25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA + CUMHURİYET 11 MART 2005 CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL Devletin Satılışı BİZİM BEŞlKTAŞGençlerbirliği ileyeniden oy- nadığı maçta yine berabere kaldı. Bu mevsim sık sık yaptığı gibi kısır oynayarak. Son haftalarda Rıza'yla gelen coşku kaybolmuşa benzer. Her- halde, karşılaşma seyircisiz oynandığı içindir. Bütün bunlar doğru da, seyircisiz kalmaya yol açan olaylardan biri olacak iş miydi? Maç, ku- ral hatası yüzünden tekrarlandı ama seyircisiz kalmak, sahada ve kenarında meydana gelen olaylardan ötürü olmadı mı? Olayların en çarpı- cısı da, bir "güvenlikgörevlisi"ri\noyunculardan birine "kafa atması" değil mi? Kafa atmanın kabadayı yöntemlerinden oldu- ğunu bilirseniz, "Güvenlikgörevlisi kafa atarmı" diye sorarsınız. Oysa bu görevli, jandarma, po- lis, bekçi türünden bir görevli değil, bir "özel güvenlik şirketi"n\n görevlisiymiş. Böyle olunca, "Şirket de, güvenlik Inönü Sta- dı'nda sağlanacağına göre Beşiktaş'a yakın bir şirket olmalı" diye düşünürsünüz. Resmi ihale- lerde bile iktidar partisine yakın şirketler kazan- dırılmıyor mu? Kaldı ki, ihale açılıp açılmadığını da bilmiyoruz. Açılsa bile, bir kulüp, bilmediği, tanımadığı, kendisine yakın hissetmediği birşir- kete bu nitelikte bir iş verir mi? Böyle bir özel güvenlik görevlisi, hele kulübü- nün renklerini görünce her şeyi unutan biriyse, kafa atmaz da ne yapar? O zelleştirme çılgınlığıyla geldiğimiz nokta bu- dur. Ülkenin her yanında, özellikle de kamu alan- larında güvenliği sağlamak devletin asıl görev- lerinden değil mi? Su, elektrik, ulaşım gibi ka- mu hizmetlerini, gerekli koşulları yerine getire- rek "imtiyaz sözleşmesi"y\e özel şirketlere ve- rebilirsiniz. Bizim devletimiz eğitim, sağlık gibi aslında hep kendi elinde kalması gereken kamu hizmetlerini de yavaş yavaş özel ellere bırakmak- ta. Olacak şey değil ama, belirli denetimleri so- rumlu yönetimlerin elinde tutmak koşuluyla "Dev- letin parasıyetmiyor" diyerek haydi bu kamu hiz- metlerinin de özelleşmesine şimdilik razı olalım; ama stadyumlarda güvenliğin sağlanması ya da trafik araçlarının muayenesi gibi mutlaka kamu otoritesinin kullanılmasını gerektiren işler, bu tür- den birer kamu hizmeti midir? Kavgalara açık stadyumlardan ve kazalara açık yollardan âlâ ka- mu alanı olur mu? Çarşılar da olaylara açık olduğu halde, terör günlerinden beri bankaların güvenliği özel ellerde. öte yandan hepsine birer polis memu- ru dikip bu hizmetin giderini karşılamayı vatan- daş sırtına yıkmayı doğru bulmayanlar da var. Peki, başka çare düşünülemez mi? Böyle durumlarda güvenliği yine polise bıra- kıp bunun devlete yüklediği yükü belirli miktar- larla bankalardan, stadyumlu kulüplerden, özel okul ve hastanelerden falan "tahsil etmek" ol- maz mı? Ne kadar sınavdan geçirirseniz geçirin, özel güvenlikçi eğitimli resmi polisin yerini tutabilir mi? Arkadaşım Nermi Son yıllarda yazlığa gidiş dönüşleri, dinlence (tatil) boyunca doktorlanyla kurmak, sürdürmek zorunda olduğu ilişkilerin güvenliği açısından aynntıh planlar yapmayı gerektiriyordu. O sırada, gönderdiğim bir yayını hemen görmek için Burhaniye'deki kargo ofisine kadar gitmeyi göze almıştı. Sıkıntılarını, kaygılarını kendine saklar, telefon arızaları giderildikten sonra hemen arar, eşiyle çıktığı sabah gezilerini, çiçek-böcek izlenimlerini anlatırdı. Bozkurt GUVENÇ O kul arkadaşı, öğrencisi, komşusu, meslektaşı değil- dim. Gazete ve edebiyat/sa- nat dergilerinde rastladı- ğım özgün ve özenli dene- melerini okur; kimini-kimliğini, kişiliği- ni merak ederdim. Yıllar sonra Felsefe Kunımu'nun onuruna düzenlediği bir eği- tim seminerinde tanıştık. Kendisi ve dün- ya ile barışık bir kişi; Rönesans'ın aradı- ğı, amaçladığı, "kendini bilen" ve ger- çekleştirmeye çalışan, çevresini, ötekini tanunaya çalışırken "kendini bilmeye" özendiren bir insan kişiydi. Nietzsche ya da Azra Erhat'ın tanısıyla, "tşte İnsan", işte bir "uomo universale" demiş, diline, sözüne tutulmuştum. Az bilinen adının "mülayim,latttvegüzel" anlamlannı son- radan öğrendim. Ben onu tanımaya çalı- şırken, o sanki beni ve herkesi tanıyor, an- lıyor ve yorumluyordu. Çoğumuzun do- lanıp durduğu ince uzun yollardan bizden önce geçmişti; "bizlergiderken o sankidö- nüyor", bizler ararken o buluyor gibiydi. Ama buldum demiyor, bildiklerimizden söz ederken yeniden düşündürüyor, yürek- lendiriyordu. Sonraki yıllarda edebiyat ile felsefeyi uzlaştıran, bilim ile sanatı, fizikle şiiri, kı- saca "tki Kültür"ü bağdaştıran bazı ki- taplarını okumak fırsatını buldum. Tür- kiye Bilimler Akademisi'nin Hizmet Ödü- lü'nü almak için Ankara'ya geldiğinde Yunus'ça tanış olmuştuk. İşte o günler- de, Çin, Zen ve Uzakdoğu sanatlarıyla il- gilendiğini, hatta eleştiriler yaptığını göz- lemledim. "Japon Resmi" adlı Fransızca kitap armağanıma, Akademi'nin "Gün- ce" bültenine inciler dizerek teşekkür et- ti. Bir dahaki gelişinde, Türk-Japon Kül- tür Merkezi'nde Zen-Budizm ve Uzakdo- ğu'nun resim sanatları konusıında bir kon- ferans verecekti. Sağlık durumu sözüne izin vermedi. Ankara'ya gelemedi ama hafta sonları kahvaltı saatlerinde başlayıp kuşluk soh- betine dönüşen süresiz telefon görüşme- lerinde, özlemle kavuşmanın tadını çıka- rır, paylaşmanın mutluluğunu yaşardık. Fırsat buldukça Kalamış'taki evine uğ- rar, hayat yoldaşının dost sofrasında yer alır, iyi saklanmış nadir bir Belçika çiko- latası ile adı sanı duyulmamış bir ltalyan likörünü yudumlarken, "devir devran" üstüne konuşur olduk. Kitaplarında dipnot vermeyen, semi- nerlerinde ünlü kişi ve kitaplardan söz et- meyen arkadaşım, ev-aile sohbetlerinde birden fırlar, duvardan duvara, tabandan tavana uzanan raflarda aradığı kitabı, mek- tubu, ayrı basımı, belgeyi bulur; ilişkiyi kurar ya da tazelerken acı tatlı anılarını sanki yeniden yaşar, yaşatırdı. Başarıla- rı kadar yenilgilerini, doğru bildikleri ya- nında yanlışlarını açıklamaktan çekin- mez; pişmanlık duymazdı. Hayatı, yaşan- tılanyla öğrenmişti. Onun "Kuram-Eylem Bağlamı" ile "Eylem Kuramı", Pierre Bourdieu'nün aynı başlıklı dünyaca de- nemeleriyle yaşıttı, sanırım. Toplumbili- mi, bir ilişkiler sosyolojisi; kültür kavra- mı bir "YaşamaKültürü"; felsefesi, "Ya- şama Felsefesi" idi. Düşünce yakınlığımızın sırrını yıllar sonra çözdüm: Antropoloji literatüründe adını sıkça gördüğüm, doçentlik tezimde yararlandığım yeni Kantçı "WilhelmDilt- hey'in Bilim Bağlamı", Nermi arkadaşı- mın doktora tezi idi. Bizi yıllar önce, kül- tür bilimlerininöncüsüDilthey tanıştırmış- tı. Her