Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
GÖRÜŞ
SADIK ÇELİK
Yoğurt Sütten Çıkmış Ak
Kaşık Olmasın İsteniyor...
Son günlerde Tarım Bakanlığı’nın yoğurt üretimi ile
ilgili mevzuatı değiştirdiği haberlerini okuyunca,
“önce ekmekler bozuldu, şimdi sıra yoğurtta” diye dü-
şündük. Yakında ne geleneksel Türk mutfağına ait
tatları, ne de temel besin maddelerimizi sofralarımızda
bildiğimiz, alıştığımız ve olması gereken özelliklerde
bulabileceğiz. Bu tartışmaya katılmazsak gönlü-
müz razı olmazdı. Yoğurdumuzun sütten çıktığı ak
hali ile kalabilmesi için biz de üzerimize düşen so-
rumluluğun gereğini yerine getireceğiz.
Günümüzde yoğurdun ilk kez kendileri tarafından
üretildiğini, birçok millet iddia etmekteyse de “yo-
ğurt”un öz Türkçe bir kelime olması, Orta Asya Türk-
leri tarafından bulunduğunu doğrulamaktadır. Türk-
lerin bulduğu ve en çok tükettiği temel besin mad-
delerimizden biri olan yoğurt üzerinde son günlerde
oynanan oyunları, döndürülen dolapları kör olmayan
gözler görüyor, sağır olmayan kulaklar duyuyor.
İstatistikler Türkiye’de üretilen sütün ortalama üç-
te birinin yoğurt olarak tüketildiğini gösteriyor ki bu
da yılda 2.4 milyon ton karşılığıdır. Bunun 600 bin to-
nu sanayi yoğurdudur ki parasal değeri bir milyar li-
ranın üzerindedir. Sanayi tipi üretimin henüz ulaşa-
madığı dört katı büyüklükte bir pazar bulunmaktadır
ve bu da iştahları kabartmaktadır. Bu rakamlar sanı-
rım uluslararası tekeller için Türkiye’nin ne kadar önem-
li, cazip bir pazar olduğunu ortaya koymaktadır. Pa-
zar bu kadar büyük olunca, doğal olarak yoğurt üze-
rinde bir süreden beri çirkin tezgâhlar çevrilmektedir.
Kaliteli, zengin aromalı süt olmadan kaliteli, sağ-
lıklı, lezzetli yoğurt üretmek mümkün değildir. Dola-
yısıyla bu sorunun esas kaynağı onlarca yıldan be-
ri tarımın ve hayvancılığın ihmal edilmesine, yok sa-
yılmasına dayanır. Siz süt endüstrisi kurumlarınızı, et-
balık kurumlarınızı kapatırsanız, özelleştirirseniz,
onların yerine uluslararası ve yerli işbirlikçi tekelleri
ikame ederseniz, üreticilerinizi de bunların yağma-
sına, insafına teslim etmiş olursunuz. Sonucunda da
sütün litresinin sudan daha ucuza (30-40 kuruşa) alı-
nıp satılmasını sağlarsanız. Siz hayvanlarınızı besle-
yecek tarım alanlarınızı ve meralarınızı çarpık yerle-
şime ve çarpık sanayileşmeye kurban ederseniz, üre-
ticinizi, hayvanlarını ucuz ve kalitesiz yemlerle bes-
lemek zorunda bırakırsanız, hayvanlarınıza yem ola-
rak yedirdiğiniz şeker pancarı küspesini, mısır sila-
cını ineklerinizin memelerinden süt yerine şekerli sı-
vı, mısır nişastası olarak sağarsanız.
Bunların daha beteri süte nişasta katarlar, jelatin
katarlar hatta bunlar da yetmez mum yapımında kul-
lanılan parafin katarlar, margarin katarlar, melamin
katarlar ve bunları da size süt, yoğurt olarak yedirir-
ler. Ondan sonra da Türkiye’de kanserin uğramadı-
ğı aile kalmaz. Siz devlet olarak, neden böyle yapı-
lıyor, neden böyle oldu diye acı acı düşüneceğinize,
o geçmişteki öğrencisiz okullar düşleyerek sorunla-
rı çözmek eğilimdeki milli eğitim bakanımız gibi, kal-
karsınız çözümü, yoğurdunuzu yoğurt yapan bileşim
oranlarını değiştirmekte bulursunuz.
Durum vahim ve acı. Tarımımız ve büyükbaş
hayvancılığımız kan ağlıyor. Manda yetiştiriciliği bit-
mek üzere, küçükbaş hayvancılığımız da sizlere ömür.
Burada tarladan kaşığa kadar tüm sürecin bütün ola-
rak gözden geçirilmesi gerekiyor. Yapılması gereken
yoğurt tekellerine ve yoğurt sahtekârlarına prim
vermek, daha çok kâr ettirmek için standartları dü-
şürmek değil, daha kaliteli, daha besleyici, daha sağ-
lıklı, hilesiz, faydalı bakterileri ölmemiş, proteini,
kuru maddesi daha yükseltilmiş yoğurt için düzen-
lemeler yapılmasıdır. Türkiye’nin kanayan bu yara-
sının iyileştirilmesi için, acilen ulusal tarım ve hay-
vancılık arama konferansları düzenlenerek ülke ger-
çeklerine uygun, hayvancılığı ve tarımı saplandığı ba-
taklıktan çıkaracak projelerin hayata geçirilmesidir.
Sorunun can alıcı kaynağı burasıdır.
Böylece kaderlerine terk edilmiş, özelleştirmeler so-
nucu çaresiz kalan, işsiz kalan üreticilerin vahşi neo-
liberal kapitalizmin insafından kurtulmaları sağlan-
malıdır. Bu yapılmadığı takdirde daha çok standart
değiştirmek zorunda kalırız ve yoğurdumuz da yo-
ğurt olmaktan çıkmış olur. Yapılması gereken, bu ka-
rarı protesto etmek ve herkesin yoğurdunu kendisi-
nin yapmasıdır. Hem kolay, hem sağlıklı, hem de da-
ha ekonomik olacaktır; ayrıca bu kararı almış ve al-
dırmış olanlara da anlamlı bir ders vermiş oluruz.
sadik.celik@keyveni.com
MERİÇ VELİDEDEOĞLU
TBMM’nin ilk dönemlerin-
deki meclislerin adları vardı.
Örneğin, 23 Nisan 1920 gü-
nü açılan ilk meclise “Milli Mü-
cadele Meclisi” denildi ve
uzun süre de böyle anıldı.
Bu Meclis’in ardından ge-
len, ikinci ve üçüncü mec-
lislere de “Devrim Meclisle-
ri” dendi. Çünkü “Cumhuri-
yet”in ilanı ve “Devrim Ya-
saları” bu meclislerce kabul
edilmişti.
Bu yolda yürünseydi -De-
mokrat Parti’nin büyük ço-
ğunlukta olduğu- 11. Dönem
Meclisi’ne de “Tahkikat Ko-
misyonu Meclisi” denebilir-
di sanırım.
Ama uzun süredir meclis-
ler “seçim” dönemlerine,
daha doğrusu “yasama dö-
nemleri”ne göre “sayı”larla
anılıyorlar.
Hıfzı Veldet Velidedeoğ-
lu, içlerinde yaşadığı -bir
bakıma büyüdüğü- Birinci,
İkinci, Üçüncü Meclis’lerin
ötekilerden ayrı bir yere sa-
hip olduklarını sık, sık vur-
gulardı.
Sayılandırmayla bu özel-
liklerinin unutulup, gelecek
kuşaklara yansıtılamayaca-
ğının tedirginliğini yaşayınca,
birinciye “İlk Meclis” adını
vermiş, öteki ikisinden de
“Devrim Meclisleri” diye söz
etmeyi sürdürmüştü.
Günümüzde ise, bu İlk
Meclis”in, “Gazi Meclis”
adıyla anılması için özen
gösteriliyor; özellikle AKP
milletvekillerince.
Oysa “İlk Meclis”, yalnız-
ca bir “savaş” meclisi değil-
di. Siyasal yaşamdaki kök-
lü bir değişimin, bir “dev-
rim”in de gerçekleştirildiği bir
“meclis”ti.
Bilindiği gibi, 1 Kasım
1922’de “padişahlık”tan “hi-
lafet”i ayırıp “saltanat”a son
veren bu “İlk Meclis”ti.
Peki, altı yüz yıllık “salta-
nat”ın dört yüz yıldan bu ya-
na “hilafet” ile sarmaş dolaş
olarak yaşadığı, yönetildiği
bu ülkede, şimdi, 1920’de
seçimle oluşmuş bu mecli-
sin “yapı”sı nasıldı?
Kimlerden oluşmuştu? Ör-
neğin, “din adamı” olan üye
yok muydu?
Vardı kuşkusuz. Ne ka-
dardı, dersiniz? Yüzde “on
bir” oranında...
Bu “oran” az mı, çok mu?
Az sonra buna değinilecek.
Şimdi bir başka soruya ya-
nıt arayalım.
Bu “din” adamları -imamlar,
müftüler ve ötekiler- bu ayır-
maya ve “saltanat”ın kaldırıl-
masına karşı çıkmadılar mı?
Çıktılar. Sıranın “hilafet”e ge-
leceğinden “kuşku” duyuyor-
lardı; dahası “din”e gelece-
ğinden “korkuyor”lardı.
Ne var ki -özellikle Atatürk
tarafından- yapılan doyuru-
cu açıklamalardan sonra,
karar oylandığında, yalnız
“bir” üye “Hayır!” dedi; o da
“din” adamı değildi.
Devrim böylece savaşla
“iç içe” ilk adımını atmıştı;
yürüyecekti. Ve yürüdü.
“Zamanlama”ya göre sıra
“hilafet”in kaldırılmasına gel-
diğinde, öneriyi Meclis’te
savunan Adalet Bakanı oldu.
“Halife gibi bir ‘heyula’nın,
başımızda olmasının ne ge-
reği var?” diyordu. Oysa
kendisi Müslüman dünya-
sında çok ünlenmiş, saygın
bir “din adamı”ydı. (*)
Bu kısa anımsatmadan
sonra günümüze, 2009’un
23. Meclisi’ne dönelim. 550
milletvekilinin yer aldığı Mec-
lis’te, “din adamı”, temel
eğitimi “dinsel” olan millet-
vekili sayısı yüzde “otuz”u
aşıyormuş.
Demek ki, 23. Meclis’in,
85 yıl önceki “İlk Meclis”
gibi dini “zayıf(!)” değil. Yüz-
de “otuz” nerde, yüzde “on
bir” nerde? Dolayısıyla gü-
nümüz Meclis’inin dini “bü-
tün”!
Bunu rahatlıkla söyleye-
biliriz. Ayrıca, köy imamlığı
görevinde bulunmuş Adalet
Bakanı M. Ali Şahin, “İlk
Meclis”teki meslektaşı Sey-
yit Bey’in söylediklerini ya-
ni “halifeliğin, halifenin an-
lamsızlaştığını” hiç söyler
mi?
“İmam”lık eğitimi almış
Başbakan, kendisini “Son
Osmanlı Padişahı Birinci
Recep Tayyip Erdoğan”
diye “onurlandıran” afişler
taşıyan kalabalıklara, “sal-
tanat”tan, “padişah”tan söz
edilmesinin artık “gülünç”
olduğunu, söyler mi hiç?
Böyle bir “olumsuz” ge-
lişmenin nedenlerini tartış-
mayı başka bir yazıya bıra-
karak, “23. Meclis”in “şan”ını
artıracak “ad”ın ne olabile-
ceğine geçelim.
Yüzde otuzu -kısaca-
imamlardan oluşan, “yürüt-
me”sinin başı “imam” olan
ve bakanları arasında
“imam”lar bulunan bu Mec-
lis, “İmamlar Meclisi” olarak
anılsa pek de yersiz olmaz
sanırım.
Böyle anılırsa tek üzün-
tüm, bu Meclis’te yer alan
CHP’li milletvekillere, özel-
likle her konuda yapılan din-
selleştirmeye büyük bir sa-
vaşımla karşı çıkmış ve çı-
kan, “bilim kadını” CHP mil-
letvekili “dava arkadaşı”ma
haksızlık edilmiş olmasıdır.
(*) TBMM Tutanak Dergisi,
Devre II, Cilt 7, S: 47.
23. Dönem Meclisi
Nasıl Anılacak
m.velidedeoglu@hotmail.com
KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr
ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@mynet.com
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com6 Mart
OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com
HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com
6 MART 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA
17
AKP
pankartları
Valilikten.
Valilik kararları
AKP’den!
İtiraf
Hikmet
Keskineğe:
“Recep’in
muhalefete ‘Yüreğin
yetiyorsa Mardin’e
gel’ demesi
iktidarında ülkeyi ne
hale getirdiğinin
itirafıdır!”
Sülale
Necati Cebe:
“Afganistan
için
Türkiye’den asker
isteyen ABD’ye
Recep’in oğulları ile
damatlarını verelim!”
Padişah
A. Tarık Emre:
“Bugün
‘padişah’
pankartı açanlar;
yarın avantaları
kesilirse ‘istemezük’
diyecek olanlardır!”
YağmurDeniz
İslam faşizminin teorik unsurları
CÜMLE âleme bir duyuru
yapmak istiyor Erbil Tuşalp
dostumuz. Erbil Tuşalp’i tanırsınız,
12 Eylül döneminin belgesel
kitaplarını yazmıştı; kartvizitinde
yazmaz ama faşizmin izini süren
araştırmacı gazetecidir.
Gelelim Erbil’in duyurusuna:
“Türkiye’de iktidarla basının
abuk ilişkilerini hâlâ anlamayanlara
duyurulur:
Lütfen tarihin penceresini açın
ve 1930’lu yılların Almanya’sının
hal-i pür melalini anımsayın.
Böylesi baskıların kökeninde
yürürlükteki rejimin niteliği
olduğunu göreceksiniz.
Adolf Hitler’in yönetimindeki
Nazi Almanya’sında finans
kapitalin en gerici, en şoven, en
emperyalist unsurlarının açık ve
terörist diktası işbaşındaydı.
Bugünün Türkiye’sinde ise finans
kapitalin desteğindeki İslam
sermayesi ve Arap ırkçılığıyla
birlikte hareket eden, Amerika ve
Avrupa Birliği güdümündeki gerici,
ümmetçi, satıcı, parçalayıcı tuhaf
bir iktidar anlayışı işbaşında. Bu
örtüşmeyi görün. İslam faşizminin
teorik unsurlarının ipuçlarını
yakalayın.”
Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in
günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar,
sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist
değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi
çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra
Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü
Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler;
benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
İSLAM âleminin son halife adayı ve
Ergenekon dalgalarının fahri savcısı Fatih
Sultan Recep’in mutlak yönetimi altındaki
memleketimizde demokrasinin her geçen gün
biraz daha geliştiğine tanık oluyor, bu vesileyle
Avrupa Birliği’nin demokrasi kriterlerini daha
çok yakalamanın dayanılmaz mutluluğunu
yaşıyoruz.
Nasıl derseniz, aynen şöyle:
Ergenekon dalgaları sayesinde!
Yine, nasıl derseniz?
Biliyorsunuz başyazarımız İlhan Selçuk,
sabaha karşı saat 03.30 sularında evi polisler
tarafından basılmak suretiyle 80 küsur yaşında
gözaltına alınmış ve polis merkezinde
sorgulanmıştı.
Yine biliyorsunuz Ankara temsilcimiz Mustafa
Balbay, sabahın erken saatlerinde evi polisler
tarafından basılmak suretiyle gözaltına alınmış
ve İstanbul’a getirilerek sorgulanmıştı.
Dün sabah yaşanan olaya bakıyoruz;
demokrasi açısından göz yaşartıcı gelişmeler
yaşandığını görüyoruz.
Mustafa Balbay’ın Ankara’daki evine sabahın
erken saatlerinde yine polisler geliyor. Ama
kapıya kadar gelen polisler bu kez içeri dalıp
evde arama yapmıyorlar.
Mustafa Balbay’ı ellerini kelepçeleyip
gözaltına da almıyorlar. Son derece nazik bir
şekilde Balbay hakkındaki “bir konuda ifadesine
başvurulmak üzere zorla götürülme” kararını
uyguluyorlar. Balbay’ın koluna giriyorlar ve polis
merkezine uğradıktan sonra Ergenekon
savcılarından Zekeriya Öz’ün huzuruna çıkmak
üzere hep birlikte İstanbul’a giden ilk uçağına
biniyorlar.
Ev basma yok.
Evin didik didik aranması yok.
Gazete bürosu basma yok.
Gazetede arama yok.
Gözaltı yok.
Kelepçe yok.
Polis merkezinde sorgu yok.
Sadece götürülme var.
Balbay uçaktan inince doğruca adliyeye
götürülecek ve savcının odasına girecek. Dinde
zorlama yoktur derler ya görüldüğü gibi sultanın
memleketindeki adalette de zorlama yok. Zorla
götürülme derseniz; o kadar götürülme, artık
kadı kızında bile olur!
Götürülme
SESSİZ SEDASIZ (!)
Yüksek Yerilim Hattı
erdincutku@yahoo.com
AKP eskiden holding medyasına sus payı
veriyordu, şimdi ağzının payını veriyor!
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Köy oyunlarõnõ
yöneten kimseye
verilen ad... Sõcak
bölgelerde yetişen
çok sert bir ağaç.
2/ Batõ Trakya
Türkleri arasõnda
yaygõn bir halk oyu-
nu. 3/ Yinelenen di-
ze. 4/ Herhangi bir
törende ya da gös-
teride yer alan ka-
labalõk... Gaziantep
yöresinde yetişen beyaz
bir üzüm cinsi. 5/ Anka-
ra’nõn Sincan ilçesinde ar-
keolojik bir vadi... Fas’õn
plaka imi... Hayvanlara
vurulan damga. 6/ Üze-
rinde yüzlerce iğneli kös-
tek bulunan uzun balõk ol-
tasõ. 7/ Eskiden Karagöz
oynatõlan kahvelere verilen
ad... Kabadayõ. 8/ Mes-
lek... Havayuvarõ içinde oluşan sõcaklõk değişmeleri, yel,
yõldõrõm, yağmur, dolu gibi olaylara verilen genel ad. 9/
Bir durumun anlaşõlmasõna yardõm eden şey... Eski Mõsõr’da
güneş tanrõsõ.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Bataklõk... İstem dõşõ yapõlan hareket. 2/ Kuşbaşõ doğ-
ranmõş kuzu eti ve yufkayla yapõlan bir tür kebap. 3/ Usan-
dõracak kadar sõk yinelenen söz. 4/ Biriyle ya da bir şey-
le eğlenme ve onu küçümseme... Bir takvim türü. 5/ Sa-
zõn en ince ses veren teli... Eski dilde su... Genişlik. 6/ Ge-
minin saatteki hõzõnõ anlamak için kullanõlan aygõt. 7/ Tro-
pikal Amerika’da yaşayan ve top gibi yusyuvarlak olabi-
len bir hayvan... Zeybek. 8/ Uğraş... Akanyõldõz. 9/ Büyük
Menderes Irmağõ deltasõnda, birçok kuş türünü barõndõran
bir göl... Arjantin’in plaka imi.
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
T A N Z İ F A T
E C E L İ K E N
N E K R O F İ L İ
V R A A F E L
İ R O N İ E M
R A F Y A R E N
A F O R O Z T A
T İ B E T A R İ
T İ N A T E L
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9