24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
13 EYLÜL 2007 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA DİZİ Akın Özdemir, eşiyle birlikte arabalarına binerken üç ayrı silahtan çıkan kurşunlarla öldürüldü SIRRI SÜREYYA ÖNDER 9 Ölüm emrini Eroğlu verdi A kın Özdemir, 1945 yılında Kütahya’nın Emet ilçesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Kütahya’da tamamladı. Lise yıllarında tiyatro, şiir ve sporla uğraştı. Yaz tatillerinde Kütahya Şeker Fabrikası’nda geçici işçi olarak çalıştı. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ne giren Özdemir, 1967 yılında oluşturduğu “Anadolu Grubu” ile öğrenci seçimlerine katıldı ve talebe cemiyeti başkanı seçildi. Akın Özdemir sorumluluğunun bilincini hiç yitirmedi. Bu nedenle de egemen güçlerle hep ters düştü. Karakol, mahkeme, cezaevleri ile o yıllarda tanıştı. Tarımsal öğretimin kutlamalarında, talebe cemiyeti başkanına söz vermek de kutlamaların bir geleneğiydi. Ama 10 Ocak 1968 yılında Ziraat Fakültesi’nde yapılan törende Akın Özdemir’e söz verilmedi. Akın direndi, sadece bir cümle söyleyeceğini belirterek kürsüye çıktı ve “İnsanı aç, toprağı aç, hayvanı aç olan bir ülkede kutlama yapılmaz, olsa olsa hesaplaşılır” diyerek kürsüden indi. O dönemin Tarım Bakanı dahil, tüm tarımdan sorumlular bu cümle üzerinde uzun süre tartıştı. Ziraat Fakültesi’ni bitirdi. Ankara’da göreve başladı. Memuriyetinin ilk aylarında, 1970 yılında, ziraat yüksek mühendisi olarak katıldığı ilk ZMO Genel Kurulu’nda; “Tarımdaki sömürüden, emekten, kır yoksulundan, emperyalizmden, faşizmden” bahsettiği için hemen ertesi günü Gümüşhane’ye tayin edildi. 12 Mart döneminde askerden döndüğün 19 Aralık 1978 tarihli Cumhuriyet gazetesi. ? Akın Özdemir 18 Aralık 1978 günü eşiyle arabalarına binmek üzereyken üç ayrı silahtan çıkan kurşunlarla öldürüldü. Yunus Uzun emniyette verdiği ifadelerde, cezaevinden bir gardiyanın yardımıyla çıktığını, Akın Özdemir’i vurduktan sonra da tekrar cezaevine girdiğini, Akın Özdemir’in öldürülmesi emrini MHP Adana Merkez İlçe Başkanı Adem Eroğlu’ndan aldığını ve cinayeti Mehmet Ateş ile birlikte işlediğini söyledi. Ancak Uzun, ifadesini mahkemede reddetti. “Faşizm kabadayılık olsun diye can almıyor. Sermayenin iktidarı bir günde kurulmadı ülkede. Ama sermaye iktidarına karşı yıllarca kimse ağzını açıp pek bir şey de söylemiyordu. Ama yaşadığımız son 810 yıl içerisinde ezilenler, sömürülenler bir şeylerin farkına varmaya başladı. Onun için de sermaye, komandolarını sokağa saldı. Emekten yana sendikacı mısın öleceksin, bir demokratik kitle örgütünün lideri misin öleceksin, köylüleri örgütlüyor musun öleceksin. Eh bizim de kendimize göre bir yerimiz var bu kavganın içinde. Ölüm bu yüzden gelecekse, hoş geldi sefa geldi.” Ve 18 Aralık 1978 günü ölüm geldi. Akın Özdemir ve eşi saat 18.00 19.00 sıralarında, arabalarına binmek üzereyken silahlı saldırıya uğradılar. Akın Özdemir, üç ayrı silahtan çıkan kurşunlarla öldürüldü. Olay yerinden hızla uzaklaşan saldırganlarla ilgili bir ipucu bulunamıyor, soruşturmada hiçbir gelişme kaydedilemiyordu. 1979 yılının mart ayında Adana Emniyet Müdürlüğü’ne Cevat Yurdakul atanınca şehirdeki güvenlik güçlerinin etkisi artmıştı. Nisan ayında şüphe üzerine yakalanan Osman Şirin’in yedi cinayetin faili olarak aranan sağ eylemci Yunus Uzun olduğu anlaşıldı. Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, Yunus Uzun’un çeşitli kişilerle işbirliği yaparak, aralarında Akın Özdemir’in de bulunduğu beş kişiyi öldürüp yedi kişiyi de yaraladığını belirlemişti. Ayrıca Yurdakul, Yunus Uzun’un üzerinden çıkan silahın da balistik incelemesi sonucu on bir kişinin öldürülmesi ve on beş kişinin de yaralanmasında kullanıldığının tespit edildiğini söylüyordu. Darbeyle beyazperdede hesaplaşıyor HİLAL KÖSE ‘Ö Yunus Uzun verdiği ifadelerde, Akın ÖzdeZDEMİR’İ ÖLDÜRME EMRİNİ MHP İLÇE BAŞKANINDAN ALDIİ’ de Mamak Dev Genç davasında yargılandı. 1971’de cezaevine girdi. 1972’de tahliye oldu. 1974 Aralık ayında sonuçlanan davada ceza alınca, 1 yıla yakın kaçak yaşadı. 1974 affından yararlanarak 1975 yılında Adana’da Kooperatifler Bölge Müdürlüğü’nde göreve başladı. 1976 yılında Ziraat Mühendisleri Odası Adana Bölge Şubesi’nin oluşumuna büyük katkı sağladı ve ilk genel kurulunda Oda Şube Başkanı seçildi. Ölümüne kadar da bu görevi sürdürdü. Kırsal alanda, kooperatiflerde örgütlenme çalışmalarına, ZMO’daki örgütlenme çalışmalarının eklenmesi ile birlikte bu kez Artvin’e tayin edildi. Ancak KöyKoop Adana Birliği onu bırakmadı ve KöyKoop Adana Birliği’ne genel müdür oldu. ‘Ö Ülkede faşist cinayetler giderek artıyordu. LÜM HOŞ GELDİ SEFA GELDİ’ Her gün bir ilerici, yurtsever, devrimci aydını, öğretmeni, öğrenciyi, mühendisi, bilim adamını hedef alıyorlardı. Akın da dostları tarafından bu cinayetlere karşı uyarılıyordu. 1978 yaz aylarında, bir arkadaşı ile yaptığı sohbette ise Akın Özdemir şöyle diyordu: mir’in öldürülmesi emrini MHP Adana Merkez İlçe Başkanı Adem Eroğlu’ndan aldığını ve cinayeti Mehmet Ateş ile birlikte işlediğini söyledi. Bunun üzerine Adem Eroğlu ve Mehmet Ateş kısa sürede yakalandı. Yunus Uzun emniyetteki bu anlatımlarını savcılık ve mahkeme önünde reddediyor, olay tarihinde Adana Cezaevi’nde tutuklu bulunduğunu belirtiyordu. Adana Cezaevi kayıtları incelendiğinde gerçekten de Yunus Uzun’un 28 Kasım 1978’de cezaevine girdiği ve 16 Ocak 1979 yılında tahliye edildiği anlaşıldı. Ancak Mine Özdemir ısrarla kocasını vuranlardan birinin Yunus Uzun olduğunu ileri sürüyordu. Yunus Uzun emniyetteki ifadesinde, cezaevinden bir gardiyanın yardımı ile çıktığını, Akın Özdemir’i vurduktan sonra da tekrar cezaevine girdiğini anlatmıştı. Ancak Uzun bu ifadesini baskı altında alındığı gerekçesiyle reddediyordu. Mehmet Ateş ise verdiği ifadede Özdemir’i öldürme emrini Adem Eroğlu’ndan aldığını, Uzun’un da gardiyan Mehmet Vural’ın yardımı ile cezaevinden kaçtığını ve cinayeti birlikte işlediklerini doğruluyordu. Yunus Uzun, Adem Eroğlu ve Mehmet Ateş’in yargılanmasında hiçbir sonuç alınamadı. 1987 yılında, Adana Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi, sanıkları Akın Özdemir’i öldürmekten suçsuz buldu, ancak başka cinayetler nedeniyle Yunus Uzun ve Muhsin Kahya’yı ölüm cezalarına çarptırdı. Adem Eroğlu ise tüm suçlardan beraat etti. Akın Özdemir’in eşi Mine Özdemir, demokrasinin oturması için cinayetlerin çözülmesi gerektiğini söyledi ‘Tetikçiler değil emir verenler bulunsun’ en Akın’la 1966 yılında tanıştım. Öğrenciliğimiz beraber geçti. Daha sonraki yıllarda hep ayrılığı yaşadık şartlar gereği. Önceleri ikimiz de devlet memuruyduk ama bir türlü aynı ilde görev vermediler bize. Ölümünden 5 ay önce nihayet ben de Adana’ya tayin olmuş, evi ve çocuklarımızı bir araya getirebilmiştik. Akın’sız geçen yıllarda tabii ki sıkıntılarımız oldu. Çocuklarım babasız büyüdü. Bu örnek insan, bu önder insan, bu güzel, yürekli, toplumcu insan babalarıydı ve onlar babalarının yüzünü bile hatırlayamıyordu. Akın, 18 Aralık 1978 günü işyerinin önünde, tekelci sermayenin uşağı faşist çetelerce, kahpece öldürüldü. Akşam 18.00 sularıydı. AdakoBirlik’te çalışıyordu, her zamanki gibi çok yoğundu. Ben de iş çıkışımda yanına uğramıştım. Çocukları yuvadan alıp eve gidecektik. Araba işyerinin önünde, Adana’nın en işlek caddelerinden birinde park edilmişti. Arabaya binmeye hazırlanırken refüjde birisinin beklediğini gördüm. Tedirgin oldum. Aynı hizada kaldırımda da iki kişi vardı ve başımı tekrar refüje çevirdiğimde o kişi silahını çıkarmış, ateş etmeye başlamıştı. O an Akın arabaya binmiş ve ön kapıyı açmak için uzanmıştı. Yani en hareketsiz ve korunmasız bir konumdaydı. Çapraz ateş açılmıştı. Kaçışlarını görmedim. Akın bana ‘Yere yat’ diye bağırınca, arabanın yanına çömelmiştim. B ‘CİDDİYE ALINMADIK’ A Adana Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi, sanıkları Akın Özdemir’i öldürmekten suçsuz buldu, ancak başka cinayetler nedeniyle Yunus Uzun ve Muhsin Kahya’yıölüm cezasına çarptırdı. ‘YURDAKUL BAĞLANTILARI BULDUM DEMİŞTİ’ enazesi isteğim doğrultusunda Mersin’e getirildi. Çünkü ölümünden bir gün önce aile ziyareti amacıyla Mersin’deydik ve Akın Mersin’de hep huzur bulduğunu söylemişti. Cenazeye on binler katıldı. Adana ve ilçeleri, Hatay ve ilçeleri, Mersin ve ilçeleri ile Çukurova dışından gelenlerle coşkulu ve tepkili bir kalabalıkla uğurlandı son yolculuğuna. KöyKoop 15 gün iş bıraktı. TMMOB, tüm mimar ve mühendisleri 1 günlük iş bırakma eylemine çağırdı. Bu arada ben devamlı emniyet müdürlüğüyle görüşüyor, tekrar tekrar fotoğraflara bakıyordum. Ama hiçbir gelişme olmadı. Adana Emniyet Müdürlüğü’ne Cevat Yurdakul’un atanmasıyla bir şeyler değişti. Eli kanlı tetikçiler yakalanmaya başladı. Beni bir gün yine teşhise Emniyet Müdürlüğü’ne çağırdılar. Ben Yunus Uzun’u teşhis ettim. Ancak bir süre sonra, Akın’ın öldürüldüğü tarihlerde Yunus Uzun’un cezaevinde olduğu resmi belgelerle ortaya çıkmıştı. Cevat Yurdakul ile ölümünden yaklaşık 34 gün önce yaptığımız görüşmede; “Bana bir hafta daha izin verin, tüm delilleri topladım, bağlantıları buldum demişti. Yunus Uzun’un cezaevinde iken gardiyan elbisesi giyip akşamları dışarı çıktığını, işini bitirdikten sonra geri döndüğünü, silahı MHP İlçe Başkanı’ndan aldığını ve olaydan sonra Adako Birlik binasının 50 metre ötesindeki MHP il binasına kaçtığını, Yunus Uzun’un cezaevi müdürünün odasındaki telefondan kendisini de arayıp tehdit ettiğini” anlatmıştı. Yurdakul’un öldürülmesinden sonra, Adana Emniyet Müdürlüğü’ndeki soruşturmayı yürüten komiserler il dı C ‘E Akın ön sağ koltuğa doğru yığılmışMNİYETTE SABAHLADIM’ şına gönderildi. Diğer 2 katil dosyaya hiç eklenmedi. Bu arada askeri savcı ile yaptığım görüşmede, savcı bana cezaevi krokisini göstererek; kaç kapısı, kaç görevlisi olduğunu, bir gardiyan ile anlaşan kişinin dışarıya çıkamayacağını, bu nedenlerle Yunus Uzun’un bizim davadan delil yetersizliği nedeniyle beraat edeceğini, ancak beni rahatlatacaksa 2 olayının çok kesin kanıtları olduğunu, 2 kez ölüm cezası alacağını anlatmıştı. Oysa o günlerde Abdi İpekçi’yi vuran M.Ali Ağca da cezaevinden elini kolunu sallayarak kaçmıştı. tı. Çıkarmaya çalıştım. Yardım istedim, sanki çok uzun zaman geçmiş ve kimse yaklaşmıyordu. Tuhaftı. İlk anda 67 yaşlarında bir çocuk ile oldukça yaşlı bir amca geldi yardıma. Derken “İnsanlık öldü mü” diyen 2 genç geldi yanıma. Bir araç durdurup Akın’ı o arabaya almaya çalışırken silah seslerini duyan işyerindeki arkadaşlarımız da inmişti. Hastaneye götürdüğümüzde, yolda ölmüş olduğunu söylediler. O gece sabaha kadar emniyet müdürlüğünden getirilen fotoğraflara baktım. Herhangi bir sakinleştirici içmedim.. gördüğüm o yüzleri unuturum korkusuyla. O gece sanki Adana, Mersin, Çukurova, tüm Türkiye ayağa kalkmıştı. Sabah tüm dostlarımız Adana’daydı. ‘D Dava dosyası görevli mahkemenin belirlenmesi için; URUŞMALAR BEŞ YIL SONRA BAŞLADI’ sivil mahkeme/askeri mahkeme/uyuşmazlık mahkemesi derken Ankara’daki MHP davası ile birleştirildi. Daha sonra tekrar Adana’daki MHP ve ülkücü kuruluşlar davası olarak ayrıldı. Sanıyorum 5 yıl aradan sonra duruşmalar başlamıştı. Ben mahkemede de Yunus Uzun’u teşhis ettim. Yunus Uzun mahkemede, ‘İfadem işkence altında alındı’ dedi. Duruşma sırasında bana göre davayı saptırmak amaçlı, planlı ve örgütlü bir şekilde pişmanlık yasasından faydalanmak isteyen itirafçılar ortaya çıktı. Öyle ki birbirlerine en ağır suçlamalarda bulunan sanıklar mahkeme giriş çıkışında, duruşmalarda birbirlerine el kol şakaları yapıyorlardı. Askeri savcının dediği gibi Yunus Uzun, Akın’ın davasından ceza almadı. Ancak 2 kez ölüm cezasına çarptırıldı. Dava Yargıtay aşamasındayken Yunus Uzun’un gönderildiği bir cezaevinde su ısıtırken elektrik çarpmasından öldüğünü gazete haberi olarak okudum. kın’ı öldürenler aslında bence Yunus Uzun’lar değil, ona bu görevi verip ortaya çıkmayanlardır. Emri birileri alıp tetiği çekecekti, bu kişinin Yunus veya Ahmet, Mehmet olması pek de önemli değildi. Mahkemeye katıldığım günlerde her biri pek çok cinayet işlemiş, birçok güzel insana kıymış bu yığını tek tek incelerdim. İnsan diyemediğim için yığın diyorum. Bunlar nasıl birer cani haline geldi, getirildiler diye. Hiçbirinin yüzünde en ufak bir utanma veya pişmanlık da göremedim. Bizim sıkıntımız emir verenlerin deşifre edilmemesi. Tetikçilerin cezalandırılması kimin içini rahatlatacak, adalet yerini buldu dedirtecek ki! Biz yıllarca “Bu devletin içinde ayrı devlet var, olaylar buradan yönetiliyor” dedik. Ciddiye alınmadık. Şimdi “Derin devlet, devlet içinde devlet” diyorlar. Susurluk bende umut yaratmıştı, ama soruşturmaların savsaklanması bu umudu bitirdi. Demokrasinin oturması için bu cinayetler çözülmeli. Öğrenciyken “Güzel günleri çocuklarımız görecek” umudunu taşırdık, şimdi torunlarımın görüp görmeyeceğinden emin değilim... Akın’ı kaybedeli nerdeyse 29 yıl oldu. 29 yıldır her 18 Aralık’ta, Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şubesi’nin öncülüğünde, genel merkezin büyük katkılarıyla ve bölgedeki hemen tüm sivil toplum örgütlerinin, arkadaşlarımızın, dostlarımızın, ailemizin katılımıyla anma toplantıları yapılıyor. Etkinliklerinde Akın’ın çalışmalarının bir yönü ele alınıyor. Tabii beni bu toplantılarda en mutlu eden şey, kır yoksullarının da toplantılara katılması ve Akın’ı fiziksel olarak hiç tanımayan genç bir neslin görev alması ve uzun uzun Akın’ı anlatabilmeleri. O zaman işte boşa ölmedi, bir Akın’ı öldürdüler ama arkadan yüzlerce Akın’lar yetişti diyebiliyorum. 2 Eylül askeri darbesini kasaba müzisyenlerinin hikâyeleriyle anlatan ve bu yılki 14. Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Film Ödülü’’nü kazanan Beynelmilel filminin yönetmeni Sırrı Süreyya Önder, yeni projeleriyle de 12 Eylül’ün yaşattıklarını yüzümüze vurmaya devam edecek. Önder, darbe ve korkulara ilişkin sorularımızı şöyle yanıtladı. 12 Eylül sizin için ne ifade ediyor? Benim hayatımda 12 yıl hapis, işkence, baskı zulüm demek. Aslında, kendi kişisel yolculuğum da bu anlamda önemsiz. 12 Eylül cuntası bu ülkenin yerine konulamaz zamanını, duygularını gasp etmiştir. Aileleriyle birlikte toplumun yarısını hırpalamış bir 12 Eylül’den bahsediyoruz. Bunlar, bireysel değil, kolektif yaşanan acılardı. Sınıfsal, dahil olduğum siyasal dünya görüşünün ve duruşunun cezalandırılmasıydı. 12 Eylül’den sonraki kuşağın, toplumsal duyarlılığının olmadığı yönündeki eleştirilere katılıyor musunuz? Benim bu kuşağa dair bir cümle kurmam çok aptalca olur. Ben onların ebeveynlerinden umudumu kesmişim. Bir genci, çocuğu bu durumdan nasıl sorumlu tutarsın? Yaygın iletişim kanallarında yer bulamıyorlar ama itirazı olan, dahi iyi bir dünya mümkün diyen en az bizim zamanımızdaki kadar genç olduğunu düşünüyorum. Belki de daha fazladır. 12 Eylül’de Kenan Evren Gazeteciler Cemiyeti’ni ziyaret ettiğinde başkan Burhan Felek, korkusundan eğildi Evren’in elini öptü. Korku öyle sefil bir şeydir ki 80 yaşındaki bir adamı yaşına başına, temsil ettiği kuruma baktırmadan eğip bir diktatörün elini öptürür. Bunun torununu bu olaydan sorumlu tutamazsınız. O resim, hatırladığımda bir idam resmi kadar canımı yakar hâlâ... Günümüzde 12 Eylül hukuksuzluğu daha çok konuşuluyor gibi.. Bu millete yasını tutturtmadılar. Yas, bizim folklorumuzda, diğer toplumlardan çok daha fazla bir yere sahiptir. Yas Sırrı Süreyya Önder tutmak bir anlamda acıyla hesaplaşmak demektir. Bunu bile yaptırmadılar. Ama bir gün insanlar bunların bu ülkeye ne kadar zaman kan, can, imkân ve gelecek kaybettirdiklerinin farkına vardıklarında, gerçekten, yaz bunu bir kenara, mezarlarından çıkarıp yargılayacaktır. O günleri göreceğiz. Kendilerini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi diye tanımlayan padişahlar bile darbeciler kadar korunaklı değildi. Dünyada darbecileriyle hesaplaşmayan ikiüç ülkeden biriyiz. Yeni projelerinizde de konu 12 Eylül mü? 12 Eylül’ün mülteci olmak zorunda kalan insanlar ve küçük çocuklar üzerindeki etkilerini, bir yoksulluk hikâyesi ile beraber anlatmaya çalışan Tarlabaşı ve Roma ekseninde gelişen bir filmin hazırlığındayız. Sonra da ülkeyi 12 Eylül’e getiren önemli dönemeçlerden biri olan Maraş katliamının filmini yapmayı düşünüyorum. Bu ülkeden 12 Eylül’ün tozu tamamen silinene kadar benim her filmimde bir şekilde 12 Eylül yer alacaktır. O dönemin sanatçılar üzerindeki etkilerinden söz edersek... Toplumu sanatçılar, mühendisler ne yaptı, bilim adamları ne yaptı diye ayıramazsınız. Onurunu önceleyen insanlar, insanlık onurunun en az ekmek, su, hava kadar vazgeçilmez bir şey olduğunu düşünen insanlar direndiler. Onursuz da yaşayabileceğini düşünenler sindiler ve çöp varlıklara dönüştüler. Ben kendi adıma buna direnen insanların içindeydim. Yenileceğimizi belki biliyorduk ama direnmeyenler zaten o anda yenilmişlerdi. Bunun için de sanatçıları genel bir başlık gibi değerlendiremezsiniz. Onun yerine insanlık onurunu gözeten ya da gözetmeyen insanlar olarak daha doğru olur. 1 7 GENÇ DARBEYİ YAZDILAR Kanlı 1 Mayıs’tan 12 Eylül’e Haber Merkezi Onlar darbeyle yaşıtlar, 12 Eylül’le. 1980’de henüz doğmamışlardı... 27 yıl önce henüz hayatta değillerdi ancak 12 Eylül askeri darbesinin sürekliliğini sağlayan psikolojik, kültürel, siyasal tüm alışkanlık ve kaideleri tüm keskinlikleriyle yaşadılar. Aradan geçen süreçte bir de baktılar ki 12 Eylül’ün asıl muhatapları ve mağdurları günümüzde 27 yaşında olan 12 Eylül gençliğiydi!.. Yaşları darbeyle yaşıt olan 7 genç oturdular, “12 Eylül’e Rağmen”i yazdılar. İsimleri Seçkin Kazak, Şafak Altan, Özgür Gültekin, Ayşe Çakır, Esra Kaya, Yonca Güneş Yücel ve Pınar Tuzcu’ydu... Esra Kaya makalelerden oluşan kitabı bize şu cümlelerle anlattı: “Aslında kitabımız tamamıyla 12 Eylül darbesini merkezine koymuş bir çalışma değil. Bizler; 1 Mayıs 1977’nin 30. yılında; ‘Kanlı 1 Mayıs’ alanına kan ve provokasyon yaklaşımının ötesinde bir algıyla bir mektup bıraktık. Temel derdimiz çeşitli temalar üzerinden ‘77 1 Mayıs’ını anlamaktı. Bu anlamda 12 Eylül’e giden süreçte 1 Mayıs 1977 alanını irdeleyip ancak 12 Eylül’ü de tamamlayıcı bir nosyon olarak önemsedik. Kitabın 12 Eylül’le bir arada anılmasına neden olan tarafı da yazarlarının yaşlarından ve yaşamlarından kaynaklanmakta. YARIN: BEDRİ KARAFAKIOĞLU CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear