22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 11 MART1997SALI OLAYLAR VE GORUŞLER Safsatada Kaybolmak... Türkiye tteki çözülmenin, 'kırsal kültür'ün devlete egemenliğinden kaynaklandığını bilinçlendiremedikçe, Tuzla yangını gibi yanacağımız, dmi politikaya kurban edeceğimiz ve bize istedikleri zaman fuze ya da benzin satacak olanlann tutsağı olacağımız tartışılmayacak kadar açıktır. DOGAN KUBAN İTÜ Öğretim Üyesi kı kişı konuşurken bıri süreklı saç- mi, yoksa onu hayal mi ediyoruz? Üniver- I malasa, öbürü de ona yanıt yetıştir- meye uğraşsa o da saçmalamak zo- rundadır. Türkiye'de politik söylem, boğazına kadar hurafeye, ilkelliğe, mantıkdışına ve yalana bulaşmış bir safsatadan ibarettir. Gazetelerin köşe ya- zarlan, televizyon yorumculan, açıkotu- rumlar, parti sözcüklen \ e politikacılar ca- yır cayır yanan safsata kazanına malzeme yetiştirmekten öte bir şey yapmıyorlar. Bir politikacı saçmalıyor ya da yalan söylüyor. Herkes saçmanın saçma. yalanın yalan ol- duğunu kanıtlamaya uğraşıyor. Bir gün her- kes sussa ve bir adam bu gündelik düşünce çöplerinden farklı bir söz etse \e biz gün- dûzün ve gecenin var olduğunu. dünyanın var olduğunu. yalnız olmadığımızı akla ka- ra gibı anlasak. Alayci Taoist düşûnür Çu- suıg-Tzu rüyasında kelebek olduğunu, uyandığında ise msan olarak kelebeğı mı hayal ettigini. yoksa o kelebeğın mi insanı hayal ettiğinin ayırdına varamadığını söy- ler. Biz de şeriatçi ıken cumhuriyeti mi. yok- sa cumhuriyetçi iken şenatı mı hayal ettiği- mizi anlayamaz duruma geldik. Anayasayı hayal mi ediyoruz. yoksa yerinde dunıyor mu? Ecevit solcu mu, yoksa onu hayal mi ediyor? DYP laık mı, yoksa onu hayal mı ediyor? Türkiye Cumhuriyet mi, yoksa onu hayal mi ediyor? Yasalar çalışıyor mu. yok- sa onu hayal mi ediyoruz? Istanbul bir kent site var mı. yoksa kendinı hayal mı ediyor? Türkiye gelişen bir toplum mu. yoksa onu hayal mi ediyor? Politika mı yalan, yoksa yalan mı politika? Tûrtdye'nin temel handikapı kırsal kül- tör egemenliğidir. Kırsal kültür köylii kül- türü değil, Osmanlı toplum düzenınin sana- yi öncesi kültürünün bugüne uzantısıdır. Geçen gün Sıyaset Meydanı'nda bır profe- sör "Ben Osmanlıyurr demiş. Bir başkası da ben "Osmanlı değüinT demiş. tkisi de haklı. Çünkü bugün Tûrkıye'yı. henüz ras- yonel bir düşünce aşamasına gelememiş, başka bir deyişle Atatûrkdöneminin toplu- mu ulaştırmaya çalıştığı ulus aşamasma ge- lememiş insanlar yönetıyor. Cumhuriyetin ilk döneminde. Osmanh'nın ancak ulus- devlet yapısı içinde yaşama şansı kaldığını kavrayanlar cumhunyeti kurdular ve impa- ratorlugu iflas ettiren sorunlara yanıt aradı- lar. 1923'ten sonra 15 yıllık Atatürk döne- mini dile dolamak hamakattir. Türkiye 1950'den bu yana bilimsel düşünceye bir türlü ısınamamış bir oportünist düşünce ve kırsal kültüregemenliğindedir. Bunun siya- sal yanıtı ulusal devlettı. 1923 'ten sonra top- lumun hatın sayılır bir bölümü ulus bilin- cine enşti. Fakat bir bölümüftıtbolya da gü- reş maçlan dışında Türk olma bi'incini ta- rihsel bir temele oturtamadı. Çoğunluğu kırsal kesimin eğitimsız ya da az eğitimli çevTelerinden oluşan bu büyük bölümün ce- haletinı Demokrat Partı kurulduğundan bu yana butün partıler sömürdüler Ulusal ve rasyonel olanı kurmanın gereklerini yerine getirmediler. Bin sözcüklü bir dünyası ola- nın on bin sözcüklü bir dünyada söylediği her şey ın ya yalan ya saçma olması gerekir. Oy avcılan popülıst politikalannı bin söz- cük üzerine oturtturlar Şimdi değil Osman- lı. değil Selçuk. hatta Abbasi. Eme\fden ön- cesine göz larpan gözü kara cahilierordusu var. Türkiye'deki çözülmenin kırsal kültürün devlete egemenliğinden kaynaklandığını bilinçlendiremedikçe, Tuzla yangını gibı yanacağımız. dıni politikaya kurban edece- ğimiz ve bıze istedikleri zaman fûze ya da benzin satacak olanlann tutsağı olacağımız tartışılmayacak kadar açıktır. Sorunlar kır- sal kültürün doğasından kaynaklanıvor. Çevrelerıyle birhkte akılcı, (rasyonel) dü- şünceye sahıp olamamış bir dünyanın, oku- muş ya da okumamış temsilcıleri devleti yönetiyor. Sadece anayasa düşmanı olan bir partinin değil, öbür partilerin büyük bir ço- ğunluğu da aynı irrasyonel tavırlan ve de- mokrasi düşmanlığını onunla paylaşıyor. Siyasal tartışma yolsuzluk üzenne kurulu. Daha üst düzeyde siyasal davranış akılcılı- ğına ulasamamış bir toplum, iktidan kişi ve gruplarla eşleştirmektedir. Bay E\Ten. Ba- yan Çiller. Bay Erbakan ve kanımca Mec- İîs'tekibütün partiler,çağdaşolamamıştop- lum kültürünün temsilcileridir. Bu, 1950'den bu yana giderek bürokrasinin, bü- tfln devlet kademelerinde kırsaUaşması sü- recinin sonucudur. Kır 'ın yasasıaşiretdüze- yini gecemez. Ona uymayan yasalar da dü- pedüzçiğnenmektedir. Kendi ulus olma ide- olojisini yok etmeye çalışanlan devlet ba- şına getıren bır toplum kültürü rasyonel bır tartışma ortamı yaratamamış demektir. Tür- kiye cteİslam, cahil halka en yakın olan söy- lemdir. Bunu bütün siyasal yaşamlarına egemen kılmış olan insanlann,Ulus'u nasıl oluşturacaklannı düşünememış olmalan bugünkü kargaşanm temelınde yatan ne- dendır. En güvenilen lider niteliğini kaybetmiş olan Ecevit'ten bütün öbür yöneticilerine kadar, toplumdaki din söylemini siyasal menfaatler içın kullanmayacak bir tavır ser- gileyen görünmüyor Hiçbir parti, din bağ- lamında halkı aydmlatacak çağdaş bir söy- lem ve üslup yaratmamıştır. Atatürk'le kar- şılaştınnca, hayıflanmamak elde değil. Bir bölümü düpedüz yalan söylüyor. Bir bölü- mü de hiçbir şey söylemeyerek ona yakın bir tavır sergiliyor. Laiklik, bir ulus kurma mekanizmasının, imparatorluk artığı bir Müslüman toplumu ulus yapmanın en birincil koşuluydu. Müs- lümanı başka din mensuplan karşısında eşit kılmanın. hatta üstün yapmanın da tek ara- cıydı. Islam tarihinin tek reformuydu. Kır- sal kültürün bunu anlaması olanaksızdır. Çünkü laiklik dindar insana aklı kullanarak düşünme zorunluluğunu getirmektedir. La- iklik bir sol slogan da değildir. Dünyaya egemen olmanın her düşünce içın aynı ka- lan mekanizmasıdır. Sağın kurtuluşu da, Is- lamın tutsak olmamasının anahtan da şu basit 'din vedevleti ayırma' deyimidir. Çün- kü sadece din bağlamında kalındığı zaman Müslümanlann Hıristiyan ve Yahudilerden daha aşağıda olmalan için bir neden yok- tur. Sorun, akılcı düşünceyi yaşama uyum- landırmamaktan kaynaklanıyor. Okuma yazması olmayanlar ve tarih bilmeyenlerle şeriattaruşması yapmak, özeOikledin konu- sundaaydınlanmamışinsanlariçin garip bir ortaoyunu olaraksürüyor. Ve bu ortam. şid- detı beshyor. Zorbalık. akılcı çözümler üre- temeyen kırsal kültürün doğal içenğidir. Sol ya da sağ. dinli ya da dinsiz. cehalet şiddet içerir. Bu bağlamda ordu-srvil tarnşması da yapaydır. Ordunun demokrasiye engel olu- şu, srvilkrin engel oiuşundan fazla olmadı. Kaldı ki köyün ve kırsal alanın sayısal ağır- lığı ile egemen olan oy demokrasisınin na- sıl bir ucube ve terörortamı yarattığını gün- lük yaşamımızda izliyoruz. Kötü birpopu- lizm, posası çıkanlmış ya da düpedüz ya- lan olan sloganlarla cahil kitlelerinin bey- nini yıkıyor. Demokrasi ve din, içeriklerin- den uzaklaşmışlar. Sadece uygarbir kent or- tamında yeşeren, nadir bir kültür ürünü olan politik namus, köylünün anladığı bir şey değil. Türkiye'nin hastalığı akılcı olmayan söylemin topluma egemen olması, gemiler yanar, insanlar tutuşurken, akıl dışı siyasal slogan atan politikacılardır. Toplumun ge- leceği kırsal düşüncenin üreteceği çözüm- lerle gelecekse, binlerce yıldan bu yana köylerde ne kadar uygarlık üretilmişse, biz de onunla yetinmek zorunda kalacağız, de- mektir. Başka bir deyişle Loto'dan fazla bir şansımız yok. Politikacılar değilse de, ay- dınlar ve yazarlann. partiler üstü çağdaş bir söylem yerleşmeden siyasal söylemin sağ- lıklı birdüzeye erişemeyeceğini, kördövü- şünün yangın, cinayet ve sömürü ile birlik- te süreceğini görmeleri gerekir. Saçmaya yanıt vermeye vakit yok. Partilerüstü sağ- lıklı bir söy lem üretmeye gereksinim var. O zaman bütün kamplann sağduyulu insanla- nnın bır araya gelmeleri şansı olabılir. Kuponlu Gazetelerin Sunduğu... Doç. Dr. AYSELİ USLUATA G azetelerin tümüyle bir say fasmı kaplar duruma gelen kuponlar giderek küçü- lürken renkli kuponlu yaşamsız günle- rimizde zamammızı nasıl değerlendi- receğımizi düşünmeye başladım. Kaç 359 gün elımızde makas gazetelerin öncelıkle kupon sayfalannı aradık. Ardmdan bayilere koştuk. sertıfika alabilmek içın bayılerin önünde uzun kuyruklaroluşturduk. Kuyruklupromosyon yaşantımı- zın, günlük alışkanlıklanmızın bırbölümünüoluştur- du. Kasacası, gazetelerin biz saygın okuyuculan, Aziz Nesin'in akıllılıkla ilgili verdiği yüzdeyı daha da yük- seltme yanşına giriştik. Televizyon ekranlannda bir kamyondan atılan yiyecekleri toplama yanşına giren Diyarbakırhlan gördüğümde. elimde olmadan gazete- lerin kupon karşılığı dağıttığı mallan almak için kuy- ruklar oluşturan biz Istanbullulan anımsadım. Kuponlu yaşam bizlere pek çokkural öğretti. Kupon- lan makasla noktalı yerlerden kesmeyı. sıralayıp ürü- nün verileceği tarihi gazeteden izlemeyı ve dağıtım başladığı anda en yakın bayi önünde kuyruğa girmeyi. dağıtılan ürün bittığinde başka bayilerde şans deneme- yi, danışmak için dizi dizi sıralanan telefon numarala- nnı sabah erken saatlerde başlayıp akşam geç saatlere dek çevırip tüm gün "nıeşgul'' sinyalini dinlemeyi, sa- yılan giderek artan kuponlarlabu kezöncedamgalı. ım- zalı "sertifıka" ahtuk için "flan edilen tarihlerde" pro- mosyon dağıtım merkezlerine koşuşarak kuyruklarda kuzu kuzu beklemeyi, alman "sertifikalan" yitirme- mek üzere özenle saklamayı, yine büyük bir olasılıkla aylar sonra "ilanedOecek" dağıtım tarihinı kaçırmamak için gazetelen dıkkatle izlemeyi, eksik kuponlar için o günkü gazeteden iki üç adet alıp eksik tamamlamayı, daha da çok kupon eksiği için karaborsacı araştırmayı ne de güzel öğrenmiştik. Kuponlara göre yaşamaya na- sıl da koşullandınlmıştık. Çaba göstermeden elde edi- lir mi bır ürün hiç? Diyarbakırhlar da parasız bir paket yiyecekyakalayabılmek içinçamurlaraatmıyorlar mıy- dı kendilerini? Evet, bu kuyruklu yaşam görüntüleri kuşkusuz ga- zetelerde ya da televizyonlarda yer almadı. Oysa. bu görüntüler yıllar önce demirperde gensi ülkelerde be- lirli günlerde yumurta ya da et dağıtan dükkânlann önünde oluşturulan kuyruklan yansıtmıyordu: burası 'Türkiye' idi; kuyruklan oiuşturanlar da gazete okuyu- culanydı; üstelik para da ödemişlerdi bu kuponlar içın gazetelerine. Kuponlann katı kurallaruıa uymayanlar her türlü uyan ve kaba davranışla karşı karşıya kalabi- liyorlardı. Daha güler yüzlü, hoşgörülü bayi aramak ya da kalmayan ürünü bir başka bayide bulmak için kara, yağmura, çamura ya da yakıcı güneşe karşın başka semtlere yönelirken adres almaya, yol sormaya gerek yoktu, kalabalıği izlemek yeterti idi. Akın aİun bayi- liklere giden kalabalıklarla doğru adrese ulaşılabiliyor- du. Dağıtım merkezlerinin önünü park yerine dönüş- türen hanım şoförlerin arabalan da tabak-tencere taşı- mak üzere bekleyerek sürece katkıda bulanabiliyorlar- dı. E\ hanımlannın yeni görevleri arasuıda idi dağıtı- lan ürünleri almak üzere değişik semtlerdeki bayıleri, başbayileri, promosyon dağıtım şubelerini dolaşmak. Kupon toplamak gerçekten de zaman. çaba ve özen ge- rektiren bır uğraştı. Sabah ılk iş kuponun o gün hangi sayfada basıldığının araştınlması ve bulunduğu anda ivedilıkle kesilmesi -kesilmiş sayfalı gazeteyi okumak zorunda kalanlar sinirlense de- zorunlu idi. Unutmaya, eksik kuponla kalmaya karşı önlem almak gerekliydi. Aynca dağıtım programmı da yakmdan izlemek pek kolay değildi! Crünlerin dağıtımı aylar, kımi kez bir yıl sonra bile yapılabilir ve bu arada ne için kupon bırik- tirildiği unutulabilirdi!.. Ürün vermeyanşı içine giren gazeteler yeni yeni olanaklar sergileyerek kupon birik- tirenlerin kafalannı iyice kanştırabilirdi. Üç yüz elli do- kuz gün biriktirmek üzere kesilmeye başlanılan ikı ay- n kupon, 180 gün sonra tek bir kupona dönüşebilir, ar- tık geçerliliğini yitıren kuponlar da bir anı olarak elde kalabilirdi. Bu nedenle. tatile çıkmak da kuponlarla ilintiyi kesebileceği için "kuponkotiklerurayn bırkor- kulu düşüydü! Katı kurallar uygulanır ve beklenen "ûriin" verilmeyebilirdi. Bu konularda sorgulama hak- kının kullanılması olanaksızdı; sayfa sayfa kupon ya- yımlayan gazetelerin çalışanlan böyle küçük, "kupon- lu sorunlarla" ilgilenmezlerdi; onlar çok önemli konu- lann kışileriydiler. Gazete sayfalanndaki tüketici kö- şeleri de kuponlu sorunlulara açılamazdı. Evet; evlerimiz kimi bozuk kimi eksik çatal-kaşık- tabak takımlan, tost-kah\e makineleri, bardak. kepçe, tencere, ütü. çarşaf, çarşı arabalanyla doldu. Gazete okuyuculan olarak, okuma alışkanlıklanmızı gelıştir- memiş olabiliriz, ancak kupon uğruna azarlanmayı, kuyrukta beklemeyi, verileni almayı, "koyunluğu" ger- çekten iyi öğrendik. Keşke, kuponlann yanı sıra yazı- lan, kankatürleri kesıp arşivlemeyi de öğrenebilse ıdık... Okuyucunun saygınlığmı yitirmesinin dolaylı bıçimde gazetenin de saygınlığmı yitirmesine neden ol- duğunun bilincıne vanlabildi mi acaba? Arabalardan yiyecek atmayı eleştirirken pencereler önkrinde pro- mosyon ürünü almak için bekleyenler de görün- tülenebikneli. PENCERE Eşref'in Kemikleni Sızlıyor... Mecüs Başkanvekili Yasin Hatipoğlu, son MGK Bildirisi'nden sonra komutanları yeren bir şiiryaz- mış... Okuyalım: Her mitingin bir fıtratı var, kahrol'u yaşa'sı var Sobayla ısınanın küreği, maşası var Mülayim olmak güzel, lakın hani nerede Her grubun bir tane Çevık Bir Paşası var Manadan, ruhtan yoksun şekilcıler arıyor Toplumu dışlayacak tekilciler arıyor Soyu şüpheli olan Meclis'i tahkir ile özgür ruhlu ve soylu temsilciler anyor Zırha bürünmüş ödlekler ortalığı gülşen görür Evladına ağrt yakan analan hep şen görür Müslümanı PKK'dan tehlikeli addeder de Acı görmemiş ahmaklar PKK'yı ehven görür. Hatipoğlu'nun marifetini yayımlayan Hürriyet, buna "şiir" diyor. Ama, bu şiir mi?.. • Mimar Sinan'ın yurdunda, 21 'inci yüzyıla 3 ka- la, her 5 saatte bir cami yapılıyor; ancak bunların arasında bir güzeline rastlamak kolay değil!.. Ge- çenlerde Istanbul'u dolaşırken süslü püslü koska- ca bir cami gördüm; biçimi bozuk, orantılan tut- muyor, minaresi soba borusu gibi yükseliyor, ne- resinden baksan estetik duyguları tırmalıyor. Dedim ki: - Bu camiyiyapan herif-i naşerif, yaşamında bir kez bile Süleymaniye'yi gerçekten görmüş olsa, utanıp böyle bir işe girişmezdi. • Refahçı milletvekili ve de Meclis Başkanvekili Yasin Hatipoğlu, sözde şiir yazıp içini dökmüş; komutanlara sataşmış; hıncını dile getirmiş; ama, işin burası önemli değil... Önemli olan ne?.. Sözüm ona şiir, ne şiir ne manzume ne de ze- kâdan nasibini almış biryergı!.. Insan düşünüyor: Neden Sayın Hatipoğlu'nun sözde şiiri bunca sığ, basit, ilkel?.. Şair Eşref bu toplumda yetişmedi mi?.. Ney- zen Tevfik bu topraklarda doğmadı mı?.. Bekta- şi ya da Nasrettin Hoca'nın hiciv kültürü yüzyıl- lar boyu halkın bilincıne ışlemedi mi?.. Şairimizi, yazarımızı, çizerimizi bir yana bırakalım; Osman- lı'nın son dönemlerinde Keçecizade Fuat Pa- şa'nın vurguladığı düzeyde nükte ve hiciv üretimi- nin zekâ şimşekleriyle siyasal dünyamız renklen- medi mi?.. • Yasin Hatipoğlu'nun manzumesindeki dizeler, suyu kurumuş bahçe havuzunun fışkırmayan fıs- kıyesindeki gibi yetersizliği vurguluyor. Hatipoğlu, dizelerini Şair Eşref'in mezarı başında okusa, hazret ayaklanıp elinde sopayla bizim Meclis Başkanvekili'ni kovalardı. Bu kampanyada İstikbar var! Bugünlerde Istikbal'de mutluluk rüzgârları esiyor. Kanepeden oturma grubuna, koltuk takımından yatağa, ev tekstilinden bebek odasına... Herkes dilediği ürünleri şimdi alıyor, özel kampanya koşullarıyla düşlediği geleceği bugünden kuruyor. ISTE ISTIKBAL'IN MUTHIS MUTLULUK FORMULU: Her şey peşin fiyatına tam 5 taksitle! Isterseniz, ödemeleri 1+3 taksitli satış fıyatı üzerinden 1+7 taksitle va da 1+6 taksitli satış fıyatı üzerinden 1 + 10 taksitle de yapabilirsiniz. Üstelik peşin ödemelerde özel indirim de var. Hemen en yakın İstikbal Yetkili Satıcısına uğrayın, mutluluğu yarınlara ertelemeyin. "yenileyin, yenilenin"
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear