Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 8 MAYIS 2009 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Yelpazede Bir Adam
ADAMLAR vardır, adlarını tarihin temiz sayfa-
larına yazdırmış olmakla yetinmezler, başkaları-
nın bozduğu sayfaları düzeltip yeniden yazmayı
göze almadan da duramazlar.
Hüsamettin Cindoruk onlardan biri.
Merkez sağdaki aksamalar, bozulmalar, sap-
malar, şaşkınlıklar karşısında seyirci kalmaya
daha fazla katlanamadı ve bunları düzeltmek için
Demokrat Parti’nin büyük kongresinde genel
başkanlığa adaylığını koydu.
Keşke daha önce atsaydı bu adımı.
Cumhuriyet tarihi boyunca Kemalist sistemin
doğru işlemesi, eleştirilmesi, uyarılıp yanlışların
düzeltilmesi amacıyla girişilen çabalar, ne yazık
ki, hep cumhuriyeti içlerine sindiremeyenlerin tep-
kileriyle karşılaşmıştır.
Bunda başlıca iki etkenin rol oynadığı görülür.
Birincisi şu: Yalnız geniş halk yığınları değil, kur-
tuluşta payı olanlar bile Kemalizmin özünde ya-
tan “özgürleştirme” kavramını tam sezemediler.
Yeni rejimin ve hemen arkasından gelen devrim-
lerin otoriterlik görüntüsüne karşın aslında insanları
serbestçe düşündürmeye, hurafelerden arındırıp
çağdaşça yaşatmaya yönelik olduğu ya iyice an-
latılamadı ya da anlaşılmak istenmedi.
İkincisi, kurtuluş için çalışanların bir bölümü, al-
tı yüz yıllık bir rejimin böylesine kesin biçimde so-
na erdirilmesine akıl erdirememiş, artık iktidar so-
rununun bu yeni çerçeveyi benimseyerek çözül-
mesi gerektiğini anlamadan ve kendilerine bu çer-
çeveyi sunan cumhuriyetin anlamını sezeme-
den onun kurucusuna karşı olumsuz bir tutum içi-
ne girivermişlerdir.
1924-25 Terakkiperver Cumhuriyet ve 1930 Ser-
best Cumhuriyet “fırka”larıyla başlatılan girişim-
lerin başarısızlığı bu nedenlerden kaynaklanır.
1946 sonrasının Demokrat Partisi’ni kuranlar,
devrimlerin partisi olan CHP’nin içinden geldik-
leri için bu hataya düşmeyebilirlerdi. Ancak, al-
dıkları oyların ağırlığıyla belirgin bir “milli irade” baş
döndürücülüğüne sürüklenince özgürleştirici atı-
lımlar ile demokratikleşme arasındaki bağlantıdan
yoksun değişik bir otoriterlik eğilimine kapıldılar.
Ama, Cumhuriyetçi Cindoruk’un hukukçu vicda-
nı, onları 27 Mayıs Mahkemeleri önünde savun-
masız bırakmadı.
Bir cumhuriyet rejiminin sağ kanadı, kalkınma
felsefesinde, ekonomide, sosyal sorunlarda is-
ter istemez dengeleri kollayan temkinli bir mu-
hafazakârlığın bayrağını taşıyacaktır. Kim ne der-
se desin, Cindoruk’un DP’ye başkanlık etme ni-
yeti, içlerindeki boşluğun yanlış dolduruluşundan
endişe duyan merkez sağdaki yüreklere su serp-
miş olmalıdır.
Siyasal yelpazede cumhuriyetin özüne kastet-
meyen böyle bir sağ kanadın bulunması, sosyal
diyalektiğin erdemine inanan sol kanadı ancak
memnun eder.
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Elinizdeki
Bu Gazete...
Her gazete bir zaman ve mekânda kurulur...
Cumhuriyet 20’nci Yüzyılın ilk çeyreğinde ku-
ruldu...
Şimdi 21’inci Yüzyılın ilk çeyreğini yaşıyo-
ruz...
Ancak, gazete olarak, geçmişimizi anımsadı-
ğımız ve geleceğimizi düşündüğümüz zaman hem
özelliğimizi hem de kimliğimizi saptamak olana-
ğını bulabiliriz...
Cumhuriyeti -Atatürk’ün isteğiyle- kuran Yu-
nus Nadi kimdir?..
Bir anı:
1920’de işgal polisi İstanbul’a egemendir.
Türk subayları yolda gördükleri işgal subayları-
na selam vermek zorundadırlar...
İşte böyle bir zamanda ve mekânda bir gün iş-
gal polisi Yunus Nadi’nin evini basar...
Yunus Nadi bir sandığa saklanır, eşi Nazime
Nadi sandığın üstüne oturur...
Evi basan polis ortalığı denetlerken Nazime Na-
di yerinden kımıldamaz...
İşgal polisi gittikten sonra Nazime Hanım otur-
duğu yerden kalkar, sandığın kapağını açar...
Yunus Nadi, Nazime Hanım’ı ve çocuklarını İs-
tanbul’da bırakarak Ankara’ya kaçar; o günler-
de sonu belirsiz bir macera sayılan Kemalist di-
renişe katılır...
Peki, bu anı bize neyi anlatıyor?..
Cumhuriyet gazetesinin tarihçesinde Ulusal Kur-
tuluş Savaşı direnişiyle Kemalist devrimin harcı
karılmıştır...
Bugün Cumhuriyet gazetesinde çalışanlar
hangi tarihte ve hangi mekânda çalıştıklarını
çok iyi biliyorlar...
Bilmek yetmez...
Bilginin bilincini hem beyinlerinde, hem yü-
reklerinde taşıyorlar...
Yunus Nadi Cumhuriyet gazetesini kurdu...
Nadir Nadi bu kuruluşu binbir zahmet ve di-
rençle kurumlaştırdı...
Bugünkü Cumhuriyet çalışanları bu tarihin mi-
rasını üstlenmişlerdir...
Cumhuriyet yalnız Türkiye’de değil, dünya öl-
çeğinde, bir eşi daha bulunamayacak bir tarih-
çeye sahiptir...
Bizim yüzümüz bu tarihçede mayalanmış bir ge-
leceğe dönük...
Okuruyla, yazarıyla, çalışanıyla kurumlaşan
Cumhuriyet, kendi varlığının Atatürk Cumhuri-
yetiyle özdeş olduğunu çok iyi biliyor...
Atatürk Cumhuriyeti bittiği gün Cumhuriyet de
biter...
Ve ne yazık ki 20’nci Yüzyılın ilk çeyreğinde ku-
rulan gazetemiz, 21’inci Yüzyılın ilk çeyreğinde
bu tehlikeyle karşı karşıya...
Ancak biz, bugünkü koşullar ne olursa olsun,
Atatürk Cumhuriyeti’nin yaşama gücünü koru-
duğuna ve varoluşunu savunduğuna inanıyoruz...
İşte bu inancın heyecanıyla 85’inci yılımızı
kutluyoruz...
Okurlarımızla birlikte geleceğe Atatürk’ün laik
Cumhuriyetinde yürümek istencimiz tamdır...
85’inci yılımız hepimize kutlu olsun...
H
ukuk devleti, devletin veya
kamu görevlilerinin yapa-
caklarõ haksõzlõklara / yasa-
dõşõlõklara karşõ yurttaşõ ko-
rumak üzere geliştirilmiş
bir toplumsal barõş ve güven projesidir.
Devlet gücünü elinde tutanlarõn, bu gücü
kötüye kullanma eğiliminde olduklarõ ta-
rihsel gerçeğine uygun olarak geliştirilen
kuvvetler ayrõlõğõ ilkesiyle, yargõ kuru-
muna yürütme ve yasama işlemlerini de-
netim görevi ve yetkisi tanõnmõş, kamu gü-
cünün kötüye kullanõlmasõnõn önlenme-
si amaçlanmõştõr.
Ancak hukuk devleti kavramı, salt
yargı organı ve yargıçları bulunan bir
devlet anlayışına indirgenemez. Bir hu-
kuk devletinde, öncelikle devlet adõna yet-
ki kullanan kamu görevlilerinin “huku-
ka” uygun davranmalarõ, her türlü devlet
iş ve işleminin, hukukun öncelikli ve üs-
tün sayõldõğõ bir anlayõşla ele alõnarak yü-
rütülmesi doğal bir süreç olarak görülür.
Yurttaşlarõn, devletin / kamu uygula-
malarõnõn hukuka uygun olmadõğõndan
kuşku duymalarõ halinde ise yargõ dene-
timine başvurma haklarõnõn olduğu, böy-
le bir olanağõ her zaman kullanabilecek-
leri bir ortamõ hazõrlamanõn da yine dev-
letin görevi olduğu bilinir. Kõsaca, bir hu-
kuk devletinde hukuk, sorun yargõnõn
önüne gelmeden önce varlõğõnõ gösterir ve
yurttaşlar, hukuksal güven içerisinde ol-
duklarõ duygusunu her aşamada yaşarlar.
Hukukun üstünlüğü
Oysa ülkemizde, devlete ait iş ve iş-
lemlerin hukuka uygun yürütülmesi ye-
rine, haksızlığa uğrayan kişinin hak
arama olanaklarına sahip olması ve bu
hakkı kullanabilmesi olarak algılanan
bir hukuk devleti anlayışı yerleşmiştir.
Bu anlayõş, devleti kutsallaştõran ve hu-
kukun üstünde gören bir düşüncenin ürü-
nüdür. Bu nedenle, kendisini devletle
özdeşleştiren kimi kamu görevlileri ken-
dilerini hukukun üstünde ve dõşõnda gör-
mekten çekinmezler.
Uygulamalarõ da bu yönde olur. Böyle
eksik ve eskimiş bir hukuk anlayõşõnõn, hu-
kukun üstünlüğü ile bağdaşmadõğõnõ söy-
lemek bile gerekmez.
Hukuk devleti ile ilgili olarak ikinci bir
yanlõş kavrayõş daha bulunmaktadõr. Sa-
nılıyor ki, bir işlemi savcı veya yargıç
gerçekleştiriyorsa o işlem hukuka uy-
gundur ve bu anlamda dokunulmazdır.
Oysa hukuku asõl yozlaştõran bu anlayõş-
tõr. Hukuk kavramõ hukukçu ile ilintili ol-
sa da her yargõ işleminin hukuka uygun ol-
duğu kabul edilemez. Bu, bizatihi huku-
kun kendisine ve asõl amaç olan adalet
kavramõna aykõrõ düşen bir yaklaşõmdõr.
Hesaplaşma
Hukuku içselleştirememiş bir hukuk-
çunun yargõç, savcõ ve avukat sõfatõ taşõ-
masõ, yaptõğõ işlemleri hukuka uygun ha-
le getirmez. Hukuka uygunluk, işlemi
yapanın kimliğinden bağımsız bir kav-
ramdır. Yargõç, savcõ ve avukatlarõn
yanlõş karar verme olasõlõğõ her zaman var-
dõr. Önemli olan, yargõlamanõn diyalek-
tiği içinde üretilecek son kararõn “adil” bir
karar olmasõdõr.
Ayrõca, yargõlama sürecinin kendisinin
de haksõzlõk ve hukuksuzluk üretmeme-
si, yargõlama adaletine uyulmasõ gerekir.
Bu nedenledir ki, haksõz yere bir kişinin
hapse girmesindense, bin suçlunun “dı-
şarıda” olmasõ yeğ tutulur.
Oysa hukukun gündemden düşmediği
şu günlerde, kimi savcõ ve yargõçlar “hu-
kuka” aykõrõ kararlara imza atmaktan çe-
kinmiyorlar. Hukuku toplumsallõğõn üre-
tildiği, barõş ve uygar ilişkiler ortamõ ol-
maktan çõkartarak, hesaplaşma arenasõna
çevirdikleri izlenimi veriyorlar. Ortaya çõ-
kan toz duman içerisinde, hukukun kime
hizmet ettiği bilinmiyor, giderek meşru-
luk temeli kayboluyor ve doğal olarak ka-
musal niteliğini yitiriyor.
Örneğin, tüm yurttaşlarõn dinlenmesine
ilişkin bir kararõn altõna bir yargõç sonu-
cunu düşünmeden imza koyabiliyor;
özensizlik o noktaya varõyor ki, kendi mes-
lektaşlarõ için, hatta kendisi için dinleme
kararõ verdiğinin farkõnda olmayabili-
yor.
İnsanlar, temel hak ve özgürlüklerinden
yõllarõ aşan süreyle yoksun bõrakõlabiliyor.
En doğal demokratik haklarõn kullanõlmasõ
sanki suç imişçesine, yargõ eliyle korku ya-
ratõlabiliyor. Hukukun, özgürlük ve barõş
sağlama işlevi tersine dönerek, toplumsal
huzur yok edilebiliyor.
Yargı siyasallaşırsa
Yukarõda örnekleri sayõlan ve benzer-
leri fazlasõyla yaşanan işlemleri “hu-
kuk” olarak kabul etmek ve bunlarõ ya-
şatanlarõ “hukukçu” olarak tanõmlamak
elbette mümkün değil. Bütün bu olup bi-
tenler hukuk değilse, ne yapõlmak isten-
diğini sorgulamak gerekmez mi? Böyle bir
sorgulama bizi ister istemez, yargõnõn
siyasallaştõrõldõğõ sonucuna götürecektir.
Hukuku üstün ve yararlõ kõlan onun top-
lumsal işlevidir. Bu işlev, barõş ve adale-
ti gerçekleştirmek, korkusuz, eşitlikçi bir
toplum yaratmak amacõna yöneliktir. Bu
amacõn pratik sonuçlarõnõn toplumca gö-
rülüp yaşanmasõ gerekir. Hukukun işlev
ve sonuçlarõ ise mahkeme kararlarõnda
kendisini gösterir.
Hukuksal gerçekçilik bakõmõndan hu-
kukun işlevini son tahlilde mahkeme/yar-
gõç yerine getirir. Yargõ siyasallaşõrsa bu
işlev yerine gelmez. Bu nedenle, yargı-
cın önüne gelen olaylarda kamusal
vicdanı tatmin eden bir karar verme-
si, onun kaçınamayacağı, zorunlu bir
görevidir. Bunun doğal sonucu olarak,
yargõç kararõ keyfilik kaldõrmaz, belirsizlik
içeremez, kuşku uyandõramaz ve soyut /
gerekçesiz olamaz. Yargõçlara yüklenen
bu sorumluluk, aynõ zamanda hesap ve-
rilebilirlik anlamõndadõr. Çünkü yargõç hu-
kukun üstünde değildir. Hukuk, yargõca
karşõ da işletilebilir.
Yargõç kararlarõnõn hukuka aykõrõlõ-
ğõyla ilgili soruna yargõ organõ kendi ya-
põsallõğõ içinde çözüm üretmek ve huku-
ka aykõrõ davrananlarõ sistem dõşõna atmak
zorundadõr. Böyle bir cesareti bulamayan
yargõ organõ, varlõğõnõ yadsõmõş olur. Bu
nedenle yüksek yargõ yerleri ve Hâkim-
ler ve Savcõlar Yüksek Kurulu kendili-
ğinden harekete geçmelidir. Kimse bizim
yetkimiz yok, görevimiz değil diyerek so-
rumluluktan kaçamaz. Yargõlamanõn te-
mel unsuru olan avukatlar ve barolar da
“yargı bağımsızdır(!), yargılamanın
işine karışılamaz” diyemezler. Halkõn hu-
kuk temsilcileri olarak hukuksuzluğa
anayasal bir görev olarak müdahale et-
melidirler. Çünkü artõk apaçõk görülüyor
ki “bir toplumda bir kişiye yapılmış
haksızlık, o toplumun tümüne yönel-
tilmiş tehdit demektir”.
YargõçSorumluluğu:HukukuKorumak
Av. Başar YALTI İstanbul Barosu
Yargõç kararlarõnõn hukuka aykõrõlõğõyla ilgili soruna yargõ organõ
kendi yapõsallõğõ içinde çözüm üretmek ve hukuka aykõrõ
davrananlarõ sistem dõşõna atmak zorundadõr. Böyle bir cesareti
bulamayan yargõ organõ, varlõğõnõ yadsõmõş olur. Bu nedenle yüksek
yargõ yerleri ve Hâkimler ve Savcõlar Yüksek Kurulu kendiliğinden
harekete geçmelidir.
‘Yerle Bir Edilen Milli Eğitim’
A
ltõ yõlõ aşkõn bir süre görevde
kaldõktan sonra yerini ilk ka-
dõn Milli Eğitim Bakanõ Sayõn
Nimet Çubukçu’ya bõrakan Hüseyin
Çelik, 4 Mayõs 2009 tarihinde yapõlan
devir teslim töreninde yaptõğõ konuş-
mada:
“Yapısal reform olarak yapılma-
sı gereken ne varsa yapıldı. Tepki çe-
keceğini bile bile kimseden kork-
madan reformlar yapıldı ve Ba-
kanlık otomatik pilota bağlandı.
Bakan arkadaşıma yol haritası bı-
rakıldı. Bazıları ‘Bakan değişti’ diye
boşa seviniyor. İktidar değişmedi,
Bakan değişti” dedi.
O sõrada Bakanlõk Personel Genel
Müdürlüğü, Hizmet İçi Eğitim Daire
Başkanlõğõ’nda Şube Müdürü olarak
çalõşan Mustafa Yakutcan ayağa
kalkarak:
“Sizi, eğitimi, adaleti, liyakati, is-
tişareyi ihmal eden bakan olarak ha-
tırlayacağız” dedi. (5 Mayõs 2009 Ga-
zeteler)
Eski Milli Eğitim Bakanõ’nõn devir
teslim sõrasõndaki sözleri, görevi dev-
ralan arkadaşõna hakaretin yanõnda, hu-
kuk tanõmadan yapõlan partizanca
kadrolaşmanõn itirafõ olan sözler. Eğer
bu talihsiz sözleri söylemeseydi belki
bu yazõyõ yazmazdõk. Ama söz konu-
su olan insanõ biçimlendiren eğitim. Ül-
kenin, çocuklarõmõzõn geleceği. Ne-
reden nereye geldik, getirildik?
Cumhuriyet tarihi boyunca Türk
eğitim sistemi bu denli bozulmadõ; öğ-
retim birliği Hüseyin Çelik dönemin-
deki kadar çiğnenmedi.
Eğitimde dinselleştirme ve özelleş-
tirme politikalarõnõ uygulamak için
Milli Eğitim Temel Kanunu, Milli
Eğitim Örgütlenme Yasasõ, yönetme-
likler, ders programlarõ, ders kitapla-
rõ birçok kez değiştirildi.
Sayõn Hüseyin Çelik görevden ay-
rõlõrken bile yangõndan mal kaçõrõr
gibi 76. maddeye göre 350 kişiden faz-
la yöneticiyi atadõ ve gitti.
Bakanlõkta göreve ilk geldiği gün-
lerde Zaman gazetesi muhabiri Sayõn
Tuncer Çetinkaya H. Çelik’e soruyor:
Eğitimde köklü reformlar diyorsu-
nuz, nedir bunlar? Bakan’õn yanõtõ:
“Devletin özel okullardan hizmet
satın alması dediğimiz zaman kök-
lü bir reformdur. Atamalarda me-
sela merkeziyetçi yapıyı yerle bir
edeceğim. 81 il müdürünü tayin
edeceğim, gerisini mahalline bıra-
kacağım.” (26.03.2003)
Evet, eğitim sistemi Hüseyin Çelik
döneminde yerle bir edildi. Yalnõz il
milli eğitim müdürleri değil, hemen bü-
tün birimlerdeki yöneticiler değişti. Öğ-
retmenlerin yarõsõnõn kadõn olmasõna
karşõn üst düzey kadõn yönetici nere-
deyse bõrakõlmadõ. Talim Terbiye Ku-
rulu, Eğitim Teknolojileri Genel Mü-
dürlüğü gibi birimler kadrolaşma yü-
zünden tanõnmaz duruma geldi.
Bu dönemde ilk kez okullar satõl-
maya başlandõ; okul-aile birlikleri pa-
ra toplayan kuruluşlar olarak işlev
gördü. İş güvencesinden yoksun söz-
leşmeli öğretmenlik uygulamasõna
başlandõ. On binlerce atanmayõ bek-
leyen öğretmen adaylarõ dururken ka-
rõn tokluğuna ücretli öğretmenler ça-
lõştõrõldõ. Sõnav kazananlar dururken
mülakatla yöneticiler atandõ. Yapõlan
olumsuzluklar saymakla bitmez.
Bir ülkede ekonomik çarpõklõklar za-
manla giderilir, ama eğitimde, kültür-
de yapõlan yanlõşlõklarõn bedelini yõl-
larca çocuklar, gençler daha açõğõ ül-
ke öder.
Hüseyin Çelik yukarõda adõnõ ver-
diğimiz söyleşide gazetecinin “Türk
Milli Eğitimi’nin en büyük proble-
mi nedir?” sorusuna da şu yanõtõ ve-
riyor:
“Öğrenci sayısının çok kabarık ol-
ması, dersliklerin yeterli olmaması,
hoca başına düşen öğrenci sayısının
çok olması.”
Altõ yõlõ aşan bir süre görevde kal-
dõktan sonra sözünü ettiği bu sorunda
bir değişiklik var mõ? Kalabalõk sõ-
nõflar, ikili öğretim, birleştirilmiş sõ-
nõflar gibi sorunlar sürüp gitmiyor
mu? Bu sorunlarõn yanõnda başta eği-
timde okullaşma oranõ ve nitelik olmak
üzere birçok yeni sorun eklenmedi mi?
AKP iktidarõ değişmedikçe Milli
Eğitim politikalarõnõn değişeceğine
inanmõyoruz. Her şeye karşõn yeni Ba-
kan’a bu onurlu görevde başarõlar di-
liyoruz. Kendisi ya eski Bakan Hü-
seyin Çelik’in gösterdiği yol harita-
sõ üzerinden varolan kadroyla sadece
“otomatik bir pilot” olarak görev ya-
pacak, sorunlarõ ağõrlaştõracak ya da
öğretmenlere, onlarõn örgütlerine,
uzmanlara kulak vererek birikmiş
sorunlarõ, hukuktan, öğretim birli-
ğinden uzaklaşmadan çözmeye çalõ-
şacak, göreceğiz.
Mustafa GAZALCI