25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
25TEMMUZ1995SALI CUMHURİYET n SAYFA KULTUR 13 ÖmerKavur, Türk sinemasının içinde bulunduğu durumu, sadece tehlikenin başı olarak nitelendiriyor Külrür Servisi- Türk sinemasının için- de bulunduğu krizi aşmak amacıyla 10 si- nema yönetmen - yapımcısının bır araya gelerek oluşturduğu Sinema Vakffnın yö- . netımini üstlenen Omer Kavur, Türk sine- masında vaşanan en büyük sorunun, fi- nansal güçlüklernedeniyleüretiminyapı- lamamasi olduğunu vurgulayarak. "Bizsi- . nemayıkaybederekkendiyüzümüzûkay- bediyoruz. İleride müziğinıizi kaybeder- seksesimizi kaybedeceğizve giderek ruhu- muzu ka>bedeceğiz~ dedi. - Türk Sinemasrnın içinde bulunduğu krizin sebebleri sizce nelerdirve bu krizna- sıl aşılabilir ? KAVT'R- Türk sinemasının içinde bu- " lunduğu knzın temel nedenlerinden birta- nesi. üretim yapılamıyor olmasıdır. Fiim üretımi ıçin gereken kaynaklann buluna- maması yani cıddi finansal problemler fılm üretımini engelliyor. Genellikle özel televizyonlann veya TRT'nin ortaklıkla- ' n söz konusuydu. 6 Nisan tasarruf tedbir- " lerinden sonra, bunlar büyük ölçüde yok oldu. Kültür Bakanlığı'nın sınırlı da olsa • bir yardımı sözkonusuydu ve 6 Nisan ka- rarlanyla bu yardımlar da ortadan kalktı. Sinema Vakfi bir ihtiyaçtan ortaya çık- "tı. Bugün hâlâ sinema yapmak isteyen ve sinema yapmak için ısrarla bu çabalannı - sürdüren 10 yönetmen - yapımcı biraraya gelerek başkaca nasıl kaynaklaroluşturu- labilir düşüncesiyle, bu vakıf çatısı altın- daenerjilerimizi birlikte harcamayı ve bu- -güne kadar başvurulmamış bir kaynağı, "özel sektörü" sinema alanına kaydırma- yı amaçladık. Fakat orada da işler çok ko- lay değil. - Tek proUemi finansal olarak betirti- yorsunuz, oysa çekikn Türk filmleri izle- yicüerden talep görmüyor. Konu \e içerik olarak Türk fllmierinde bir değişimin ya- şanması zonuilu değil mi ? KAVUR- Öncelikle fılm yapılması ge- rekır. ondan sonra nasıl fılm yapılması ge- ugün bir toplumun kendine yabancılaşması olgusunu yaşamaktayız. Bu çok önemli bir olgu, biz bunu hep göz ardı ediyoruz. Biz sinemayı kaybederek kendi yüzümüzû kaybediyoruz. ileride müziğimizi kaybedersek sesimizi kaybedeceğiz ve giderek ruhumuzu kaybedeceğiz. Bu durumda bizden sonraki kuşaklara ne bırakabileceğiz ? Barajlar, köprüler, otoyollar yeterli değil. Bırakabileceğimiz miras kültüreldir. Sinemanın başına gelenler sadece bu tehlikenin başlangıcı. (Fotoğraf: DEVRİM BARAN) KAVUR- llk aşamada finansai prob- lemler aşılabilirse Türk sineması üretime geçebilir. Üretim yapılamadığından şu an- da nerede olduğumuzu dahi anlayamıyo- ruz. Üretim yapılmadığından karşılaşrır- ma ve kendimizi sınama olanağımız yok. - Bu krizsadecesinemada mı yaşanryor? KAVUR- Bugün Türk sinemasının ba- şına gelenler yann Türk edebiyatının, Türk tiyatrosunun, görsel sanatlann kısa- ca sanatın bütün dallannın başına gelebi- lır. Çünkü bugün bır toplumun kendine yabancılaşması olgusunu yaşamaktayız. Bu çok önemli bır olgu. biz bunu hep gözardı ediyoruz. Biz sinemayı kaybede- rek kendi yüzümüzû kaybediyoruz. İleri- de müziğimizi kaybedersek sesimizi kay- bedeceğiz ve giderek ruhumuzu kaybede- ceğiz. Bu durumda bizden sonraki kuşak- lara ne bırakabileceğiz ? Barajlar. köprü- ler. otoyollar yeterli değil. Bırakabileceği- miz miras kültüreldir. Sinemanın başına gelenler sadece bu tehlikenin başlangıcı. - Kühürel anlamda Amerikan hege- monyası Avnıpa sinemalannı da etkuemi- >ormu? KAVUR- Bugün Amenkan sinemasına Avrupa'da bır ölçüde direnebılen iki ülke var: Biri Fransız sineması diğeri lspanyol sineması. Bu iki ülkede de devletin ve özel sektörün olağanüstü büyük yardım \ e des- leklen \ar. Böylelikle biraz ayakta dura- biliyorlar ve kendi kültürel kımlıklenni savunabilıyorlar. Onun dışında sinema ge- leneği olan Almanya gıbi îtalya gıbi ülke- lerin sineması çökmüş durumda. Bunlar gelişmiş ülkeler. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler- de, Amerikan sineması gibi dev bir sana- yinin karşisında sinemanın ayakta durabıl- mesi mümkün değildir. Amenkan sine- ması her yıl 350 - 400 tane film üretiyor ve bunlan ıhraç edıyor. Ülkeler bunlann iyisini de alıyorkötüsünü de. Ben Ameri- kan sinemasının tümükötüdüranlamında 'Yüzümüzü kaybedîyoraz'rektiği üzerine düşünülebilir. Kaldı ki si- zın söylediğinız şeye pek katılmıyorum. Türk filmleri ilgi görmüyor gibi bir kanı var ama neye dayanarak bu söylenıyor an- lamıyorum. Son beş yıl içerisinde çevirilen filmle- n bakıyorsunuz. önemli ölçüde ticari ba- şanlar elde etmiş filmlenmız de var. Bu- nun dışında vizyon görememiş. tanıtımı ıyi sağlanamamış ya da gerçekten ilgi gör- memiş filmlerimiz var ki bu son derece doğaldır. Amenkan sinemasına baktığımız za- ı man bütün Amerikan filmleri iş yapıyor ' gibi bir genelkanıyavanlabilirmı? Ame- rikan sineması içinde de yüzde 60. yüzde • 70 oranında çok düşük ış yapanlar var. . Amerikan sinemasraı bir sezonda süriik- 4eyen. tokomotif diye nıtelendirdigimiz büyük ış yapan beş ya da on filmdir. Kal- dı ki ınsanlanmızda ciddi bir şartlanma var. On yıldan bu yana Amerikan sinema- sı, sinema yoluyla, televizyon yoluyla. ba- sın yoluyla. müzık yoluyla kısaca medya- tık bütün yöntemierle kendi kontağını ın- sanlara aşılamış durumda. Buna alışmış bir seyırciyı bırdenbire ondan kopartarak başka bir sinema türüne alıştırmak çok zordur. Ne o tanıtım imkânlanna sahibiz ne o büyük parasal desteklere sahibiz ne de sa- yısal olarak o kadar büyük üretime sahi- biz. Böyle bir canavara karşı savaşmak kolay değil. Türk sinemasının başına ge- lenler Avrupa'da birçok ülkenin başına gelmiştir. Sinemamının krizde olması bi- ze özgü bir şey değil. Sizin varsav ımınıza göre hareket edersek, yani 'Türk sinema- « seyircilerin ilgisini çeken filmler yapmı- yor arök' sözünden yola çıkarsak bunu bütün Avrupa ıçin de söylemek sözkonu- su. Çünkü Avrupa'da da sinema çöküntü bunu aşabilmelen zor - Özel sektörün finansal olarak sinema- yı desteklemesinidevletteşvikedemez mi? KAVUR- Devletin öncelikledüzenleyi- ci olması gerekir. Devlet yasal anlamda özel sektörü sanat alanına, kültür alanına özendirecek ortamlar yaratmalı. Dev let, kültür tesisleri yapanlara yani tiyatro inşa edenlere, sinema inşa edenlere. müze ya- panlara, spor tesisleri yapanlara yatırdık- çirdiği zaman (Johnson ve Nixon dönem- lerinde) \ergi muafiyeti yasasını çıkardı. Böylelikle kötü durumda olan Amerikan sineması canlanabıldı. EğerTürkiye'dede aynı sıstem kabul görürse Türk sineması- nın üretim yapabtlme olanaklan arttınl- mış olacaktır Türk sineması üretim yapabilme ola- naklanna kavuşursa saglıklı 40 - 50 fılm yapabılecek potansiyele sahıp. Türk sıne- • ^ ^ evletin öncelikle düzenleyici olması gerekir. Devlet yasal anlamda özel sektörü m ^ sanat alanına, kültür alanına özendirecek ortamlar yaratmalı. Devlet, kültür m I tesisleri yapanlara yatırdıklan parayı vergilerinden düşürerek, bunu kısmen m M sağlıyor. Ama önemli olan sinema bağlamında üretime yönelik teşviklerin • -^ sağlanması. Bu yasa henüz çıkmadı. Bu yasa çıkarsa inanıyorum ki özel sektör gerçekten sinemaya yatınm yapabilir, çünkü yaptığı masraflan vergisinden düşebilir. „•.-„,,. ıçensinde. Simdi Avrupa sineması için bu ınsanlar iyi filmler yapmıyorlar artık de- mek mümkün mü ? Değil. Demek kı me- selenin özü başka bir yerde yatıyor. Bana kalırsa meselenin özü gerçekte bır kültür emperyalizminin yaşanıyor olması. Vebu kültür emperyalizmi pek çok ülkede ya- şanıyor. Tek sesli bir canavar. bütün yaşam alanlanmızı işgal etti ve insanlar bu kod- lara göre beğenilenni yönlendıriyorlar. ln- sanlann bu alışkanlıklanndan vazgeçme- lerini ıstemek biraz zor çünkü insanlann lan parayı vergilerinden düşürerek, bunu kısmen sağlıyor. Ama önemli olan sinema bağlamında üretime yönelik teşviklerin sağlanması. Bu yasa henüz çıkmadı. Bu yasa çıkarsa inanıyorum ki özel sektör gerçekten sine- maya yatırım yapabilir, çünkü yaptığı masraflan vergisinden düşebilir. Bu pek çok ülkede uyyılanan bır yöntem. Örne- ğin Amerika'da dev letin sinemaya destek olmadığı düşünülür. oysa tam aksine dev- let. Hollyvvood sineması kötü günler ge- masının, hem yaratıcı güç itibanyle hem de parasal potansiyeli açısindan böyle bir gücü var. Işte bu noktada filmlenn nasıl yapılması gerektiği konusunda tartışma- îaryapılabilir. Ama şu aşamada zaten film üretilmiyor. Bu yıl iki tane film üretilmiş. Vızyonlardaki filmlerin %98 "i Amerikan filmleri. burada rekabet ortamı diye bır- şey yok. - Temekfc finansal probiemler çözüldü- ğü takdirde Türksineması canlanabilecek mi? bir sav ileri sürmüyorum. Tek seslilik kö- tü birşeydirdiyorum. tnsanlartercih hak- lannı kullanabilmeliler, farklı kitlelerden göriintüler ve sesler alabilmeliler. Bu yok oluyor ve bu çok önemli bır tahribattır. - Sinema sadece ticari faydalar elde et- mek için mi yapılıyor ? KAVUR- Hollyvvood sinemasının baş- lıca hedefi para kazanmaktır. Dünyada iki türsinemavar. Örneğin Amerika'da "Ma- instream" (anaakım) olarak Hollywood ve birde bununalternatifi daha kişisel da- ha sanatsal bir sinema akımı vardır ama cı- lızdır. Avrupa'da da ticari sinema içenği çok yüksektır ama bunun karşısında yaratıcı sinema türü dediğimız bir akım vardır. Ama genellikle sinema para kazanmak amacıyla yapılıyor. Bugün pek çok ülke- de ne ticari sinema var ne de bunun alter- natifi olan yaratıcı sinema var. Bugün her- şey bir tüketim ürünü haiine dönüşü- yor.Bir resim dahi yapsanız, çok bireysel bir sanat dalı olmasına rağmen medyanm da içıne katılmasıyla resim ister istemez bir tüketim ürünü halıne dönüşüyor. Bu- rada sorgulanması gereken yapılan işin toplumun özüne ait olup olmadığıdır. is- ter sanayi ürünü olsun isterse çok yaratı- cı istisnai bir ürün olsun yaratılan o top- rağın bir ürünü ise o toplumu temsil edi- vor demektir. Önümüzdeki yıl açılacak Globe Tiyatrosu, Londra'daki en önemli Shakespeare tiyatrosu olmaya aday Günışığında oyıınlar sahnelenecek•-. Kültür Servisi- Önümüzdeki se- zon. Shakespeare'in ünlü Globe Ti- yatrosu. ılgısızlık ve inançsızhkla geçmış 25 yıldan sonra. perdelennı -açacak. Globe'da yeniden oyun sah- nelenmesi. birçok kişi için şaşırtıcı bır gelışme. ama tiyatroda, haziran ortasından eylül ortasma kadar çar- şambadan cumartesıye günde iki ve pazar günlen de bırer kez olmak üze- re, 32 gösteri sunulacak. Gösten sayısınm on beş haftada 180'e çıkması hedefleniyor. Tiyatro- nun genel müdürü Michael Holden. sıfırdan yola çıkarak uluslararası dü- zeyde bir topluluk yaratmayı düşün- düklerini belirtiyor. Gösteriler sahnelenirken herhangı bir dekor kullanılmayacak; bu da oyunculara günde iki farklı Shakes- peare oyunu sahneleyebıime olanağı- nı tanıyor. llk oyun 14.30, ıkinci oyun da 18.30'da başlayacak ve böylece. iki oyun da günışığında sergılenmiş olacak. Tiyatrodaki oturacak yer sa- yısı bin, ayakta duracak yer sayısı 500. Bu sayılar da Globe'u Ingılte- re'nın altıncı büyük tiyatrosu yapı- yor. Barbican'da sahneye çıkan Ro- yal Shakespeare Company'nın yaz aylannda ülke çapmda turneye çıktı- ğı ve Barbican'ı boşalttığı göz önün- de bulundurulunca Globe, Lond- ra'daki en önemli Shakespeare tiyat- rosu olmaya aday. Globe Tiyatrosu, Madame Tussa- ud Müzesi. Londra zindanlan ve bir Hacd Rock Cafe'nin ortasmda bır ye- re inşa edilıyor. Tiyatronun yani ba- şında, Globe Exhibitıon Shop denı- len mağazada. meraklılar için Sha- kespeare posterleri, tışörtleri. defter ve fincanlan satılıyor. Hatta üzerin- de 'Hamlet'ten alıntjlann yer aldığı yastıklar bıle var: "Ölmek. uyumak - L'yumak belki de riiya görmek." Ama yastığın tasanmını gerçekleşti- renler. biraz daha özgür davranıp bır sonraki dizeyi atmış ve yerıne •ZLLLUJ.' koymuşlar. Mağazada ayn- ca, Shakespeare veGlobe'la ılgılı ki- taplara da rastlamak olası. Globe Tiyatrosu'nun açılışı, EB- zabetfa dönemi önemli bır oyun ya- zanna duyulan saygının değil: Ame- rikalı bir oyuncunun ınadının sonu- cu olacak. Sam \Vanamaker. 1949 yılında Ingiltere'yegeldığmde. Sha- kespeare'in 1599'dayerleştı5ı. 'Hen- r> V, 'Jül Sezar', Hamlet' ve 'Mac- beth'ı yazdığı orijinal Globe Tiyatro- su'nun bulunduğu yen ziyaret etmış. Banksıde dolaylannda yürüyen Wa- namaker'in bulabildiği tek şey. bir bira fabnkasının duvanna çakılı bır plakaolmuş.Chicago'dakidünyafu- annda. Shakespeare'in Globe Tiyat- rosu'nun bır benzennı gören ve Ohio'dakı Great Lakes Festival'de çalışan \Vanamaker, 1970 yılında, Globe'u yeniden kurmak ıçin gerek- lı başvurularda bulunmuş. ama So- uthvvark'taki LabourCouncil. bu fik- ri 'elitist' bularak gen çevirmiş. 1987 yılında. eskı Globe Tiyatrosu'ndan birkaç sokak ötede, nehir kıyısında bır yeri 120 yıllığına kiralayan Wa- namaker, 1993 yılının aralık ayında ölene dek. tiyatronun tasarımıyla uğ- raşmış. Bütün bu çabanın sonucu olarak Globe Tiyatrosu, önümüzde- ki yıl VVanamaker'ın doğum günü olan 14 haziranda perdelerıni aça- cak. ALINTILAR TAHStN YtCEL KE Kulesi Roland Barthes, kitaplarının en güzeli L'Empire des Signes'de, Batı kentlerinin merkezlerinin hep do- lu olduğunu, tüm uygarlık değerlerinin: Tinselliğin (ki- liseler), erkin (bürolar), paranın (bankalar), malın (bü- yük mağazalar) ve sözün (kahveler, gezinti yerleri) hep oralarda yoğunlaştığını belirttikten sonra. sözü gene Japonya'ya getırerek şöyle der: "Sâzünü ettiğim kent (Tokyo) şöyle önemli bir çe- lişki sunar: Bir merkezi bulunmasına bulunur ya bu merkezboştur. Tüm kent hem yasak, hem ilgisiz olan bu yeşillikler altında gizli, su hendekleriyle korunan, içinde hiç ortalarda görünmeyen bir imparator, ya- ni, sözcüğün tam anlamıyla, kim bilir kim oturan bir yerin çevresınde döner. Her gün, çevik, güçlü, kur- şun gibi hızlı gidışleriyle, taksiler, alçak tepeliği, bu görûnmezliğin görünür biçimi, kutsal 'hiç'; gizleyen bu halkadan kaçınıriar. Demek ki, çağcıllığın en bü- yük iki kentinden biri, merkezi artık buharlaşmış bir düşünden başka bir şey olmayan, burada varfığmr herhangı bir erki yaymak için değil, kentin tüm devi- nimine merkezsel boşluğunun desteğinı vermek için sürdüren, böylece dolaşımı sürekli bir sapmaya zor- layan, saydamsız bir sur, su, çatı ve ağaç halkası çevresine kurulmuştur. Derler ki, böylece imgesel halkasal olarak, döne döne açılır." Açık olanı bir daha söylemekte bir sakınca yoksa, Tokyo'da, imparatoriuksarayı erkaçısından kesinlik- le işlevsizdir; bu bakımdan, kesin bir boşluk oluştu- rur;ama, "merkezselboşluk", "kutsalhiç"yada "bu- harlaşmış düşün" türünden kullanımların da göster- diği gibi, belki erkinkinden de önemli bir işlevi ger- çekleştırir: Uzamda süremselin yerini belirleyerek art- süremselliği, tarihı, dolayısıyla ortak (toplumsal) an- lamı iletir. Kentin devinimine böylece destek verir. Öte yandan, halkasal olarak açılan imgeselden söz edildiğine göre, bireysel anlamın da yeri vardır bu boşlukta. Ama, ne olursa olsun. anlamın sürekliliği, kutsal "r?/ç"edokunulmamasına, çevresınden sapıl- masına, yani hep uzağından geçilmesine bağlıdır. Ama yalnızca Japon imparatorluk sarayına özgü bir özellik değildir bu. Örneğin Claude Levi-Strauss, bi- zim toplumlanmızdakı arşivlerde ve kimi Avustralya toplumlarının "Churinga"lannda da benzer bir özel- lik görür: "Arşivlerimize neden bu denli değer verirtz? Bağ- landıkları olaylar bağımsız biçimde, başka bmlerce biçimde doğrulanabilir: Bugünümüzde ve kitaplan- mızda yaşarfar; kendi başlanna ele alındıklan zaman, tümüyle tarıhsel yankılarından ve kendilerini başka olaylara bağlayarak açıklayan yorumlardan gelen bir anlamdan yoksundurtar. Durkheim 'ın birkanıtını azı- cık değiştirirsek, arşivler için de şöyle diyebiliriz: Ne de olsa birer kâğıt parçasıdır bunlar! Tümü yayım- landıktan sonra, büyük biryıkım gerçek parçalan yok edecek olsa, bilgimizde ve durumumuzda hiçbır de- ğişmeolmaz. Bununla birlikte, bizi canevimizden ya- ralayan, düzeltilmesı olanaksız bir zarar gibi algılanz bu yitiği. Nedensiz de değildir bu: Churingalar'a iliş- kin yorumumuz doğruysa, kutsal nitelikleri artsürem- sel anlamlama işlevlerinden gelir; bu işlevi, sınıflan- dıncı olması nedeniyle, tüm olarak, süremi bile var- lığına katmayı başaran bir eşsüremlilik üzerine yayıl- mış bir dizgede, yalnız bunlar sağlar. Churingalar söylensel dönemin elle tutulur tanıklarıdır: Kendileri olmadan da tasarlanabilecek, ama somut olarak or- taya konulamayacak olan şu alcheringa'ya tanıklık ederler. Aynı biçimde, biz de arşivlehmizi yitirmiş ol- saydık, geçmışimiz yok olmazdı bu yüzden, ama onun artsûremsel tadı diye adlandırabileceğimız şey- den yoksun kalırdı." (Yaban Düşünce, s. 283) Denilebilir ki. bir başka düzlemde, anıtlarımız da benzer bir anlam taşır, benzer bir işlev gerçekleştirir. Oktay Ekinci'nin 13 Temmuz 1995 günü Cumhuri- yet'te yayımlanan Uygarlıkların /z/nde'sinde çok gü- zel ortaya koyduğu gibi, Kız Kulesi de bu anıtlardan biridir. Kız Kulesi öncelikle uzamsal bir öğe kuşkusuz, Istanbul'u bütünleyen, daha da lyisi, istanbul'u ku- ran temel öğelerden biri. Ama aynı zamanda artsû- remsel bır öğe: Hem toplumsal, hem bireysel düzlem- de. variığımızın anlamını bütünlemekte. Ancak, Ro- land Barthes'ın ve Levi-Strauss'un saptamalan göz önüne alınınca, işlevini gerçekleştirebilmesi için, na- sılsa öyle korunması ve her zaman nereden ve nasıl görüldüyse gene öyle, yani uzaktan görülmesi gere- kir gibi gelıyor insana: Uzaklığı ve yalnızlığıyla Istan- bul'u bütünlediği ölçüde, toplumsal ve bireysel tari- himizde yankılanan bir anlamı da somutlaştırıyor. Yazık ki, Kız Kulesi'nin çoğu kalıtçılan Tokyolu tak- si şoförlerinin ve Avustralyalı Kızılderililerin derin top- lumsal duyarlığından yoksun. içinde yaşadığımız çıl- gın tüketim döneminde, sonradan görmeler sesleri- ni gittikçe daha çok duyuruyor ve biraz da doğaları gereğı, hiçbir ayrım tanımıyorlar. Tüketmek istiyortar yalnızca, hep aynı biçimde tüketmek istiyorlar. Tin- seli de özdekseli tüketir gibi tüketıyoriar böylece; ev- lerinin duvarlarını padişah fermanlanyla süsledikleri gibi, Kız Kulesi'ni de gece kulübüne dönüştürüp tü- ketimin karşı durulmaz gücünü bir kez daha kanıtla- mak istiyorlar. Ne diyelim, gün onların günü. 'Hakkımdaki kitabını okumadan ölnıeye hiç niyetim yok' COŞKUN TUNÇTAN Bedeni yorgunluğu yüzünden, odasın- dan çıkıp vakfın öteki binasına. "çocuk- lan"nın yanına. eskisi gibi sık sık gidemi- yordu. Halbuki onlara sevgisi öylesine bü- yük. öylesine derin. öylesine içtendı ki! Ama her biriyle, uzaktan da olsa, aralık- sız candan ılgileniyordu. Zaten Vakjf'ta ne olup bitse, derhal haberi oluyordu. Ve en az haftada bir. televizyonlu büyük sa- londa. tümünün katıldığı birtoplantı dü- zenliyor, çeşıtli konularda onlarla konuşu- yordu. Telif hakJannın tümü vakfın kasa- sında bınkiyor. gençlerin bütün masrafla- n oradan karşılanıyordu. Sahip olduğu mallann mülklerin topunu vakfa bağışla- mıştı. Her ay eline geçen emekli maaşı ise bir çıft ayakkabı satm almaya bile yeter- sizdi. Nasılsa cimri diye adı çıkan Azız'in Vakfı için sımrsız cömertliğini anlatmaya yüzlerce sayfa yetmez... Çatalca'da. arşivlerinden yararlanarak, onun hakkmdaki çalışmalanma haylı za- man ayırdım. Bu alanda bana en çok kar- deşce yardınıcı olan "büyük çocukla- n~ndan bu >ıl ünıversiteyi bıtiren Gülde- ren'i burada anımsamamak olanaksız. Ye- meklerimi Aziz'le baş başa odasında yi- yordum. Soframıza konanlar o gün ço- cuklar için pişirilen- lenn aynıydı. Onun hakkında edinmek istediğim kımi bilgi- lere ilişkin sorulanm için bu anlardan da yararlanıyordum. Ayrıca, her gün, en az bir-iki saat başka sorduklanmı yanıtlı- yordu. Bir de gazete- ciler kendisiyle söy- leşi yaparlarken beni yanına çağırmayı hiç unutmuyordu. Böy- lece başkalanna ver- diği yanıtlarda onun şu ya da bu konuda- ki görüşlerini daha iyi tanımam için bi- rer güzel fırsat yarat- tılar. Yurtdışına kısa bir yolculuğu sırasında aynldım vakıftan. Orada her gün sohbet ettiğim ve şimdi her birini sevgi ve özlemle anımsadığım "ço- cuklan"nın birkaçıyla birlikte Cemal Re- şit Rey Salonu'nda bu yıl ona verilen Or- han Apaydın ödülü töreninde bulundum. Birkaç gün sonra, Şeker Bayramı'nda, gençlik arkadaşim Esin Afşar ve eşi Şe- ner'le Aziz'i zıyare- te gıttik. Keyfl ye- rindeydi, espri saçı- yordu. Vedalaşırken onun ak yeleli başı- na, zeki bakışina, tatlı gülüşüne daldı gözlerim. Ama o an kendısıni son kez gördüğüm. doğru- su.aklımınkenann- dan bile geçmedi... Öylesine hayat do- luydu ki! Parıs'edönüşüm- de, bavulumda. onunla ilgili belge- ler boldu: Arşıvleri- nikanştırırkenaldı- ğım notlar. kimi ba- sın kesitlerinin foto- kopileri, bana armağan ettiği son kitapla- n... Evime vanrvarmazçalışmayakoyul- dum. Önceden saptadığım plana göre. 21 haziran akşamı, Aziz'ın acele hasta- neyeyatınldığını öğreniröğrenmez. "Lüt- fen aşın yorma kendini. Türkiye'nin sana daha çok uzun süre ihtivacı \-ar" diye nok- talanan bir mektup faksladım kendisine. Ertesi gün de konuştuk. Sesi yorguncay- dı, ama beyni dipdiriydi. "Meraklanma, senin hakkımdaki kitabını okumadan öl- meye hiç niyetim yok" dedi. gülerek. "Öy- levse ben de kitabın >a>ımlanmasını ge- ciktirmeye uğraşınm" dedim ben de. Se- sini son duyuşummuş meğerse!... Vakfının bahçesine. kımsenin sonradan bulamayacağı bir şekilde gömülmek iste- ğı, yaşamının son yıllanndaki ısrarlı baş- vurulanna karşın. DYP'li kimi bakanlann karan imzadan çekinmeleri yüzünden ge- ri çevrilmişti. Neyse ki, ölümünün hemen ardından kalemlerinden bunun için yeter- li birkaç mürekkep damlacığını akıtmak insanlığını onlar da gösterdiler. 1969'da Aziz'den aldığı açık mektubu herhalde çok iyi anımsayan. ama sonraki yıllarda ona gösterdiği yakınlıkla ona ne çok de- ğer verdiğini kanıtlayan cumhurbaşkanı da karan imzalamaktagecikmedı. Aziz'in belki en önemli dileği ancak son nefesini verdikten sonra kabul edildi... Ona da şü- kür! Ölümünün ardından, kendisi hakkfnda- ki övgü dolu sayısız demeçler, yazılar. tö- renler vatandaşlannın çoğunun ona sevgi- sini. hayranlığını, hatta minnetini dile ge- tirirken. onu çekemeyenler de hemen aşa- ğılayıcı biçimde havlamaya koyuldular. Bu vesileyle Türkiye'de şeriatçı kökten- dincilerle Kuran-ı Kerim'deki "Dindezor- lama yoktur" buyruğunun farkında bile olmayan. hem de resmen Başbakanlığa bağlı Diyanet fşleri'nin kimi sorumlula- nnın bazan ne denli bırbirlerine benze- dikleri de bir kez daha ortaya çıktı. Buna şaşıranlar kendi bunca yıllık körlüklenne yansırlar... Kitabımın son sayfalannı bana bir kop- yasını verdiği vasiyetnamesiyle doldur- maktı niyetim. Ani ölümü yapıtın içenği- ni altüst etti. Yeni bir sıraya soktum bö- lümleri. Okuyuculanma onun gerçek kişiliğini değişik yönleriyle tanıtacağım. Vatanında hiçbır benzen bulunmayan, dünya tarihin- de ise ancak Voltaire gib? bir dahiyle kı- yaslanabilecek bir kişinin Türkiye'de, 20. yüzyılda yaşamış olduğunu kavrayınca, başta Fransa olmak üzere. yeryüzünün şu- rasında burasında çok sayıda kişıde hay- ranlık uyanacak. Böylesıne değerli birya- zar, böylesine bilinçli bir düşünür. ülkesi- ni tüm dünyanın gözünde ancak yüceltir. Dünyada şu ya da bu nedenden haksızlı- ğa uğrayan insanlann tümü en candan sa- vıınucusunu yitirdi. Öncelikle onlann baş- lan sağ olsun! İkiztepe'de kazı çalışmaları BAFRA (A.A.) - Samsun'un Bafra ilçesinin Ikiztepe höyüğünde. 21. dönem kazı çahşmalanna başlandı. lstanbul Üniversıtesi ile Kültür Bakanlığı tarafmdan yürütülen kazı çalışmalan. Prof Dr Önder Bilgi başkanlığındaki 20 kişilik ekip tarafından gerçekleştiriliyor. Daha önce Ikiztepe - 1 höyüğündeki arkeolojik kazılarda, Kalkolitik ve Bronz Çağı'na aıt eserler ortaya çıkanlmıştı. Bafra'nın İkıztepe höyüğünde 1974 yılmdan bu yana yapılan kazılarda, 7 bin dolayında tarihi eser ortaya çıkanldı. '' Cabaret Cine'de bugün Kültür Servisi - Cabaret Cine'de bu akşam saat 22.00'da Ayşe Tütüncü, Serdar Gönenç. Saruhan Erim, Mehmet Güreli, Timuçin Gürer \e Ümit JCıvanç'tan oluşan altılı Chick Corea, Stevie VV'onder, Carla Blay, Night Ark ve Egberto Gisminonti'nin çalışmalarından oluşan bir repertuan seslendirecekler. Açıkhavada Yaz Müzayedesi Kültür Servisi - Bu akşam saat 21 00'da başlayacak resim müzayedesinde, 100 dolayında tablo. Ortaköy Esma Sultan Yalısı'nda satışa sunulacak. Müzayedede Ahmet Fazıl Aksoy. Hüseyin Cahit Derman, Ayhan Türkergibi romantik sanatçıların yapıtlannın yani sıra Hamit Görele. Ibrahim Safi, Cihat Burak, Fuat Soyhan, Necdet Kalay. Zeki Faık lzer. Fahr-el Nissa Zeid, Burhan Uygur gibi klasikleşmiş ressamlann çalışmalan da yer alacak. Müzayede, otel salonlarında düzenlenen alışılagelmış müzayedelerden farklı bir ortamda, açıkhavada gerçekleştirilecek.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear