25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
^ALIK1999PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr 15 NııriBilge Ceylan'ın ikinci uzun metrajlı filmi 'Mayıs Sıkıntısı' 10 Aralık'ta gösterime giriyor adece üretım koşullan ve bütçe açısıncan değil, sinemanın anlatım araçlarının belli bir tuturriulukla kullamlması da benim için önemli. İçinde yaşadığımız kaotik ortama, tüketim çılgınlığına, fazlalıklar kültürüne karşı mücadele elme, direnme şeklim benim bu biraz da.' 6 Çehov beni ısıüyor' ESRA ALtÇAVUŞOĞLU " Kasabada bu mayıs. sanki eskhe gö- re daha sıcak. daha sıkıntılı. Hcrkes kü- çükdertfcriyle, sürpriziere kapalı ha> at- lanyla yine de huzurlu göriinüyor. An- cak bu huzur, çocukluğunu geçirdigi bu kasabada birfılnı çekmeyi kafasına koy- muş Muzaffer'in gelişiyle biraz zedeie- nir." Nuri BUge Ceylan. 'Kasaba'dan son- ra ikinci uzun metrajlı filmt 'Mayıs Sı- kıntısı' ile 10 Arahk'tan itibaren izleyi- cilerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Ceylan, 'Kasaba'da, çocuklugunun geç- tiği Çanakkale'ye bağlı Yenice'yı me- kân seçmişti kendine, Mayıs Sıkıntısı da yine aynı mekânda çekildi. Filmi sade- ce yönetmekle kalmayıp senaristliğini ve görüntü yönetmenliğini de ustlenen Nuri Bilge Ceylan, filminde anne ve babasını oynatıyor. Nuri Bilge Ceylan. 1997'de <Ka«ba* ile Türk sinemasında kendine has yer edinen genç yönetmenlerden. Siyah- beyaz, 'ağır' ritim ve küçûk bütçeli Ka- saba ile sinema dünyasına giren yönet- men, bu kez renkli, sesli ve kendi deyı- şıyle kalabalık oyuncu kadrolu 'Mayıs Sıkınfısı' ile yerini pekiştinneye aday. 'Mayıs Sıkıntısı' bu yıl Aton Portakal FilmFestivali'nde Ceylan"a. En îyi Yö- netmen. En lyi İkinci Film, En lyi La- boratuvar Ödülü'nü getirdi. Jüri aynca filmdeki bütün amatör oyunculara özel ödül verdi. Otobiyografık denilebilir - Mayıs Sıkıntısı, bir yönetmenin bü- yüdüğü kasabada film çekme çabalan- nı anlatan bir film. Filmi oto-biyografik olarak (a nımla> abiür mhiz? Kurgu ne- rede de\ re\e giriyor? NURİ BILGECEYLAN -Otobıyog- rafik olduğu söylenebilir.. Senaryo bü- yük ölçüde, ilk fılmim Kabasa'yı çeker- ken yaşadıklanm ve gözlemlerimden oluştu. Ama tabii ki hikâyeyi sağlam- laştırmak ve belli bir dengeyi sağlamak için hayal ürünü şeyler kattık. ^MayısSıkıntısTıidababamzıaruafcr- ken onun ekseninde neleri ele alnorsu- nuz? CEYLAN - Ashnda babam hakkın- da daha kapsamlı bir film yapmak isti- yordum. Başlangıçta niyetim onun kim- selere benzemeyen taraflanna eğilmek- ti. Ama galiba film, babamın özgün ve beni hayTete düşüren taraflannı değil de, daha çok tipik, herkeste var olabi- lecek bir özelliğini öne çikardı. Yaşa- ma gücünü birbiri ardına edindiği amaç- larla, bunlara ulaşmak için giriştiği so- nu gelmez mücadeleler içinde bulan, tüm vaktini bu mücadeleyi lehıne çevi- recek stratejiler geliştirmekle harcayan, bu yüzden de biraz bencilleşmiş ve in- sanlara güvenini biraz yitiımiş bir ka- rakter çıktı ortaya. - Filmi Çehov'a adryorsunuz... CEYLAN - Evet. tster film yaparken ister normal yaşantımı sürdürürken, Çe- hov'un dünyasının her zaman güven verici, ılık bir yorgan gibi üzerimi ört- tüğünü ve beni ısıttığını hissetmişimdir. - Gerek kullandığımz dil gerekse içe- rik olarak Tiirk sineması içinde özgün bir konumasahipsiniz. Bu SzeDiğiııizi na- - sâ twnmlıyorsunuz? ' • " " * CEYLAN - Bilmiyorum. Ben sade- ce algılanm ya da sezgilerimle yakala- yabildiğim bir dünyayı elle tutulur ha- le getirmeye çahşıyorum. Ancak sine- mada niyetlerle sonuçlar arasında bir orantısızlık ortaya çıkması her zaman diğer sanatlardan daha kolaydır. Ama or- taya çıkardığım ürünlerin diger ürünler ya da Türk sineması içindeki konumu- nu değerlendirmek benim işim degil. Aigüanmda keskinlik köreldi - Türk sinemasında son ydlarda yeni bir oluşum söz konusu. Bir tarafta Ze- ki Demirkubuz, Dervış Zaim gibi "fa- kir', kendi yagıyla kavrulan yönetmen- ler; bir tarafta da Sinan Çetin, Musta- fa Altıoklar gibi geniş olanaklara sahip isimler var piyasada_ Türk sinemasın- daki bu sınıflanmayı nasü görüyorsu- nuz? CEYLAN - Modern dünyanın piya- sa koşullan artık bu tip sımflanmalan zorunlu kılıyor. Artık büyük prodüksi- yonlar için belli kalıplara uyan, oyunu kurallanna göre oynayan ve riskleri mi- nimumaindiren projeler vazgeçilmez gö- •zâküyor. teimi «memadakr rtedefl^i doğrultusunda, kimi zorunluluktan, ki- mi kişiliğinin ya da ilkelerinin dayattı- ğı birtakım zorlamalann etkisiyle sine- ma ile bir ilişki içinde. Tabii kişisellik ticari sinemanın ticari kurallanyla çe- liştiği için, kişiselliğin kendini kayıtsız şartsız dayattığı yöntemler kendi üretim koşullannı yine kendıleri yaratmak zo- runda kalıyorlar. Bunun bedeli de sine- ma için diğer sanatlara göre ne yazık ki daha ağır. Ama sonuçta yapacak bir şey yok. Tarkovski'nin deyişiyle, sanatçı, ya yeteneğini son damlasına kadar ve bü- tünüyle ortaya koymak ya da ruhunu üç kuruşa satmak arasında bir tercih yap- mak durumunda. - Filmlerinizde minimalizmin etkisi nedir? CEYLAN -Bugün çok somut olarak hissettiğim şey, algılanmdaki keskinli- ğin giderek körelmekte olduğu. Ancak bir türlü emin olamadığım; bunun sa- dece giderek yaşlandığım için mi yok- sa içinde yaşadığımız fazlalıklar kültü- rünûn etkisiyle mi olduğu... Belki iki- si de, ama sadece üretim koşullan ve büt- çe açısından değil, sinemanın anlatım araçlannırfbeHı bir rutrmrluhılela kulla-- 1 nılması da benim için önemli. içinde ya- şadığımız kaotik ortama, tüketim çılgın- lığına, fazlalıklar kültürüne karşı mü- cadele etme, direnme şeklim benim bu biraz da. Orhan Bcırlashn ardından Antep insanlarma özgü coşku dolu bir yürek taşıyordu CEVAT ÇAPAN Orhan Barlas için böyle bir yaa yazacağunı hiç düşünmemistim. Onun hastalandığı, yoğun bakunda olduğu haberi nasü da irkiltmişti bizL Salı günleri Adam Yayınevi'ne her uğrayışunda, Orhan Barias sinemaya gitmeden önce Turgay Fişekçi'ye yazısnu bırakmaya gelmişse kısa sürse bile büyük bir şenlik yaşanırdı onun odasında. Her şeyden konuşurduk onunla: Sinemadan. trvarrodan. televizyondan, dil sorunlanndan, politikadan, kısaca hayattan.- Ne kadar az bir arada olmuştuk. Oysa bu kısa karşdaşmalarda bile onu dinleyip tanıdıkça ne büyük bir sevgi saygı ve hayrardık uyandırmıştı bizde. Bu duygulann nedeni onun içtenliği ve üslubuydu kuşkusuz. Gezip gördüğü, ilgÛenip tanıdığı her şeyi bizle paylaşmasındaki cömertüği de bizi ona bağlamıştı. Adam Sanat dcrgisine verdiği yazüan daha \a\ ımlanmadan okumak Turgay Fişekçi'nin bize bağışladığı bir ayncalıkü. Bu yazılarda her zaman özlemini duyduğum bir eleştirel bitinç ve duyarhğm şaşırücı tutariılığını bulurdum. Hem de her konuda. Zaman zaman çok sevdiği partisine, CHP'ye, >-apılan yanlışlar yüzünden telefonla öfkesini açıklaması, birukte yaşama sanaünı savsaklayanlara karşı benimsediği insan değerlerini büviik bir incenkle haûrlatması bizün için her zaman örnek bir davranışn. Birukte Gaziantep'e gitmeyi tasarladığunız bir sırada Antep'i Antep yapan bu güzel insanın acısını onu sevenlerle paylaşmaktan başka bir şey yapamıyoruz şûndi. Orhan Barlas'ı çok özleyecegiz. nun yaklaşımları hep olaylan ve olgulan temel, kalıcı değerler kurabilmek üzerineydi. Şaşırtıcı ölçüde açık sözlüydü. Öyle bir öfkesi vardı ki, öfkesinden sevgi taşardı. Öfkeli ve güleryüzlü TURGAY FİŞEKÇt Orhan Barlas ı se\ gili arkadaşlan kim bilir ne güzel anlatırdı; Ömer Asun Aksov'dan Nurullah Âtaç'a. Onat Kutiar'dan Ülkü Tamer'e... Ben, oldukça geç. "Adam Sanafta yazmaya başladığı 9O'lı yıllann başında tanıdım. Antep insanlarına özgü o öfke ve gülery'ûzlülü- ğün bir arada bulunduğu coşku dolu bir yürek ta- şıyordu. Tiyatroyla, sinemayla, dille. türlü kültür sorunlanyla ilgilenir, sonunda hepsini dönüp do- laşıp siyasal kültüre ve mücadeleye bağlardı. CHP'nin sarsılmaz bir üyesi, yılmaz bir eleştir- menıydi. Belki son on yıldır, partisinin çizgisin- den, sağa yanaşmasından, gerçek de\iimci kimli- ğinden uzaklaşmasmdan hiç hoşnut değildi. Sık sık genel merkeze uyan yazılan gönderir, telefon eder. eleştirilerini iletirdi. Günümüz insanlannda artık pek rastlanmayan. şaşırtıcı ölçüdekı açıksözlülü- ğü ise kişiliğinin aynlmaz birparçasıydı. Sinema gidişleri öncesinde, sabah saatlerinde uğ- radığı yayınevinde, onun sözünü sakınmayan eleş- tiri ve irdelemelennin coşturduğu, düşünceleri- mizde yeni ufuklar açan tartışmalar yapardık. Onun hem bu denli öfkeli hem de hiç gönül kı- ncı olmadan bunu yansıtabilmesi şaşırtıcı gelırdi bana. Öyle bir öfkesi vardı ki, öfkesinden sevgi ta- şardı. Günümüz toplumlannda bütün değer yargılan sarsılır, temel değerler yerini, geçici, günlük çıkar- lara bırakırken, onun yaklaşunlan hep olaylan ve olgulan temel. kalıcı değerler üzerine kurabilmek üzerineydi. Sık sık Fransız TV5'inde seyrettiği, ta- dına doyamadığı kültür ve tarüşma programı Cul- ture de Buillon'dan (Kültür Çorbası), orada izle- diği bir yapıt ya da konu üzerine saatler süren dü- zeyli tartışmalardan söz ederdi. Orhan Barlas gibileri, yani tutarlı kişilikleriyle çevrelerinde genışbir ilgi alanı oluşturabilmeyi ba- şaranlann arkalanna bıraktıklan boşluk, ne yazık, yeni kuşaklar arasında böylesine kişiliklerin gö- rülmemesi nedeniyle daha büyük oluyor. Böylesi kişilikler. daha çok Cumhuriyet'in ilk yıUannda yetişen kuşaklardan ^ıkmış hep. 1930'la- nn Antep Halkevi'nde Vedat Orfi'den tiyatro, pi- yano ve dil dersleri almış, babasının arkadaşı dil- ci Ömer Asım Aksoy'la o da arkadaş olabiİmeyi başarmıştı. Tek pani baskı dönemi diye eleştiri- len, ama sonuçlanna. yetiştırdiği insanlara bakın- ca nasıl bir özgürlük ve gelişme dönemi olduğu her gün biraz daha anlaşılan Cumhuriyet'in ilk yıllannm aydınhğı içinde oluşmuştu kişıligj. Bu kişilikti, siyasal amaçlarla Turgut Özal'a verilen onursal doktoranın ıptali için yalın bir yurt- taş olarak Danıştay'a dava açan ve kaybeden. Birkaç ay önce, dergide iki yıl daha, yani 2001 'in sonunadekyazacağını,sonradabırakacağını söy- lemişti. Üstelik iki yıllık, yirmi dört adet yazısmı da, üzerlerine hangi ayda yayımlanacağını belir- tip teslim etmişti. Dergi sayfalannda ve yüreklerde sürecekaydın- lığı. Bugün Benim Doğum Cünüm' başlıyor 'Eleştirmenleri takmıyorum'Kültür Servisi-Hürya Av^ar Ağustos K.ültürMerkezi'nin sah- neye taşıdığı 'Bugun Benim Do- ğum GÜDÜm' adlı oyunu ile bu- gün ilk kez tiyatro sahnesinde rol alacak. Bbunr Ö. Şerbetçioğlu'nun yazdığı, yönetmenliğini Maz- hım Kiper'in yaptığı, kozmetik markası Pastel'in sponsoriuğu- nu üstlendiği oyun Beyoğlu Mu- ammer Karaca Tiyatrosu'nda sahneleniyor. Oyunun sahne ve kostüm tasanmı Töğrul Arsever, koreografısi Oköç Ke- resteti.besteleri de Le- veotÇokerımzasınıta- şıyor. Oyunun ataerkil top- lumun doğal sonuclan- nı yaşayan kahramanı, emeğini, gücünü sev- gisini, bedenini ve ru- hunu hatta günümüzka- dını olduğunu kadın ol- duğu için karşıhk bek- lemedenveriyor. Alma- ya alışmış erkekler or- dusu içinde varolmaya çalışan kadtnlann far- ketmeden yitirdikleri kişilikleri, ruhsal du- rurnlan, aile yaşamlan, birikimleri ve hedefle- ri herkesin bir dramı olarak aktanhyor. İlk sahne deneyimi- ni değerlendirirken "BaşanboMuğumubi- Hyorum. Sırtımda pek çok insanın yükfinü ta- şrvorum ama kesinükk başara- cağun.l\i biroyuneuyunı'' diyen Avşar kendisini eleştirmeye yel- teneceklere gözdağı vermekten çekinmiyor: "Çoketeşririalaca- ğımı bilij'onım. Tryatrocular ve eleştirmenler mutlaka olumsuz şe\lersöyle>ecek. Saygı duyuyo- rum ama büanler ki kimsryi tak- mryorum. Eleştirmenkr nıutla- ka hata bulacaklar ama bunu yapmadan önce kendüerini be- nim yerime koysunlar. Belki de %a<roya yeni bir soluk, yeni bir yonım, yeni bir izteyici kazandı- raca^m. BunugörnieHkngdme- süüer." Avşar'm tiyatrocu ve eleştir- menlere henüz oyun başiama- dan gönderdiği bu mesajin ne- deni kendisini tek kişitikoyun oy- nayabilecek yetenekte gördûğü için tebrik eden erkek bir tiyat- rocunun eleştirisi.G«T;ek tiyat- roculann kendisini bu işe soyun- duğu için alkışlaması gerektığı- ni söylerkea yaşadığı güçlükle- ri sırahyor: "Çok zor spoosor Avşar için tiyatronun önemı, ilk kez ovıınculuğununkar^hğınırıemenalmas. buiduk.Befldde depremden do- layı özel koruluşlar yeterli ilgi>i gftstermediler. Bu, sanata veri- len değer açısından beni çok üz- dü. İnanmazsnuz son iki güne kadar dekorum ve kostümüm yoktu. Buoyundanhiçbirkazan- am yok. busüre içinde paraka- zanabileceğun pek çok işi geri çevirdim. Sonuç olarak son kez beni takdir edenkre tesekkûrk- rimi ileth-orum.eleştirecekolan- larada hiç umurumda degüsiniz dnorum." ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Şahipsiz Bip Gençliğe Önerilep(i) Özellikle 1980'den bu yana, sizleri, yani altmtş beş milyonluk bir ülkede nüfusun büyük çoğunlu- ğunu oluşturan gençlik kesimini neredeyse bü- tünüyle bir yana bıraktık. önce, her uygar ülkenin üzerine en çok titredi- ği kurumlar arasında yer alan üniversiteyi, üniver- sitelerinizi anarşinin temel kaynağı diye gösterip aşağıladik. Ardından da sizleri, yani o kurumlarda okuyan gençleri bu ülkenin insanlanna birer po- tansiyel suçlu olarak tanıtmak için elden ne ge- liyorsa yaptık. 12 Eylül ürünü yasal düzenlemeler aracılığıyla siz- lere politikayı yasakladık. Böytece, herhangi bir toplumda yaşayan her insanın doğal hakkı olan bir haktan, yani kendi toplumundaki yöneten-yöne- tilen ilişkileri üzerine düşünme ve düşüncelerini uygun forumlarda açıklama hakkından sizleri yok- sun bıraktık. Tıpkı Türk Dil Kurumu ve Türk Ta- rih Kurumu'nu, Atatürkçülük adına Atatürk'ün vasiyetini hiçe sayarak birer devlet dairesıne dö- nüştürüşümüz gibi, sizleri de, yaşadığımız cumhu- riyetin kurucusunun "fikrihür, vicdanı hürnesiller" yetiştirilmesi yolundaki gelecege yönelik buyruğu- nu hiçe sayarak, böyle yetişmenizi olanaksız kılan ortamlara ve eğitim yöntemlerine mahkûm ettik. Sizlere, Atatürkçülük adına politikayı, yani ülke- nizdeki yöneten-yönetilen ilişkileri üzerinde genç beyinlerinizle düşünce üretmenizi ve düşüncele- rinizi tartışmanızı yasaklarken, iktidar tutkusu ve oy avcılığı adına tekkelere ve dergâhlara üye ol- ma hakkını bol keseden tanıdık. Elinizde, çanta- lannızda taşıdığınız her kitaba potansiyel birer suç aleti gözüyie bakarken, neleri okuyabileceğinize, hangi tiyatro oyunlannı ızleyebileceğinize kendi kafamıza -ve elbette, çıkariarımıza!- göre karar ve- rirken, sizleri yeşil bayraklarla, dinle ilintisiz hura- fe ve iftiralarla avlamak isteyenlere yıllar boyunca hiç sesimizi çıkartmadık. Böylece de sizleri, gelecege yönelik adil düzen, parasal koşullar açısından rahatyaşamlar, dünya- ya ayak uydurarak "globalleşen" bir ülkede mut- lu yaşamlar gibi vaatlerie sözde sahiplenirken, al- ternatrfler üzerinde düşünme özgürtüğü bağ- lamında bütünüyle şahipsiz bıraktık! Yaklaşık son yirmi yıl boyunca Türkiye'de üni- versitelerin sayısını ikiye, üçe katlayıp, sizler için meydanlarda, "8Ü ülke gençlerine daha ne ver- sin!" diye bağırdık. Oysa gerçekte yaptığımız, ço- ğunlukla adı üniversite olan binalann sayısını art- tırmaktı; o binalardayannın kuşaklarının karşısına çıkartacağımız kafaların niteliği, yetişme ve yaşa- ma koşullan, başka deyişle gerçek anlamda bir bi- limsel araştırma ikliminin hangi çevre koşullan içerisinde varolabıleceğı ve varlığını sürdüjebile- ceği üzerinde düşünme gereğıni duymadık. Özerk- lik kavramı ile bitimsel özgüriük arasındakı on- suz olunamaz ilişkiyi, Batı'da üniversite varoldu- ğundan bu yana bu kurumun temel taşı sayılmış bir ilişkiyi ülkemlzde bilerek göz ardı ettik. Özel hukukumuz gereği Türkiye'de her derne- ğe tanınmış bir hakkı, kendi yöneticilerini doğru- dan seçme hakkını üniversıtelerimize tanımayı sakıncalı buiduk. Dahası, üniversitelerimizin ken- di öğrencilerinin sayısını, niteliklerini vb. saptama, bölümler açma ile ilgili karariannı bile onay koşu- luna bağlayarak, onlan sizin gözünüzde hukuken vesayet altındaki kurumlara dönüştüımekte bir sa- kınca görmedik. Böylece sizleri, üniversiteleriniz bağlamında da şahipsiz bıraktık! Bütün bunları yaparken tek bir amacımız vardı: Sizleri de kendimiz gibi yetiştirmek. "Gelecek, sizlerindir!" diyorduk, ama bir koşu- lumuz vardı: O sizlerin olmasını istediğimiz gele- cek, biztm kendi kafalanmızda biçimlediğimiz söz- de gelecekten milim fart<ryla bile aynlmamalıydı! Böylece, sözde sizlerin olmasını istediğimiz ge- leceği daha baştan ipoteklerimiz altına almıştık. Ya da, alabileceğimizi sanıyorduk. "Sanıyorduk" diyorum, çünkü şimdi, ülkenizin yeni bir bin yılın eşiğinde bir yol aynmına vardığı şu zaman parçasında, siz isterseniz eğer, geçmi- şin ve bizlerin bütün bu ipoteklerini geçersiz kılıp, gerçek anlamda sizlerin olacak bir geleceği biçim- lemeye koyulabilirsiniz. Einstein'ın dediği gibi, hemen yann sabah, ken- di gözlerirûzle görmeyi. kendi duygulannızla duymayı ve kendi beyninizle düşünmeyi tek ya- şam biçimi sayarak! Haftaya görüşmek üzere... e-posta: ahmetcemaKn superonline.com acem20(a hotmail.com Osmanlı'nm Dış Dünyaya Bakışı • Kültür Servisi - Sanat Tarihi Demeği'nin, Osmanlı Devieti'nin Kuruluşunun 700. Yılı etkinlikleri çerçevesinde düzenlediği 'Osmanlı'nm Dış Dünyaya Bakışı' başlıklı seminer yann Mimar Sinan Üniversitesi Oditoryumu'nda düzenlenecek. Osmanlı'nm doğuya ve batıya bakışının sanat tarihi açısından irdelendiği semmer, 10.00-16.30 saatleri arasmda gerçekleşecek. Prof. Mustafa Cezar, Doç. Dr. Turgut Cansever, Prof. Dr. Rüçhan Ank, Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Prof. Dr. Yıldız Demiriz, Yrd. Doç. Dr. Yaşar Çoruhlu ve Yrd. Doç. Dr. Şebnem Temir'in konuşmacı olarak katılacağı seminerin sonunda Prof. Filiz Kamacıoğlu konu ile ilgili eserlerden oluşan bir piyano dinletisi sunacak. BUGÜN • İDOB. AKM'de saat 20. OO'de 'Tath Charity' adlı müzikalini sahneliyor. (251 10 23) • AKSANAT'ta, Prof. Dr. Metin Sözen, Prof. Dr. Cevat Erder ve Oktav Ekinci'nin konuşmacı olarak katıldığı "Çevre ve Kültür Öncelikli Yeni Gündem" başlıkh söyleşi saat 19.00'da izlenebilir. (252 35 00) • BABYLON'da, Alman Kültür Merkezi ve Kodmüzik işbirliğiyle düzenlenen Alman post rock'ınm önemli grubu "To Rococo Rofm konseri saat 21.30'da başlıyor. (249 20 09) • BORUSAN KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ'nde, saat 18.30'da Dr. Kemal Nuri Özerkan'ın yönettiği "Doğumunun 100. Yılında Münir Nurettin Selc.uk'un Anısma" başlıklı söyleşi yer alıyor. (292 06 55) • İTALYAN KÜLTÜR MERKEZİ'nde, B. Bertolucci'nin "D Te Nel Deserto" adlı fılmi, saat 19.00'da gösteriliyor. (293 98 48)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear