24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 17 MAYIS 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Laik Cumhuriyeti Savunmak AKP, Anadolu’nun İslam geleneğinde yeri olmayan birtakım devşirme ve çırpıştırma dinci davranışları, gözü doymaz bir yeni burjuvazinin parasal ve bürokratik desteğinde, politik hırsla sarmalayıp, köyünden kopup da kentleşemeyen varoşluya ve Türkiye cahili ama Türkiye üstünden çıkar sağlamaya kararlı birtakım Batılı kişilere ve kurumlara, “Biz buyuz!” diye şırınga etmeye çalışan siyasi hareketin adıdır. açısını yansıtmaktadır. Hareketin öncülüğünü, orta sınıf kökenli sivil toplum kuruluşlarının üstlenmesi başka bir husustur, sessiz kalmaya itilmiş hangi kitlelerin bu harekette seslerini buldukları ise bambaşka bir husus! Tarih, hemen hemen bütün dip dalgalarının (İslamcı dönüşümler dahil), öncülerinin daha üst katmanlardan doğduğunu bize göstermektedir! Soru, otuz yıl önce ortasol ya da uç sol siyasetlere gönül vermiş varoşların beş yıl önce neden AKP’ye oy verdikleri ve şimdi niçin derin hayal kırıklığı içinde olduklarıdır. Ülkeyi yöneten kadrolar dinciliğe doğru kayarsa, acaba kırsalda ve varoşta kendiliğinden harekete geçecek sivil dinci baskının bireyler üstündeki etkisi nedir? Belki önümüzdeki seçimde dahi, ona doğru seçenekler sunulmazsa, maddi zorlukların ve sivil dinci baskının kıskacındaki kimi varoşlu, kısa çıkarlarını kovalayacak ve bol harcama yapabilme lüksüne kavuşmuş AKP’nin gözünü boyamasına izin verecektir. Ama derindeki asal hayal kırıklığı yerli yerindedir ve öfkeye dönüşmektedir. Cumhuriyetin değerleri için haykıran kitlelerin sadece İslamcı cumhurbaşkanına karşı çıktıklarını düşünmek de bir başka dar görüşlülüktür. Kitleler küresel tezgâhın ortağı siyasi iktidarların ülkeyi, onuruyla birlikte parsel parsel satarken kendilerinin ve evlatlarının geleceğini de iptal etmekte olduğunu yeni yeni görebilmektedir. Küresel neoliberalizm, sermaye ve medyanın gücüyle neredeyse tüm zihinlerde, erişilmez bir tabu konumuna yükseltilmiştir. Bu yüzden, sistemin özüne duyulan karşıtlık kekeme kalmakta, psikolojik olarak veya gelecek korkusuyla bastırılmaktadır. Bu kekemelik bile, şu anda demokrasiden ne kadar uzak olduğumuzu açığa vurmaz mı! Küresel neoliberalizmin böl ve yönet ilkesi doğrultusunda dinsel ve ırksal köken üstünden siyaset yönlendirici biçimine karşı durmak; başka bir deyişle, yurttaşı içine doğduğu dar geleneğin güdümlü parçası olarak değil, özgür bir birey olarak kabul eden laik düzeni savunmak, sistemle ilgili tüm hoşnutsuzlukların ifade yolu olmaktadır. Kitleler Cumhuriyetimizin laik yapısını olduğu kadar, satışa çıkartılan yurtlarını ve çiğnenen onurlarını geri istemektedirler. PENCERE RTE ile IPI... Medyamızın evelallah ve maşallah öyle gazeteleri var ki takıyyeciliğin hizmetinde hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar... Manşetleri emre hazır... Ne olmuş?.. RTE “dünya medyasına konuşmuş..” Nutuk atmış RTE... Ne söylemiş?.. “Ordu bana bağlı” demiş... İktidara bağlı gazetelerin manşetleri bangır bangır... ? RTE işte budur!.. Gösteriş.. Ve laf.. Gerçekçi, ciddi ve dengeli bir siyasetçi bu lafı nasıl söylerdi: “ Ordu Başbakanlık’a bağlıdır...” Ama, RTE ne diyor: “ Ordu bana bağlıdır...” Makamı, yasayı, kurumları bir yana bırakırsak, kişisel gösteriş havası pompalanmış olur.. ? “Ordu bana bağlıdır...” diyen politikacıya hemen sorulur: Sen kimsin?.. RTE hem zanlı.. Hem sabıkalı. Neden sabıkalı?.. Bir manzumeyi kalabalıklar karşısında okumaktan.. Nedir o manzume: “Camiler kışlamız Kubbeler miğferimiz Müminler askerimiz Minareler süngümüz” RTE bu palavra şiir yüzünden mahkum olmuş, daha sonra hiçbir özeleştiri yapmamış; ama, daha sabıka kaydı üzerindeyken diyor ki: “ Ordu bana bağlıdır...” ? RTE’nin ‘ben’i kaç tane?.. Ne demişti şair: “Bir ben vardır bende benden içeri...” RTE’nin benliğindeki ben’leri saymak kolay değil!.. İstanbul’da gerçekleşen IPI (Uluslararası Basın Enstitüsü) kongresinde konuşan Başbakan Erdoğan, laiklik konusunda da öyle inciler saçıp döküp savuruyor ki, diyecek bir şey yok!.. Ama, IPI için diyecek çok şey var... Çünkü IPI (Uluslararası Basın Enstitüsü) kongresinde konuşan Başbakan, Türkiye’nin ikinci büyük medya grubuna TMSF aracılığıyla el koymuş bir politikacıdır... IPI bu konuda ne düşünüyor?.. Ne düşünebilir ki?.. Eskiden bu IPI basın özgürlükleri konusunda duyarlıydı... Anlaşılan artık sağırlaştı!.. ? Medyamızın hali evlere şenlik... Dinci medya malum... Bedava dağıtılıyor... Öteki medya göbeğinden AKP iktidarına bağlıydı; Ankara, İstanbul, İzmir’de ve öteki kentlerde gerçekleşen Cumhuriyet mitinglerinde sarsıldı... Peki, bu takıyyeci iktidar önümüzdeki seçime, el koyduğu Sabah grubunu kullanarak mı girecek?.. Olur mu öyle şey?.. Olabilir mi?.. Beyler, Halkın Sesini Duyun!.. “Birleşin, anlaşın!” Milyonlar böyle bağırıyor... Ankara’da, İstanbul’da, Manisa’da, Marmaris’te, Burhaniye’de, İzmir’de... 19 Mayıs günü de Samsun’da... TBMM’de iktidar partisi alelacele anayasayla uğraşıyor. Orasını burasını çekiştiriyor, orasını burasını değiştiriyor! Yaşadığı bir hezimeti zorla başarıya çevirmek telaşında!.. Cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmesi... Fransa’da, Amerika’da olduğu gibi! Ortaya bir sandık koyalım, bir de aday, herhalde bu kez Recep Tayyip Erdoğan, halkımız onu Çankaya’ya çıkarsın... ??? O kadar kolay mı, o kadar ucuz mu? Kendi kendilerine uğraşıp dursunlar bakalım! Yeni bir Meclis seçeceğiz, herkes aday olmuş, olmakta; partiler yurda yayılmış, yayılmakta... Seçmenler nerede oy vereceklerini düşünmekte... Durum böyleyken Meclis çalışıyor, anayasayı değiştiriyor... Bambaşka bir seçim ortamı, koşulları yaratmak istiyor!.. Öte yandan meydanlar dolup taşıyor: “Birleşin, anlaşın; AKP’yi de, Tayyip’i de, tüm kadrosunu da tarihin karanlığına itin; ülkeyi, halkı beş yıllık bir yanlış gidişten kurtarın” diye bağırıyor... ??? Önceleri medyamız bu milyonlarca insanı görmedi, görmemek için gözlerini kapattı. Kamuoyundan saklamak istedi, olmadı; derken İstanbul’u, derken Manisa’yı, en sonunda da İzmir’i... Kör olanın bile gözü açılır! Nice karşı duyguların da olsa, halkımızın Atatürk’e, Cumhuriyete, laikliğe, ulusalcılığa bağlılığını önleyemezsin, gözlerden kaçıramazsın... “Birleşin, anlaşın.” Bunu yıllardır yazıp söyleyenler bir azınlıktı. Özlemler sonuç vermedi. Neden öyle oldu? Birleşme, kaynaşma olmadı da ondan!.. Parti seçmenleri, parti üyeleri değil de partilerin başındakiler içtensizdiler de ondan... 12 Eylül’den sonra kurulan Halkçı Parti ile Sosyal Demokrat Parti’nin bir araya gelerek Sosyaldemokrat Halkçı Parti’yi oluşturması ilk ve son güzel örnektir. Ama daha sonra SHP’nin kendiliğinden CHP’ye katılması ise hiç de beklenen sonucu vermedi. ??? İstek gerek, içtenlik gerek, halkın özlemine uymak gerek... Şimdi alanlarda halkımız bağırıyor! “Birleşin, anlaşın, bir araya gelin, karşımıza birlikte çıkıp bir güç birliği yaratın” diye!.. Ama yine birtakım çekingenlikler, hesaplar, kuşkular, kişisel çıkarlar, çirkinlikler, ayıplar... Erendiz ATASÜ L aik Cumhuriyeti burjuvalar mı kurdu? Cumhuriyeti kuranların mütevazı kökenleri böyle bir savı doğrulamaz. Türkiye’de yerli köklü bir burjuva sınıfı var mıdır? Ülkemizin en varsıl ailelerinin sadece üç göbek ötedeki aşırı mütevazı kökenleri ise soruyu “Yoktur’’ diye yanıtlamamızı zorunlu kılar. Gerçek şu ki Osmanlı’nın, tarih sahnesinde tasfiyeye uğramış gayrı müslim ticaret erbabından başka sözünü etmeye değer burjuvası yoktu. Laik Cumhuriyetin bir burjuva sınıfı yaratmaya çalıştığı doğrudur, ancak bu sınıfın Cumhuriyeti koruduğu mu yıprattığı mı tartışma konusudur. Batılılar, alışkanlıkları gereği, Osmanlı ve erken Cumhuriyet toplumlarının ne Marksist anlamda burjuva/ küçük burjuva kümelendirmeleriyle, ne de diğer Batılı toplumbilimcilerin bu terimlere yükledikleri – orta sınıf, kentli gibi çağrışımlarla çözümlenebileceğini kabul edemiyorlar. Zannediyorlar ki, Türkiye’de evvel ezel, hali vakti yerinde, Batıcı, kentli bir orta sınıf vardır; Cumhuriyeti de, dinle fazla ilgisi olmayan bu insanlar kurmuştur! Alt sınıflar ise yoksul, dindar ve tutucudur, AKP bu ezilen alt sınıfın temsilcisidir. İlginç olan, kimi Türk düşünür ve yazarların da ülkemize tam da Edward Said’in tanımına uyan bu oryantalist gözlükle bakmalarıdır. Bu bakış açısı, kimi tarikatların siyasi yükselişinin baş destekçisi, savurgan mı savurgan, varsıl mı varsıl, tam da terimin ekonomipolitik çağrışımıyla burjuva kesimleri görmezden geldiği gibi, Köy Enstitüleri’nden yetişmiş koca bir köylü aydınlar kuşağını ve onların toplumdaki etkilerini yok saymakta; ister varsıl, ister yoksul, ister köylü ister kentli olsun Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturan koca bir Alevi yapıyı ve böylesine geniş bir azınlığın diğer toplumsal kümeler üstündeki kaçınılmaz etkisini de göz ardı etmektedir. Her gelir düzeyinden, her ırksal kökenden insanı kapsayan Alevilerin dünyevi kültürünün laik yaşam biçimine denk düştüğü niyeyse hep unutulmaktadır. Türkiye’de her gelir düzeyinde, inanç ve ibadet bağlamında dini bütün, ancak toplumsal yaşamın din kurallarına bağlı düzenlenmesine karşı olan geniş sayıda Müslümanın varlığı da göz ardı edilmektedir. Unutulan başka bir husus, Sayın Demirel’den Özal’a, Sayın R.T. Erdoğan’a kadar, hayli mütevazı kökenlerden gelip öne çıkmış kimi sivil politikacıların, yükselişlerini, hırslı kişilik yapılarına ve kimi toplumsal etmenlere olduğu kadar, henüz küreselleşme denen emek düşmanı fırtınaya kapılmamış bir Türkiye Cumhuriyeti’nin, halk çocuklarının önünü açan tutumuna da borçlu olduklarıdır. AKP ne ezilenlerin temsilcisidir, ne de geleneksel kültürümüzün! AKPli belediyelerin hoyrat ellerinde, çirkinlikten çirkinliğe bürünen kentlerimiz, bu zevatın ne Osmanlı’nın ne Selçuklu’nun o güzelim mimari estetiğinden, ince süsleme zevkinden hiç mi hiç nasip almadığının, alamadığının en birinci göstergesidir! AKP, Anadolu’nun İslam geleneğinde yeri olmayan birtakım devşirme ve çırpıştırma dinci davranışları, gözü doymaz bir yeni burjuvazinin parasal ve bürokratik desteğinde, politik hırsla sarmalayıp, köyünden kopup da kentleşemeyen varoşluya ve Türkiye cahili ama Türkiye üstünden çıkar sağlamaya kararlı birtakım Batılı kişilere ve kurumlara, “Biz buyuz!” diye şırınga etmeye çalışan siyasi hareketin adıdır. Laik Cumhuriyeti desteklemek için sokağa dökülen AKP karşıtı kitleleri, orta sınıflar etiketiyle tanımlamak, çok dar bir bakış Halkımız Emperyalizme Karşı! Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV entlerimizin en büyük alanlarında birbirini izleyen görkemli halk coşkusu, bana yıllar önce New York’ta, çağrılıp konuşmacı olarak katıldığım, Irak’ta savaşa karşı iki toplantıyı anımsattı. ABD askerinin Türkiye toprağından geçmesine izin vermeyeceğimizi söylediğimde alkışlanmıştım. Ancak, gelenlerin sayısı çok düşüktü. Ünlü “Times” Alanı’nda 250 kişi vardı; bizdeki son İLAN TC KADIKÖY 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ 2006/805 Vas. Tayini Mahkememizce verilen 03.04.2007 tarih, 2006/805 E., 2007/269 K. sayılı karar ile Cemal ve Fatma Zekiye kızı, İstanbul1923 doğumlu, NEZAHAT BABANER TMK 405. maddesi gereğince vesayet altına alınarak kendisine 1949 doğumlu SELMİNUR GÜZEY vasi olarak tayin edilmiştir. 12.04.2007 (Basın: 24815) K art arda toplantılara ise yüz binler, milyonlar katıldı. Halkın yalnız laiklik bekçiliğini sergilediği değil, yurtseverlik değerlerini öne çıkardığı, Cumhuriyetin tüm ilkelerine sahip çıktığı, vatanın bölünmezliğini vurguladığı, demokratik denetim hakkını kullandığı, kendi gücünü gösterdiği ve tüm ilgilileri göreve çağırdığı dillere destan uyarılardı. “Demokrasinin öncüsüyüm” diyen Amerika’da böyle alan toplantıları ya pılamıyor, “en eski demokrasi” olan Britanya’da da, 1789 Devrimi’ni başarmış Fransa’da da, Hitler’in 1930’lu yıllarından sonra coşkulu kalabalıklar görmemiş Almanya’da da. Dünyada laik, ulusalcı, halkçı, Cumhuriyetin tüm kazanımlarından yana, sınırların bekçisi, faşizme ve emperyalizme karşı en büyük alan toplantıları Türkiye’de oldu ve oluyor. Tehlike o denli büyüktü ki, dış ve iç sömürüye bağlı yerli iletişim organları bu ulu gösterileri önce görmezden geldiler. Kafalara dank edince, sonra bir oyun daha sergilediler. Dış basınla birlikte, eşi başka yerlerde artık görülmeyen heybet dolu bu toplantıları sanki yalnız laik bir tepki ya da Türk kadınının öne çıkışı gibi sundular. Kuşkusuz, laik düşüncenin kemikleşmiş bir tepkisiydi, kadınlar da yerlerini gereği gibi aldılar ama, halk her yeni alan buluşmasında ulusalcılıktan yana ve emperyalizme karşı çizgiye daha yakınlaştı. Türbana tepkiyle çakan kıvılcım, kısa sürede Cumhuriyete sahip çıkmaya, tam bağımsızlık isteğine, toprak bütünlüğünü vurgulamaya ve yabancı sermaye tekellerini eleştiriye dönüştü. Her şeyin başı olan laiklik bu kez ulusalcı yükse lişin engin kapılarını açtı. Halkın gösterisi türban olayıyla başlamış olsa da orada yazılan, gösterilen ve hep bir ağızdan söylenenler satılmışlığa, bölücülüğe ve onun ardındaki emperyalizme karşıydı. Kendini tek parçaymış gibi gösteren milyonların kaygısı, ülke bütünlüğünün tehlikede oluşudur. Sevr metnini yazdırıp saray damadına imzalatanların doksan yıl önce düşledikleri gibi, emperyalizmin bugün başını çeken ABD de Türkiye’yi bölme ve tasarladığı kukla devletlere dilediğini yaptırma girişimleri içindedir. Eşi sıkmabaşlı birinin Çankaya’ya girip girmemesi Beyaz Saray için önemli değildir. Washington kendi güdümünde büyük Kürt devleti, büyücek Ermenistan, doğal kaynaklar üstünde egemenlik, uluslararası tekelci sermaye yararına özelleştirmeler, halkların ucuz emek ve tüketim kaynağı rolüne indirgenmesini, Amerikan askeri üsleri için güvence, bu ayrıcalıkların denetimi uğruna çevre denizlerinde zırhlılarını dilediğince dolaştırma özgürlüğü ve başkentlerin başına kendi adaylarının gelip oturmasını istiyor. Geniş alanları yere iğne düşmezcesine dolduran, caddeleri tıkayan, deniz kıyılarına dayanan milyonluk kalabalıklar tehlikelerin farkında olduğu için, tepkisi ni geniş ama gerçekçi sınıra taşımıştır. Kimi siyasetçi, eşi başı açık olan herhangi birini Çankaya’ya sokma onayını verip muhalefetini noktalayadursun, kimi ortanın sözde solundakiler (sağ partiler birleşirken) birleşmede zorluk çeksin, alanlarda birkaç çift söz söyleyen birikisi soluğu hemen ardından adaylığa koşmada alsın, halkın istedikleri onların dar kalıplarını çoktan aşmıştır. Halk için sorun yalnız türban, tek başına laiklik, birkaç hanımın milletvekili rahatlığına kavuşması değildir. Türk halkı Cumhuriyet ilkelerinin eksiksiz egemenliğini, tam bağımsızlık, hakça gelir dağılımı, topraklarımıza ve doğal kaynaklarımıza sahip çıkılmasını, temelde sınırların korunmasını ve bunun için ilk adım olarak da Kuzey Irak’a herhalde müdahalemizi istiyor. Hem bu tehlikelerin, hem bu geniş halk isteklerinin farkında olanlar buyursun siyaset yapsın, seçilip Meclis’e girsin. Yoksa, ülkemiz yanlış yorumlar ve eksik çağrılarla daha yıllarca oyalanmaya itilir. Ulusun alanlarda yaydığı ileti, siyasetçileri de ciddi ve gerçekçi olmaya çağırıyor. Tüm sorunların ardındaki “gerçek kötü”ye, doğru tanıyı koyalım. Adı şudur: “Emperyalizm.” Şimdi onun başını çeken de: “ABD emperyalizmi!” TÜM İLERİCİ, YURTSEVER, DEMOKRAT VE DEVRİMCİLERE ÇAĞRIMIZDIR!.. YENİDEN SAMSUN’A ÇIKIYORUZ!.. Emperyalizme, onun ülkemizdeki uzantısı işbirlikçilere ve irtica odaklarına karşı sesimizi yükseltmek, cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkmak ve tek yumruk olduğumuzu göstermek için 20 Mayıs 2007 Pazar günü “Samsun Mitingi”ne pankartımız altında katılalım. 68’LİLER BİRLİĞİ VAKFIYÖNETİM KURULU Toplanma Yeri ve Saati İstanbul Taksim AKM önü, 19 Mayıs Cumartesi, saat 21.00’de İrtibat Telefonu: 0 532 325 85 90 YERİMİZ SINIRLIDIR, YER AYIRTMAKTA GEÇ KALMAYIN Bu Akşam Televizyonda Bol Bol Orman Yangını Haberi İzleyeceksiniz TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear