13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
-16 ŞUBAT 2000 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 FiPüna yasagı! Rize Valisi Erdal Ata, Rize'de 15 günde bir yayımlanan Fırtına gazetesinden pek hoşlanmıyor. Fırtına'da sık sık, bazı usulsüzlük iddialanna yer verilmesi ve gazetenin beigelediğj konulann takipçisi olması Erdal Ata'yı fazlasıyla rahatsız etmişe benziyor. Vali Erdal Ata ise hakkındaki iddialara yasal yollardan yanrt vermek yerine hakaret içeren tekzip metnini usulsüz şekilde tebliğ ettikten sonra şimdi de farklı bir yol seçip Fırtına 'nın Valiliğe sokulmasını yasaklıyor. Ne ki, devletin valisi bu tutumuyla yasalan çiğnemiş oluyor. Çünkü ilgili yasa, yayımlandığı yerde her gazeteden iki adedinin cumhuriyet savcılığına, beş adedinin emniyet müdürlüğüne ve iki adedinin de valiliğe verilmesini öngörüyor. Fakat Fırtna, Rize Valiliği'ne veıilemiyor. Gazeteyi vilayete getiren gazete çalışanlan, valinin koruması ve özel kalem müdürü tarafından küfürlerle karşılanıp "al gazeteni defol" diye dışan atılryor. Etektronikposta: someposta.cumhunyotcom.tr Tet: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97 - Ünfversitelerde irtica temiziiği yapıltyormuş... "Arao sabunu kullanıvortardırr K ahramanmaraş'ta Fazilet Partili Belediye Başkanı Hanefe Mahçiçek tarafından dü- zenlenen ve imam hatipli öğrencilerin kul- lanıldığı "kurtuluş günü oyuncTnun doğru olduğunu bir an için varsayalım... Fazilet Partisi Ge- nel Başkanı Recai Kutan'ın pek hoşuna giden ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in dealkışladı- ğı bu "oyun"da neler olduğunu bir kez daha anım- sayalım... Işgalci Fransız askerleri yolda yürüyen karaçarşaf- lı kadınlann peçesini kaldırınca tam da ezan oku- nurken ortaya Sütçü İmam çıkıyor ve "Bir din ölü- yor... Ecdanımızdan devraldığımız bu topraklarda Fransız bayrağı dalgalanıyor... Her gün ölmektense bir gün ölmek daha üstündür... Sizi Allah adına, Pey- gamber adına, Kuran adına cihata davet ediyo- rum..." diyor. Sütçü İmam, silahını ateşliyor ve Fran- sızlan öldürüyor; cihat başlamış oluyor. Sekiz ay boyunca Ingiliz işgaline karşı çıkmayan, Cihat yetkisi Sıvas Kongresi'ne delege göndermeyen, Ingilizler'in işgali Fransızlar'a bırakması üzerine Fransız kuv- vetlerini ziyafet vererek karşılayan Maraş'ta "kurtu- luş günü'nün böyle bir senaryo ile kutlanmasının bü- yük bir talihsizlik ve tarihe saygısızlık olduğunu dün yazmıştık. Maraş'ı "kahraman" yapan direnişin Fransız üni- formasının altından Ermeni fedailerin çıkması ile başladığını; Mustafa Kemal Paşa'nın talimatı ile Kı- lıç Ali Bey'in örgütlediği Müdafayı Hukuk Cemiyet- terinin bölgede karaçarşafsız kadınlaria da çatış- malara girdiğini ve Maraş'ı işgalden Kılıç Ali Bey'in kurtardığını biliyoruz. Konuya dönersek... Ermeniler, karaçarşafın altı- na bakmak isteyince Faziletliler'in senaryosuna gö- re stradan bir insan "cihat" ilan ediyor ve bir kenti gavurdan kurtanyor! Şimdi bugüne bakalım... Hizbullahçılar, karaçarşafın altına sakladıklan ka- dınlan da kullanarak sürdürdükleri terörün sonun- da cihat aşamasına gelince, yıllardır dini siyasete alet eden çevreler apışıp kalıyor. Şeriatçı gruplar, bulaş- masalar da sessiz kalarak destekledikleri terörden kendilerini nasıl sıyıracaklannın telaşını yaşıyor. EmekJi vaiz ve "iyi tarikatçı" Fethullah Gülen'e ya- kınfığı ile bilinen Aksiyon dergisinde bir fetva yayım- lanıyor: "Islam'a göre cihadı ancak seçilen yönetimler ilan edebilir. Ferdin kendi kendine cihat ilan etmek gibi bir yetkisi yoktur." Kahramanmaraş'ta ezan sesleri arasında sahne- lenen "oyun"da Sütçü Imam'a eline silahı alıp cihat ilan etme yetkisini kim verdi? Faziletli Belediye Baş- kanı mı, Fazilet'in Genel Başkanı mı? SESSİZ ŞEDASIZ (!) NUttİKURTCEBE Yüksek Yerilim Hattı Erdinç UTKU KAHPE MEDYA sanatsal fılmlere yeterince yer vermiyo! Cüppeli Hoca neden gülümsiiyordu! Kamuoyunda "CûppeJi Ahmet Ho- ca" olarak tanınan ve topladığı para- larla Beykoz sırtlannda inşaat yapan Ahmet Unlü adındaki yobazın "vaaz" kasetlerini de gördük... Yobaz, depremde yaşamını yitiren insanlara hakaretler yağdınyor ve ca- milerin depremde yıkılmasını bunla- rın faiz parasıyla, haram parayla ya- pılmasına bağfıyor. Sonra bir bakıyoruz ki, "yangında yanmama", "hasta olmama" gibi "du- alar"ı satmak için Adapazan'nda "tez- gah açtığı" ve onbeş günde bir gelip "vaaz" verdiği kendi mescidi de dep- remde yıkılmış... Etme bulma dünyası! Bu "tarikat" ve 'ticaret" yuvası beş yıl önce bu köşede yazılmış; Adapa- zan'ndaki yurttaşlar da Valiye, Emni- yet Müdürüne, Tugay Komutanına ve dönemin Refah Partili belediye baş- kanına şikâyet dilekçeleri vermişti. Hiçbir sonuç çıkmadı; mescidin kar- şısındaki arsaya bir de kız Kuran kur- su yapıldı. Ve depremde mescit gibi Kuran kur- su binası da ağır hasar gördü. Kuran kursu binası için "ağır hasarlı" rapo- ru verildi ve "acil yıkım" karan alındı. Fakat ne olduysa Bayındırlık Bakan- lığı Afet Işleri Genel Müdürlüğü bürok- rasisi iki hafta içinde raporunu değiş- tirdi ve acrlen yıkılması gereken Ku- ran kursu binasının "orta hasar- lı" olduğuna karar verildi! Cüppeli tutuklanırken neden' gülümsüyordu dersiniz? Çevreciler ve Gıda Güvenliği TÛRKSEN BAŞER KAFAOĞLU Dünyada tarım üretiminde özellikle ABD ve Kanada'da gelistirilen yenı yörttemler ve bu yöntemlere dayanılarak elde edilen ürünler, ortaya yeni so- runlar çıkardı. Ancak önce ta- nmsal ürünlerdeki gelişmeleri sunmaktayararvar. Bilındiği gi- bi her bitkinin bir tohumu var- dır ve bu tohumlann pek ço- ğu tnsanJık taribi boyunca bit- ki çeşidi için doğal koşullar içinde bugüne kadar gelmiş- tir. Doğal koşullara dayanama- yan tohum ve brtki türieri de yerbilimin gelişen akımı içeri- sinde doğadan silinmişlerdir. Ancak doğal yok oluş dışında son yüzyıla gelinceye dek faz- la da etken ortaya çıkmamış- tır, denebilir. Her bir bitki için tek tür olduğu söylenemez. örneğin Meksika buğdayı to- humu ile Türkiye'de yetişen buğdaydan elde edilen tohum; dayanıklılık, ürün verme, çev- reye uyum bakımından olduk- ça farklıdır. Bunun gibi mısır- da, pamukta, pancarda, pa- tateste vb. farklı fiziksel özel- likler tohumlar doğada üretil- miştir. Çiftçiler ya da tarım ku- rumları ve hükümetler, kendi topraklanna uygun en bol ve en kaliteli ürünü verecek to- humlan çeşitli "tohum iyileştir- me'yöntemleriyle arayıp bul- muş ve ekimleri böyle yapmış- lardır. Ülkemizde de bu yön- temler kullanılmaktadır. Ancak daha yakın bir tarihi süreçte bununla da yetinmeyip bitkile- rin tohumlannı epeyce değiş- tirme, yeni besinler üretme ça- balannı geliştiren insanoğlu, buru başlı başına bir uğraş haline getirdi. Pek çok tartış- malara da yol açan bu olguya genetik, genetikle değiştirilen ürürlere de (kısaca GDÜ) de- niycr. GDÜ'ler fiziksel ve kim- yasal nitelikleriyle, doğal ürün- lerden epeyce farklı olabilmek- te. Daha çok üretmek ve eko- norik verimliliği arttırmak vd. degşik bir tür ortaya konmak arrKcıyla dünyada bu olguya epe/ce hız ve önem veriliyor. Gefetik uygulamalann en bü- yükjstası, Amerikalılar. Bu ül- kece şimdiden mısır, soya gi- bi ii esasU ürünün yarısının bu sekilde üretilmiş tohumla- ra ayandığı yazılıyor. CDÜ konusunda ilk akla ge- len soru, bu yöntemle elde edi- len eni besin ürünlerinin, sağ- lığ^jygun olup olmadığı. Özel- liklfAB ülkelerinde bu konu- dajittikçe yaygınlaşan kuş- kutr var. Gelişmekte olan ül- keteden de kuşkulara ve itiraz- lar«atılanlarvarsa da asıl çe- kişne, ABD ve Kanada ile AB araında. AB, bu ülkelerden ge*ı GDÜ'lerin birkaçına ithal yaaklaması uyguladı. ABD röymeti derhal Dünya Tica- röiİrgütü'ne (DTÖ) giderek itirzlabulundu. Bu uygulama- lann bu örgütün kuruluşuna dsınak oluşturan ticaret ser- bediği ilke ve esaslarına ay- kıw3İduğu yolundaki itiraz, DTÖ tarafından kabul edildi. AB ayrıca bu uygulamalardan dolayı cezaya çarptinldı. Ancak GDÜ'lere kamuoyu tepkisi o denli güçlüydü ki DTÖ'nün bu kararlan uygulanmadı. Konu uluslararası görüşmelere kal- dı. İlk uluslararası konferans Kolombiya'da Catagena'da geçen yıl toplandı. Birçok ge- lişen ülkeyi de yanına alan AB, çevrecilerin ağzından tezini şoyle savundu: "Herkes neyediğini bilmeli ve bilimsel biçimde niteliği açık- lanmayan besinlerin ilgili hükü- metlerce yasaklanması engel- lenmemelidir. Genetikte değiş- tirme, aynca bitki tüıierinin dün- yada azalmasına neden olma- sı ve ekosisteme verilen zarar- lan da düşünülüp öyle değer- lendirilmelidir. Ticari çıkarlar uğnjna insan sağlığı ve eko- sistem tehlikeye atılmamakta- dır. Bir ürün gerçekten yarariı bulunup satılmak, ihraç edil- mekisteniyorsa, ambalajıüze- rinde genetikle tamamen ya da kısmen değiştirildiği yazılıp satışa bu şekilde sunulmalıdır. Avrupalılann ve azgelişmiş- lerin bu önerisi konferansta ezici çoğunluk desteği topla- dı. Ancak başını ABD'nin çek- tiği Miami Grubu, bu görüşün protokolde bağlanmasını en- gelledi. ABD'nin bu konuyu SEAT- LE'de kargaşa içinde kendi le- hine geçirme gibi bir niyeti var- dı. Ama burada toplantı bilinen nedenlerle yapılamadığı için iş, Kanada'da Montreal'de ya- pılacak olan 24 Ocak Konfe- ransı'na kaimıştı. Frans Press Ajansı haberterine göre bu kon- feransta Miami Grubu, çoğun- luk tezine yanaşmış ve gıda güvenliği konusu 130 ülkenin imzaladığı bir protokole bağ- lanmıştır. 29 Ocak 2000 tarih- li bu habere göre gıda güven- liği konusunda vanlan uzlaşma şöyledir: Ulkeler, insan sağlığı ve çev- reye zararlı saydıkları genetik değiştirmiş ürünlerin ithalini yasaklayabileceklerdir. Amba- laj üzerinde GDÜ için verile- cek açıklamada (LABEL) ABD bir ödün almıştır. AB ve yan- daşlan bu LABEL'de yapılan değişikliğin anlatılması görü- şünde iditer. Konferans sonun- da, LABEL'de ilk iki yıl için sa- dece genetik değişiklik geçir- diği yazılmakla yetinılecektir. Uzmanlar bu iki yıl içinde da- ha ne gibi açıklama yapılma- sınm doğru olduğunu saptadık- tan ve bu esaslarda anlaşma- ya varıldıktan sonra kesin ya- zım biçimlerine geçilecektir. Protokolle saptanan ulusla- rarası anlaşma yürüriüğe gir- diğinde genetik işlemlerine uğ- ramış mallann ticaretinde bü- yük gelişmeler olacak, ama bundan doğan sorunlar da da- ha ciddi boyutlara ulaşacaktır. Anlaşmalara kimlerin ne ka- dar uyacağını, zaman göste- recek. Biz tüketicilere de çok iş dü- şeceğe benziyor. KİM KİME DUM DUMA BEHÎÇAK behicak@turk.net -'. - : ' •! .'•>•». ... 'rı ÇlZGÎLİK KÂMİL MASARACI i < ^ HARBl SEMIH POROY semihporoy@yahoo.com BULUT BEBEK MRAYÇÎFTÇÎ batanrzr gâzdmn g- y yürümek zor TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN HŞubot MİLLE7VEKİU MAASIARINA ZAM MP/LIYOR!. A 8UGÜM, , AA/fTT. MECl-İS SALOUUAIUH £UO£B GÖKÜLMM BıÇı'MDE OLOUĞU OTUKUMDA, PEMOKRATP^RTİt-t MIU-£71s£*2LLERt ö'/ çrt ö f C Ş Ç GÜÇ.LÜfC Ç M) £ÖrL.Ey£/££K, * İKİB/N Lİ/Z4NIN ÜSTİifjO>£fCi M/tSfL \Sİ(1DAM HUZUBtjyLA ALABfClGİZ p Ö 24-3 OYLA MCABUL £DİLM/Ç~rt. OEMOK- PA/ZTt'OEN YALNtZCA H<4LİL Ot-UMSUZ O> PANO DENÎZ KAVUKÇUOGLU Yanlış Olan Kim (4) 197O'li yıllann başıydı... Nürnberg'de çalıştığım fab- rikanın, eski bir amiral olan Dış Ticaret Müdürü Herr von Davidson bir akşam üzeri, mesai bitimıne doğ- ru telefon etmiş, beni hem "biriikte bir kahve içmek" hem de 'bir şeyler konuşmak" üzere odasına çağır- mıştı. Dünyaca tanınmış beyazeşya markalarından bi- rinin üretildiği fabrıkanın en tepesındeki üç adamdan biri olan bu yaşlı adam, kendisiyle hiçbir iş ilişkisi ol- mayan bir proje yönetmeni ile ne konuşmak isteyebi- lirdi? Hele o biriikte kahve içme önerisi... Herr von Davidson beni koridorda, görkemli çalış- ma odasına açılan kapılardan birinin önünde "Hoşgel- diniz, değerii dostum.." diyerek karşılamış, elini eski bir "baba dostu" gibi omzuma koyarak içeri buyur et- mişti, "Size ihtiyacımız var!.." Yüz ifadesinden, patro- nuyla aramızdaki "yakınlığa" en az benim kadar şa- şırdığı anlaşılan sekreteri kahve servisi yaparken o anlatmaya başlamıştı... "Biliyor musunuz? Biz her yıl çeşitli ülkelerden bınlerce konukağırlanzburada..." Son- ra sözü Türkiye'ye, Türklere getirmişti. "önümüzdeki hafta, sıra sizinkilerde... Türklerde yani..." Türkiye'nin değişik kentlerinden gelecek altmış "başanlı" beya- zeşya bayıı ile havalimanından başlayarak Nürnberg'de kalacakları üç gün boyunca biriikte olmak, benım gi- bi vatan özlemı çeken biri için bulunmaz fırsattı ddğ- rusu... Yanıtım sevindirmışti yaşlı Almanı... Ağzımdan çıkan, 'Peki" sözünün bir felaketler zincirinin ilk hal- kası olduğunu, ne bu "iş"î üzerine yıkacak birini bul- duğuna sevinen Herr von Davidson bılebilirdi ne de kafasında uç gün boyunca hangi lokantalarda, hangi birahanelerde fink atacağının planlarını kurmaya baş- layan ben bılebilirdım o an!.. İki otobüsle Nürnberg Havalimanı'ndan fabrikaya doğru hareket eden bayiler yolda, Alman görevlileri ne yapıp edıp kandırmış, otobuslen, fabrikaya beş yüz met- re uzaklıktaki ûuelle adlı büyük bir mağazanın önün- de durdurmuşlardı. Yanm saat sonra çıkış kapısında buluşacaktık. Daha on dakika geçmeden mağazanın hopariörlennden şırketimizin adının anons edıldiğini du- yunca şaşırmıştık. Ne oluyordu? "{...) firmasından bir yetkili, lütfen güvenlik bürosuna!.." Koşar adım gitti- ğimiz "güvenlik amiri"nin odasında karşılaştığımız manzara karşısında ne yapacağımızı bilememiştik on- ce... Güvenlik görevlileri üç "konuğumuzu* yüzûstu ye- re yatırmış, "etkısiz hale" getırmışlerdi. Birının konu- şan bebek, öbürünün saat çaldığı söyleniyordu. "Su- çüstü" yakalanmışlardı. Üçüncüsü ise yürüyen mer- divende bir kadının kıçını mıncıklayıp da, kadın bağır- maya başlayınca, çevredekıler tarafından derdest edil- miştı. Olayın polise yansımaması ıçın, güvenlik görev- lilerinekonuklanmızın, "psikolojikdepresyon"\anr\öan yasadıklan "an/ kültür şoku'na kadar kendimizin de inanmadığı birsürü "/)Jtiye"anlatmış, kıçı mıncıkla- nan kadına bir tomar para vermiş, sonunda Herr von Davidson'un telefonla yıAa/idan araya gırmesiyle kur- tarmıştık adamlan... Utançtan yerin dibine geçmiştim. Olay fabnkada hemen duyulmuştu. Alman mesaı ar- kadaşlarım aynı fabrıkada, üretimde çalışan yüzlerce "derli toplu Türk"û göstenp beni teselli ediyor, "Böy- le mikroplar her yerde çıkar, aldırma " diyorfardı. Ama rezaletin daha büyüğü, "Türk konuklar onuruna" ve- rilen akşam yemeğinde yaşanacaktı. Bir "hoşluk" ola- - rak masalara konan rakılar tükendikçe, başarılı beya- zeşya bayilerinin bir bölümü laciyert takımlarının ce- ' ketlerini fora etmiş, masalara servis yapan garson kız- lara tebelleş olmaya başlamıştı. "Dur, otur" demeye kalmadan, yemek salonunun lavabolara uzanan dar koridorundan gelen acı bir feryatla irkilmıştik. Garson kızlardan biri, kapı aralığından arkasından saldırıya geçen irı yan bir konuğumuzun yanağına tırbjşon sap-' lamıştı. Adamın üstü başı kan ıçindeydı. "Yandım anam.." diye bağınyordu. Onu bir arabayla en yakın hastaneye yolcu ederken kız peşinde koşan bir baş- ka konuk yere kapaklanrnış, burun kemiğini kırmıştı... Davet sahibı Almanlarfattaşı gibi açılmış gözleriyle bu rezillikleri izliyorlardı... Ben daha fazla dayanamamış, kimseyle vedalaşmadan terk etmiştim yemeğı... Hiç- birfnin yüzünü görmek istemiyordum artık.. Türkiye'ye döndükleri gün, üç gece kaldıklan Viktoria Oteli'nden gelen "çağn" üzerine "mahal"de yapılan hasar tespit çalışmalanna da katılmamıştım. Sökülen musluklar, yü- rütülen haylular, kesilen perdeler, kınlan klozet kapak- ları... Yirmi bir odası kullanıjamaz hale gelmişti otelin.. "bir daha Türk müşteri mi? Asla.." diyordu otelci... Şirket, otele yüklüce bir tazminat ödeyince, "olay" ye- re) basına yansımamıştı. Aradan birkaç gün geçip de yavaş yavaş kendime gelince düşünmeye başlamıştım... ParaJan pullan ye- rinde, çoluk çocuk sahibi insanlardı bunlar. Akşamla- n "ŞehirKulübü'ne gidiyorlar, polıtikadan konuşuyor- lardı. Yasadıklan kentlerde önemli ağırlıkları vardı. Ço- ğu sağ partilere parasal destek sağlıyordu. Delege seçimlerinde öne çıkıyorlar, milletvekili adaylarını be- lirliyorlardı. Klasik "sınıf tarifi"ne göre, Anadolu'da 1960'lı yıllarla biriikte oluşmaya başlayan "orta tica- ret burjuvazJsi"n'm petrol bayileri, tüpgaz bayileri gibi öncüleriydi bu beyazeşya bayileri de. Ne var ki, yeni sınrfsal konumlan, maddi varlıklan hırsızlıktan, cinsel tecavüze kadar her türlü rezalete her an hazır olduk- lan gerçeğini değiştirmiyordu bu adamlann. "Lüm- penlık'm sınıflar dışı bir olgu olduğunun somut örnek- teri değil miydi bunlar? (Faks:0212-723 84 97) " BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDANSAĞA: 1 2 3 4 5 6 1/Osmanlılarda önde gelen dev- let adamlannın 2 giydiğibirtürsa- n murküık.2/Fok balığı derilerin- 4 den dikilerek ya- g pılan ve taştma ışlennde kulla- 6 ıulanEsknnoka- j yığı. . Serbest meslek adamla- 8 nnı içinde top- g layan resmi bir- lik. 3/ Kadınlann kaşla- nnı ve saçlannı boyatnak -| için sürdûklen sıyah bo- ya... Radon elementinin simgesi. 4/ Bir cismin hareketi nedeniyle ka- zandığı enerji. 5/ Şöh- 5 ret...lçinemendil,gece- 6 lik gibi şeylen koymaya yarayan kumaştan ko- runcak. 6/ Samanlık... Kısık sesli küçük keman. II Madenleri yontmaya yarayan çelık araç... "Oğuz —": Çizenmiz. 8/ Madenleri ergitme... Hayvanlara vurukm dam- ga. 9/ Cılız, zayıf... Vücutta bınken azotlu madde. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Divan edebiyatında şehzadelerin sünnet düğünleriyle hanım sultanlann doğum ve evlenme törenlerinı anlatan şiirlere verilen ad. 2/ Eski dilde bağırsaklar... Sıncap. 3/ Zarara uğrama tehlıkesi... tnce talaş. 4/ Bır yapıt ya da yazının son bölümü... Ender, seyrek. 5/ Baskın, hücum .. "Yüz —'den yeğrektır/ Bir gönül zıyareti" (Yunus Em- re). 6/ Yağı alınmış sütten ya da yoğurttan yapılan pey- nir... Renyum elementinin simgesi. 7/ Bir nota... Doğu Karadeniz yöresine özgü bır tür kıyı teknesi. 8/ 789-974 yılları arasında Fas'ta hüküm süren Müslüman Arap ha- nedanı 9/ Herhangi bir konuda ilgili kışilere soru yönel- terek bilgi toplama ışi... Bir soru sözü.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear