21 Mayıs 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 25 OCAK 1997 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER Pınl Pınl Bir Gençlik ÇELİK GULERSOY B aşlıktaki bu lâfi, çok degişik tıplerden duyuyorum. Üni- versitelere gidıp gençlerle söyleşıler yapan ünlü "köşe yazarlan" başta olmak üzere, tuzu kunı nice insan, bu ka- nıda.Genç nüfusumuzun nasU ve ne ıniktar pml-pınl olduğuna geçmeden önce, birayı- nm yapmamız gerekiyor Ybksul, hatta or- ta halli nüfuslann çocuklan, yanı çok bü- yük çoguniuJc, amaçlanmıyor. Hatta bunla- nn yüzde kaçının yüksek öğrenım yapabıl- diği de konunun ıçine girmiyor. En iistteki kremanm, sayılan genele göre bir amaç tu- tan çocuklan da söz konusu degil. Onlar zalen hem içerde hem dışarda, en ıyi eğiti- mi görüyor. Pınldadıklan söylenen kesım, anladığım kadan ile ortanın bir ûstû taba- kalann, yabancı dilde eğitim yapabılen ku- rumlarda okuyan çocuklan. Bu kurumlara neden dolayı -ve doğrusu hangi yüzle- "Anadolu Lisesi'' adının veril- diğini de bugüne kadar anlamış değilim. Anadolu'nun büyük böliirnü ve neredeyse tümü, hâlâ ve her açıdan, çeşitli yoksulluk- lar içinde olan bir dünya köşesi değıl mi? Her neyse. ışte bu tip liselerle üniversiteler- de okuyan gençler, pmldayacak kadar iyı yetişiyor ve ülkeyi çok iyi günlere taşıya- cak niteliklere sahip bulunuyorlarmış, Herkesın okuması gerekmezmış: Bir "beyintaJamı", ülkeyi -ama asıl, ekonomi- yi- "aydınhk ufuklara" bir lokomotif gibi çeker götürürmüş. Bu çok iyimser görüşle, önce 1971 yılın- da karşılaşmıştım. Milliyet gazetesinde Abdi tpekçi ile bir söyleşi yapiyorduk. Ben konuya girmeden önce, gazeteyı biraz eleştirdınr 1. sayfada ve başlıklarda bile, dizgi yanlışlan görülü- yordu tpekçi bann. yetışmişve nrtefiklide- man buünagüçlöklerindensözetti ve o gün aldığı bir davetıyeyi gösterdi: Yazı, TRT'nin Genel Müd. Yardımcısı Dr. CemalAygen'in imzasını taşıyor ve bel- li bir konuyu tartışmak üzere, 3 gazete ya- zannı bir açıkoturuma çağınyordu. Konu şuydu: TV yönetimi, prognun yazan ve araş&rmaatüründen, kâiiteli işlereeleman almak ıstemiş ve başvurulan bir sınavdan geçirmiş. Yazılı smav kâğıtlan, fdaketde- recesinde bir "bflmedikler sergfeT halınde çıkrruş. 100'ü aşk;n adaydan, yakın tarihi- miz sorulanna, doğnı tek yaıut verilmemiş: Kuva-yı Milliye'yi, Kuva-yı Inzibâtıyeyi, bilen ve ayıran yokmuş. Abdülhamit adını Abdullah Hamityazanlargörülmûş... Her- kes, komünizm'i. kominizm olarak yazı- yormuş. Durumu dnunatikieştjren özdük. sınava girenlerin hepsinin, SBF, A. Hukuk ve Dil- Tarih Fakûltcleri'nden dipkmıalı oluşlan idi. Bunlan bana anlatan ve benimle bera- ber hayıflanan Ipekçi'yi, birkaç gün sonra, birkaç ünlü gazeteci ile beraber ekranda seyrettim: El yazılart ile sergılenen çapaçul- luklara karşı, demez mi: "Oyle ama. pırd- pınlgençierimizde var.'"Ofurumu yöneten efendi veağır başfczat, terbiyesindenolacak, sormadı: "Elbette var. Ama sayılan oeka- dar ve de genele oranbuı ne?" 1970'ler başındaki bu görüntû, bana da o tarihte, ürküntü -ve üzüntü- vermeye yet- mişti. Çünkü anlamıştım ki, 1950'lerde baş- layan genel yozlaşma ve kültürle eğitimde- ki gerileme, ılk meyvelerini vermeye baş- lamıştır. Çünkü hem kendimden hem çev- remizderı iyi bilirim ki, 19301ar ve 40'la- nn, hatta 50'lerin genç ve okuyan kuşagın- da, böylesine bir bilgi azlığı ve düzey dü- şüklüğü, söz konusu bile olamazdı. O olaydan sonra, yükseköğrenim kururrt- lannı bitirenlenn durumu daha da vahim- Jeşti. Nüfiıs artûkçaartü. Dağa-taşa-içiboş- üniversitder açıldı. Diploma törenlerinde, idealıst ve dürüst gençler, ön sırada oturan politikacılann ve parlak şallara bürünmüş profesörlerin önünde, gerçekleri acı Be dile getirir oldular: "Biz, bir şey öğrenmeden fa- költeyi Mtiriyonız. Dokfor stajyerterin. se- rum takmasını. tansiyon ölçmesini bile gö- remedik! Ne olacak, uvgulamada, biam ve hastalann hâü?: Bunlan gazetelerden okudukça, on yıl kadarönce ÇamlıcaTepesi'nde bir sabah ta- nışmış olduğum saygıdeğer Prof. Türkân Akyol'un söyledıkleri aklıma düşüyor. O tarihteki Ankara Ünı Rektorü, "Bu ûlkede on yıla kalmaz, ne düzgün bina yapünlabi- ür, ne diş çektirilebiHr! Öylesine mezunlar veriyoruz.'" Geçen yıl, yardımcımız hanım kızın di- şine iltihaplı iken asılan bir diş hekimi. bir felaketın eşiğınden dönmüş oldu. Her sabah basın. hastahanelerde yapıl- ması artık neredeyse gelenekselleşen ve sü- reğenleşen (kronikleşen) yanlışlık haberle- ri iledolu: Sakatbırakan enjeksiyonlar, yan- lışhkla kesilen kollar, bacaklar... Bu "perakende" olaylardan, örnekler ve deyimlerden çıkan, gend -ve acı- gerçek şu:Nüfus durmadan artıyor. Vergi verme- yen bir azınlık kesim zengmleşirken, dev- letyoksullaşıyor. Kamu fonlan. eğitime yet- miyor. Kalabalık bir hay-ü huy içinde lise- ler ve üniversiteler, dünya standartianndan çok-çokgerilerde mezunlar, posta ediyorlar. Ben eğitimci değilim. Ama çalışma yaşa- mımda 50. yıla gırdim ve yöneticilikte de 32 yılı doldurdum tşvemesİeklıayatundan biHyorum: Gençlerin. ne vazık ki (\e ne aa- dır ki),el yaalan bile bozuk, Türkçeleriyok denecek kadar \wksul, genel bilgi düzeyleri geride ve meslek kaliteleri de çok \rtersiz. Geçen yıl tanıştığım bir ürolog-profesör, bana ailesinden bir ömek nakletti: "Ben, hekimolan bir babanınoğluyum.Ama ken- di ogJumu doktor yapmadım!" Sorduğum- da, gerekçesıni açıkîadı: "Bir hekim öğre- tid, ancak çevTesine, hasta başına toplaya- bileceği, 20-25 öğrencisine bir şe\ler göste- rip anlatabilir. Sımflar ise. 300 kişil* Bu kalabalıklaşma ve de\ letin de keırlas- ması, kaçınılmaz olarak birtakun sonuçlâ- ra sürüklü>T)r: Kentlenn fıziksel bozulma- sı, toplumda moral sarsıntılan, güvenlık.. gibı. Eğhinıdeki eroz>on, bunlann içinde, etkısinı bsa ve uzun her tür vadede göste- ren bir felaket. Coğrafyada yakın bir komşudan bir ör- nekleme ve karşılaştırma ile, durumun "va- hametnu" belirtmeye çalışayım: İsraiL başta Hebrevv Üniversitesi eliyle, her yıl profesörleri ve öğrenci gençleri ile Anadolu'nun "jeolojik, morfolojik. arkeolo- jik"_. ne kadar gizilgücü (potansiveli) var- sa, saptamasını >apıp bitiretL, yıllar oluyor. Şimdı, sormak gerek: - Bir Türk üniversitesi. aynı incelemele- ri, Israil içın yaptı mı? daha doğrusu, yapa- bilir mi? - BirTürk üniversitesi, Israii'inyaptığı bu incelemelenn sonuçlannı, Türkçeye nak- letti mi? tld sorunun da karşıbgı olumsuz olduğu ıçın, eğitim ve öğretım düzeyımızin nerede oldugu açıkça anlaşılır. Ömeği, küçük bir devletolan Israil'den verdim Atiantikötesindcki süperpicün. bilgi be\- geükkri (arşivleri). mrhonlarca etüd baruı- dbran kkaphklan—. tni hesabnı dışında. Böyle bır dünyanın içensınde, Türkiye, dev gibi iç ve dış dertlenyle nasıl baş ede- cek? Benım felsefeme gore, nıtelikli ve yük- selmış düzeyli insan üretılmesi, birkaç et- kene bağlıdır: 1) Önce, biyolojL Çocuğun ana-babasın- dan, herkesin gördüğfi boyu-posu, saç ve göz rengi ile birlıkte, kimsenin görmediği yetenek ve eğilim gibi miraslan da devraî- dığını, -ya da almadığını- artık bilim de ka- bul ediyor. Bu. ilk temel. 2) Biyolojiyi, fizik ortam desteklemeli: Sağlıklı hava ve temız çevre. Şehirlerimiz, hcle on-on beş miryonJuk Istanbul, bunlan verebiliyor mu? Sağlam dogan bir çocuğu artık astım yapıyor Istanbul. 3) Beslenme ve protein. Sade tarla neyc yarar, sulama ve gübreleme yapılmazsa? Genç nüfusun yüzde kaçı, bu ekonomide, yeterli protein alabilir? 4) Eğitimin niteüği: Öğretici kadrosu tam olan ve göstermelik degil yeterli kitaplığı, laboratuvan.. olan kaç lisemiz ve üniversi- temiz var? Avrupa ve ABD üniversiteleri, bma içi eğitimi ile yetinmiyor, iç ve diş ge- zilerdüzenliyor. 5) Görgü: Salt eğitim de yetmez, adam yetiştirmeye. Aileden ve toplumdan, görgü birikimleri ve kaliteleri de eklenmeii. Kre- manın çocuklan neden farldı! Bir de bun- dan. Türkıye'de hızla üreyen genç nüfus. bunlann ayn-ayn her birinden voksunluk- larla, vaşama arılmakta. Zaten tutarsızlık şurada: Genel duru- mun. yani ekonominin. politikanuı, bürok- rasinin, hatta ahlâkuı paslandığı bir ortam- da, gençler nasıl pınklasın? Sosyolojik ola- rak böyle bir şey olabilir mi? Renkli balon satıcısı tünmden koşe ya- zarlan. kimseyi aldatmasın. Bir şey düzelsin isteniyorsa, tek dişli ile uğraşılmasın, tüm makineyi çözüp yeniden kurmaktan başka çözüm olmadığı, iyi bel- lensin. ARADA BIR PROF. DR BEDİÎ FEYZİOĞLU İHkede Siyasal ve Sosyal Yozlaşma Son günlerde, basında ve televizyonlarda görü- len ve süregelen olaylar, ülkede çağdaş bir eğitim- den yoksun bırakılmanın nelere ulaşacağırM açıkça ortaya çıkarmaktadır. 1950'den bu yana, gittikçe artarak yürütülen ge- rici eğitimin kırk yıllık tesirinın sonuçlan böylece be- lirmektedir. Nereden nereye? Dikkati çeken hususlan şöyte- ce kısa bir tahlile tabi tutalım. Sayısını kimsenin tam bilemediği tekke, dergâh ve benzeri kuruluşlar, imam-hatip okulu veya dini kurslargörmüş kimseferi biraraya getirmekte, bun- lardan siyasal ve parasal menfaatlar sağlanmakta- dtr. Anayasayı ve diğer inkılap kanunlan ile özellikle "Tevhid-i Tedrisat" Kanunu'na tamamen aykın olan bu kuruluşlar, bir siyasal partintn himayesinde ço- ğahp güçlenmişferdir. O derecede ki artık Başba- kan, bunlan, kanuna aykın kıyafetleri ile Başbakan- lık Konutu'nda yemeğe davet etmekte bile bir sa- kınca görmemektedir. Olaylann ahlaki yanına girmek istemiyorum. Tek- ke ya da dergâh şeyhlerinin bu açıdan durum ve tu- tumlannı cümle âlem anlamış ve öğrenmiş bulunu- yor. Konuyu, sadece eğitim ve öğretimin, siyasal ve sosyal sonuçlan açılanndan irdelemekle yetinece- ğim. İmam-hatip mezunlan, bir de iyi-kötü bir üniver- site ya da yüksekokul diplomasına ulaşınca, artık onları siyasette olsun, ticarette olsun tutmak ola- nağı yok. Iki büyük şehrin belediye başkanlan işte bu yoldan yetişmiş ve bu mevkilere ulaşmışlardır. Ikisi de şeyhliği kendinden menkul bir dergâha gi- dip gelmiş, o kişinin ticari faaliyetlerine şu ya da bu derecede yardımcı olmuşlardır. Bu ilişkilerde kanuna ve usule aykın bir tarafın olup olmadığını burada irdelemek mümkün değil- dir. Beraat-i zimmet asıldır. (Zimmetinde bir şey ol- mamak, aklanmak asıldır.) Ne var ki az ya da çok olsun, bir dergâh şeyhi ile ilişkide olduklannı inkâr etmemektedirier. Belediye başkanlarından birisi sadece tekke ile dergâh ara- sındaki farkı belirtmekle yetinmektedir. Benim de merak ettiğim ve öğrenmek istediğim husus, bu teşekküllerin hukuksal durumlannın ne olduğudur? Tekke olsun, zaviye olsun, dergâh ol- sun, bunlann yeniden kurulması 1341 sayılı kanu- na aykırıdır. Buralara intisap edenlerin kılık kıyafet- leri ise 671 ve 2596 sayılı kanunlara aykındır. Bu kanunlar, devrim (inkılap) kanunlandır ve ana- yasanın 174'üncü maddesi ile koruma altına alın- mışlardır. Diğer bir ifade ile bu kanunlara uyum sağ- larnamak, anayasaya aykın hareket etmek demek- tir. 2908 Sayılı Dernekler Kanunu'na gelince; bu ka- nunun 5'inci maddesi, "Din ve mezhep esasına ve- ya adına dayanarak dernek kunılamaz ve faaliyet- te bulunulamaz" demektedir. O halde, bu tekkele- rin ya da dergâhların, birer dernek sayılması da mümkün değildir. Görülüyor ki ülkede "Öğretim Biıiiği" (tevhid-i tedrisat) esası bozulunca, din ve tarikat esasına dayalı tüm kuruluşlar anayasaya aykırı birer teşek- kül durumuna gelmektedir. Anayasanın "bir defa ihlalinden" bir şey çıkmaz anlayışına (fehvasına) elbette itibar edilemeyecek- tir. Dini bahane ederek ortaya dökülen bu sosyal yozlaşma, ülkede, gençler arasında ve gittikçe tüm yurttaşlar arasında durmaksızın büyüyen bir aynş- ma, bir zıtlaşma çıkarmaktadır. Bu zıtlaşmanın, bazı Islam ülkelerinde görülen vahim sonuçla- ra dönüşmemesi için, eğitim ve öğretim birtiği- ne dönülmesi ve Türkıye'de sadece ilerici çağ- daş bir eğitime yer verilmesi gerekir. Pek çok kez belirtmeye çalıştığımız gibi, görülen siyasal ve sos- yal yozlaşmanın ana nedeninin bu eğitim ve öğre- tim ayırımından ileri geldiğinin, artık daha fazla ge- cikmeden görülmesi ve kabul edilmesi zorunludur. MURAT seni çok çok özledik. Muhakkak ara. Annen: R DT. Baban: N. DT. Evet Çocuklar, Biz Kirlettik Y eni yıla, ilk kez umutla gırdim. Evetdostlar, gidenhnesi güç bir karamsarlık içindeyken çocuklanmızıjı yaktıgı ilk ışık ufkumu aydınlattı. Tam bir çıkmaza girdiğimia sandığım anda, bir olay, ülkemın aydın geleceğini muştuladı. Yıllardır ilk kez sevincünı ve umudumu dostlanmla paylaşıyorum. Her sözcüğü aklın süzgecinden geçmiş şu söyleme bakınız: "Aöıfurk bu ülkeyi sizfere temiz obrak teslim etti. Sider kirleOiaiz. Biz temidevecegiz ve öytetesHmedecegiz. Sakm geri almaya kaUaşmasuütr, alamazbr, vermevE_ Bizden korkmasmtar, serbestçe tarbjmaidBa İZİD vendnler yeter."Bu sözleri işittiğımde, İoılaklaruna ınanamadım dersem abarttığımı sanmaym. Inançla ve direNçle söylüyorlardı. Kimter mi? Çocuklar söylüyordu, bizım çocuklanmız! tçten alkışladım.Bir grup çocuktu. Ülkelerini, insanlannı sorunlanmızı sorgulayarak taröşıyorlardı. IşittikJerim çocukça değil, düşünen ve akılla değerlendıren kafalann ürünüydü. Hedef yanlış değıldı, yargilan bızlerle, bu ülkeyi yıllardir yönettığıni sananlarla ılgılıydi. Sorgulayan, yargılayan ve yargılannı çekinmeden açıklayanlara, icten duygularla nasıl âlkış tutmazsınız? Kendilerine güvenle konusuyorlardı. Hani şu ezber eğitimle düşûncelerini dondurmak ıstedığimiz çocuklanmız! Yasaklamaya çalıştığımız diyalektik, hükmünü icra edıyordu. Demek düşüncelen dondurmayı başaramamıştık. Başansızlıgımızla ilk kez övündüm.mam Hatipli bir kızımız konuşuyor "Atafürk bu memieketi tertemiz bırakt size, sfcder kirlertiniz" dıyor. Bır baskası. bir ılkokul öğrencısı şu şaşırtıcı ömeğı venyor: "Bir prizma" dıye başlıyor "nasıl güneş tşıgjnı çözerekyedi renge ajimorea, Susurluktaki kamvon kazası da deviet içindeki bozukluğu ortaya çıkanverdi" 27 aralık gecesi atv'nin "SrvasetMeydanı" programında konuşan çocuklanmızı dınledikçe. yannlarla ilgıli karamsar duygulardan sıynhyordum. Sonuna kadar dinledim ve yılJardır yitirdığımı sandığım, geleceğe güven duyguma kavuştum. kıvandım. Şu sözlen ışrtır de nasıl kıvanmazsınız' -Düşönceyi yasaklnorsunuz, bizieri dûşünmekten akıkm uyorsunuz, diişünmeden bugünü nasıl anlar, geleceğe nasıl haarianabHiriz 18 yaşında m kullan diyorsunuz. Ama doğnı düşünmeyi DÜmeyen, dahası dûşiindögü ve eleştirdiği için suçlanan birev, 18 yaşında. oyunu hangi bOÜnçle ve nasıl kullanacak, \aşamda doğnıyu ve yanlışı nasıl bulacakür." Haklı olmanın ınancı ve güveni içinde, bızlen ve düzeni yargılıyorlardı. Bır gençlik yetişiyor, düşünen, sorgulayan, yargılayan ve kendi gelecegıne sahip çıkma bilincinde bır gençlik. Çagırun bilinciyle, akılla, bihmsel verilerle »gerçeğı ve dofruyu arayan bir gençlik. Nasıl kıvanmaz, nasıl övünmezsiniz? 27 aralık gecesi Türkiye'yı, bızleri, sorunlanmızı ve kendilerini bılinçle sorgulayan çocuklanmızın kulaklanmdan belleğime ve bılıncüne akıttıklan yargılanndan aldığım güvenle. 1997'ye ve geleceğe umutla bakıyorum artık.Bu duygu ve düşüncelerle karşılıyorum yenı yılı; ülkemin aydın geleceğini çocuklanmtzm ışıklı amaçlannda görüyor, kıvanıyorum Berumlebu mutluluğu paylaşacağımız inancıyla, Mustafa Kemal Atarürkün. gençlığe neden ınanıp güvendığinı, bizlenn nerede yanlış yaptığımızı da sorgulayarak düşünelim diyorum. MEminDe|wHükukıçu > ^ X 'MranTRT Ekranlarının kıpır kıpır programı ile buluşun, geçmişin büyülüN tam ile tanışın... SAAT: 21.00 ^ ^ PENCERE Şaibe, Haile, Gaile... Frankfurt Eyalet Mahkemesi Yargıcı Schvval- be'nin önüne bir eroin kaçakçılığı dosyası gelmiş. Sanıklardan biri, "Türkiye'den Almanya'ya dönûk uyuşturucu şebekesiyle Ankara'da hükümetin bir bayan bakanının iyi ilişkiler içinde olduğunu" söy- lemiş. Kimmiş bu bakan?.. Schvvalbe'ye sormuşlar... . . '; • Yargıç yanıtlamış: • ' »"> "- Tansu Çiller..." Konu Alman gazetelerine ve dünya ajanslanna yansıyınca Şaibe Hanım hop oturup hop kalkıyor, REFAHYOL hükümetıni ve Dışişleri Bakanlığı'nı fiş- tekliyor, Almanya'ya nota üstüne nota veriyoruz. Bonn'un yanıtı: "Alman Anayasası'na göre ûlkemizde yargı ba- ğımsızdır, elimizden bir şey gelmez." • Frankfurt'taki yargıç Schvvalbe, Bayan Tansu Çil- ler'in adını neden dile getiriyor?.. Ben diyorum ki: - Münasebetsiz yargıç Schvvalbe belki de Dogu Perinçek'in, Kaynak Yayınları'nda çıkan "Çiller özel Orgütü" adındaki kitabını okumuştur. Kitapta "Susurfuk Komisyonu'na sunalan Oos- ya ve Belgeler" var; 55'inci sayfadaki "Uyuşturu- cu Ticareti" başlıklı bölümü birlikte okuyalım: "Yeni MlTraporu, isim, yer, zaman ve olaygös- tererek, Ağar ve ekibinin uyuşturucu ticaretinde- kirolünü açıklamaktadır. Bu rapordaki bilgiler, an- cak devletin toplayabileceği ayrıntılan içermekte- dir ve son derece önemlidir: Hollanda'da ceza- evinde bulunan Hüseyin Baybaşın da Mehmet Ağar'/a bağlantılı olarak uyuşturucu ticareti yap- tığını ve haraç topladığını bütün aynntılanyla açık- lamıştır." Peki, Frankfurt'ta görülen davada sanık ne söy- lüyor: "Şenocak ve Baybaşın aıleleri Türk hükü- metiyle mükemmel ilişkileriçindedir" diyor. Hollan- da ve Almanya'dakı uyuşturucu sanıklan niçin ağız birliği ediyorlar?.. Doğu Perinçek'in kitabından bir alıntı daha ya- palım: "Uluslararası tertiplere hizmetin kuşkusuz bir fi- yatı vardır. Çiller Özel Örgütü'ne bu fiyat uyuştu- rucu ve nökieer madde kaçakçılığı olanaklan sağ- lanaraködenmektedır. Eroin ve nükleer madde ka- çakçılığını özelleştirenler, bu faaliyetleri terörörgü- tüyle yürütmek zorundadıriar. Çatlı, bu nedenle Çiller'in 'kahramanı'd/r." Işçi Partisi Genel Başkanı Perinçek, elindeki bel- geleri, bilgileri ve dosyalan "TBMM Susuriuk Ko- misyonu"na verdi. Frankfurt Yargıcı, Meclis Komis- yonu'ndan bu belgeleri ısterse ne olacak?.. Yargıç Schvvalbe'ye yardım etmeyecek miyiz?.. • Evet, durup dururken başımıza iş çıkaran Yargıç Schvvalbe belki Doğu Perinçek'in kitabını okumuş- tur ya da başka yerden bir ipucunu yakaladı; ama, belki de uyuşturucu işinde Çiller ailesinin suçu yok- tur; Şaibe Hanım'la birlikte Çiller'ın önce Adalet Bakanı, sonra Içişleri Bakanı yaptığı Mehmet Ağar da aklanacaktır. Ne var kı şimdi ikısı de eldeki bilgiler, belgeler ve dosyalann birincd hedefleri durumunda... • »>* Gerçek bu iken 0tşişleri Bakanlığı'nın Şaibe Ma- nım uğruna Almanya'yı ültimatom niteliğindekino- talarla bombardıman etmesi Türkiye'nin çıkanna mı?.. Şaibe Hanım doğrusu yaman mı yaman!.. önce yolsuzluk dosyalannı örtmek için partisini kullanıp Erbakan'la kırli pazarlığa girdi; kirii pazarlık sonun- da kurulan Türkiye Cumhunyetı hükümetıni bu kez Almanya'ya karşı silah gibi kullanmakta pervasız... Tekerlemeyi yineleyelim: Adı üstünde Şaibe.. Varlığt bir haile.. Ülkemize gaile... :•. U: nc ANMA nppcü oüsünce Muammer Uğur AKSOY MUMCU Birlikte Anma Haftası AKŞEHlR ÎLÇESİ KALPAKSIZ KUVVA-İ MÎLLİCİLER ETKİNLİĞÎ Konuşmacılar: Ceyhan MUMCU Işık KANSU Ayyuk ERENBERK Yurdagül ÜLKÜ ses ve görüntülerle amlar Yer: Kütüphane Saloou Gün: 26.1.1997 saat 13J0 Biriikte analım ATATÜRKÇO DLŞÜNCE DERNEĞ1 AKŞEHlR ŞUBESt Group Hizmette Şirketler Topluluğu Gnıp bûnyesınöe bulunan Guvenfik ıe TemıziA şırtetlenmıze kendı alanında dençytml *jkse<ckul "nezunj cersonel alartarında yönelKiük yapmış İNSAN KAYNAKLARI SORUMLULARI ûç ayn şırtetımızm muhaset» ışlerını yjrjtecek ve sofumlu olacak le* d'jzen hesap Dlarıri' bılen, mevzuatlara vakri, lecrjbeli SORUMLU MUHASEBECİLER Temızlık şırkeliTizın htzrette balunan persoieSennın sektörel ve proje bazında eğıiımıerını yurjtecsk ter:ıhen otöHercte deneyıtn dan HOUSEKEEPING EĞİTİM DEPARTMANI SORUMLULARI llaçlama ve te-nızltk hızmetlen aianında maaş + pnm yöntanı ile profesyonel ta.-zda çalışacak. ıdealterı olan genç dınaımk, yarata HIZMET SATIŞ ELEMANLARI Aranmaktadır. Mot Mûracaat'anr fotoğraffı ve özgeçmışlen ile yapılması rica olunır Adres. Njr-u Osmanıye Cad. 3'4 Cağaloğlu • Istanbul Tel 5271077-5274725-5123830 Fax:5135397
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear