Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
26 ŞUBAT 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA
KÜLTÜR 19kultur@cumhuriyet.com.tr
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Tutarsızlığın Kültür
Tarihi…
“Artık bu ülkede tutarsızlığın kültür tarihi de
yazılmalı!”
Bunu bana düşündüren, Işıl Özgentürk’ün salı
sabahı karşıma çıkan “Yaşlılığın Dayanılmaz
Çekiciliği” başlıklı yazısı. “Tam bana göre bir
yazı…” diyorum okumazdan önce. Çünkü
başlığında ‘yaşlılık’ var; ben de önümüzdeki hafta
altmış sekizimi geride bırakacağıma göre, tam
bana uygun!
Ama öyle olmuyor. Işıl’ın yazısı, çok farklı.
Kafamda fırtınalar estiriyor. Aslında yirmi dört saat
için bu kadarı fazla. Çünkü bir önceki sabah da
Emre Kongar’ın “Müjdat Gezen’in Büyük Sırrı”
başlıklı yazısıyla feleğimi şaşırmışım. Bir insanın
sessiz bilgeliği, hep tenhalarda tuttuğu
iyilikseverliği ve her türlü ucuzluktan uzak
sanatçılığı, bu kadar mı güzel yazılır?
Daha o yazının etkisinden kurtulamamışken, bu
defa Işıl’ın satırlarının depremiyle sarsılıyorum. Çok
başka şeylerden söz ediyor Işıl. Yeni bir yola
girdiğini söylüyor: “Bu yeni yol gerçekten son
derece çekici bir yol. Çünkü size kimin ne
söyleyeceğinin önemsizleştiği; aman ‘benim
filmim’, aman ‘benim kitabım’ diye
yırtınmayacağınız bir yol. Türkçesi artık hiçbir
nedenle, hiç kimseye kendi doğrularınız adına taviz
vermeyeceğiniz bir yol. Bu yolda asla bir televizyon
programına davet edilmeyeceğinizi biliyorsunuz ve
bundan büyük bir mutluluk duyuyorsunuz.
‘Yaşasın ben bir sokak çocuğuyum’ diye
seviniyorsunuz ve kendinizin, yirmili yaşlarda
grevdeki işçilere tiyatro yaptığınızı ve bir sokak kızı
olduğunuzu anımsıyorsunuz…” Peki yirmili
yaşlarda öyleydi de, bugün farklı bir Işıl mı var
karşımızda? Bugün de kendini adadığı
öğrencileriyle sürekli yaptıklarının, kendi deyişiyle,
o ‘sokak kızı’nın yaptıklarından ne farkı var? Ve, ne
zaman herhangi bir taviz verdi ki? Ama bugünkü
Işıl Özgentürk, yazısının devamında bir isyanı dile
getiriyor aslında.
Ve kanımca, sürekli söylenen çok büyük
yalanlara da atıfta bulunuyor.
12 Eylül’den bu yana, gençlere neredeyse bütün
kötülüklerin 1980’de başladığını anlatmak,
alışkanlığa dönüştü. Oysa bu, çok büyük bir
‘aydın’ yalanıydı. Bu ülkenin sonunda 12 Eylül’e
varmasında kendi tutarsızlıklarının oynadığı rolü
saklamaya çalışan bir kesimin yalanı. Bugün de
aynı pervasızlıkla sürdürülen bir yalan.
O yüzden, bu ülkede ‘aydın tutarsızlığının yakın
kültür tarihinin’ yazılma zamanı da artık geldi!
Böyle bir tarih, her şeyden önce bugünün gençliği
için gerekli. Çünkü bugün gençlerimiz, hele de
biraz olsun okuyan, düşünen ve sorgulayanları, her
bunalım noktasında bakışlarını -toplumsal
bağlamda sağlıklı bir içgüdüyle- ‘aydınlarına’, yani
kendilerini onlara ‘aydın’ diye tanıtmış olanlara
çeviriyorlar. Kendi yönlerini saptama ihtiyacını
duyduklarında, onlardan biraz olsun ‘rehberlik
hizmeti’ alabilmek için.
Fakat aynı gençler, en büyük çıkmazla belki de
asıl bu noktada karşılaşıyorlar. Çünkü durduğu yeri
saptayıp kendi yönlerini belirlemede biraz yardım
alabilmeyi umdukları aydınlarının önemli bir kesimi,
bir de bakıyorlar ki belli bir yerde değil, fakat her
yerde! Bu heryerdelik tiryakiliği yüzünden de, çoğu
zaman aslında hiç olmamaları gereken yerlerde!
Bu heryerdelik, günümüz Türk aydınının andığım
kesiminin en temel özelliğidir. Ve bunun öteki adı
da tutarsızlık’tır. Zira heryerdeliğin eşanlamlı
karşılığı, hiçbiryerdelik’tir. Bu hiçbiryerdeliğin
-bizdeki gibi- mutlak egemen olduğu ortamlarda
ise tutarlılık, adını, vefa’nın aksine, bir semte bile
bırakamadan yitip gitmiş bir erdemdir! Heryerde
olacaksın ki, adını hep duyuracaksın! Heryerde
olacaksın ki, heryerin nimetlerinden
yararlanacaksın!
Peki, ya ağzından düşürmeyi hiç ihmal etmediğin
idealler? Ya onlar, ancak belli bir yerde direnmeyi
sürdürdüğün takdirde inandırıcı ve etkin
olabilecekse? Boş ver! Yeter ki, sen hep kendini
göster ve duyur! O ideallerin uğruna özveride
bulunmayı ise, gerektiğinde gözünü kırpmadan en
korkunç kırlangıç fırtınalarının önüne salmaktan
çekinmeyeceğin -çünkü geçmişte hep öyle yaptın!-
gençlere bırak! Onlar, yaşları gereği nasılsa saf ve
iyi niyetlidir, kolay aldatırsın!
Yeter ki sen, hep sen olarak kalmanın yolunu bul!
acem20@hotmail.com
E
duardo Galeano… Benim âşõk ol-
duğum yazarlardan biri… Uzunca bir
aradan sonra Türkiye’de yeni kitabõ
“Aynalar” Sel Yayõncõlõk tarafõndan geçen yõ-
lõn sonunda yayõmlandõ. (Türkçesi: Süleyman
Doğru) Ha bugün ha yarõn yazmalõyõm der-
ken aradan koca iki ay geçti. Ancak iki aydõr
içim her daraldõğõnda yeniden dönüp oku-
maktan da vazgeçmedim!
Birçok insan gibi ben de Uruguaylõ yazar
Eduardo Galeano’yu önce “Latin Ameri-
ka’nın Kesik Damarları” adlõ kitabõndan ta-
nõdõm. (Anõmsayabilirsiniz, bu kitabõ Hugo
Chaves, Obama’ya hediye etmişti, okusun
da Latin Amerika’nin çilekeş halini anlasõn
diye…)
Galeano, Latin Amerika ülkelerinin, in-
sanlarõ, türküleri, nehirleri, kanlõ sokaklarõ,
çiçek açmõş tropik ormanlarõ, ağlayan ço-
cuklarõ, gülen sevdalõlarõ arasõnda ama ay-
nõ zamanda eşitsizlik, sömürü, baskõ, despot
ve totaliter rejimler arsasõnda dolaştõrõyor-
du okuru. Ardõndan gelen “Savaşın ve Aş-
kın Gece ve Gündüzleri” de öyle… Bun-
larõn tümünde sistemi deşifre ediyordu. Her
ikisi de 70’li yõllarda Alan Yayõncõlõk’tan çõk-
mõştõ. Ve 12 Eylül’ün faşist sansürcü baskõ-
cõ döneminde her iki kitaptan da bol bol ya-
rarlanmõştõm. Sonraki kitaplarõ, 3 ciltlik
“Ateş Anıları” ve “Kucaklaşmanın Kita-
bı” Can Yayõnlarõ’ndan; “Biz Hayır Diyo-
ruz” Metis’ten çõktõ.
Günün birinde yolum bir tiyatro toplantõsõ
için Uruguay’a Montevideo’ya düştüğünde,
ne yapõp yapõp Eduardo Galeano’yu buldum.
İki saat süren röportajõmõz yayõmlandõktan
sonra, anõlar hazinemin en değerli parçala-
rõndan biri olarak kaldõ.
BELLEKSİZ TOPLUMLARA
‘İLAÇ’ NİYETİNE
Eduardo Galeano’nun bence çok müthiş üç
temel özelliği var.
1) Belleksiz toplumlara ilaç gibi gelmesi...
Hiç ama hiç unutulmamasõ gerekenleri ele alõ-
yor. Unutmamõzõ engelliyor. Unutmuş olsak
bile hatõrlatõyor. Yitirdiğimiz belleğe yeniden
kavuşmamõzõ sağlõyor. Hem belleğimize hem
ruhumuza sesleniyor.
2) Olaylarõ bütünsellik içinde ele alõyor.
Dünyanõn bir ucundaki bir haksõzlõğõn, bir yan-
lõşõn, dünyanõn öteki ucunu nasõl etkileyece-
ğini gösteriyor. Aralarõndaki ilişkiyi ortaya
koyuyor.
3) Yazma biçemi, kõvrak zekâsõnõ, eleştirel
bakõşõnõ, ironiyi ve şiirsel dilini bir arada har-
manlõyor. Resmi tarihlerin dõşõndan bakõyor
olaylara. Sõradan insanõn yaşadõklarõ, hisset-
tikleri aracõlõğõyla anlatõyor. Sizi okşayarak,
sarsarak, yüreğinize dokunarak anlatõyor.
Onun dilinde bir çocuk şarkõsõ, sokaktaki bir
diyalog, bir ağacõn kesilmesi, bir kahkaha, bir
gözyaşõ ciltler dolusu açõklamanõn yerini alõ-
yor.
En genel çizgilerle özetlediğim bu üç özel-
lik, onu yeryüzünün vicdanõ haline getiriyor!
AYNALARDAN YANSIYAN
Bu kez “Aynalar” kitabõnda yalnõz Latin
Amerika’ya değil, dünyanõn her ucuna tutu-
yor projektörünü. Kapsadõğõ zaman dilimi ise
baş döndürücü: Adem ile Havva’dan başla-
yõp 21. yüzyõla varana dek uzuyor… Hiçbir
kõta, hiçbir nehir, hiçbir dağ, hiçbir emperyal
savaş, hiçbir sömürü (cinsler arasõ sömürü de)
es geçilmemiş. İnsanlõğõn tüm halleri “Ay-
nalar”da…
Tarih, coğrafya, politika, ekonomi ama ay-
nõ zamanda sanat, kültür, sanat tarihi, edebi-
yat, tüm inançlar… Tümü Eduardo Gale-
no’nun irili ufaklõ fõrça darbeleriyle aynalar-
dan yansõyor... Yansõyor ve ruhunuza işliyor…
Marco Polo’dan Zapata’ya, Kafka’dan
Kraliçe Victoria’ya, Spartaküs’ten sambanõn
ortaya çõkõşõna, Hitler’den Ho Chi Minh’e,
Rosa Luxemburg’dan Rembrandt’a , Büyük
İskender’den, Irak savaşõna, anestezinin ica-
dõndan ilk boks maçõna, Fidel ve Che’den Bar-
bie bebeklerine … Yok yok..
Kitabõ okurken, her fõrça darbesinde bana
röportajda söylediğini anõmsõyordum: “Her
gün boyu, saatler ilerledikçe karamsarlı-
ğımın yerini iyimserlik alır. Çünkü geleceği
düşlemekten asla vazgeçmiyorum…”
KAYBOLAN ŞEYLER
Daha güzel bir gelecek mümkün demenin bir
başka yoluydu Galeano’nun söylediği… “Ay-
nalar” kitabõnda sonsöz yerine yazdõğõ “Kay-
bolan Şeyler” adlõ bölüm tanõğõmdõr:
“Barış ve adalet haykırarak doğan yirminci
yüzyıl, kanın içinde boğularak öldü ve bul-
duğundan çok daha adaletsiz bir dünya bı-
raktı arkasında.
Yine barış ve adalet haykırarak doğan yir-
mi birinci yüzyıl da, önceki yüzyılın izinden
gitmekte.
Ben çocukken, dünyada kaybolan her şe-
yin Ay’a gittiğine inanıyordum.
Ne var ki, Ay’a giden astronotlar orada ne
tehlikeli rüyaları, ne tutulmayan vaatleri ne
de kırık umutları buldular.
Eğer bunlar Ay’da değilseler, neredeler o
zaman?
Yoksa dünyada kaybolmadılar mı?
Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?”
Teşekkürler Eduardo Galeano. İyi ki varsõnõz!
zeynep@zeyneporal.com
faks:0212.257 16 50
Dünyayõ, tarihi, coğrafyayõ kavrayabilmek için okunmasõ gereken bir kitap: Aynalar
Yeryüzününvicdanõ:Galeano
ZEYNEP KIZILTAN
T
ürk arkeolojisi ve sanatõnda önemli iz-
ler bõrakan ve Türk müzeciliğine
damgasõnõ vuran Osman Hamdi Bey,
çağõnõn çok ötesinde ileri görüşe sahip, dina-
mik kişiliği ile geçmişe karşõ ilginin olmadõ-
ğõ bir dönemde, arkeoloji, korumacõlõk ve mü-
zecilik gibi önemli kavramlarõ yerleştirerek
Türk arkeolojisi ve müzeciliğinin sağlam te-
meller üzerinde yükselmesini sağlamõştõr.
100. ölüm yõldönümü ile andõğõmõz Osman
Hamdi Bey’in müzecilik anlayõşõnõ ve bu ko-
nudaki çalõşmalarõnõ anlayabilmek için ondan
önceki müzecilik çalõşmalarõnõ ve onun kurduğu
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni tanõmak gere-
kir. İmparatorluk sõnõrlarõ içinde ilk resmi mü-
ze girişimi Sultan Abdülmecit zamanõnda,
Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafõndan
1846’da Topkapõ Sarayõ’nõn dõş avlusunda, 6.
yüzyõl yapõsõ olan Aya İrini’de kurulmuştur.
Aya İrini’de toplanan eski eserlerden oluşan
bu koleksiyona 1869’da Müze-i Hümayun (İm-
paratorluk Müzesi) adõ verilmiş ve başõna İn-
giliz uyruklu Goold, müdür olarak getirilmiştir.
1871’de Avusturyalõ Terezio ve 1872’de Al-
man A. Dethier müdür olarak atanmõştõr.
1876’da Aya İrini’nin yetersiz kalmasõ nede-
niyle arkeolojik eserler bugün İstanbul Ar-
keoloji Müzeleri içinde yer alan Çinili Köşk’e
taşõnmõş ve Müze-i Hü-
mayun adõyla ziyarete
açõlmõştõr. Dethier’in ölü-
müyle boşalan müze mü-
dürlüğüne, Sadrazam Ed-
hem Paşa’nõn oğlu Os-
man Hamdi Bey 11 Eylül
1881’de atanmõş, böylece
Türk müzeciliğinde yeni
bir dönem açõlmõştõr.
Osman Hamdi Bey’in
1881’de başõna geçtiği Mü-
ze-i Hümayun yaklaşõk 700
eserden oluşan, depo niteli-
ğinde bir yerdir. Ancak
onun özverili çalõşmalarõ,
müzeye davet ettiği yaban-
cõ uzmanlarla sürdürdüğü
çalõşmalar sonucunda ko-
leksiyonlar bilimsel olarak
sõnõflandõrõlmõş ve katalog
çalõşmalarõ başlatõlmõştõr.
Osman Hamdi Bey’in Türk
arkeolojisi ve müzeciliğine yaptõğõ en büyük
katkõlardan biri de, kuşkusuz hazõrlamõş olduğu
Asar-i Atika Nizamnamesi’dir.
Osman Hamdi Bey, müze mü-
dürlüğüne atandõğõ ilk yõllardan
itibaren, tarihi eserlerin ko-
runmasõ için çalõşmalar baş-
latmõş ve 1874’te Dethier ta-
rafõndan çõkartõlan ve yetersiz
kalan Asar-i Atika Nizamna-
mesi’nin 1882’de yürürlükten
kaldõrõlmasõnõ sağlamõş ve
1884’te 1973 yõlõna kadar
kullanõlacak olan yeni Asar-
i Atika Nizamnamesi’ni yü-
rürlüğe koymuştur. Osman
Hamdi Bey tarafõndan hazõr-
lanan bu nizamnameye gö-
re Osmanlõ topraklarõ için-
de bulunan tüm eski eser-
ler devlete aittir ve yurt-
dõşõna çõkartõlmasõ yasak-
tõr. Bu nizamnamenin es-
ki eserlerin korunmasõ
adõna atõlan önemli bir adõm olmasõ ve uzun yõl-
lar kullanõlmasõ nedeniyle Türk müzeciliğin-
de özel bir yeri ve önemi vardõr.
Saraydan aldõğõ destekle günün koşullarõna
uygun bir müze binasõnõ, dönemin önemli mi-
marlarõndan Alexandre Vallaury’ye yaptõr-
mõştõr. Bu müze Lahitler Müzesi adõyla 13 Ha-
ziran 1891’de ziyarete açõldõ. Ancak Osman
Hamdi Bey, bu binanõn da ileriye yönelik ye-
terli olmayacağõnõ düşünerek, binaya yeni
ilaveler yaptõrarak, görkemli bir müze binasõ
yarattõ. Bu yapõ 19. yüzyõlõn sonlarõnda dün-
yada müze binasõ olarak tasarlanõp yapõlan sa-
yõlõ müzeler arasõnda yer alõr.
Osman Hamdi Bey, Türk müzeciliğinin ge-
lişmesine büyük önem vermiş, küçük ve depo
niteliğindeki bir koleksiyondan anõtsal bir
müze yaratmõş, müzeciliğimizi dünya müze-
leri arasõna taşõmõştõr. Müzelerin birer kültür,
eğitim ve araştõrma merkezleri olduğunu dü-
şünüp müze içinde büyük bir kütüphane kur-
muş ve geliştirmiştir. Müzede bilimsel çalõş-
malarõ desteklemiştir. Günümüzden yüzyõl
önce bu anlayõş çerçevesinde kurulan arkeo-
loji müzesi bu özelliklerini onun kurduğu il-
keler çerçevesinde sürdürmektedir.
Osman Hamdi Bey, Türk müzeciliğinin ge-
lişmesine büyük önem vermiş, küçük ve depo
niteliğindeki bir koleksiyondan anõtsal bir
müze yaratmõş, müzede bilimsel çalõşmalarõ
desteklemiştir.
BİTTİ
ÖL ÜM ÜNÜN 100. YILDÖNÜMÜNDE MÜZECİ, ARKEOLOG VE RESSAM OSMAN HAMDİ BEY (3)
Müzecilikte yepyeni bir çığır...
Bugün dünyanın en önemli müzeleri
arasında yer alan İstanbul Arkeolo-
ji Müzeleri’nin kuruluşu ve gelişimi-
ni Osman Hamdi Bey’e borçluyuz.
Osman Hamdi Bey, Türk müzeciliğinin gelişmesine büyük önem
vermiş, küçük ve depo niteliğindeki bir koleksiyondan anõtsal bir müze
yaratmõş, müzede bilimsel çalõşmalarõ desteklemiştir.
Zeynep Oral ödülünü aldı
ADANA (Cumhuriyet Bürosu) - Adana
Kültür ve Sanat Derneği’nce (AKSD) bu yõl
yedincisi gerçekleştirilen Puduhepa Kültür
Günleri kapsamõnda verilen Puduhepa Bilim,
Sanat ve Başarõ Ödülleri sahipleriyle buluştu.
Gazetemiz yazarõ Zeynep Oral, Eski Çukurova
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Can
Özşahinoğlu, oyuncu Mehmet Aslantuğ, tiyatro
sanatçõsõ İsmail Timuçin ve turizmci Nesrin
Göçhan ödüllerini aldõ. Oral, “Bu ödülü Türkan
Saylan da almõştõ. Puduhepa bize õşõk tutmalõ.
Artõk karanlõğõ değil aydõnlõğõ seçelim” dedi.
İSTANBUL (AA) - Foto muhabiri Ara Güler’in
önceki gün İstanbul’da yaşamõnõ yitiren eşi Suna
Güler (76) toprağa verildi. Yaklaşõk 2 yõldõr lenf
kanseriyle mücadele eden Suna Güler’in cenazesi,
dün öğle vakti Teşvikiye Camisi’nde kõlõnan
namazõn ardõndan Feriköy Mezarlõğõ’ndaki aile
kabristanõna defnedildi. Ara Güler’in taziyeleri
kabul ettiği cenaze törenine, kõzõ Ayşegül Güvenç
ve yakõnlarõnõn yanõ sõra Türkiye Gazeteciler
Cemiyeti Başkanõ Orhan Erinç, gazeteciler
Atilla Dorsay, Mehmet Barlas, Yalçın Bayer,
Koç Holding Şeref Başkanõ Rahmi Koç, yazar
Yaşar Kemal, tiyatro sanatçõlarõ Yılmaz
Erdoğan, Gülriz Sururi ile Süleyman Gündüz,
Tahsin Aydoğmuş ve Coşkun Aral da katõldõ.
Cenaze töreninde Yaşar Kemal, Suna Güler’in
çok iyi bir insan olduğunu ve ailesini yakõndan
tanõdõğõnõ ifade etti. Tiyatro sanatçõsõ Yõlmaz
Erdoğan da Ara Güler’in tarihin gerçek
kahramanlarõndan biri olduğunu belirterek o
kahramanõn oluşumunda Suna Güler’in bir
numaralõ kişi olduğunu söyledi.
A R A G Ü L E R ’ İ N E Ş İ
Suna Güler
toprağa verildi