şeyin üstünde belki hepsinden ön- ce, arkadaşım, arkadaş canlısı, arkadaş tutkunu bir arkadaştı. Geciktiğim bir zi- yaretimde bana çocukluk çağında yaşa- dığı arkadaşlık serüvenlerini anlatmıştı. Ailesinin, dışarıya, sokağa çıkmasına izin vermediği dönemlerde sevdiği birkaç ar- kadaşım evine çağırır, heyecanla bekler; gelenlerle oynamaktan sınırsız mutlu olur- muş. Bana kapıyı açtığında, üst kat sahanlı- ğından bir sevinç çığlığı atmış; beni mer- diven başında karşılayıp çocukluk anıla- rına götürmüştü... Her buluşmamız, her söyleşimiz bun- ca mutlu olmasa da coşkulu geçerdi. Kalp ameliyatından sonra takılan pilin süresi doldu doluyordu. Yeni pilin yurtdışından siparişi ve gelmesi aylar sürerdi. Zama- na karşı yarışırken, sağhk bürokrasisi ile nasıl başa çıktığını bıkmadan anlatırdı. Sağlığı konusunda içten bir ilgi ya da bil- gi onu mutlu etmeye yeter de artardı. Fe- nerbahçe parkında rastladığımız rahmet- li Çelik Gülersoy ile tanıştırdığımda, de- hanın yalnızlığını hemen kavramışlar, kırk yıllık dostlar gibi, yeniden buluşmak dileği ile ayrılmışlardı. Son yıllarda yazlığa gidiş dönüşleri, dinlence (tatil) boyunca doktorlanyla kur- mak, sürdürmek zorunda olduğu ilişkile- rin güvenliği açısından ayrıntılı planlar yap- mayı gerektiriyordu. O sırada, gönderdi- ğim bir yayını hemen görmek için Bur- haniye'deki kargo ofisine kadar gitmeyi göze almıştı. Sıkıntılarını, kaygılarını ken- dine saklar, telefon arızalan giderildikten sonra hemen arar, eşiyle çıktığı sabah ge- zilerini, çiçek-böcek izlenimlerini anlatır- dı. Avrupa'da seçkin bir filozoflar grubu- nun üyesiydi. Belki gelecek toplantıya katılamayacaktı ama kendi yerine önere- ceği meslektaşını seçmeye çalışıyordu, derken... Ağır bir kaza geçirdi. Toparlanıp ken- dine gelmesi aylar aldı. Hastaneden eve çıktıktan sonra bir ya da iki kez konuşa- bildik ancak. Sağlık yoklamalarmı ve zi- yaret taleplerimi hep eşi yanıtladı. Arka- daşım ya uyuyor ya dinleniyordu. Ken- dini iyi hissettiğinde elbet görüşecektik. Ortak umutlar giderek azaldı, gelerek tü- kendi. Dostça dileklerimi bazen kızı ve dama- dı ile dolaylı iletmeye çalıştım. Yaşam vadesi dolduğunda yolda idim. Uğurlama törenlerine yetişemedim. Eşine başsağlı- ğı dilerken, sezdiğim bir gerçeği öğren- dim: Arkadaşım, yaşam sevincini yitirme- den sonrasız yolculuğuna çıkarken, sağ- lıklı günlerdeki gibi hatırlanmak istemiş- ti. Dünyamızdan bir Nermi geçti ama "Felsefenin çağnsı" susmadı, ışığı parlı- yor; arkadaş Nermi Uygur'un çocuksu hali taptaze duruyor, önümde. İnsan ge- çiyor, sanı yaşıyor. (*) Uygur 'un "felsefeyekotküon"için ba- kınız Cumhuriyet, 22 Şubat 2005. Yakıt Güvence Sistemi'yle Fiat'ınız koruma altında! Opet, Yakıt Güvence Sistemi'ni Fiat kullanıcıları ile buluşturuyor. Aracınızı güvenle kullanmanız için geliştirilen bu sistem, yakıta bağlı sorunları önlüyor. Yakıtınızı Opet'ten alırsanız, Fiat'ınız Opet Yakıt Güvence Sistemi'nin koruması altında olur. Yakıt Güvence Sıstemı, sadece 08 03 2005 tenhınden sonra satn alınan 0 km Rat otomobıller ıgn geçerfclır 8 Mart'lar Kadma Yetmez... Nlirhan ÖZTAŞ KA-DER Mersin Başkanı M ersin KA- DER'in kurulu- şununö.yılında, amacı, kadının kararveren yerlerde yeterli sayıda tem- sil edilmesi olan KA- DER'inüyeleri olarak2ye- rel ve 2 genel seçim geçir- dik. Kadının erkekle eşit temsiledilebilmesi içintop- lantılar, semınerler, panel- ler düzenledik. Siyasi par- tileri ve diğer sivil toplum kuruluşlarını ziyaret ettik. Imza kampanyalan hazır- ladık. Onlan milletvekille- rine, başbakanlara ve Oum- hurbaşkanı'na, parti baş- kanlanna yolladık. Bülten yayımladık. Gazete ve der- gilerde yazılar yazdık, rad- yo ve televizyonlarda haf- talıkprogramlaryaptık. Ka- dın adaylara yönelik eği- timler verdik, kadınların dünyayla iletişimini sağla- mak için bilgisayar kursla- n açnk. Bundan sonrada bu mücadelemizıdahada güç- lendirerek sürdüreceğiz. Şimdi 21. yy. Türkiye- si'nin gerçeğine bakalım: • Siyasette hâlâ erkek egemenliği sürüyor. Kadın Meclis'te yüzde 4.2, yerel yönetimlerde ise binde bir oranıyla temsil ediliyor. • Mülkiyetin, paranın yüzde 92'si erkeğin elinde. • Yoksulluk hep kadını vuruyor ve bu tüm aileyi etkiliyor. • Kadınların yüzde 25'i okuma yazma bilmiyor. Kız çocukları okula gönderil- miyor ve bu sorunla uğra- şan sadece kadın dernekle- ri; devlet yeteri kadar ilgi- lenmıyor. • Yeni Medeni Kanun'un kadma sağladığı haklar ye- teri kadar anlatılamadığın- dan, yani sadece kâğıt üze- rinde olan haklanndan ka- dın yararlanamıyor. Şidde- te uğrayan, sokağa atılan kadının ve çocuğunun gi- deceği bir yer yok. Yerel yönetimler çaresiz, devlet yol gösterici ve yardımcı olmuyor. • Kadınlara rağmen ka- dın hâlâ mal gibi alınıp ve- riliyor, töre cinayetlerinde öldürülüyor, dört duvar ara- sına adeta mahkûm edil- meye çalışılan kadın, belli bir giyim tarzıyla izin ala- rak sokağa çıkabiliyor ve kendisinin ıkinci sınıf va- tandaş olduğuna inandınl- maya çalışılıyor. Yüzde 8 oranında medeni nikâhı ol- mayan kadınvar. Tüm bun- lar kadının insan haklanna aykın. • Eğitim gören kadın iş hayatında çeşitli engelle karşılaşıyor, işe alınmalar- da dışlanıyor, kadının ter- fii göz ardı ediliyor. Arok yeter! Kadının hayatını, bede- nini, işini, mülkünü, seçilme ve yönetmehakkını verenbir ülkede yaşamak bizim hak- kımız. Eşitliğin kâğıtüzerin- de değil uygulamada olma- sını, tüm politikalarıncinsi- yet ayrımcıhğını ortadankal- dıracak şekilde üretilmesi- ni istiyoruz. Bunun için de: • Siyasi Partilerve Seçim Yasalarına en az yüzde 33'lük kadın kotasının ko- nulmasını, • TBMM'de kadın-er- kek eşitlik komisyonunun kurulmasını, • Katılımcı ve şeffaf po- litikaların oluşturulmasını, • Bütçede kadınlar için özel kaynaklann aynlması- nı, • Partilere verilen mad- di katkının kadınlan seçi- lecek yerlere koymayanla- ra verilmemesini, • Türkiye'nin imzaladı- ğı Birleşmiş Milletlerkadı- na yönelik her türlü ayrım- cılığı önleme sözleşmesin- de yer alan hükümlerin ye- rine getirilmesini istiyoruz. Bir ülkenin kalkınmışlı- ğırun ancak kadınm statü- sünün yükselmesiyle olu- şacağı gerçeği artık kabul edilmelidir. PENCERE Düğme!.. Bir şeyin tanımlanması kimi zaman çok güçtür, şimdi size sorsam: - Düğme nedir?.. Anlatmakta zorluk çekersiniz... En iyisi bir sözlüğe bakmak: "Giysi üzerine dikilen, süslemeye ya da ilikle- meye yarayan, sert bir maddeden yapılmış, ço- ğu kez yuvarlak, küçük birparça..." Peki durup dururken bu köşede düğmeden söz açmak hayra âlâmet mi?.. Değil!.. Çünkü bu düğme ceket düğmesi değil... Pantolon düğmesi de değil... Zaten pantolonlarda çoktan beri düğme kulla- nılmıyor, fermuar düğmenin pabucunu dama at- tı... • Düğme çeşit çeşittir... Bugün ele aldığımız düğme Amerika'da Başkan- lık koltuğuna yayılmış Bay Bush'un elinin altında bulunuyor... Açıkçası iliklenecek düğme değil bu... Basılacak düğme!.. Şimdi bizim güzelim Türkiyemizde herkesi aldı mı bir merak!.. İktidar milletvekilleri, medya caz- gırları, hükümetin bakanları, önemli işadamları, burnu koku alan milletvekilleri bir sorunun yanıtı- nı bulmaya çalışıyorlar: - Amerika düğmeye bastı mı?.. Daha dün iktidardan yana bir TV'de, Başbakan Recep Tayyip'e sordular: - Amerika ile aranız?.. Erdoğan lafı havada kapıp yanıtladı: - Siz yazılanlara çizilenlere bakmayın, benim Başkan Bush'la aram iyi... Herkes bir rahat nefes aldı. • Çoğu kişi diyor ki: - Amerika AKP'yi gözden çıkardı.. - Neden?.. - Başkan Bush 'Biz' diyormuş 'bunları iktidara getirdik, ama, istediğimiz hizmeti veremiyorlar'; senin anlayacağın ABD müttefikimiz, AKP'ye bo- zuk çalıyormuş... - Şimdi anladım!.. - Neyi?.. - AKP'de neden çözülme başladı?.. Milletvekil- leri bir birayrılıyorlar... - Yani düğmeye basılmış mı?.. - Bilmem.. - Bizimkiler ne yapmalı?.. - Fermuarı kapatmalı.. - Fermuar açık mı?.. - Milletvekilleri neden gidiyor?.. • Koskoca Türkiye.. 70 milyonluk devlet ne hallere düştü!.. Karar merkezi içerde değil.. DışardaL Herkes gözünü dışarı çevirmiş, ülkenin yazgısı- nı Amerika'dan öğrenmek istiyor: - Düğmeye basıldı mı?.. Bizimkiler düğmelerini iliklemiş Amerika'nın kar- şısında hazır ola geçmişler. Amerika'nın elinin altındayazgımızın düğmesi... Ülkemiz düğmeli politikaya bağlanmış, feleğini şaşırmış... TokatGlblBlrKltaptYı z T rk ye J R sy Çeko ov kya, Yugoslavya dahıl, ABD'nm 'demoknttlaştırdıgı -daha doğrusu 'parçaladığı'- ulkelenn yaşadığı 'serencam gozler onune serılıyor kuralları, uygulama bıçımı, odenen paralar, kultanılan kurum ve kuruluşlar, vs, vs . ... ... "Bu kltabın her sayfası, blze Indlrllmlş şamar glbldlr." M. Emln Değtr Tel : 0212.528 66 89 Fax : 0212.519 84 85 Güncellenmiş 5. Kasım Tum Kitapçılarda Tek Dağltım AI.KA 0212.512 30 46-513 87 51 w w w . c u m o k . o r g tSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI-1 12 Mart 2006 Cumartesl Saat: 14.00 İstanbul CUMOK, l.T.Ü. Işletme ve Mühendislik Kulübü Ortak Etkinliği AB TÜRKİYE IÜŞKİSİNDE SOIM DURUM KATILANLAR Dr. Alev COŞKUN (Cumhuriyet Vakfı Bşk. Yrd.) Dr. Öztin AKGÜÇ (Cumhuriyet Gazetesi Yazarı) Yer: istanbul Teknık Ünıversıtesı Maçka Yerleşkesı Mustafa Kemal Arafısi e-posta: lstanbulCacumok.org tSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI-2 13 Mart 2005 Pazar Saat: 11.00 - 14.30 "BağımsızJık benim karakterimdir" Gazi M. KEMAL ATATÜRK "12 Mart 1971'den ABÖnündc Esas Dunışa TÜRKİYE" konulu konferansta Sayın Prof. Dr. tZZETTÎN ÖNDER ile buluşuyoruz. SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ. Yer: MAKSEV Maltcpe Kültür Eğitim ve Çevre Vakfi, Yalı Mah. Sahfl Volıı Rıhtım Cad. No: 10 Maltepe lletişim - Btlgı: www.cumok.org Nanıık K. Boya: 0532 281 54 54 - 0216 368 33 56 Ufuk Yalçın: 0542 652 15 00 - 0216 326 49 21 Açık büfe kahvaltı bedeli: 13- YTL'dlr. e-posta: tslanbuli" cumok. org
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear