnavallarda yaşatılıyor. Hızır orucu ise lokmasıyla kurbanıyla gelen üç günlük bir perhiz. Alevilerce tutuluyor. Aslında Anadolu'da bir çok yerde farklı günlerde tutulsa da 13 15 şubat arasında tutulması ve lokma dagıtılması yaygın. Nusayriler için de önemli. iç Anadolu'da ve Antakya'da da lokma pişirme dağıtma gelenegi Hörülüyor. Bayram ve dügünlerin Anadolu'daki baş yemeği oları Keşkek de Rumlar tarafından eskiden i/mir ve civarında Paskalya zamanı pişirilirmiş. i/mir'de Paskalya'dan hemen önce kurban bayramı arefesinde oldugu gibi koyun pazarı kurulurmuş. "Yeni gün" anlamına gelen Nevruz da iranlılar, Türkler, Kürtler, Zazalar ve A/eriler ile birlikte Ku/ey yarımküredeki pek çok halkın bahar başlangıcı ya da yeni yıl gibi kısmerı degişik anlamlar yükleyerek kutlandıgı bir gün. Kardeş Bayramlar kitabı bu ortaklıklarla dolu. Ö/kan, "Geriye kalanlar olarak yitirdiklerimizle neyi kaybettigimizi de tam olarak idrak edebilmiş degiliz. Bütün topluluklar olarak yitirdiklerimizin ardından bir araya gelip beraberce bir irmik helvası dahi kavuramadık" diyor ve soruyor: "Oysa bir zamanlar farklı diyarlardan gelerek Anadolu'ya girmiş kimi boylar, izole bir homojenlik içinde yaşamış olsalardı, bugüne gündelik hayatırrıızı kuşatan nasıl bir zenginlik, nasıl bir sentez aktarabilirlerdi acaba? Dahası o özlenen homojenlikle bi/ yarına nasıl bir kültürel zenginlik aktaracagız?" • Heykelden beslenen takılar A ida Bergsen, bir tasarımcı. Şimdilerde Nişantaşı'ndaki atölyesinde takı tasarlıyor. Onun çalışmalarını farklı kılan ayrıntı, heykelden besleniyor olması. Grenoble Üniversitesi'nde işletme okumuş olsa da 1990 yılında İrfan Kormazlar'ın atölyesinde heykelle tanışan Bergsen, bu heyecanın etkisine kapılmış. önce Central Saint Martins College of Art and Design'ın heykel bölümünde eğitim almış, sonra da elini disipline etmek için başladığı takı tasarımına yönelmiş. Zamanla heykel ve takı tasarımı arasındaki sınırlar da silikleşmeye başlamış. Artık takı tasarlıyor. Ancak teknik olarak heykelden beslenmeye devam ediyor. Bergsen, takılarım vücut heykelleri olarak tanımlıyor. Direk metalle degil, önce mumla tasarımını oluşturuyor. Sonra da tıpkı heykelde kullandığı teknikle çalışmayı takıya dönüştürüyor. Çok çeşitli teknikler denemek Bergsen'in malzemeyle kurduğu diyaloğun göstergesi. Tasarladıgı takıları hem takılabilir hem de sergilenebilir formda hazırlıyor. Yani üstünüzde taşıdıgını/ gibi bir kaide üzerinde evinizde ya da ofisinizde toşhire de açabiliyorsunuz. Genellikle bronz serisinde bu yöntemi tercih ettigini söyleyen Bergsen, bu tasarımları kendi başına ayakta durabilen küçük heykelcikler olarak tanımlıyor. Bu süreç onun için içsel olanı dışa vurnıa çabası. Yaşadıklannı, hissettiklerini, gördüklerini ve biriktirdiklerini tasarımlarına aktarıyor. Bu kimyaman birşehir, kimi zaman da seyarratte okuduğu bir kitap olabiliyor. En çok beslendiği kayrıak ise mitoloji. Türkiye'nin, zengin Anadolu kaynaklarından beslenmedigini belirtiyor Bergsen. "Kendimi/e bakmadan, dışarıya bakmaya çalışıyoruz. Bizde herşey var. Anadolu medeniyetleri ve dünyanın hayran oldugu topraklarımızla aslında tanınabiliri/. Ancak bunu başaramıyoruz" diyor. Kendisinin de tanınması bu topraklardan degil, yurtdışından. Bergsen, tasarımlarını yurtdışına ihraç ediyor. Orada vvorkshop'lara ve fuarlara katılıyor. Bergsen'in tasarımları, atölyosinin yanı sıra aynı yerdeki galerisinde de sergileniyor. Galerisinde Tugrul Selçuk, Ümit Öztürk, Uğur Cinel, Nalan Yerlibucak ve Hande Aida Bergsen, Nişantaşı'ndaki galerhatölyesinde hem taşınabilir hem de sergilenebilir takılar tasarlıyor. Bu yüzden tasarladıgı takıları "vücut heykelleri" olarak tanımlıyor. Amacı yurtdışında sagladığı tanınırlığa, Türkiye'de ulaşabilmek. Bu yolla sanatçılarla işbirliğine ulaşmak istiyor. Fotograf: VEDAT ARIK Ergur'un çalışmalarına da yer vererek ortak bir çalışma alanı yaratıyor Bergsen. Yalnızca ustalar degil, genç ve ilk eserlerini hazırlayan sanatçı adaylarına da kapısı açık. Hem gençlere destek olmak hem de geniş bir yelpaze sunmak adına farklı renkte ve ruhtaki çalışmalara yer veriyor. "Gençler çok ürotici ve başarılılar. Onlara sahip çıkmak ve güvenmek gerekiyor. Burası kendi olanaklarımla destek verebildigim bir fırsat aslında" diyor Bergsen. Ayrıca çocuklar için de proje geliştiriyor. 10 yaşa kadar çocuklara heykel atölye çalışması yapıyor. Amaç serbest bırakarak, kalıplara sokmadan, baskılamadan yaratıcılıklannı sergilemeleri. Ortaya çıkan eserleri de atölyesinde korumaya ö/en yöstoren Bergsen, bu işleri do "bozulmamış" olarak tanımlıyor. Bergsen'in gelecek dönemdeki hedefi ise yurtdışındaki sanatçılarla Türkiye'deki sanatçıları bir araya gotirorek ortak bir çalışma yapabilmek. •
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear