13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SflTA CUMHURİYET 2 HAZİRAN 2002 PAZAR 10 PAZAR YAZELARI Adalarkenti Stockholm 750yaşındaJ3er bu kenti 30 yıldır tamımaya çalışıyorum. "Yazarlannı tanıdım, sevclikJeri sokaklan, parklan gezdim, binlerce kare fotoğraf çekıim, göçmen lcuşlan lcarşUadım ve uğırladım. Ben bu kentle 30 yıJ geçirdim. fCent meğer 750 yıl geçir-miş benim gibiierle. Yangınlar geçirmiş, nüfiısunun üçte biri veba salgınına kcurban gitmiş. Her n e kadar son yıllarda "KJuzej'in Venedik'i" deniyorsa da bir zamanlar ona "Kuzey'in Konstantinopol"ı de den»niş, karraaşLkhğından ve kozanopolitliğinden dolayı. Ortaçağda evli ka-dınlar saçlannı örtmek zorundayrruş ve uzun manto giyerlermiş. AyakJannda ren geyiği derisinden çank olurmuş. Stockholm ilk kez 1252 yıhnda, en üst düzey devlet görevlisi olan ("jarl") ve bir çeşit ortaçağ başbakanı denilebilinecek Birger Jarl zamanında kayıtlara kent olarak yazılmış. Bu girişken bey, kilisenin desteğini almayı başararak bazı reformlar yapmış olmasıyla da tanınıyor. (Kadına huzur, eve huzur, yargıya huzur ve kiliseye huzur.) Finlandiya'yı basmış, Estonya'dan eli boş dönmüş. Stockholm adının nereden geldigi hâlâ tartışıhyor. Bir şey kesin: "Hotaı" adacık demek. Kentin ilk kurulduğu yer olan ada bugün de "EsJd Kent" olarak buraya gelenlerin ilk gezdikleri yer. Daracık sokaklan, tarihi evleri ve şirin butikleriyle -hem de sarayıyla- kentin görülmesi gereken en önemli yeri. "Stock" sözcüğü kütük anlamına geliyor. Eğer bu sözcükten "c"yi atarsak "depo" anlamına gelir. Her iki anlamın da ortak bir yanı var. Bundan en az 800 yıl önce tüccarlar, su yoluyla satacaklan mallan bu adacığa getirirlermiş. Eğer kütük, kereste ise onlar da gelir ve bu adanın öniine birikiımiş. STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN Kentin adı belli ki bundan kaynaklanıyor. Bu sular, yeşillikler. köpriiler ve canlı tarih kentine eğer "Kötûk Adası" derseniz üzülüriim dogrusu. (Pek yanılmış da olmazsınızya...) Stockholm'ün kurucusu kabul edilen Birger Jarl 1266'dan beri kendi kentinden biraz uzakta, Varnhem adlı bir yerleşim kilise mezarlığında yatıyor. 750. yıldönümü kutlanacak diye adamı dürttüler. Mezan açıldı. Kafatası bir belgesel televizyon filminde gösterilmek üzere banda alındı. Bu arada bir de DNA testi yapılacak, acaba 700 küsur yıldır orada yatan adam o mu diye?! Ben buna tepki gösterince buradaki en eski Isveçli arkadaşım Janne şaşırdı: "Ne var Id? Biz arada bir eski mezarfan açar. yatan kim diye bakanz" dedi. "Yanrmadan kim diye bakmaz mısııuz?" şeklindeki sorumu yanıtsız bıraktı. Haziranın ilk haftası çeşitli kutlama gösterileriyle geçecek. Tarihi giysilerle defileler. sergiler, çağdan çağa değişen müziği yansıtan konserler, su sanatlan vs... Bu vesileyle Güzel Sanatlar Akademisi'nden genç bir öğrencinin ilginç bir "heykel kompozisyonu" başbakanlığın önündeki denize konuldu. Sal gibi bir şeyin üzerinde dikilen kafası kanşık bir adam, su yüzüne çıkan 7-8 ele bakıyor. Sanki acaba ilk hangisini kurtarsam diye düşünür gibi. Eski Stockholm'e, çiftçiler ve küçük üreticiler, dört ayn yönden gelirlermiş mallannı tüccarlara satmak ve karşılığında tuz, baharat, çanak-çömlek gibi şeyler almak için. Kilise ve Saray, derhal gümrük konulmasuıa karar vermiş ve pusulanın dört istikametinden gelenlerin geçeceği stratejik noktalara gümrük istasyonlan kurmuş. Kara ve deniz yoluyla gelen satıcılar, gümrük vergisi ödemeden önce, buralarda derhal bitiveren meyhanelere girer, mal karşılığı kafa çekerlermiş. (Kentte bu eski gümrük kapılanmn olduğu yerlere bugün de falanca gümrük denir.) Çiftçi ve köylüler daha sonra mallannı satıp kentten aynlırken aynı meyhanelerde bu defa para karşılığı papazı uçururlarmış. Tarih kitaplannda köylerine kaç paraya döndükleri yazmıyor. Ben de benim Janne'yle gidip hâlâ var olan bu gümrük meyhanelerinden birinde iki bira içeceğim. Birini sizler için ötekini de 700 yıllık huzuru bozulan Birger Amca için kaldıracağım... Hadi iki bira da buraya gelen dostlanm için... Bir deniz ve Türkiye ve Yunanistan iki komşu ülke. En büyük farklan; biri Avrupa Birliği ülkesi, diğeri degil. Ve bu aynm, sokaktaki yaşamda öylesüıe fark ediliyor ki, bir dönem üyelik öncesi gezip gördüğümüz Yunanistan'da AB sonrası insan kendisini bir farklı hissediyor. Yıllarca Avrupa Birliği'ne girebilmek için sistemli çahşmalar yürüten 'komşu'yla ülkemiz arasındaki fark, karayolu ile gidildiğinde daha îpsala sınır kapısında fark ediliyor. Türk tarafında 15 'e yakın görevlinin boğucu sorulan ve yoklamalan sonrasında geçtiğüniz Yunan kesimınde gördüğümüz memur sayısı yalnızca 3. Aracımızdan 3 yerine yalnızca 1 kez inmek zorunda kahyoruz. Sistemin oturmuşluğu gereksiz kadrolann da çoktan önüne geçmiş. Îpsala, Kavala derken soluğu Selanik'te HETII1a1ıvoni7 ^B^BBH^H Kentte geceler mu>^p" gündüzlerden ^ '•I"MI> uzun. Îşbaşı Ama öğleden sonra 14.30 oldu mu, her yer kapanıyor. 18.30'a kadar dinlenme zamanı. Sonrasında az iş, çok eğlence zamanı. Özellikle cuma ve cumartesi geceleri her yer tıklım tıklım. Geceler günün ilk ışıklanna kadar sürüyor. 10 yıldır nüfusu artış göstermeyen Yunanistan'da gelir düzeyinin yüksekliği insanlara hep beraber eğlenme fırsatını da tanımış. Etrafunızdaki herkeste bir eşitlik gözleniyor. Ve kimse kıyafetiyle, arabasıyla veya parasıyla bir diğerini rahatsız etmiyor. Selanik'in önde gelen gece kulüplerinden birindeyiz. Sahnede ülkenin tanmmış iki sanatçısı. Yaklaşık bin kişilik mekâna önceden rezervasyonla yer bulunuyor. Konuğu olduğumuz dostlanmız, iki sanatçının da ünlerinden söz ediyor. Herkes sahneye fırhyor. Ne bir bunaltma ne de bir can yakma. Kendileriyle şarkı söylerken fotoğraf çeİctirmek isteyenlere iki sanatçuıuı yaklaşımlan son derece sıcak. 200'den fazla insanla fotoğraf çektirirken ifadelerinde en ufak bir rahatsızlık hissedilmiyor. Ne bir aşağılama ne de bakışı çirkin bir koruma. Tabak kırmanın yasaklanması sonrasında yoğun bir çiçek savaşı var. Birbirlerine atılan çiçekler sevgi anlamında. Her yer çiçek. Görevliler defalarca sahneyi temizlemek zorunda kalıyorlar. Hanımlar beylerinin önünde masalara çıkıp göbek attıklannda diğer masalardan çiçek yağıyor. Onlar da aynı şekılde yamt veriyorlar. Ne bir yan bakış ne bir kötü söz. Içilen Ouzo'lann hesabını tutmak zor. Ama değil sarhoş, yalpalayan bile yok. Gece bitiyor, herkes arabasına binip gidiyor. Araba demişken... Gelir düzeyinüı yüksekliği Yunanistan'da herkesi araba sahibi yapmış. Taksi ise tam anlamryla altm kıymetinde. Devlet yeni plaka vermiyor. İçinde müşterisi olan taksi, o yöne giden bir diğer P^J^fl'JBB müşteriyi •••••••^B almakta serbest. Eski DENİZ müşterinin OFRINSIJ •*_• ı. ı ı yok. olan işin görülmesi. Ücretler düşük, taksi iki müşteriden de para almakta serbest. Yunanistan halkı demokrasiyi olabildiğince yaşıyor. îş saati kadar çalışıyor, günün kalan kısmında eğleniyor. Çünkü buna maddi- manevi gücü var. İnsan ister istemez halkımızı düşünüyor. Sinemada bir biletin 6 milyon lira olduğu ülkede eğlenmek, stres atmak nereye kadar mümkün. Selanik deyince görmeyen biri olarak ulu önder Atatürk'ün doğduğu eve de gidiyoruz. Konsolosluğun içindeki evin şanssızlığı sanayi mahallesinde oluşu. Ama kapıdan girer girmez yemyeşil bir bahçe ve insanın tüylerini ürperten bir ev, Ata'nın doğduğu ev. Son derece temiz, son derece bakımlı ve bize göre bir o kadar da heybetli. Görevliler, itina içinde korunan evi gezdirirken insanın gözleri doluyor. Ege'nin bir yakasuıdan geri dönerken aklımıza "Acaba biz de kendi kıyüanmızda aynı oıitamda, düzen ve geHşme içerisinde yaşayabilecek miyiz" sorusu takılıyor... uhteşem iküiden muhteşem düet Essence 2002 ödül töreni şartocı India Arie ve Stevie \frbnder'w muhteşem düetiviesonaerdL EssenceMagazin tarafından düzenlenen ödüllerden birine de sahip olan siyahi şarkjcı India Arie ile StevieVV'onder'ın düeti izleyi- ciîerden yoğun alkışaldı. İki ünhl sanatçı diietin sonunda mutiuluklannı gizleyemedL(REUTERS) Manhattan'da yürüyüşBulutsuz mavi gökyüzünün ve güneşin insanın içüıi ısıttığı muhteşem bir bahar günü New York. Gezıntiye çıkmak ve biraz gözlem yapmak için ideal. Ne göreceginizi, kiminle karşılaşacağınızı kimse bilemez. Çıkıyoruz sokağa ve başlıyoruz yürümeye. Kaldınmlara taşan insan sesleri, restoranlardan yankılanan kahkahalar. paten kayanlar, köpek gezdirenler. Manhattan sokaklan sanki her zamankinden canlı. Bir yerden çok güçlü, bütün diğer sesleri bashran bir müzik sesi geliyor. Ayaklannız kulağınızın emrinde. Yol Tompkins Square Park'a çıkıyor. East Village'in sadeliğin görkemini yansıtan olağanüstü güzel parkına. DJ'ler çalıyor, insanlar dans ediyor. Etraf çimenlere yayıhnış piknik yapanlarla dolu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, birisi alıyor mikrofonu eline başlıyor konuşmaya. Konuşuyor ama konuştukça George W. Bush'a, Dick Cbeney'e vuruyor. Afganistan'da olanlardan söz ediyor. Bush'un petrol politikası yüzünden daha fazla masum insanın ölmesini istemediklerini, medyanın yaptığı yanlış yönlendirmeleri anlahyor. Ne İsrail'in ne de Filisrin'in destekçisi olduldannı, yalnızca Filistinlilerin kendi ülkelerinde yaşama hakkına saygı duyduklannı, konuşma ve inanç özgürlüğünü savunduklannı söylüyor. Ardından mikrofon yine müzisyenlere geçiyor ve hip-hop sahnedeki yerini alıyor. "Filistin'e OzgürHik" yazan tişört giymiş insanlar dıkkat çekiyor. Bu arada dağıhlan broşürlerden etkinliği, New Yorklu üç sanatçı tarafından bu yıl kurulan "Free The Medja" (www.freethemedia.org) adlı bağımsız, kâr amacı gütmeyen, üye destekli bir internet kuruluşunun düzenlediği anlaşılıyor. Amerikan halkının büyük kesiminin kendi dışındaki dünyayîa fazla ilgilenmediği düşünülürse böyle bir etkinlik oldukça önemli. Özellikle genç kesımın, barlardan çıkmayan ve kendini yalnızca hayattan zevk ahna felsefesine adamış olmakla suçlanan gençlerin biraz olsun dikkatini çekebilmesi açısından ilginç. Biraz aşağıya Lower East Side'a doğru yürüyoruz. Kübalı ve Ispanyol kökenli nüfusun yerleşim bölgesinde olduğumuz arabalardan yükselen Latin muziğınden anlaşılıyor. Yüksek sesle konuşup köşe başlannda şakalaşan gençler, sokaktan geçen genç kızlara laf atıyor. Birden karşınıza devasa bir meyve-sebze pazan çıkıyor. Normalde bir elma alabileceğıruz fiyata 3 ya da 4 elma alabileceğiniz kadar ucuz bir pazar. Üstelik her şey o kadar taze görünüyor ki elinize sepet alıp derhal alışverişe başlıyorsunuz. Pazan Çinliler işletiyor. O kadar kibar ve yardtmseverler ki alışveriş zevke dönüşüyor. Ayaklannız batıya doğnı gidiyor, bir süre sonra West Village'desiniz. Chnstopher Street ve çevresi eşcinsellerin yoğun olarak yerleştikleri bölge. Etraftaki restoran ve -?-— barlara girdiginizde de NEW YORK ZULAL budurumu B K A L K A N D E L E N kolaylıkla JasL_ gözlemlemeniz ^ — — — ^ — ^ — mümkün. New York'un cinsel özgürlüğün en rahat yaşandığı kentlerden biri olduğu kesin. Herkese, her düşünceye, her inanca yaşama hakkı var bu kentte. Büyüsü de burada. Kendi ülkesinde aradığını bulamayan, New York'ta özgürlük sarhoşluğunun tılsuruna kapılıyor. Artık acıktınız. Ne yemek istiyorsunuz? Japon, Kore, Vietnam, Meksika, Fas, Afgan. Hınt, Etıyopya, Macar ya da Yunan yemeği mi? Vejetaryen misiniz yoksa vegan mı? Hepsi var. Üstelik çok çeşitli ve herkesin alabileceği kadar ucuz. Türk yemeği de var. Döner. kebap, kamıyank, imambayıldı, baklava da yiyebilirsiniz. Sokaklarda başıboş gezinmeye devam ediyorsunuz. Panayır gibi sokaklar. Dünyanm başka neresinde bu kadar çok insan çeşidi bir arada yaşıyor acaba? Metroda yanınızda oturanlann hangi dili konuştuklannı anlamaya çalışıyorsunuz. Slovakça? tbranice? Portekizce? Karşmızda oturan sanşın alımlı kaduı Rusça bir gazete okuyor. Bütün bu dili, dini, ırkı, kültürü farklı insanlar ne yapıyorlar burada? Nasıl oluyor da ciddi sorunlar çıkmadan bir arada yaşıyorlar? New York sanki bir deney merkezi. Hemen her ırktan, düıden, dilden insanı bir araya getirip neler olacağuıı gözlemlediğiniz bir laboratuvar. Farklılıklann üstüne çıkacak anlamlı bir ortak amaç belirlenmış: "I>aha hi koşuOarda yaşam sürmek." Gerisi önemini yitirmiş gözüküyor. Bu nedenle herkes daha anlayışlı, daha hoşgörülü, keskin ve tek taraflı görüşlerden annmış. Yanş, istenilen işi elde etme ve onu koruma mücadelesınde ortaya çıkıyor. Hemen her iş için kalifiye eleman ya da iyi eğitim görmüş insan sayısı o kadar çok ki rekabet kıyasıya devam ediyor New York'ta. Bu mücadele bu kentte yaşayan insanlan yeterince yorup zamanını alıyor. Başka bir konudaki yanş veya kavgaya yer olmaması bundan belki. Aynı dili konuşan, aynı ırktan insanlann birbirine tahammül edemediği, kavgalann, hatta savaşlann hüküm sürdüğü yerlerden kopup gelen insanlann, kendilerinden farklı milyonlar arasuıda mutluluğu yakalamalannuı sırnnı taşıyor New York. Gerçekten mutlular mı bilinmez, ama kime sorarsanız benzer yanıtı alıyorsunuz: "Daha iyi yaşama şansını yakalamak için ölesiye çahşnıa>a razjyun, ama hiçbir yere varmayacak kavgalar arasuıda umutsuz yaşamaya davanamamr Manhattanda >'ürüyüşe çıkmak. bir macera yaşamak kadar heyecardı. Haylazlık yapan bir çocuğun yaşadığı heyecan gibi. Uzun sure yürümenin yarattığı yorgunluğun panzehiri de yine kendisinin yarattığı zevk. Manhattan"da yürüyüşe çıkmak, sürprizlerle dolu. Düşündürüyor ve eğlendiriyor... kzulal@yahoo.com Burada herkes bir Beckham Londra sokaklannda son zamanlarda bir hayalet dolaşıyor: Futbol hayaleti. Dünya Kupası'na sayılı günler kala, herkes futbolla yatıp futbolla kalkıyor. "Nerede öyk değil ki" diyenler olabilir. Ama, fütbolun 'beşiği', dünya kupasını bir kere kazanabilmiş, müzmin Arjantin gazisi Ingiltere'de kupanın her anını yaşayabilmek için gelenekler. modalar ve kurallar tekrar elden geçiyor. Ingiltere'de publar hayatın vazgeçilmez parçası. Her mahalleyi bırakm, hemen hemen her sokağın başında tahta masalan, bol desenli, koyu renkli halılan ile bir pub bulabilirsiniz. Bunlan sıradan birahaneler olarak düşünmek hata olur. Çoğu Ingilizin işten sonra, evden önceki durağı olan publar, biralann ardı arduıa devrildiği, çoğunluğun 'regular' (devamlı müşteri) olduğu mekânlar. Yani, îngiliz sosyalleşmesinin temel taşı. Kısaca, bizdeki kahvehanelerin, daha sosyali (kâğıt ve okey oynanmıyor, ama bolca sohbet ediliyor) ve daha az erkek egemen olanı. Yupilerden işçilere; reklamcılardan bankacılara herkesin bir araya geldiği publar, aynı zamanda günümüzün bir tür 'melting pot'u (kaynaşma kazam). Bu kadar farklı dünyalan - ^ — ^ ^ ~ temelde iki araç birleştiriyor. Birincisi, her gün fabrikalardan gelen boru hatlanna ihtiyaç duyulacak kadar çok tüketilen bira. Ikincisi iseftıtbol.Hal böyle olunca, şu sıralar tüm pub sahiplerini bir telaş almış durumda. Beyaz zemin üzerine kurnızı haçlı Ingiltere bayraklan pencerelere asılıyor. Dev ekranlann tozu alınıyor. Bazılan, kendi bahislerini oynatıyor. (Fütbolun kurallannı yeni öğrenen Kanadalı bir arkadaşımuı hararetle kurada kendine çıkan Japonya'yı desteklemesinin nedeni bu olsa gerek. Halbuki Japonya onun için, koyduğu 5 poundu 200 pound yapmayacak.) Hatta, fkinci Dünya Savaşı'ndan beri uygulanan pub yönetmeliği bile delindi. Uygulamadaki yönetmeliğe göre publar, öğlen açılıp akşam 11 'e LONDRA kadar çalışabiliyor. Bu uygulamanın nedeni, Dcinci Dünya Savaşı sırasında zaten bir avuç kalmış işgücünün akşamdan kahnış olmasını engellemek. u Ge]enelderini koruma geleneğüıe" sahip olmakla ünlü Ingilizler de, savaşın bitiminden yaklaşık elli yıl sonra bile bu kurala harfi harfine uyuyordu. Ama Dünya Kupası Uzakdoğu'da yapılınca ve saat farkı devreye girince kural da rafa kalktı. Bristollü bir pub sahibi Martin Gough dava açtı ve Ingilizler sabah saat 7.30'dan itibaren maçlanna ve biralanna kavuştular. Dünya Kupası 'nın Ingiltere'deki gözle görülür bir diğer etkisi de her 'pub'ta, her sokakta bir Beckham 'ın türeyivermesi. Zaten, Ingilizlerin kaptanı, David Beckham. modern zamanlann Îngiliz Jean D'Arc'ı muamelesi görmekte. Sakatlığı, Guardian'dan The Sun'a kadar her tür gazete tarafından her gün en ince aynntısına kadar anlatıldı. Oynayabileceği . öğrenildiğinde ise neredeyse kupa kazanılmışçasına sevüıildi ve zafer çığlıklan atıldı. Sadece Ingiltere'de değil; Japonya'da da antrenmanda ayağuıa top . değince ^ ^ ^ ^ ^ binlerce fotoğraf makinesine basıldığı anlatıldı Îngiliz gazetelerinde. Böyle bir milli kahraman. saçıyla bile olay yaratabiliyor. Öyle ki, son zamanlardaki havaya dikilmiş, 'post-punk' saç modeli bir anda Londra sokaklannı doldurdu. Herkesin Beckham gibi ortalıkta dolaşıp Beckham gibi görünmeye çalışmasını "Burası tüketimin ve modanm merkezi Londra'dır, bu da geçer" diye yorumlayabilirsiniz. Ama futbol hep kalıcı olacak gibi. Kim bilir, tahttaki ellinci yıl kutlamalanna, majesteleri de, geçmiş olsun dileklerini ilettiği Beckham'ın saç modeliyle çıkıverir. Ya da, saygın pazar gazetesi Observer'in okurlanna vermeyi vaat ettiğiltalya 1990 yan finalinde Beckham'ın halefi Gascoigne'ın giydiği formayı üzerine geçirip öyle çıkar kutlamalara. BARAN UNCU
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear