25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
1 TEMMUZ 1999 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA I L J 1 \ kultur@cumhuriyetcom.tr 15 Fethi Naci'nin anılannda yakın dönemden çok çocukluğu ve yetişme yıllan öne çıkıyor 6 O yıDar, yaşamak yıüanİL..9 TURGAY FİŞEKÇİ -Anılarkitabınız'Dönüp Baktığımda...' birbu- çuk ayda ikinci basımını vaptı. Yıllar boyu eleştir- mcnlik gibi zor bir alanda iiriin verdikten sonra si- n anılannızı yazmaya iten nedenler neler oldu? "Dönüp Baktığımda.Jnın bir buçuk ayda ikincı baskı yapması beni mutlu etti. Eleştırilerden olu- şan kıtaplar. yazarlar hakkmda ıncekmeler pek satmıyor; okurlar kuramsal yanı bıraz ağır basan kitaplardan hoşlanmıyorlar. Son yıllarda "anı^ya rağbet fazla. Benim kitap da bu rağbetten paymı aldı. (Gerçek Yayınevi'ni 1965'te kurmuştum. Ya- yımladığım ilk kitap, Azgelişmiş Ülkrfer ve Sosya- Uzm'di. 6 bin basmıştım, altı ayda tükenmişti; o yıl- lar, başka >ıllardı...) Anılan yazarken"Birgfin, kitap ohır._Tl divehiç düşünmemiştim. Unutamadığım, beni etkileyen bazı yaşam kırıntılannı, aklıma esince yazmaya galiba 1962'de başladım. Zaman zaman yaşadı- ğım unutulmaz acılan yazarken "acılann tadı" (Bu söz. galiba Yahya Kemal' indır.) beni çekmeye baş- ladı: "Acı", "AğrtGibi". böyle yazılar... Ani yazılan artmaya başlaymca eş-dost "Şu anı- lan doğnı dürüst ya/san a!" diye zorlamaya baş- ladı. Sözgelimi "Erzururn Lisesi Yıllan1 ", "Mos- kova - Tiflis, 1982", "İşçi Öğretmenliğr biraz da senin zorlamanla yazıldı. Okumaktan başka ne yapdabilirdi! - Khabınızda yakın dönemlerden çok, çocuklu- ğunuz ve yetişme yıllannız öne çıkıyor. Son derece gfizel anlatılmış k; bunıcu bölümler bunlar. Okur- ken. büfün o yoksulluk *e yokluk koşullanna kar- şın sanki bir büytinün gercekleşmesi gibi seçkin bir yazın adamının da belirmekte olduğunun işaretle- rini göriiyoruz. Eğitim bugün de ülkemizde en çok O tarüşüan konulardan biri Sizceeğitim süretinde bir gencin geteceği ne oranda beHrteniyor? O yoksul çocukluğumu, o meşakkatli öğrenci- lik yıllanmı hâlâ keyifle anımsıyorum. Babam, okuma-yazmabilmezdi, ama "kftap"ın önemini bi- lıyordu; kim öğretmiş, nasıl öğrenmiş, bilmiyo- rum. Ben de "Idtap" alırken kitabın ne kitabı ol- duğunu söylemezdim, çünkü "kftap" parasıyla ders kitaplanndan çok dergiler, polisiye romanlar, resımli Tarzan'lar (Forma halinde saulırdı.) alırdım. Bana bir futbol topunu iki yıl boyunca almayan ba- bam, "khap" deyince ne yapar yapar kitap parası- nı verirdi... Hey gidi sevgili Fethi aga... Beş yıl Erzurum Lisesi'nde parasız yatılı olarak okudum. Kar yağdı mı bir daha kolay kolay erimez- dı: bahann gelişini karlann erimesinden, okul bah- yoksul çocukluğumu, o meşakkatli öğrencilik yıllanmı hâlâ keyifle anımsıyorum. Babam, okuma- yazma bilmezdi, ama "kitap "ın önemini biliyordu; kim öğretmiş, nasıl öğrenmiş, bilmiyorum. çesinin toprağının görünmeye başlamasından an- lardık. Okuldan 15 günde bir çıkardık: Yürûyerek 40 dakikalık bir mesafede olan hamama gitmek içın. Bu koşullarda okumaktan başka ne yapılabilirdi! Okurduk... "Okurduk" diyorum, çünkü Asım Be- zirci de benim durumumdaydı. Okulun zengin bir kitaphğı vardı: Varlık'lar, Yurt ve Dünya'lar, Adım- lar... Asım'la birlikte kitaplığın düzenlenmesinde çalıştığımız için istedığimiz kitaplan alır, okur- duk. Nâzun Hikmet'in nerdeyse bütün şiir kitap- lan vardı! 9. sınıfta ben, Asım Bezirci, Turhan Gûrkan (Turhan, Samsun'dan gelmişti. Erzurum Lisesi'nde ancak bir yıl kalabildi.) duvar gazetesi çıkarmaya başladık. O yıl, duvar gazetesi dışında, Erzurum'da yayımlanan Erzurum gazetesinde de yazılanm ya- 16. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması sonuçlandı BirincüikRomen MihaiIgnathnKültür Servisi - Aydın Doğan Vakfı ta- rafindan düzenlenen'16. Aydm Doğan Ulus- lararası Karikatür YanşmasT sonuçlandı. 87 ülkeden 1141 sanatçının toplam 3388 karikatürle katıldığı yanşmada birinciliğı Romanyalı sanatçı Mihai Ignat kazandı. Arjantınlı sanatçı HermenegfldoSabat'ın başkanlığmda Daryl Cagle (ABD). Latif DemircL Gürbüz Doğan Ekşioğlu. Serguei Goizauskas(Fransa), Hüsamettin Koçan, Bfll Leak (Avustralya). RonaM Libiu (Belçi- ka). Turhan Selçuk ve Haslet Soyöz'den oluşan Seçici Kurul. Önseçiciler Kuru- lu'nun değerlendirmesinın ardından belir- lenen301 sanatçının361 karikatürü arasın- dan ödüle değer görülen sanatçılan seçtı. Mihai Ignat'ın birinci seçildıği yanşmada ikinciliğı. Italyan sanatçı FrancoOrigioııe. üçüncülüğü Belçıkalı sanatçı O.Sekoer ka- zandı. 16. Aydın Dogan Uluslararası Karikatür Yanşması'nda derece alan sanatçılara ödül- leri, 8 Kasım 1999 tarihinde Ankara'da dü- zenlenecek törende verilecek. Birınciliği kazanan Mihai Ignat, 8 bin ABD Dolan ile Aydın Doğan Vakfı Birincüik Ödülü ve Kültür Bakanlığı Plaketı; ikincilıği kaza- nan Franco Origone. 5 bin ABD Dolan ıle Aydın Doğan Vakfı tkincilik Ödülüve Hür- Birincilik ödülü - Mihai Ignat, Romanya. riyet Gazetesi Altın Plaketi; üçüncülüğü kazanan O. Sekoer. 3 bin 500 ABD Dola- n ile Aydın Doğan Vakfı Üçüncülük Ödü- lü ve Tempo Dergisi Gümüş Plaketi'nin sahibi olacak. Yanşmada seçici kurul tara- fından Başan Ödülü'ne değer bulunan di- ğer sanatçılar ıse Turan Asan (Türkiye). Constantin Ciosu (Romanya). Claudk)An- tomoGomes(Brezitya).JitetKoestana(En- donezya), Muhirtin Köroğlu (Türkiye), HouXiaoQiang(Çın Halk Cumhuriyeti), Mostafa Ramezani (Iran). Sdgo Sakai (Japonya). Mariusz Stawarski (Polonya), Ross Thomson (tn- giltere). OİegYudin(Rusya Fe- derasyonu) ve Laleh Zevaei (tran). tkincitik Ödülü - Franco Origione, ttalya. Hüseyin Rahmi Gürpmar'ın kurtanlan eşyalan, ismini taşıyan lisede sergileniyor ALdalar Kaymakamı Mustafa Farsakoğlu'nun girişimiyle Hüseyin Rahmi'nin evinden kalan eşyalar kurtanldı. Şimdi sıra evin restore edilmesinde. Evi harabeye döndü, eşyalan lisede GÜL ERÇETtN Adalar Kaymakamı Mustafa Farsakoğlu'nun girişimiyle ku- rulan özel bir komisyon. Adalar Vakfı'nın maddi desteğıyle Hü- seyinRahmi Gürpmar'ın 80 yıl- lık yaşamının 31 yılını geçırdiği Heybeliada'daki evinden kalan eşyalannı kurtararak yazann is- mini taşıyan lisede sergilemeye bajladı. Hüseyin Rahmi'nin arkadaşı Miralay Hulusi Bey ve dar bir ak- raba çevresiyle yaşadığı, yüksek bir tepede yer alan çamlar için- deki evi, ölümünden sonra 1964 yılmda satış suretiyle U Özel 1da- resi'ne tescil edildi. Ev, 1983 yı- lında ll Daimi Encümeni'nin ka- rarı ile kütüphane ve müze ola- rai kullanılmak üzere Kültür ve Tuizm Bakanlığı'na tahsis edil- di. İki gün sonra da bütün eşya ve kitaplarla birlikte Türk tslam Eserleri Müzesi Müdürlüğü"ne devTedildi. 1986'da Adalar Beledivesi, H. R. Gürpınar'ın evinin "kültür hizmederinde kullanılmak üze- re" Kültür ve Turizm Bakanlı- ğı'ndan devrini istedi. 1987'de Bakanhk olunıyla H. R. Gürpı- nar' ın ev i "kühür e\i olarak kul- lanıbnak koşuluvla" Adalar Be- ledivesi'ne tahsis edildi. Ancak tahsis yoluyla bakanlığa geçen evin bir başka kurum ya da ku- ruluşa tahsis edilmesi yasalara uygun değildi. Hemen ödenek talebinde bulunuldu bakanlıktan, binanın dışına iskele kurularak restorasyona başlandığı izlenimi yaratıldı. Aradan üç yıl geçti, Adalar Be- lediyesi onanmın bittiğini, H. R. Gürpınar'ın evinin müze olarak açılacağını ilgili kuruluşlara bil- dirdi. Üç yıl sonra Adalar Kay- makamlığı'nm Adalar Belediye- si'nden bilgi istemesi üzerine, gerekli onanmın yapılmadığı, evin harap ve onanma muhtaç olduğu, ünlü yazann eşyalannın bodrum kata atıldığı ve yeniden bir keşif bedeli tespiti yapılması gerektiği ortaya çıkü. 1996'da Topkapı Sarayı Mü- zesi Müdürlüğü, H. R. Gürpınar Müzesi'ni denetlemek için bir uzman gönderdi. Uzman, evin müze olarak düzenlenmediğini, birçalışma başlatılmadığını açık- ladı. Aynı yıl Adalar Kaymakam- lığı'na atanan Mustafa Farsakoğ- lu. 1997'de evinkullanılmazdu- rumda olduğunu gördü. Kayma- kamlık, il makamına 'kişiyeözel' bir yazı göndererek belediyeye yapılan tahsisin yasal olmadığı- nı. belediyenin bu işin üstesinden gelemeyeceğini, H. R. Gürpınar evinin tl Özel tdaresi veya Kül- tür Bakanlığı'nca amacına uy- gun kullanılmasını istedi. Kültür Bakanlığı bunun üzerine evin onanmının bakanlıkça yapılaca- ğını, Adalar Belediyesi'nin üze- rindeki tahsisin kaldınldığını bil- dirdi. İki yılı aşkın süren yazışmalar- dan bir sonuç çıkmaymcakayma- kamlık kendisini sorumlu ve yet- kili görerek bir komisyon oluştur- du. Adalar Vakfı komisyona des- tek verdi. Komisyon üyeleri mev- cut eşyalan korumak ve kurtar- mak amacıyla 24 Nisan 1999 gü- nü göreve başladı. Heybeliada Halk Kütüphanesi'nde bulunan özel eşya ve kitaplan alındığında içler acısı bir manzarayla karşı- laştılar: Rasgele yerleştirilen ko- lilerdeki kitaplann bir kısmı kurt- lar-böceklertarafindan yenilmiş, kmlacak eşya kolilerinin içinde- kilerin çoğu kınlmış, yazann kı- yafetleri-örtü ve minderleri bele- diyenin büyük boy çöp poşetle- rine tıkıştınlmış, kir ve rutubet- ten lcullanılmaz hale gelmişti. Deniz Lisesi Komutanlığı'na bağh araçlann yardımıyla ya- zann bütün eşyalan okula taşın- dt, yıkandı, onanldı, kuru te- mizlemeye gönderildi. Yazann ince zevkini yansıtan eşyalar arasında gözümüze çarpanlar ise şunlar. Gürpınar'ın kendisi- ni yetiştircn teyzesinden öğren- diği, üğ işiyle yaptığı el örmele- ri, dantelleri, şişle ördüğü çorap- lar, tığ ve örgü takımlan, yaptı- ğı tablolar, işlediği porselen takım- lar, babasından kalma, hâlâ çalı- şır durumdaki altın saati, tıraş ta- kımı, iki yatağı, parça parça bu- lunduktan sonra birleştirilen çi- ni sobası, bahçeye atıldıktan son- ra yıllarca orada kalmış buzdo- labı, romanlannın elyazmalan, 6. dönem milletvekilliği cüzda- nı... Gürpmar'ın bir balo davetine yazdığı yanıt ise muzip kişiliği- ni yansıtıyor ziyaretçilere: Heybefi Parti BaşkanhğTna, Sa>ınBe>. Mebus değilim, iratçı değüim. kitaplanmdan aldığım cüzi bir gelirle kıt kanaat geçiniyorum. Balo yaşıma yitraşmaz, keseme hiçervermez.Partiyeparalazım- sa bunda da can gerek. Savgıla- nmısunanm. Şimdi sırayetkililerde. Adalı- lar, evin restore edilmesini ve kurtanlmış eşyalann bu evin iki odasında sergilenmesini istiyor- lar. yımlanmaya başladı. İlk yazım, babaannemin ölü- mü üzerine bir yazıydı. Yıl, 1943. Sonra Istan- bul'daki dergilerde "şBrler"... Sonra îktisat Fakül- tesi yıllan... Yavaş yavaş şiirden, hikâyeden vaz- geçiş; eleştiriye, ekonomik, toplumsal sonınlarda yazmaya yöneliş... "Eğitim sürecinde bir gencin geteceği ne oranda beürleniyor?" Önce bu *oran"ın yıldan yıla düştüğünü belirt- mem gerek. Çünkü 1980'den bu yana, siyasal ik- tidarlar, yavaş yavaş eğitim görevlerini de, saglık alanmdaki görevlerini de "özel sekt6r"e dewet- meye başladılar. Bunun kaba Türkçesi, "Paraa olan okur!". "Parası olan doktora, hastaneye gi- der!"dir! Bugün devlet. bütçesinin sadece yüzde ll'inieğitime,yüzde 3'ünü sağlığaayınyor.Eği- tim sürecinde gençlerin geleceği tamamıyla rast- lantılara kalmış. 1941 'de, Giresun'da, parasız yatılı sınavına 600 kadar öğrenci katılmıştı; 6 öğrenci sınavı kazan- dı... Bugünkü oran nedir, bilmiyorum. Şiirin, hikâyenin alıp başını gittiği yıflar - Khabmızın en savb bölümJeri ise Türkiye tşçi Partisi (TtP) dönemine ilişkin anılannız. ÖzeUikle de Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran'a ilişkin göz- lem ve düşünceteriniz. Kimi taröşmalara ilişkin ük kezböylesi netaçıklamalar okuyoruz. Yaşadudan- nız ışığında TTP deneyiminin Türkiye için anlamı sizce ne olmuştur? 1962'de Vatan gazetesinde köşe yazılan yazar- ken Aybar, partiye girmemi önermişti; ben de par- tiye girersem yazılanmın "vanh" kabul edileceği- ni, etkisini yitireceğini söylemiştim. Ama 11 Ka- sım 1962'de, TlP'in Beyazıt'taİci bir düğün salo- nunda düzenlediği toplantıda, bir yandan "gerici çevreler''in toplantıyı sabote etmek için neler yap- üklannı görürken, biryandan da TtP'in ne kadar güçsüz olduğu- nu gözlemliyordum. Ertesi gün TlP'e üye oldum. Önce Sosyal Adatet adlı, haf- talıkbir siyaset dergisi çıkarma- ya başladık. Derginin adını Tür- han Tükd koymuştu, yazıişle- ri müdünl de oydu. Derginin ilk sayısında (19 Mart 1963) yayımlanan "Bölünmek Değfl, Biriesmek!" başlıklı yazımda "milB burjuvazi''yi tanımlıyor ve milli burjuvazi ile güçbirli- ği yapılabileceğini öne sürü- yonium. Derginin ikinci sayısın- da Behice Boran bu yazıya şid- detle karşı çıktı. (Tuhaftır, 1963'te milli burjuvaziye kar- şı çıkan Behice Boran, nice yıl- lar sonra, artık Türkiye'de "mfl- li burJHvazT diyr bir şey kal- madığı yıllarda, TTP'le TKP birleşip TBKP olunca, parti programında "milli burjuva- ri"nin desteklenmesini kabul ediyordu!) Sonra parti programı çalış- malan... Merkez Yürütme Ku- nılu'nun Etüt ve Araştırma Bü- rosu Sekreterliği görevini bana vermesi... Behice Boran'ın "üye"liği içine sindiremeyişi... Adnan CemgU'le Nebil V«- rny'un parti programmm Etüt ve Araştırma Bürosu dışında, yeniden kurulacak bir kurulca hazırlanmasını önermeleri... (Ü- hamın kimden geldiğini söyle- meye gerek var mı?) Sonra Ay- bar' ın Etüt ve Araştırma Büro- su Sekreterliği'ni yüklenişi... Aylarca çalışarak hazırladığı- mızprogram... tlk Büyük Kong- re'den sonraki çatışmalar... Ve ben de dahil 14 kişinin (Böyle anımsıyorum.) TlP'ten ihracı- mız... Ve eski TİP Genel Sekreteri, Hatay Milletvekili Dr. Yahya Kanbolat'ın bir tanıklığı: "._ Bir gün tstanbul'da buhınur- ken, Behice Boran, Fethi Na- ci'yi bana şöyle çekiştinnişti: Güya Fethi Naci eş- dost arasın- da şöyle övünmekteymtş:' lşle- rim tıkınnda. Patronun kansı dametresim. Keyfıme diyecek yok artık.' Behice Boran'ı din- Byonım ve içhnden'Allah kim- seyi şu toplumculann diline dü- şürmesin' diyordum." (Olduğu Gibi, Bayır Yayınlan, 1979, ss. 99-100.) Behice Boran, böyle bir yalanı rahatlıkla kullanabi- liyordu bana karşı!.. TİP, Türk solunun yıllar bo- yu edindiği birikimi, o günün koşullan içinde, olabildîğmce iyi kullanmıştır. Ama sol'un 1968'de bölünmesinden sonra iç kavgalar öne çıkmış, 1965 'te 15 milletvekili çıkaran TÎP, 1969'da ancak2 milletvekili cı- karabilmiştir. Sonra dabiliyor- sunuz, kapattılar partiyi... -Kitabmızda söz etti^jnizya- zın adamlanndan ülkemizde 1950'lenlen 70'lerin ortalanna dek, bugünlere göre çok daha renklibir kültür hayatmm oldu- ğu izlenimi doğuyor. O yıllarla bugünün yazm ortamını karşı- laştınr nusmız? O yıllar, yaşamalı yıllardı... Şiirin, hikâyenin alıp başını gittiği yıllardı... Tartışmalarda belirli bir dü- zey vardı. Ben 20 kûsur yaşım- da Ataç'la tarüşırdım. Ataç ba- na cevap verirdi; Ataç CHP'li idi, ben Marksisttim, ama hiç- bir zaman edepsizlik etmezdik. Bir de şimdiki gençlere ba- kıyorum... Hepsi değil tabii, ama öyleleri var ki aralannda... ne diyeyim... Allah ıslah etsin! ODAK NOKTASI AHMETCEMAL Orhan Pamuk Dosyası'O) Geçen kış bir cuma günü, Eskişehir'den Istan- bul'a giden Başkent Ekspresi'ndeyiz. Mutlu bir raslantı sonucu o gün yol arkadaşım olan, Anado- lu Üniversitesi'nden çok sevgili dostum Haluk Gürgen ile yemekli vagonda oturuyoruz. Bir ara dikkatimizi -yanılmıyorsam eğer, önce dostumun dikkatini- yan masada tek başına oturmuş ve önün- deki kitabatam anlamıyla "gömülmüş" olan birye- dek subay çekiyor. Biraz sonra kitabın kapağını görüyoruz: Orhan Pamuk'un 'Benim Adım Kırmızı" adlı son roma- nı. Genç adam son sayfalara gelmiş, kitabı brtir- mek üzere. Okunmuş sayfalann kenarları, kıyası- ya okunmuşluğun o kendine özgü, eşsiz soyluluk işaretini, hafıften kirlenmeyi taşımaya başlamış bi- le. Yedek subay, çok ağır bir tempoyla okuyor; ki- mi zaman çok düşünceli, kimi zaman hafiften gü- lümsüyor, bu arada kitabın içine birtakım notlaralı- yor. Oylesine yoğun bir okuma sahnesi ki, okuma- yı sevip de etkilenmemek olanaksız. Biz de bakış- lanmızı bu gence dikiyoruz. Üstelik ben, kitabı böyle okunduğu için, böyle biro^cunj olduğu için, Orhan Pamuk'u neredeyse kıskanıyorum. Genç ye- dek subay, son sayfayı da bitiriyor ve son notları- nı alıyor. Başını kitaptan kaldırdığı anda Haluk Gür- gen dostum, bir okur merakıyla soruyor: "Çok dik- katli okuyordunuz; nasıl, beğendiniz mi?" Genç adam: "fvefyanıtını verdikten sonra, sö- züne: "Gerçi ben bir mühendisim..." diyerek de- vam ediyor. Alçakgönüllülüğü içersinde bununla söylemek istediği, bir romanı değerlendirme ko- nusunda kendini yetkin saymadığı. Oysa biraz sonra bize gerçekten parmak ısırtan bir roman çözümlemesi yapıyor. Bütün bunlan neden mi yazdım? Aslında ilk ba- kışta biraz tuhaf gelecek bir nedenden ötürü; baş- ka deyişle, Orhan Pamuk'u anlayanlann da oldu- ğunu göstermek için yazdım. Orhan Pamuk, yıllar önce edebiyatımıza bir ro- mancı olmak ve hep romancı kalmak iddialanyla girmişti. Bunlan gerçekleştirdi de. Yani hem roman- cı oldu, hem de uğraşını başka hiçbir şeyle uğraş- maya kalkışmayacak kadar ciddiye aldı. Bu ara- da bir romancı olarak değerini başka dil çevrele- rinde de kabul ettirdi. Ama bu yükseliş beraberin- de, kendi ortamımızda, bu yazara yönelik en acı- masız saldınlan da berabertnde getirdi. Öyle ki, bu yazanmıza bir şöyle demediğimiz kaldı: Sen ne- den yazıyorsun? Yazmasana! Biraz yukarda eleştin değil, fakat saldın sözcü- ğünü kullandım. Bu ikisi arasında nitelik bağla- mında büyük bir aynm bulunduğu ve sanat ala- nında, edebiyat alanında saldırıya değil, ancak eleştiriye yaşama hakkı tanınabileceği için! Çün- kü eleştirinin amacı, olumlusuyla ve olumsuzuyla değerlendirmek demektir ve sanat alanında eleş- tiri, ancak estetik ölçütler doğrultusunda yapıla- bilir. örneğin bir Türk yazan başka dillere çevrili- yorsa, kalkıp: "Neden başkalannın eserieri değil de onun eserieri çevriliyor?" tarzında bir soru/bir estetik soru değildir. Aynca böyle birsorunun mu- hatabı, eseri çevrilen yazann kendisi olamaz. Bu bağlamda, Orhan Pamuk olayında olduğu gibi, yabancı dillere çevrilmenin nedenini edebiyatın dı- şındaki alanlarda aramak da en azından akılcı de- ğildir, çünkü bugün Orhan Pamuk'un eserierini ya- bancı ülkelerde yayımlayan yayınevlerine bir kita- bı edebiyatın dışındaki ölçütlerle kabul ettirebilmek, kesinlikle olanaksızdır. öte yandan, Orhan Pamuk'un kitaplannı "anla- mayanlann" söylediklerini almtılayarak yazan ve eser- ierini eleştirmeye kalkışmak da roman estetiğinin, dahası genelde sanatın tümüyle dışında kalan bir davranıştır; çünkü "anlamak" yaöa "anlamamak" gibi bulanık kavramlar, sanat eserieri için ölçüt ol- maktan neredeyse Rönesans'la birlikte çıkmış, onlann yerini estetik ölçütler almıştır. Bir sanat ese- rini, bir edebiyat ürününü kimin aniamasınaya da anlamamasına göre yargılayacağız? Herkes ya da en azından çoğunluk tarafından anlaşıhr olmak, eser saymanın koşulu olsaydı, James Joyce, Vırginia VVoolf ya da Bilge Karasu'nun eserierine hâlâ kolayca "eser" diyebilir miydik? Herkesin ner eser- le diyalog kuramayacağı, günümüzde artık sana- tın temel gerçeklerinden biridir. Orhan Pamuk'un eserlerine ve kendisine Ata- türk'le ilgili olarak yöneltilen saldınların aynntılan- na ise girmek istemiyorum. Ancak şu kadannı söy- lemekten de kendimi alamayacağım. Birer kurgu ürünü olan edebiyat eserierinde kimlere neler söy- lendiğinin ve bunlann gerçeklerie ne ölçüde örtüş- tüğünün peşine fazla düşersek, günün birinde ken- dimizi "Istanbul Kanatlanmın Altında" ya da "Ha- mam" filmini salt cinsel konum açısından değer- lendiımeye kalkışanlarla aynı düzeyde bulabiliriz! Orhan Pamuk, yazıyor; yazan karşısında tek ya- pılması gereken, yazının ölçütleri içersinde kal- maktır. e-posta:ahmetcemal(ö superonline.com acem20@hotmail.com YAYINLARI AHMET CEMAL YıHann süzgecinden geçirdiği denemeleri bw kitaptcı. Ahmet Cemcıl'iri özenli çevirisiyle, unvrtvtlmcız bir yazardcm bir başyapıt.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear