25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 5KASIM1999CUMA O L A Y LıAK. VrL VrOltU!^Lj!ilV olay.gorus@cumhuriyetcom.tr Kavram Kargaşası Demokrasimizi Yozlaştınyor! Prof. Dr. Ozer OZANKAYA B ır insan topluluğunu ulus yapan, güçlendinp ge- liştiren etkenlerin başlı- cabir bölümü, orada yay- gın olan düşünce güçle- ridir. Bu dûşünceler tu- tarsız. yınlış, çağı geçmiş öğelerden ku- rulu, yanı hastalıkh ıse orada toplum yaşanu kötûrüm olur. Düşürcelerin hastalıklı oluşunun baş- lıca bır belınisı kavram kargaşasıduru- mudur. Yakın tarihimizde, üst dûzey siyaset adamlannın hemen hepsi, başta devlet olmak üzere tûm kunımlanmızın yeni- den yapılanması, yani çağdaş Türki- ye'nin üzerine kurulu oldugu ilkelerin değişmesı gerektiğini söylemeye koyul- muşlardır. Oysa bunlar, herhangi bir be- lirli ilke. ahlaki değer, tutarlı program ve bunu uygulayacak örgüt dûzeni or- taya koyabilmış olmak bir yana, -hepsi aynı ölçûde olmamakla birlikte- sırtla- nnda pek çok başansızlığın, yolsuzlu- ğun ve yasadışılığın kamburu varken, parti-ıçi demokrasinin işlememesi ne- deniyle demokratik sorumluluktan ka- çarak koltuklannda kalabilmektedirler. Gerçekte toplumsal bunalımlanmızın asıl nedeninin cumhunyetımizin kuru- luşundaki ilkelerdeğıl. bu ilkelerin uy- gulanmaması, baltalanması olduğunu çok ıyı bılmektedirier. Bu durumun baş sorumlusu olduklan anlaşılmasın diye de toplumda yoğun bir kavram karga- şası oluşturup sürdürmektedirler. Böylece, Cumhuriyet Aydınlanma- Eski ADD Genel Başkanı sı'ndan yararlanmasını engelledikleri yeni kuşaklan ve ahlak kesimlerini, cumhuriyetimizin Ulusal Ant'a (Misak- ı Milli'ye) dayalı yurt ve ulus, demok- rasi, laiklik ve özgürlûk, sosyal adalete dayalı demokratik devletçilık, yan tut- mayan kamu yönetimi konulannda bil- gisizlik ve kafa kanşıklığı içinde tut- maya çalışmaktadırlar. Oysa söz konu- su kavramlar, toplumsal olarak uyum, banş ve gûvenlik içinde yaşayıp gelişe- bilmemiz ıçın açık tanımlan üzennde or- tak bir anlayışa vanlması zorunlu olan temel kavramlardır. Bu yazımda, ulusal egemenlik kavramı ve bu konudakı çar- pıtma çabalan üzerinde duracağım. Ulusal egemenlik,gefisigüzd çoğunluk egemenliği değUdir. Atatürk'ün Kurtu- luş Savaşı'nın başından ben "Egemen- lik kayıtsız koşulsuz ulusundur" dıyerek bayraklaştırdığı ulusal egemenlik ilke- si, Demokrat Parti yönetıcileri tarafin- dan. 'halk neyi istiyorsa ulusal egemen- likdüzeniodur' bıçimine sokularakçü- rütûlmeye başlamıştır. Demokrasinin idam hükmü demek olan bu yanlış ta- nım, ashnda sömürücü ve baskıcı nıte- liktekı faşist, teokratik, hatta Marksist bütün siyasal düşünce ve örgûtlerin, de- ğişik amaçlarla da olsa, ortaklaşa ser- gılediği bir tanımdır. Birçok siyasetçi, seçimlerde en çok oy almayı, hatta milletvekili seçilmeyi, yol- suzluk ve yasadışılıklannın bile halk ta- rafindan onaylandığı bıçiminde yorum- layabilmek için ulusal egemenlik kav- ramını uluorta bir oy çokluğuna indir- gemeye pek isteldidirler. Demokrasi bıl- gısi yetersiz iyi niyetli pek çok insan da ulusal egemenliği, çoğunluk oyuyla her seyin yapılabileceği bıçiminde anladı- ğından. "Halkımız henuz oy hakkına sahip olmaya veterli değü"' demeye ko- yulmaktadırlar. 'Suç' sayılan eylemle- re özendiricı olup olmadığına bile bak- madan, 'her düşünceye özgürlûk' de- mekte, antidemokıatikörgütlenmeleri de, ulusal egemenlik düzeninın geregi imiş gibi kabullenmeye çağırmaktadırlar. Oysa Atatürk önderliğındekı Türk Devrimi, başından beri, ulusal egemen- liğin gelişigüzel bir oy çoğunluğu yö- netimi olmadığını temel alır. tnsan ve yurttaş hak ve özgürlüklennm, doğuş- tan vazgeçilemez. devredilemez, özüne dokunulamaz olduğunu, herhangi bir oyçokluğuyla ortadan kaldınlması ya da özûne zarar verilmesi şöyle dursun, böyle bir önennin oya sunulmasının bi- le gayri meşru sayıldığını benimser. Orneğin mülkiyet hakkı. her bireyin doguştan sahıp oldugu bir hak olup, ço- ğunluğun oyuyla ortadan kaldınlmak şöyle dursun, böyle bir önermede bulun- mak bile insan haklanna saldın sayılır. Tıpkı bunun gibi, örneğin kadınlann er- keklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olmamasını, her yurttaşın ortak yaşamın türlü alanlannın dûzenlenmesine eşit oyla katılma hakkının din, emek, ırk, etnik grup, vb. adına kaldınlmasını öner- mek bile ulusal egemenlik düzeninde gayri meşru sayılmaya ve ckkHve yakın bir tehükeohışturması durumunda, bu- nu yapan bir parti ise kapısma kilit vu- rulmasına, yaym aracı ise susturulma- sına, kişı ıse siyasal haklardan yoksun kılınmasına yeter. Türk devrimi ulusal egemenlik ilke- sıni böyle anladığı gibi, onu bu özüyle gerçekleştırip güvence altında tutma- nın yolunu da görmüş ve göstermiştir: Temel insan ve yurttaş haklanndan bır tanesınin de 'baskıya(=zulme) karşı baş- kaktırma hakkı' olduğunu benimseye- rek! Herhangi bır insan hakkına, çoğun- luk oyu yoluyla bile olsa her türlü sal- dın. •baskıvönetimi' demektir. Böyle bir durumda her ınsanın baskıya karşı baş- kaldııma hakkı vardır. 'Zulme karşı baş- kakürma' hakkının temel bır insan hak- kı olduğunu, Batı Avrupa ancak iki dün- ya savaşı ile komümzm ve faşizm bela- lannı yaşadıktan sonra, 1948 Evrensel insan Haklan Bildirgesi'nin Girişbölü- müne koyarak benimsemiştir. Atatürk ise hep sahıp oldugu bu düşünceyi çok be- lirgın bıçimde Konya'da gençlere sesle- nirken şöyle dile getirmiştir "Kuşku yok ki arkadaşlar, ulus birçok özveri. birçok kan karşılıgında en so- nunda ekte ettiği yaşam Ukesine (ulusal egemenlik ilkesine, Ö.O.) kimseyi sal- dırtmayacaktır. Bugünkü hükümetin, Medis'in,yasalann, anayasanın nıteKgi ve varlık nedenleri hep bundan ibaret- tir. Sizlere bunun da üstünde bir söz söy- leyeyinı: Bir varsayım olarak, bunu sag- layacak Mcclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başuna yalnız kaisam, >> netepefer.yineöMürürüm!'" (Atatürk'ûn Söylev ve Demeçleri, C. II. s. 144-146.) Kuşkusuz, 'zulme karşı başkakürma' hakkının, bıreylen fıilen silaha sanl- mak zorunda bırakmayacak bıçimde dü- zenlenmesı gerekir. Uygarbir ulusa, uy- gar insanlara yaraşan yol, hukuksal, ya- sal, kükürel önlemleralarak insan ve yurt- taş haklannı her türlü saldınya karşı ko- runmuş bulundurmaktır. Bunun için bir yandan gerekli anayasal ve yasal ku- rumlar kurulur, bir yandan da gerçek bir demokrasi eğıtimi verilmesi sağla- nır. Türk Devnmi'nin yaptığı dabu ol- muştur. 3 Mart 1924 yasalan, Türk Si- lahlı Kuvvetlen 'ne cumhuriyeti koruma ve kollama görevinı veren, Milli Gü- venlik Kurulu gibi kurullan kuran ana- yasa, hatta Atatürk'ûn cumhuriyeti Türk gençliğine emanet edişi, böyle yasal, eğitsel ve kültûrel önlemlerdir. 27 Ma- yıs Anayasası'nın Başlangıç bölümün- de "Zulme karşı direniş hakkını kulla- nan Türk ulusu»" deyişinin yer alma- sı, 28 Şubat 1998 Milli Güvenlık Kuru- lu kararlan, Anayasa Mahkemesi'nce Refah Partisi'nın ve HADEP'in kapa- tılması... hep bu 'zulme karşı direniş hakkı'nın kullanılışını uygarca düzen- leyen kurallar ve kurumlan anlatır. De- mokrasi, kendisini yıkma özgürlüğü ta- nıyan, Atatürk'ün deyişiyle "hoşgörü- süzlere karşı hoşgörüyü, elleri koUan bağh kurbanlık koyun dunımuna raa ohna ölçüsüne vardıran" safdıllenn dü- zenı değildir. Almanya'da Nazı ve komünist parti- lerin yasaklanmasını antidemokratik bulmayanların. Tûrk demokrasisini da- ha bebek iken öldürmeye kasteden ör- gütlenmelenn yasaklanmasına karşı çık- malan, tam bir çelişki içinde bulunduk- lannı gösterir. Kriz Yönetiminden Yönetim Krizine AtÜaALPOGE D epremin acısı ve onu çevreleyen skandallar dizdsi çok yazıldı. Ama burada kalmayacak bu. Giderek büyüyecek; duygusallıktan sıynlıp dennleşecek. Araştırmalara konu olacak. Ben geleceğin bu cabalanna bır dıpnotuyla katkıda bulunmak istiyorum. Konu, günün modası olan şu ünlü "kriz masalan" ve "kriz yönetim merkederi." Bu bunalım merkezlerinde çalışan özverili ve iyi niyetli kimselerden söz etmiyorum. Ozerinde durmak istediğim konu işin özü: Bır sistem olarak bunalım (kriz) yönetimi... Öykümüz 13 yıl kadarönceyeuzamyor. Büyükçaplı doğal afetlerin ya da ülke sınırlannı tanımayan kazalann irkilticı boyutlara vardığı. devletlenn de hazırhksız yakalandığı günlere. O sırada patlayan Çernobil devletlenn aczini gözler önüne sermişti. Bunun etkisiyle ülkeler OECD'ye döndüler ve kunıluşun kamu yönetimi sorunlannı inceleyen bölümü PUMA'dan kriz yönetimi konusunu araştırmasını istediler. Ülkelerin bu alanda yaptıklanndan ne öğrcnilebilirdi? Bu çahşmaya Türkıye Başbakanlığı'nın üst düzeyden bir iki bürokratı da ilgi duydu. Özellikle AA (kendisiyle temasa geçip izin alamadığnn için adını veremiyorum). PUMA, Alman Başbakanlığı'nın üst düzey uzmanlanndan biri olan RR'yı (gene izin alamadığun için böyle anacağım) Ankara'ya bir iki kez gönderdi. Görüsmelerin sonunda konunun yaşamsal önemini kavrayan AA. Bonn'a gitti. Ona orada Knz Yönetim Merkezi gösterildi. Gördükleri ilginçtı. Başbakanlığa bağlı bırbirim olan meıkezin kendine tahsislı büyük bır yeri vardı. Oraya ancak özel izni olanlar girebilıyordu. Genel haberleşme sistemine bağlı olmayan, bır özel iletişim şebekesi vardı. Telefonlar kesilse bile ülkenin her yanıyla haberleşebiliyordu. Bunlann dışında göz kamaştıncı olanaklaria donaülmıştı. Medya ile ilişkilerde buradan yürütülüyordu. Yalnızca buradan. Yani politikacılar ve bakanlar "Fırsat bu firsat" diye kameralann karşısına çıkıp devlet adına ahkâm kesmıyorlardı. Merkez başbakana bağlıydı, ama başbakan da dığer bakanlar da buraya gelmezdi. Bakanlann toplanıp pohtik kararlan verdiğı başka bir alan vardı. Merkezin hemen biuşiğınde. Merkez kriz anında bilgileri toplar, degerlendırir, seçenekli senaryolar hazırlar, esgüdümü sağlardı. Sonra da alınan politik kararlan uygulatırdı. Bakanlar Kurulu'nun toplantılanna da katılır ve son durumla ılgili brifıng sunardı. Merkezin sürekli çalışan küçük bir kadrosu vardı. Bunlar knz dışı zamanlarda geçmiş knzlerin üstüne raporlar hazırlar, hatalan degerlendırir, senaryolar geliştırir ve tatbikat planlarlardı. Knz anında ise değişik kuruluşlardan gelen büyük bir kadro hemen merkeze katüırdı. Bunlannkım olduklan çokönceden belliydı. Kuruluşlarda üst düzeyden sorumluluklan olan ve kriz anında kuruluşlannı tam yetkıyle temsil eden kişilerdi bunlar. Sorumluluklan önceden saptanmıştt. Özel eğitim görmüşlerdi. Ellerinde görevleriyle ilgili aynntıh elkitaplan vardı. Kriz ilan edılince hemen merkeze gelmelen gerekiyordu. Bavullanylabirlikte. Çünkü geceyi deburada geçiririer, burada uyurlardı. Merkezin tam yetkisi vardı. Kriz sürdükçe ağır bürokratik kurallar ve hıyerarşik ilişkiler bir kenara itilir, kuruluşlar merkezin emrine girerlerdi. Merkez kriz olmayan dönemlerde ise, yılda bir iki kez tatbikat ilan ederdi. Tatbikatlarciddiydi. Befli bir senaryoya göre yapay bir kriz gerçekmiş gibi yaşanır, sonra da değerlendırme yapılarak hatalar tartışılırdı. Çıkan sonuçlara göre yeni önlemler alınırdı. Kısacası, merkez de üyeleri de hep istim üstünde olurlardı. AA bütün bunlardan etkilendi. Gördüklerini başkalanna anlattı. Bu çabanın etkisiyle toplantılar yapıldı. öneriler gelisürildi. Kona Bakanlar Kurulu'na birkaç kez sunuldu. Her yeni hükümetle birlikte. Hatta Milli Gûvenlik Kurulu'na kadarçıkanldı. Ama çevreler bu çabayı ciddiye almadılar. Bürokratlar ise olaya hiyerarşi açısından yaklaştılar. "Ben senin emrinin alona gümenı" gıbisinden sert tartışmalar oldu. Sonuçta konunun bir kenara ıtilmesi herkesin işine geldi ve çağdaş bir kriz yönetimi kurulamadı. Bunun bedeli de ağır oldu. Knz anlannda hep geç kalındı. Şaşkınhk yaşandı. Karmaşa oldu. Daha çok insan kurtanlamadı. Yardım gırişimlerinde eşgüdüm sağlanamadı. En basit önlemler hep geç alındı. Orneğin, 1992 Erzmcan depreminde. Küçük bir fotograf vereyim budepremden. Bir Fransız televizyon kanalınınTürkiye'ye olumluyaklaşan uzun birdeprem programında milyonlarca kişiye sunduğu bir an. Köpekleriyle Erzıncan'a koşan Fransız kurtarma ekibinin başı, bir ıhtiyacı duyurmak için valiliğe gider. Kentin ileri gelenlerinı sigara dumanı içindeki bir odada tıkış tıkış oturur, bir kahvehanede gibi sohbet ederken bulur. Tercüman verilmemiş oldugu için derdini anlatmakta zorlanır. Fransızca bildiği söylenen biri aracı olur. Fransız cankurtaran istemektedir. Ama bu "Hastaneyigezmektstiyormuş" diye çevrilir. Türkiye'nin, gene o sıralarda. kriz yönetimi kavramına bır de katkısı oldu! RR Türkiye'ye geldiğinde 7-8 sayfalık bır yazı da getirip bırakmıştı. PUMA adına hazırladığı ve kriz yönetimi kavramını tanımlayan özgün bir yazıydı. Havasından yanına yaklaşılmayan bir pohtikacımızm baş danışmanı bu yazıyı kaptığı gibi Barselona'daki uluslararası bir toplantıya kendı imzasıy la sundu. Bildiri, toplantının kitabmda bile onun adıyla basıldı PUMA durumu şikâyet etti, ama bızim bürokratlanmız olayı örtbas ettiler. Gene o günlerde Uluslararası Yerel Yönenmler Birliği'nin Istanbul'da bulunan Doğu Akdeniz ve Ortadogu Bölge Teşkılaü PUMA ile ışbirliği yaptı. Lx>ndra'nın kriz yönetimi sorumlusu Türkiye'ye geldi ve bu konuda aynntıh bir elkitabı oluşturdu. Kitap Toplu Konut Idaresi Başkanhğı taraflndan basıldı ve bütün belediyelere dağıtıldı. Kitaptan faydalanılmamış oldugu sonrâkı gelışmelerden anlaşılıyor. Konu bu noktada, bundan bir iki yıl önce bir yönetmelikle yapısı oluşturulan Kriz Yönetim Merkea'ne geliyor. Hem kâğıt üzerinde saptanmış olan esaslar hem de uygulamada gözlenenler ortaya çıkan yapınınyukanda anlataklanmızdan hayli değişik olduğunu vurguluyor. Türkıye'deki ağır bürokratik anlayışa uygun hantal bir yapı ile karşı karşıyayız. Meselenin yanlış tanımlanmış oldugu anlaşılıyor. Bu anlattıklanmda gözlenen ciddiyetsizlik ve umursamazlık "krizyönetnni'' konusunubaşka yerlere taşıyor. "Yönetim krizi''ne. Böylesine bir krizi, yönetim krizmi bütün gelişmış ülkeler yirmı yıldu- yaşıyor. Köhneleşmiş kamu yöntemlerini zamanın gereklerine ve toplumlann beklentilerine yanıt verecek biçımde iyileşlirmenin ve güçlendirmenin yollannı anyodar. Bunda hayli de başanlı oluyorlar. Bu nedenle kamu yönetimlerinde radikal bir değişim gözlenıyor. Türkiye dünyayı sanp sarmalayan bu hareketin dışında kaldı. Ülkeyi sözde yönetenler fark etmediler bile bu değişimi. Hükümet programlannda kamu yönetimini çağdaşlaştırma ve güçlendırme endişesine yer vermedileT. Bu da yetmiyormuş gibi kamu yönetimini perişan eden sayısız girişimde bulundular. Kamu yönetimi için için hırpalandı, çökertıldi. Toplum, yönetimce yapılması gerekirken yapılmayanlann ve yapılmaması gerekirken yapılanlann ürünlerini Marmara Bölgesi depreminde yaşadı. tşin en ilginç yanı da bu yapılanlan yapanlarla, yapılmayanlan yapmayanlann bugün "devieti hırpalamayın'' diye ortaya çıkmalan. Suçlu anyorsak, buaz da işin bu yönüne bakmalıyız. PENCERE Din Projesi' Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bir "Din Projesi" hazıriatyormuş... Sorun ne?.. Cumhurbaşkanı özetle diyor ki: "- Islam dünya ahvalini tanzim etmiştir. Bunu yaparken bir kısım hususlann devlet tarafından, bir kısım hususlann kişiler tarafından yapılması- nı öngörmüş, neticede yanlış hareketlere ceza- lar getirmiştir. Cumhuriyetle birlikte ise bunlann bir kısmını yeni kanunlarla tanzim etmek zarure- ti doğmuştur. Zaten devir değişince ahkâm da de- ğişiyor." (Hürriyet, 1 Kasım 99 - Sedat Ergin'in röportajı.) "Cumhuriyet devrimiyle ne olmuş?" sorusuna rakamla yanrt veriyor Demirel: "- Cumhuriyetle benimsenen hukuk, Kuran'ın getirdiği 230-232 ayetin yerine başka kurallar ko- yuyor... Bu 230-232 ayeti aynen uygulamak yok!.. Bunun yerine pozitif hukuk uygulanıyor. Devrim (Cumhuriyet devrimi) bunu derken 'Ben dine ay- kın bir şey yapmıyorum, aynca dinin müsaade et- tiği baa şeytere de müsaade etmiyorum' diyor. Bu- gün poligamiyi (çokeşlilik) savunamazsınız. Cum- huriyet devrimi 'Dine dayanan çok hanımlılığa müsaade etmiyorum' diyor. Hiç kimse de çıkıp 'N\- ye böyle diyorsun, din buna müsaade ediyor1 cfe- miyor." Süleyman Bey mühendis kafasıyla hesabını çt- karmış bu işin: 230 ayetL • Kuran'ın çoğu ayeti daha Osmanlı Devleti dö- neminde uygulamadan kalkmıştı; Sayın Cumhur- başkanı bu noktayı vurgulamamış ya da unut- muş... Bugün yeryüzünde Kuran'ı tüm ayetlerindekı buyruklaria uygulayabilen ne bir toplum var, ne bir ülke var, ne de bir devlet var... Çünkü bu olanaksızdır: yaşanan olgu, yalnız Türkiye'ye özgü değil!.. Kemalistlerin keyfi istedi diye 230 ayet yürürlükten kaldınlmadı! Neden böyte olduğunu anlamak için Kuran'da- ki kimi konulann satırbaşlarına kuşbakışı göz at- makyeterlidir: "Aybaşı halı, boşanan kadınlar, er- kek-kadın hırsız, çocuğun emzirilmesi, evleregir- menin adabı, faiz yiyenler, kadınlan boşama, ka- dınlann giyimi, kan-koca münasebetleri, kan-ko- canın arasını düzeltmek, miras hükümleri, vasi- yet etmek, zina eden erkek ve kadınla evlenmek, vb..." Nice kez vurguladığımız gibi şeriatı tümüyle uy- gulamak olanaksız... "Islamda reform" çoktan yapılmış, Kuran'ın ni- ce ayeti çoğu Müslüman toplumda uygulamadan kaldınlmış!.. Bunu yapan, hayatın zoru ve zorun- luluğu... • "Şeriaf ın birkaç anlamı var; ama, sözcüğün özü "Kuran'a dayanan Islam hukuku"öur. Kuran'dan kaynaklanan şeriatın "ibadet bölü- mü "ne ilişen yok... Peki ya "muamelat bölümü" ne olacak?.. Aile hukuku.. 'Cezahukuka:: i ^ - 1 " < < l U " Dahası var, şeriatın bir bölümü de "S/yer"dirTya- ni islamda uluslararası ilişkiler ve devletler huku- kunu da şeriat belirler. Elinden gelirse uygula bakalım!.. • Cumhurbaşkanı Demirel'in "Din Projesi" konu- sunda yeterli bilgimiz yok!.. Ancak 2OO0'e iki ay kala, Cumhurbaşkanlığı'nın "Din Projesi" ile uğraşmak zorunda kalması, Tür- kiye'nin nasıl bir irtica tehdidi altında bulunduğu- nu göstermek açısından yaraıiı... Şimdi moda, Bellona! İşte Bellona hediyeleri: Knrizma Kantpe IHsen: B»nitaux Bugünlerde herkes Bellona'y« tercih ediyor. Çünkü Bellona Kanepe ve Koltuk Takımları, şimdi birbirinden değerli hediyelerie ve benıersiz kamponya avontajlanyla &izi bekliyor. Böyle kampanya olunco, moda tabii ki Bellona. Bu kampanya, TC Sonayı Bakanlığı nın 25 05 1994 brıh ve 21940 sayılı teblîğ hükûmlerıne uygun olarak yopıUoktod r 0 \ 09 1999 tarıhı ıtıbonyle bo>loyan kampanya, uretım ve stok ımkânlarıyla sınırtıdır BOYTAS A Ş. O S B 8. Cad. No 14, 38070 Kaysen BELLONA!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear