02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 2 MAYIS 2007 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu katılımcı koşulunun yerine getirilmediği için iptal edildi GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Yüksek Mahkeme: 367 şart CHP LİDERİ BAYKAL Liberal Entelijansiyanın Yavaş İntiharı Bugün liberal (ufkunu piyasa ekonomisi, kimlik siyaseti ve parlamentarizmin oluşturması anlamında) entelijansiyanın yavaş intiharına şahit oluyoruz. Bu entelijansiya, demokrasiyi “düşünemediği” için, bizzat “demokrasiyi” ortadan kaldırmayı (halkın değil “Hakk’ın” egemenliğini) “arzulayan” siyasi akımlara alet oluyor. ‘5+5 kararı giderayak alınmaz’ ? Anayasa Mahkemesi’nin tarihi bir karar verdiğini söyleyen Baykal, en kısa zamanda erken seçim yapılması gerektiğini söyledi. Erdoğan’ın 5+5 formülüne yönelik açıklamalarını eleştiren Baykal, “Erdoğan giderayak cumhurbaşkanını halka seçtirmek istiyor” diye konuştu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Anayasa Mahkemesi’nin “tarihi” kararıyla “Türkiye’nin önünü açtığını, artık hiçbir partinin dayatmayla Türkiye’ye cumhurbaşkanı dikte etme şansı kalmadığını” söyledi. Baykal, derhal “en erken seçim” kararı alınması ve bunun arkasından 25 yaşla ilgili sorunun çözümü için adımlar atılması gerektiğini bildirdi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve 5+5 formülüne yönelik açıklamalarını eleştiren Baykal, Erdoğan’ın “giderayak cumhurbaşkanını halka seçtirmek” istediğini kaydetti. Baykal, “Türkiye başkanlık sistemine geçirilmek isteniyor. ‘Kızdım ben. Benim adamım seçilmedi’ diye alınacak kararlar değil bunlar” diye konuştu. ‘Artık aday dayatılamaz’ CHP lideri Baykal, dün kararı öğrendikten sonra kurmaylarıyla değerlendirme yaptı. Baykal, daha sonra genel merkezden ayrılırken gazetecilerin soruları üzerine, şunları söyledi: “Anayasa Mahkemesi Türkiye’deki siyasal bunalımı aşma bakımından siyaset dünyasına çok önemli bir fırsat getirmiştir. Artık hiçbir parlamento Cumhurbaşkanlığı’nı kendi iç işi sayarak sonuçlandırma olanağına sahip değildir, cumhurbaşkanı bütün milletin uzlaşmasını yansıtan bir kişi olmalıdır. Hiçbir parti kendi partizanca ölçülerini Türkiye’ye cumhurbaşkanı olarak dayatamayacaktır.” Mevcut seçim takviminin değişmeden “1. turu tekrar etme olanağı” bulunmadığını anlatan Baykal, “İşlemez hale gelen takvimin adayını, yeni takvimin tek adayına dönüştürmek mümkün değildir. Yeni takvim, ancak yeni adaylık olanağının yaratılmasıyla tasavvur edilebilir. O da hukuken tartışılır. 16 Mayıs’a kadar yetişmesi mümkün değildir. Derhal Meclis Danışma Kurulu’nun, başkanlık divanının toplanması ve bu takvime göre cumhurbaşkanı seçme imkânının kalmadığının tespit edilmesi gerekir. Bu noktada yapılacak, seçime gitmektir” diye konuştu. ‘25 yaş sorunu çözülmeli’ Baykal, iktidarın 25 yaş konusundaki girişimleriyle ilgili olarak da öncelikle seçim kararı alınması gerektiğini söyledi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunu, 367 katılımcı koşulunun yerine getirilmemesini anayasaya aykırı bularak iptal etti. Yüksek Mahkeme, seçime başlanabilmesi için TBMM Genel Kurul Salonu’nda 367 katılımcının hazır bulunmasının şart olduğuna hükmetti. Başkanvekili Haşim Kılıç ile üye Sacit Adalı’nın karşı oyuna karşı 9 üyenin oyuyla alınan iptal kararına, TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın toplantı yeter sayısı aramadan süreci başlatması da dayanak oluşturdu. Anayasa Mahkemesi, CHP’nin başvurusunu dün saat 14.00’te görüşmeye başladı. Yaklaşık 4 saat süren oturumun ardından alınan kararı Anayasa Mahkemesi ? Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının dayanaklarından birini de TBMM Başkanı Arınç’ın toplantıdaki tutumu oldu. Toplantı yeter sayısını 184 kabul eden Arınç’ın bu görüşünü Genel Kurul’a onaylatması ve yoklama yapmadan süreci başlatması iptale gerekçe yapıldı. Başkanvekili Kılıç açıkladı. Kılıç, Anayasa Mahkemesi’nin Deniz Baykal, Önder Sav ile 132 milletvekilince 11. cumhurbaşkanının seçimi konusunda TBMM’deki oylamaya ilişkin yapılan itirazı görüşerek karara bağladığını bildirdi. Kılıç, kararı şöyle açıkladı: “11. cumhurbaşkanının seçimine ilişkin ortaya çıkan cumhurbaşkanı seçiminde gözetilmesi gereken toplantı yeter sayısı ile ilgili TBMM’nin 27 Nisan 2007 günlü 96. birleşimindeki oylamaya ilişkin kararının bir içtüzük değişikliği niteliğinde görüldüğü, bunun da anayasaya aykırı olduğu, Haşim Kılıç ve Sacit Adalı’nın karşı oyu ve oyçokluğuyla, içtüzük değişikliği niteliğinde görülen TBMM’nin söz konusu kararının yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir.” Kılıç, kararın anlamına ilişkin bir soru üzerine, “Artık ikinci turu oylama şeklinde bir oylama değil, artık bundan sonra sürecin yeniden başlaması, tekrar edilmesi demek. Biz kısa kararı TBMM Başkanlığı’na sanıyorum yarın (bugün) sabah bildiririz” dedi. Bir gazetecinin “Yani bundan sonra 367 mi aranacak” sorusuna Kılıç, “Şüphesiz ki mahkeme kararı bunu söylüyor” yanıtını verdi. Kılıç, kararın gerekçesinde de açıklanacağı üzere, 367 sayısının birinci ve ikinci turlar için öngörüldüğünü belirterek, “Toplantı yeter sayısı bu. Ortaya çıkan kararda arkadaşlarımızın iradesi, birinci ve ikinci turlarda 367 oy olması gerektiği yönündedir, toplantı nisabı olarak” dedi. Tuğcu açıklama yapacak Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla ilgili bazı açıklamalar yapıldığının hatırlatılması üzerine de Kılıç, “İlgili açıklamayı Sayın Başkanımız yapacak zannediyorum” dedi. Tuğcu’nun bugün bir yazılı değerlendirme yapabileceği belirtildi. Kılıç, “Bundan böyle yoklama yapılmadan Cumhurbaşkanlığı seçimine geçilemeyecek mi?” sorusuna ise “Geçilemeyecek” yanıtını verdi. Kılıç’ın bu sözlerinden heyetin iptal dayanaklarından birisinin de Arınç’ın tutumu olduğu anlaşıldı. Toplantı yeter sayısını 184 kabul eden Arınç’ın bu görüşünü Genel Kurul’a onaylatması ve yoklama yapmadan süreci başlatması da iptale gerekçe yapıldı. Yurttaşlarda sevinç Kararı birçok televizyon kanalı canlı yayınla duyurdu. Kararın ardından Anayasa Mahkemesi’nin karşısındaki apartmanlarda oturanlar balkonlara çıkarak alkışlarla yüksek mahkemeye destek verdiler. Mahkeme önünden geçen araçların sürücüleri de kornalarına basarak desteklerini duyurdular. Mahkeme çevresindeki apartmanların cam ve balkonları Türk Bayrağı ve Atatürk posterleriyle donatıldı. ‘Demokrasi’ ama hangisi… “Tarihin sonu” geldiğinden bu yana demokrasi en önemli mutabakat oluşturma kavramı haline geldi. Doğu Avrupa’dan Irak’a, insanlığın demokrasiyi arzuladığı varsayılıyor. Bu arzuyu paylaşmayanlar, “ya yeniden eğitilmeyi” ya da “demokratik komandoların müdahalesini” hak etmektedirler. Filozof Alain Badiou’nun işaret ettiği gibi (“Demokrasi kavramı üzerine yüksek düzeyde spekülatif akıl yürütmeler”) bu üzerinde “düşünülmesi” gereken bir durum. Felsefenin birinci görevi üzerinde mutabakat sağlanan düşünceleri yeniden düşünmektir. Biz “demokrasi” üzerinde düşünmeye başlayınca, önce şunu görüyoruz: Bu, liberal, piyasa ilişkilerine tabi bir demokrasidir. Dahası, bu uluslararası kapitalizm, küreselleşme, emperyalist müdahaleler üzerinde mutabakat kurmanın aracı haline gelmiş bir demokrasidir. Bu koşullarda, demokrasiyi nasıl “düşünebiliriz”? Demokrasiyi düşünmeye başlayınca, “demos”un (halkın) egemenliği bağlamında iki seçenekle karşılaşıyoruz. Ya demokrasi bu egemenliğin bir biçimidir. Diğer bir deyişle bir devlet biçimidir. Ya da insanların özgür (siyasetten arınmış) birliğinin, ifadesidir. İkincisi bildiğiniz gibi komünizm, diğer bir deyişle, devletin ve bir devlet biçimi olarak demokrasinin aşılması anlamına geliyor. Birincisiyse bizi en demokratik, dolayısıyla “iyi devlet biçiminin” düşünülmesine doğru yönlendiriyor. Konumuz liberal (sağ ve sol) entelijansiya olduğuna göre, seçeceğimiz yol “iyi devletin” düşünülmesi olmak zorunda, komünizmin (geçmiş ve gelecek) sorunları değil. Demokrasiyi bir devlet biçimi bağlamında düşünmeye başlayınca, iyi devletin, iyi bir devlet olabilmesi için, üç alanda egemenliği “iyi” düzenlemesi gerektiğini söyleyebiliriz: Ekonomik alan, ulusal sorun ve haklar, özgürlükler olarak demokrasi. Bu bağlamda, eğer ekonomik bir kriz varsa sorumlusu devlet olacaktır. Devlet, bağlı olduğu ulusu, uluslararası alanda doğru temsil etmeli, bağımsızlığın güvencesi olmalıdır. Üçüncüsü, devlet “demokratik olmak zorunda” oluğunun “bilincinde” olmalıdır. Diğer bir deyişle, hak ve özgürlükler olarak demokrasinin sürekli genişlemesi, evrenselliğini koruması, eşitlik getirici bir süreç olması “iyi devletin” sorumluluğudur. Bu bağlamda, bir topluluğa, dine, etnik özelliğe, bir ırka ve cinse ayrıcalık sağladığı, bu sorunlardan biriyle ilişkilendiği takdirde, devlet demokrasinin evrenselliğini koruyamayacak, soyut vatandaşların eşitliğini ilerletme sürecinin sorumluluğunu üstlenemeyecektir, “iyi devlet” olamayacaktır. TARİHİ KARARA İMZA ATANLAR: Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda 367 katılımcının hazır bulunması yönünde Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu (üstte), üyeler Fulya Kantarcıoğlu, Ahmet Akyalçın, Mehmet Erten, Necmi Özler, Serdar Özgüldür, Şevket Apalak, Serruh Kaleli ve Alifeyyaz Paksüt oy kullandı. Başkanvekili Haşim Kılıç ile üye Sacit Adalı ise toplantı yeter sayısının 184 olduğu gerekçesiyle karara katılmadılar. Özal tarafından atanan Kılıç ve Adalı, 1998’de de RP’nin kapatılması kararında karşı oy kullanmışlardı. (AA) ‘25 yaş görüşülemez’ Kanadoğlu: Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Meclis gündemine başka konu getirilemez. Batum: Demokrasinin çoğulcu ve uzlaşma rejimi olduğunun altı çizildi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda 367 katılımcı koşulunun bulunması gerektiğini gündeme getiren Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, yorumunun Anayasa Mahkemesi’nce paylaşılmasından mutlu olduğunu söyledi. Kararın ardından birinci turun yinelenmesi gerektiğine işaret eden Kanadoğlu, 25 yaşa ilişkin değişikliğin de Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde gündeme getirilemeyeğini vurguladı. Anayasa Mahkemesi kararının Türkiye’ye uğurlu olmasını dileyen Yargıtay Onursal Başsavcısı Kanadoğlu “Makaleme gerekli önemi vererek Türkiye’nin gündemine oturtan Cumhuriyet gazetesidir. Teşekkür ediyorum” dedi. Kanadoğlu, Yüksek Mahkeme’nin birinci turdan ikinci tura geçişi durdurduğunu vurgula Trajik bir paradoks Demokrasi sorununa bu “iyi devlet” paradigmasından yaklaşınca, karşımıza trajik bir paradoks çıkıyor: Liberal entelijansiyanın benimsemediği ya da artık terk ettiği komünizm paradigması içinde demokrasi, devletin giderek zayıflaması, sönümlenmesi, yok olması anlamına gelirken bu paradigmanın dışına çıkınca, liberal entelijansiyanın temel nefret nesnesi olmasına karşın devlet, bu kez karşımıza “demokrasinin” varlık koşulu, “demokrasi” sorunu da “iyi devlet” sorunu olarak çıkıyor. Bu “iyi devlet” ise ulusal alanın bağımsızlığını koruyan, ekonominin, vatandaşların gereksinimleri doğrultusunda iyi işleyişini sağlayan, ülkede soyut vatandaşlık ilkelerini (hiçbir dini, etnik özelliğe öncelik verilmeden) olanaklı kılan, eşitliği geliştiren bir devlet olmak zorunda. Diğer bir deyişle, “iyi devlet”, laiklik ilkesinin, vatandaşların etnik olarak heterojen olacağının kabul edilmesine, vatandaşların, siyasi alanda, tüm bu etnik, dini aidiyetlerini aşarak, “unutarak”, salt vatandaşlar olarak ilişkiye girmelerine dayanıyor. Ek olarak, gelir dağılımının, eşitlik ilkelerinin biçimselliğine zarar vermeyecek, eşitsizliğin, Keynes’in uyardığı gibi zenginlerin, toplumsal işlevlerine uygun olmayan, “hak edilmemiş” servetler biriktirmeye başladıkları izlenimini yaratacak düzeye ulaşmasının engellenmesini gerektiriyor. Bu sonuncusu da eğitim, sağlık, temel belediye hizmetleri gibi vergilerden karşılanan sosyal devletin tatmin edici bir düzeyde var olmasını gerektiriyor. Liberal entelijansiya, demokrasiyi bu karmaşıklığı içinde “düşünemediği” için, uluslararası kapitalizmin, emperyalizmin jeopolitik projelerinin meşrulaştırıcı kavramına dönüşmüş haliyle benimsediği bir demokrasi pratiğine saplanıyor. Bu pratik ise bireysel özgürlükler bağlamında, laiklik ilkesini yadsıyan güçlere destek vererek, kimlik siyaseti bağlamında etnik olarak homojen devletleri olumlayarak, devletin piyasayı düzenleme gereksinimini yadsıyarak “iyi devletin” dolayısıyla, liberal entelijansiyanın varlık koşullarının güvencesinin ortadan kaldırılmasına destek oluyor. Liberal entelijansiya demokrasi mücadelesi veriyorum derken aslında demokrasiyi “düşünemediğinden” yavaş bir intihar süreci yaşıyor. Nisan mitingleri karşısındaki kuşkucu, olumsuz tepkilerinin temelinde de işte bu trajik durum var… [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com BUGÜNKÜ OYLAMA İPTAL EDİLDİ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Danışma Kurulu, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olarak bugün toplanarak yeni bir takvim belirleyecek. Anayasa Mahkemesi’nin kararı üzerine daha önce bugün yapılması planlanan 2. tur oylaması da iptal edildi. Danışma Kurulu’nda, turların 3, 7, 11 ve 15 Mayıs olarak yeniden planlanması bekleniyor. yarak “Bundan sonra yapılacak olan oylamanın adı da birinci turdur. Bu turda da 367 şartının aranması gerekecek” dedi. Erken seçim hazırlığı olarak iktidarın TBMM’ye sunduğu ilk seçimlerde 25 yaş düzenlemesinin uygulanabilmesine ilişkin anayasa değişikliğini de anımsatan Kanadoğlu, şu değerlendirmeyi yaptı: “Cumhurbaşkanlığı seçim süreci içerisinde Meclis gündemine seçim dışında başka konu getirilemez. Onun için ‘25 yaşı anayasa hükmü haline getirelim’ sözünün geçerliliği olamaz. 16 Mayıs’ta bitecek süreç içerisinde, Cumhurbaşkanlığı seçilemediği takdirde doğrudan milletvekili genel seçimleri yenilenir. Bunun için ayrı bir karar alınmasına gerek yoktur. Artık TBMM’nin herhangi bir şekilde inisiyatif alma olanağı yoktur.” Kanadoğlu, yeniden aday belirlenmesi ve gösterilmesi için süre tayin edilemeyeceğini de vurgulayarak “Yeniden takvim de belirlenebilir. Ancak, bunun için Meclis kararı gerekir” dedi. Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden yaptığı açıklamada, “Bu karar herkese ışık tutmuştur” dedi. ‘Tarihsel rol oynadı’ Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Süheyl Batum, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin yaşanan sürecin sayısal bir sorun olmadığını kaydederek yaşananların, “cumhurbaşkanı uzlaşmayla mı seçilmeli yoksa salt çoğunluğa sahip tek parti mi seçmeli?” sorunu olduğunu ifade etti. Batum şöyle konuştu: “En önemli ilkesi çoğulculuk olan, uzlaşma olan demokrasinin, daha iyi algılanması açısından Anayasa Mahkemesi tarihsel rol oynadı. Artık demokrasiyi ‘Benim çoğunluğum var, istediğimi yaparım’ yerine ‘demokrasi, çoğulcu ve uzlaşma rejimidir’ diye algılayacağız.” 1 Mayıs’ta İstanbul’da yaşananları sanırım İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan izlemiştir. Bırakalım gösteri yapmak isteyenleri, tüm İstanbulluları sokağa çıkarmayacak ölçüde önlem almak hangi aklın, hangi mantığın ürünüdür? Bu kadar şiddet ve saldırganlık hangi öfkenin, hangi birikimin dışa vurmasıdır? Eski bakanlardan Ercan Karakaş’la konuştum, şaşkınlık içindeydi. “Böylesi görülmüş değil, sonuç olarak 30 yıl önce bir katliama kurban gitmiş ve failleri bulunamamış bir olayı anmaktan ibaretti yapacağımız. Hiçbir zaman bu kadar aşırı şiddet kullanıldığına tanık olmadım. Neden böyle yaptılar anlamaya çalışıyorum.” Ercan Karakaş makul ve dengeli bir siyasetçidir, onun değerlendirmelerini dinleyince ben de şaşkınlığa düştüm. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’yi aradım. Kızgındı: “İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’yu aradım, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başeskioğlu’nu aradım. Dolmabahçe’den Taksim’e, 30 yıl önce öldürülen arkadaşla İçişleri Bakanı’na ve Hükümete… rımızı anmak için bir yürüyüş yapacağımızı, buna izin vermelerini istedim. Taksim’de neden 30 yılda bir kere de biz saldırıya uğrayan ve yaşamını yitiren arkadaşlarımızı anmayalım. Polis gününde, bayramda, seyranda burada anma yapılmıyor mu? Akıl almaz bir şiddet ve terörle karşılaştık. Bunu İstanbul Valisi gerçekleştirdi, ama sorumlusu hükümettir.” ??? Olayları izlemeye giden iki arkadaşımız birçok gazeteci gibi yaralandı. Arkadaşımız Alper Turgut’u polis dövmüştü, Vedat Arık ise göstericilerle polis arasındaki kovalamaca sırasında göstericilerden gelen bir taşla yaralanmıştı. Dün İstanbul’da sokağa çıkan, işine gitmeye çalışan insanlara yapılan muamele akıl alır gibi değildi. Polis, Boğaz Köprüsü’nün başını tutmuş tek tek kimlik kontrolü yapıyordu. Zaten sabah trafiği sıkışık olan köprü tamamen kilitlenmişti. İnsanlar köprüden yürüyerek geçmek zorunda kalmışlardı. Trenler durdurulmuş, gemiler seferden alıkonulmuş, tramvay seferleri iptali edilmiş, metronun önü kesilmişti. Bir savaş halinde bile alınmayacak derecede önlemler alınmıştı. İstanbul Valisi ne yapmak istiyordu? Olayları mı önlemek istiyordu? Peki, bu yaptıklarıyla olayları önlemiş miydi? 700 gözaltı, onlarca yaralı ve yüzlerce olay. Tablo ortada. Bunun neresi önlem, neresi başarı? ??? Dün bütün gün bu kadar acımasız önlemlerin neden alındığını anlamaya ve çözmeye çalıştım. İstanbul Valisi bu önlemleri hükümete sorarak mı almıştı? Hükümet mi böyle olmasını istemişti? Durum üzüntü vericidir, utandırıcıdır. Dünyanın her yerinde bir şenlik halinde geçen 1 Mayıs Türkiye’de hâlâ yönetimleri korkutuyor. Geçmişten kalan antikomünist miras ne olursa olsun değişmiyor. Yazımın bundan sonraki bölümünü dün saldırılara uğrayan sivil toplum örgütlerinin sözcülerine bırakıyorum: “Hükümet, 1 Mayıs 2007 kutlamaları karşısındaki tutumuyla, kendine demokrat olduğunu gösterdi. Kendi ideolojisinin hedefleri ve kişisel ikballeri konusunda demokrat kesilenler, emekçilerin demokrasi, adalet, barış, özgürlük ve insanca yaşam taleplerini dile getirmelerini engelledi. Bizler taleplerimizi barışçı şekilde dile getirmek, topluma demokrasi ve özgürlüğün, barışın, birlik ve dayanışmanın önemini anlatmak ve 1 Mayıs 77’de öldürülen 36 arkadaşımızı anmak için Taksim’de buluşmak istedik. 1978’den beri görülmedik bir biçimde sert ve uzlaşmaz bir tutumla karşılaştık. Arkadaşlarımızın İstanbul’a girmesi engellendi. Başta 1 Mayıs Tertip Komitesi olmak üzere gözaltına alındılar, coplandılar, engellendiler. İstanbul bir açık cezaevine, bir toplama kampına dönüştürüldü. Bugün sadece 1 Mayıs’ı kutlamak is teyenler değil, tüm halk engellendi, hareket edemez hale getirildi. Topluma korku salınmak, esnaf, öğrenci, kadın gibi toplumun farklı kesimlerinden emekçiler, 1 Mayıs’ı kutlayanlara düşman edilmek istendi. Sanki halk cezalandırıldı. İşine ulaşmak için kilometrelerce yol yürümeye mahkum edildi. Bunun sorumlusu 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenler değil hükümettir, Valiliktir. İstanbul’da terör estiren, hukuku ayaklar altına alan, tüm olayların sorumlusu olan Vali istifa etmelidir. Taleplerimiz; hükümeti, gericileri, demokrasi düşmanlarını, çözümü darbelerde arayanları korkuttu. Hükümete bir kez daha sesleniyoruz. Emeğin taleplerine kulak verin, toplumun taleplerine kulak verin. 1 Mayıs 77’yi kana bulayanlar da 12 Eylül darbecileri de emekçileri, toplumu susturmak istiyordu, başaramadılar.” Süleyman Çelebi DİSK Genel Başkanı, İsmail Hakkı Tombul KESK Genel Başkanı Mehmet Soğancı TMMOB Başkanı, Gençay Gürsoy TTB Merkez Konseyi Başkanı, Celal Korkut Yıldırım TDB Genel Başkanı. Hoşgeldin MEHMET EFE KIZILDELİ Dünyamız seninle daha güzel olacak. Dayın SERKAN YILDIZ 30.04.2007 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde, B:22359 basın numarası ile yayınlanan, Pendik 2. İcra Müdürlüğü’nün 2006/1523 Talimat sayılı dosyasından yapılan gayrimenkul satış ilanında, satışı yapılacak taşınmazın tapu kaydı ve niteliği bölümünde “4” nolu mesken yazılmış olup, ilandaki bu yanlışlığın “3” nolu mesken olarak düzeltilmesi ilanen tavzih olunur. 30.04.2007 Basın: 22992 TAVZİH İLANI CUMHURİYET 04 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear